Karla karışık yağan yağmur altında ve soğuk bir Ankara gününde; Devlet Tiyatrolarında sergilenen Bertolt Brecht' in yazdığı"Cesaret Ana ve Çocukları"oyununu izlemeye gittim. İyiki de gitmişim. Ayşe Emel Mesci yönetmenliğinde sahneye konmuş güzel bir oyun izledim.
Oyun; 1618-1648 yılları arasında Protestanlarla Katolikleri çatıştıran ve hemen hemen tüm Kıta Avrupası' nı saran "Otuz Yıl Savaşları"nda 1624-1636 zaman dilimindeki olaylardan çok, savaşı yaşayan insanların savaştan nasıl etkilendiklerini anlatır: Gezgin kadın tüccar, aşçı, rahip, hayat kadını, köylüler, askerler gibi sıradan insanların savaşta farklı davranışlarını ve olaylar karşısındaki tepkilerini incelikle ortaya koyar.Bazı sahnelerde çıplak gerçek sert bir tokat gibi insanın yüzüne çarpar: Bir annenin çıkarı uğruna oğlunun ölüsünü tanımamazlıktan gelip onun hayvan mezarlığına gömülmesine razı olması. Aynı annenin mal almak için şehre gönderdiği dilsiz kızına askerlerin saldırıp bir gözünü oymalarına rağmen getirdiği malların tamam olup olmadığına bakması gibi.
Oyunda; savaştan kim ne bekler, savaşı kim kazanır ya da kim kaybeder sorularıyla bize savaşı tüm yönleriyle sorgulatmayı hedefler yazar.
Cesaret Ana(Anna Fierling), arabasıyla gezgin tüccarlık yaparak savaşın sırtından geçimini sağlayan, dahası savaştan çıkar sağlayacağına inanan iki oğlu ve bir kızı olan kadındır. Anna Fierling' e Cesaret Ana denmesinin sebebi gerçekten onun cesur olmasından değil, içinde 50 ekmek bulunan arabasını Riga' daki cephede top ateşi altından geçirmesidir. Bunu cesaretinden yapmadığını; "başka çarem yoktu, geçmeseydim ekmekler küflenecekti" demesinden anlıyoruz. Yani ticari kaygı nedeniyle tehlikeyi göze alır. Oyun süresince Cesaret Ana' nın ironik bir şekilde değişen koşullara uyum sağladığını, Protestan olmasına rağmen Katoliklerce kuşatıldığında katolik bayrağını astığını ve arabasının saldırıya uğraması karşısında bile hakkını aramaktan vaz geçtiğini görüyoruz. Kazancının savaşa bağlı olmasına ve savaşın sürmesini istemesine rağmen, kendisini ve çocuklarını savaştan korumak için çaba sarfeder. Bir başçavuş oğlu Eilif' i askere göndermek istemeyen Cesaret Ana' ya"savaşın sırtından geçinmek isteyen, ona bir şeyler vermek zorundadır"der. Kurnaz ve dilbaz Cesaret Ana, anneliği ve ticareti arasında ikilemde kalır.
Eilif, Cesaret Ana' nın delifişek oğludur. Cesaret Ana' nın gözdesidir. Çünkü anasının yetiştirmesiyle onun kadar fırsat düşkünüdür. Para ve mevki kazanmak için askere yazılır, komutanın kahraman askeri olur. İsveç Kralı Gustav Adolf, savaşta vurulunca barış rüzgarları eser.Delifişek oğlan barışa alışamaz ve savaşta yaptığını yapar: Koyun çalarken yakalanınca koyunun sahibi olan kadını öldürür, tutuklanır. Lanetli bir son için askerler tarafından götürülürken, kendisine eşlik eden rahibe, annesine iletilmek üzere söylediği söz manidardır:"Anama söyleyin; Eilif, savaşta yaptığını yaptı."
İsviçre Peyniri lakabıyla çağırdığı oğlu Schweizerkas' ın anası gibi koşullara uyum sağlama yeteneği yoktur. Anası tarafından dürüst ve namuslu olmaya koşullandırılmıştır. Anası, oğlunu korumak ve beladan uzak tutmak için yapmıştır bunu.Ancak bu dürüstlük İsviçre Peynirinin başına bela açar: Düşmandan kaçan askerlerin komutanı muhafaza etmesi için Alay Kasasını ona verir. Düşman da kasanın peşindedir ve İsviçre Peynirini yakalarlar. Kasayı vermeyi reddeden oğlunu ölümden kurtarmak için Cesaret Ana"Tanrı için merhamet neyse, insan için de rüşvet odur" diyerek komutana aracı vasıtasıyla rüşvet teklif eder.Ancak analık-ticaret ikileminde kalıp süreyi uzatınca rüşveti vermekte gecikir, oğlu kurşuna dizilir. Ve Cesaret Ana "Büyük Teslimiyetin Türküsü"nü" söyler. Ardından soru gelir: Haksızlığa insan ne kadar dayanabilir? Asıl mesele bu.Cevap, ananın söylediği"Oturan kımıldayamaz, hareket edemez. Eyleme geçmek için ayağa kalkmak gerekir" sözündedir.
Cesaret Ana' nın kendisine yük olduğunu düşündüğü dilsiz kızı Kattrin, iyi yürekli ve merhametlidir. Dilsiz olması, onun anası gibi iş yapamayacağı anlamına gelir."Erbabı için savaş nimettir"diyen ve savaşı ticaret olarak gören Cesaret Ana' nın vicdan rahatsızlığıdır bu.Anası Kattrin' i ninnilerle uyutur hep, sanki vicdanını susturmak ister! Kattrin, düşman askerleri tarafından kuşatılan ancak uykuda olan Halle şehrini uyandırmak için trampetini var gücüyle çalar. Şehir uyanmış, karşı koymaya başlamıştır ama Kattrin düşman askerleri tarafından tüfekle vurularak öldürülmüştür. Nihayet insanlar için iyi bir iş yapmıştır.
Rahip din eğitimi aldığı için ruhlara hizmet ettiğini düşünerek elleriyle ve bedeniyle çalışmayı küçümser.İyi bir vaizdir.Ancak savaşın acımasızlığı, açlık ve sefalet rahibi Cesaret Ana' nın hizmetine sokar: Aç kalma korkusu ağır basar, küçümsediği işleri yapmaya başlar.Savaşa karşıdır ve onu inkar eder.Cesaret Ana' nın savaşın sürmesini istemesi karşısında onu"savaş alanı sırtlanı"diye niteler.Rahibin, menfaati için savaş isteyenler ve savaşın sırtından geçinenler için söylediği"Şeytanla sofraya oturanın kaşığı uzun olmalı"sözü savaş hakkındaki düşüncesini net bir biçimde açıklar.
Aşçı komutana yemek pişirerek dolaylı olarak savaş sayesinde geçimini sağlayan sinsi, bencil ve uyanık biridir.Cesaret Ana' ya çekici gelmektedir.Çünkü özellikleri nedeniyle onu kendisine benzetmektedir.Aç kaldıklarında"Bilge Süleyman"ın türküsünü söyler,papaza duyurmak için. Papaz türküyü duyar ve onlara çorba verir.
Askerler ise "savaş düzeni sağlar, savaş yoksa düzen de yoktur" a inandıklarından paralarının ödenmemesine rağmen" din uğruna yapılan savaşta para alınmaz"diyerek savaşmaya devam ederler.
Oyunun sonunda; üç çocuğunu da savaşta kaybeden Cesaret Ana, açlık ve yoksulluğa rağmen yeniden ticari yaşamını düzeltebileceği inancıyla tek başına arabasını çeker ve askerlerin peşinden cepheye gider.Hala savaştan kazançlı çıkacağını düşünmektedir. Sanki, cesaret ölmek değil, cesaret yaşamaktır der gibidir giderken...
"Önce ekmek, sonra ahlak" diyen Brecht' in bu söylemini oyunda aşçıya söylettiği "erdemler karın doyurmaz. Hırsızlar ve katiller aç kalmaz"sözüyle doğrulattığına tanık oluruz.
Nedeni ister din, ister siyaset, ister para ve güç kazanmak olsun savaş savaştır. Kimileri savaşı siyasetin devamı olarak görse de, savaş demek açlık, sefalet, yıkım ve ölüm demektir.Dün de böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacaktır.
Dip Not:Oyuncuların hepsi başarılıydı ama özellikle Cesaret Ana rolünü oynayan Sükun Işıtan' ı çok beğendim.Epik Tiyatroyu sevenler için kaçırılmaması, mutlaka izlenilmesi gereken bir oyun.
Aşçının mutfağında alüminyum tencereler kullanıldığı dikkatimi çekti.17.yüzyılda alüminyum daha mutfak gereçlerinde kullanılmıyordu. Bakır ya da toprak kapların kullanıldığını biliyoruz. Böyle bir ayrıntı nasıl gözden kaçabilir?
İsviçre Peyniri lakabıyla çağırdığı oğlu Schweizerkas' ın anası gibi koşullara uyum sağlama yeteneği yoktur. Anası tarafından dürüst ve namuslu olmaya koşullandırılmıştır. Anası, oğlunu korumak ve beladan uzak tutmak için yapmıştır bunu.Ancak bu dürüstlük İsviçre Peynirinin başına bela açar: Düşmandan kaçan askerlerin komutanı muhafaza etmesi için Alay Kasasını ona verir. Düşman da kasanın peşindedir ve İsviçre Peynirini yakalarlar. Kasayı vermeyi reddeden oğlunu ölümden kurtarmak için Cesaret Ana"Tanrı için merhamet neyse, insan için de rüşvet odur" diyerek komutana aracı vasıtasıyla rüşvet teklif eder.Ancak analık-ticaret ikileminde kalıp süreyi uzatınca rüşveti vermekte gecikir, oğlu kurşuna dizilir. Ve Cesaret Ana "Büyük Teslimiyetin Türküsü"nü" söyler. Ardından soru gelir: Haksızlığa insan ne kadar dayanabilir? Asıl mesele bu.Cevap, ananın söylediği"Oturan kımıldayamaz, hareket edemez. Eyleme geçmek için ayağa kalkmak gerekir" sözündedir.
Cesaret Ana' nın kendisine yük olduğunu düşündüğü dilsiz kızı Kattrin, iyi yürekli ve merhametlidir. Dilsiz olması, onun anası gibi iş yapamayacağı anlamına gelir."Erbabı için savaş nimettir"diyen ve savaşı ticaret olarak gören Cesaret Ana' nın vicdan rahatsızlığıdır bu.Anası Kattrin' i ninnilerle uyutur hep, sanki vicdanını susturmak ister! Kattrin, düşman askerleri tarafından kuşatılan ancak uykuda olan Halle şehrini uyandırmak için trampetini var gücüyle çalar. Şehir uyanmış, karşı koymaya başlamıştır ama Kattrin düşman askerleri tarafından tüfekle vurularak öldürülmüştür. Nihayet insanlar için iyi bir iş yapmıştır.
Rahip din eğitimi aldığı için ruhlara hizmet ettiğini düşünerek elleriyle ve bedeniyle çalışmayı küçümser.İyi bir vaizdir.Ancak savaşın acımasızlığı, açlık ve sefalet rahibi Cesaret Ana' nın hizmetine sokar: Aç kalma korkusu ağır basar, küçümsediği işleri yapmaya başlar.Savaşa karşıdır ve onu inkar eder.Cesaret Ana' nın savaşın sürmesini istemesi karşısında onu"savaş alanı sırtlanı"diye niteler.Rahibin, menfaati için savaş isteyenler ve savaşın sırtından geçinenler için söylediği"Şeytanla sofraya oturanın kaşığı uzun olmalı"sözü savaş hakkındaki düşüncesini net bir biçimde açıklar.
Aşçı komutana yemek pişirerek dolaylı olarak savaş sayesinde geçimini sağlayan sinsi, bencil ve uyanık biridir.Cesaret Ana' ya çekici gelmektedir.Çünkü özellikleri nedeniyle onu kendisine benzetmektedir.Aç kaldıklarında"Bilge Süleyman"ın türküsünü söyler,papaza duyurmak için. Papaz türküyü duyar ve onlara çorba verir.
Askerler ise "savaş düzeni sağlar, savaş yoksa düzen de yoktur" a inandıklarından paralarının ödenmemesine rağmen" din uğruna yapılan savaşta para alınmaz"diyerek savaşmaya devam ederler.
Oyunun sonunda; üç çocuğunu da savaşta kaybeden Cesaret Ana, açlık ve yoksulluğa rağmen yeniden ticari yaşamını düzeltebileceği inancıyla tek başına arabasını çeker ve askerlerin peşinden cepheye gider.Hala savaştan kazançlı çıkacağını düşünmektedir. Sanki, cesaret ölmek değil, cesaret yaşamaktır der gibidir giderken...
"Önce ekmek, sonra ahlak" diyen Brecht' in bu söylemini oyunda aşçıya söylettiği "erdemler karın doyurmaz. Hırsızlar ve katiller aç kalmaz"sözüyle doğrulattığına tanık oluruz.
Nedeni ister din, ister siyaset, ister para ve güç kazanmak olsun savaş savaştır. Kimileri savaşı siyasetin devamı olarak görse de, savaş demek açlık, sefalet, yıkım ve ölüm demektir.Dün de böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacaktır.
Dip Not:Oyuncuların hepsi başarılıydı ama özellikle Cesaret Ana rolünü oynayan Sükun Işıtan' ı çok beğendim.Epik Tiyatroyu sevenler için kaçırılmaması, mutlaka izlenilmesi gereken bir oyun.
Aşçının mutfağında alüminyum tencereler kullanıldığı dikkatimi çekti.17.yüzyılda alüminyum daha mutfak gereçlerinde kullanılmıyordu. Bakır ya da toprak kapların kullanıldığını biliyoruz. Böyle bir ayrıntı nasıl gözden kaçabilir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder