28 Mart 2022 Pazartesi

 


BADEM ÇİÇEĞİ



İlkbaharın gelişini müjdeler badem ağacının çiçekleri ve erken açan bu çiçekler yeni bir yaşamı sembolize eder. Hava değişken de olsa, rüzgarlar esip savursa da, ara sıra kar yağışı tüm şiddetiyle devam etse de badem ağacı çiçek açmaya devam eder. Adeta soğuk havaya meydan okur, yaşama selam verir...

İlkbaharda tomurcuklanan ve çiçek açan ağaçları tuvaline en güzel yansıtan ressamlardan biridir Vincent Van Gogh. Öyle ki,  Arles'te yattığı akıl hastanesinin bahçesinde bulunan ağaçları ilkbaharda inceler ve tuvaline aktarırdı. Özellikle baharda tomurcuklanan ağaç dallarına hayrandı. Bu ağaçları incelemek ve resimlerini yapmak ünlü ressam için aynı zamanda iyi bir terapiydi.

Badem Çiçeği (Almond Blossom) ya da Çiçek Açan Badem Ağacı olarak adlandırılan tablo,1890 yılında Hollandalı ressam Vincent Van Gogh tarafından yapılmıştır. Van Gogh bu tabloyu, kardeşi Theo'dan gelen bir mektup üzerine resmetmeye başlar. Kardeşi mektupta, bir oğlu olduğunu ve ona Vincent ismini verdiklerini söyler. Bu müjdeli haber üzerine Van Gogh, "Hemen onun için, yatak odasına asmak için bir resim yapmaya başladım, mavi gökyüzüne karşı beyaz çiçek açmış badem dalları" diye yazmıştır.

Van Gogh, kardeşine yazdığı bir mektupta bu tablo için "Üzerinde en sabırla çalıştığım, en sakin ve nazik dokunuşlarla resmettiğim, en iyi işim bu" demiştir. Gerçekten de ressamın tabloyu yaratma sürecindeki ruh hali ve dinginliği tabloya yansımıştır.



Van Gogh, tabloyu tamamlayıp yeğenine hediye ettikten birkaç ay sonra, silahla kendini göğsünden vurarak yaşamına son verir. Theo'nun anlatımına göre Vincent'ın son sözleri "La tristesse durera toujours" (Keder sonsuza kadar sürecek) olmuştur. 

--Asya kökenli badem ağacı (sonraları işgal, fetih ve keşiflerle tüm dünyaya yayılmıştır. Bugün ABD ,dünyanın en büyük badem üreticisi ve ihracatçısıdır), baharın gelişiyle birlikte ilk çiçek açan ağaçtır. Aziz Nesin, "Arkadaşım Badem Ağacı" adlı şiirinde bu durumu şöyle dizelere dökmüştür.

Sen ağaçların aptalı

Ben insanların

Seni kandırır havalar 

Beni sevdalar.



-Vincent Van Gogh'un Badem Çiçeği(Almond Blossom) tablosu ve tablonun yapılış hikayesi, sanatormani.com'dan alınmıştır.



21 Mart 2022 Pazartesi

 


ÖLÜ DENİZ PARŞÖMENLERİ VE İKİNCİ MESİH



Kudüs'ün 30 kilometre doğusunda Lut Gölü yakınlarındaki Kumran'da yapılan kazıda arkeologlar  iki bin yıllık  parşömenler buldular. Daha sonraları Ölü Deniz (Lut Gölü'nün diğer adı) Parşömenleri olarak anılacak olan bu el yazmaları, din ve  tarih açısından son derece önemliydi. Eseniler (Hz. İsa döneminde de var olan hoşgörüsüz bir dini topluluk) tarafından yazılan ve dili  Aramice olan bu parşömenlerden yüzlerce tomarı, Bedeviler, ilk kez 1947 yılında bulmuşlardı. Deri parşömenler, papirüs ve bakır tomarlar Esenilerin hayatını anlatıyordu. Bulunan parşömenlerin arasında Eski Ahit'in bazı bölümleriyle, Yeni Ahit'in hiç bilinmeyen bölümleri vardı. İşte bu nedenle bu keşfin dünyayı yerinden oynatacağı düşünüldü. Yapılan karbon testlerine göre bulunan parşömenlerin  çoğunun MÖ. 250 ile MS. 70 yıllarına ait olduğu belirlendi. Bunun üzerine Vatikan devreye girdi.

Parşömenlerin onarılması ve ve çevirisini Kudüs'teki bir Fransız-Arap İlahiyat Okulu olan Ecole Biblique'in müdürü Peder Roland De Vaux üstlenmişti. Katolik papazların yönetiminde, parşömenlerin onarımı ve çevirisi on yıllarca sürmüş ve sürekli tartışma konusu olmuştu.

Sonunda Vatikan'ın Ölü Deniz Parşömenlerinin tümünün kamuoyuna açıldığını duyurması için tomarların bulunduğu 1947 yılından bu yana 50 yıl geçmesini beklemek gerekmişti. Vatikan tarafından yapılan açıklama kimi çevrelerce kuşkuyla karşılandı. Ölü Deniz Parşömenlerinin çözümündeki yavaşlık, bu çalışmayı saran aşırı gizlilik merakı, kimi üst düzey Vatikan yetkililerinin parşömenlerde yazılan bazı zarar verici bilgileri insanlıktan saklamak istedikleri görüşünü daha da körükledi. Bu görüş asla doğrulanmasa da, Ölü Deniz mağaraları öylesine zengin bir kaynak sağlamıştı ki, ilk parşömenin bulunmasından 60 yıl sonra bile bölgede kazılar hala devam ediyordu.

Peki, bu parşömenlerde neler yazıyordu, ki dünya kamuoyuna açıklanması yarım yüzyıl sürmüştü? Elimden geldiğince açıklama yapmaya çalışacağım.

İlk bulunan Ölü Deniz parşömenlerini araştıran Profesör Schonfeld adlı Aramice çevirmeni, bazı metinlerde durmadan tekrarlanan bir şifre bulmuş. Bulduğuna Atbaş Şifresi adını vermiş. Atbaş Şifresi aslında basit bir şifredir. Arami alfabesinin bütün harfleri ters çevrilir. İlk harf sona, son harf de başa gelir. (Profesör Schonfeld'in kafayı sıyırdığına inananların olduğunu da not düşmeliyim.)

Esenilerin bu yazmalara neden şifre koydukları ise arkeologların tahmininden öteye geçmiyor. Eseniler gizliliğe çok önem veren dini bir topluluktu. MS. 66-73 yılları arasında Romalıların, Yahudi isyancıları ezerken, Eseni toplumunu da dağıttığı göz önünde bulundurulduğunda, parşömenlere neden şifre koydukları ve Kumran mağaralarına gömdükleri tahmin ediliyor.

Profesör Schnfeld'e göre, Atbaş Şifresinin bir bölümünün Ahitlerle bir bağlantısı vardı ve Profesöre göre parşömenlerden bazılarında bir kehanet ya da ifşaat gizlenmişti. Ne var ki yıllar önce ölümünden sonra, profesörün çalışmaları her zaman ciddiye alınmayan, bir çeşit hobi gibi görüldü.

Bulunan parşömenlerde Hz. İsa'nın varlığını kanıtlayacak bilgilere ulaşıldığı sanılıyor. Herkesin bildiğinin aksine, bu konuda pek fazla arkeolojik kanıt yok. İncil var, ama İncil'in dışında Hz. İsa'nın hayatından sadece Josephus gibi eski ama bilinen tarihçilerin ikinci elden kayıtları söz ediyor. 

Kumran'da bulunan parşömenlerin çevirisinin açıklanmasının hem Yahudi hem de Hristiyan inançlarını sarsacağı düşünüldüğünden okuduğum "İKİNCİ MESİH" kitabında İsrail Devleti ile Vatikan'ın işbirliği yaptığı varsayımında bulunuluyor. Yani, Vatikan'la İsrail devleti anlaşmazlıklarını bir tarafa bırakmış ve sonu felaketle bitebilecek gelişmeleri önlemek konusunda gizli bir anlaşma yapmışlardı.

Bu anlaşmaya göre parşömenlerin açıklanmama nedenini kitaptan aynen aktarıyorum: "Kumran parşömenlerinin zengin bilgileri içinde Hz. İsa'nın gerçek Mesih olduğunu belirten kanıtlar varsa? Sadece Hristiyan geleneğinin Mesih'i değil, Yahudilerin de iki bin yıl önce yolunu gözledikleri Mesih? Böylesi bir buluşun İsrail devleti ve halkı üzerinde yıkıcı bir etkisi olması kaçınılmaz olduğu gibi, Müslümanlığı da temelinden sarsardı.

"Öte yandan, ya parşömenlerden biri tarihteki İsa ile, iman edilen İsa'nın iki farklı kişi olduğunu kanıtlarsa? Veya İsa'nın dirilişi, Tanrı'nın oğlu olma iddiasını gölgeleyecek kuşkular içerirse? Böylesi ifşaat Hristiyan inancını yerle bir ederdi.

"Bu nedenle İsrail ve Vatikan basit bir stratejide anlaşmışlardı: Bu anlaşmaya göre, kazılar gizlice gözlenecek, herhangi bir din için tartışma yaratabilecek her türlü malzemeye el konulacaktı." ( Glenn Meade-İkinci Mesih, s:342)

Kumran parşömenlerinde iman edilen Hz. İsa'dan başka bir de O'nun kimliğini kullanarak mesih olduğunu iddia eden sahte bir ikinci Mesih vardı, ki yazarın notuna göre, Hz. İsa zamanından beri var olan bu hikaye efsane değil, gerçektir. Kutsal Kitap'ta ikinci mesihe yapılmış sayısız göndermenin yanı sıra, ülkeyi gezen sahte bir peygamber konusundaki uyarılar da var ve bu uyarılardan bazıları Hz. İsa'dan geliyor (O dönemde TV, İnternet, Radyo, Gazete gibi iletişim araçlarının var olmadığı düşünüldüğünde, inanılan gerçek İsa'nın yerine sahte peygamberin geçmesi çok kolaydı. İsa Mesih'i gören tanıyan müritlerinin haricinde kimse onu tanımıyordu çünkü).

Yine yazarın notuna göre, iki bin yıl önce, kutsal topraklarda kimlik sahtekarlığı yapmak kolaydı ve gerçek mesih olduklarını iddia eden kimi deli, kimi hileci böylesi sahtekarların varlığı biliniyordu. (age, s:469)

Glenn Meade'nin İkinci Mesih romanı, tarihi ve dini gerçekler üzerine kurgulanmış bir kitap. Bana göre, romanda temel olarak şu iki soruya cevap aranıyor: Ya biri gerçek İsa, diğeri de sahtesiyle ilgili iki öykü tek bir hikaye olacak biçimde birbirine karıştırılmışsa? Buna gerekçe olarak da Roma İmparatoru Konstantin tarafından 325 yılında toplanan İznik Konsili'ni örnek gösteriyor. Konsil'deki piskoposların görevinin hangi yazıların kutsal olduğuna karar vermek (bu görev İncil'i de kapsıyordu) ve hangi bölümlerin ve ahitlerin İncil'de yer alamayacağını belirlemekti. Anlatılanlara göre, piskoposlar arasındaki tartışmalar hiçbir sonuca ulaşmayınca, Kostantin çok bozulmuş ve masanın üzerindeki seçilmek üzere olan belgeleri havaya fırlatmış. Masanın üzerine düşenler kalmış, yerdekiler atılmış. Konstantin, İncil'deki bütün tartışmalı bölümlerin yok edilmesini emretmiş, itiraz eden piskoposları öldürtmüş.

Diğer soru ise Hz. İsa'ya ihanet eden Yehuda,  ya sahte olan ikinci mesih'e ihanet ettiyse? Bu sav doğrulanabilirse, Yehuda, gerçek mesihi korumak için sahtesine ihanet etmiş olur, ki o zaman da Yehuda hain olmaktan çıkar. 

Romanı bitirdikten sonra, zihnimde şöyle bir soru oluştu; Ölü Deniz Parşömenleri ile ilgili kazılar devam ettiğine ve gün yüzüne çıkarılan parşömenlerin çok sıkı korunan (yetkililer dışında hiç kimsenin giremediği Vatikan Kütüphanesi'nin özel bölümlerinde) kütüphanede saklandığına göre, parşömenlerdeki bütün sırlar kamuoyuna açıklandı mı? Kuşkuluyum doğrusu...

Yazarın detaylı incelemeleri sonucunda yazdığı oldukça bilgilendirici olan bu romanı  Ali Cevat Akkoyunlu'nun akıcı çevirisiyle okumanızdan memnun kalacağınızı rahatlıkla söyleyebilirim.

Romandan Notlar:

- Vatikan'da bulunan San Pietro Bazilikası, adını Aziz Petrus'tan alır. Aziz Petrus'un İmparator Neron'un kararıyla çarmıha gerilip işkence gördükten sonra parçalanmış cesedinin atıldığı yerde inşa edilmiş ve bu bazilika Hristiyanlığın sembolü olarak bilinmektedir.

- Romanda, Papa'ya suikast düzenleyen Mehmet Ali Ağca'dan, akli dengesi bozulmuş bir Türk köylüsü olarak ve KGB tarafından Libya'da eğitilmiş becerikli bir katil olarak bahsediliyor.

- Vatikan Kütüphanesi, Katolik kültürünü korumak ve belgelerini arşivlemek için 15. yüzyılın sonunda kuruldu. Arşivlerde 85 kilometreden fazla raf var. Kütüphanede bulunan Latince, Yunanca ve İbranice metinler binlerce yıl öncesine dayanıyor.

- Ölü Deniz Parşömenlerinin bulunduğu kazıyı destekleyen Rotschild Müzesi imiş.

 



Not: Murat Bardakçı, 12.07.2015 tarihli Habertürk Gazetesinde yayınladığı "Bu metinleri Vatikan sakladı, Yahudiler yayınladı, İslam dünyası ise işe karışmadı" başlıklı yazısını şöyle sonlandırıyor: "Papalar diğer tomarların yayınlanmasını durdurabilmek için ellerinden geleni yaptılar ama İsrailliler sonraki senelerde metinlerin tamamını yayınladılar ve İslam dünyası Hristiyanlar ile Museviler arasındaki bu "kutsal metin" mücadelesine hiç karışmadı, İslam alimleri tek bir yorum dahi yapmadılar."




15 Mart 2022 Salı

 


RUSYA-UKRAYNA SAVAŞINA DAİR


Rusya-Ukrayna çatışmasıyla ilgili birkaç şey yazmak istiyorum. Çünkü sosyal medya paylaşımlarına bakınca, her kafadan bir ses çıktığını görüyorum. ABD ve NATO'yu eleştirirsen Putinci ve Rusya taraftarı olmakla suçlanıyorsun, Putin ve Rusya'yı eleştirince de ABD ve NATO yanlısı olmakla! Ben ne "o"cu ne de "bu"cuyum. Bu savaşta ülkemin çıkarları neyi, nasıl yapılması gerektiriyorsa ondan yanayım. Bu nedenle Ukrayna-Rusya arasındaki çatışmanın öznel değil, nesnel değerlendirilmesinden yanayım. Yoksa "SAVAŞA HAYIR" sloganı atmak ve paylaşmak, hatta klavye kahramanlığı yapmak çok kolay. Keşke uluslararası meseleler sloganlarla çözülebilseydi de sabahlara kadar bağırıp çağırıp sloganlar atsaydık! 

Bu savaş bizim dışımızda gözükse de ülkemizin jeo-stratejik önemi nedeniyle, sonuçları itibarıyla bizi de etkileyecek. Dolayısıyla, ülke olarak NATO ve Rusya arasında denge unsuru olmak durumundayız, ki şimdiye kadar bu denge korundu. Bundan sonra da dengenin korunacağına inanmak istiyorum. Savaş çığırtkanlığı yapanlara asla prim verilmemeli, Nato'yu göreve çağıranlara kulaklar tıkanmalı diye düşünüyorum. Neden? Çünkü:

Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski, Batı'nın iyi bir algı yönetimi sayesinde üç ay içinde politika kulvarına giren ve cumhurbaşkanı seçilen bir sanatçı. Yine Batı'nın kışkırtması ve yardım vaatleriyle Rusya'ya kafa tutma gafletinde bulunan deneyimsiz bir siyasetçi. Şimdi bu deneyimsiz ve hırslı politikacının yaptığı hataların ceremesini tüm dünya çekebilir. Yorumlarda Üçüncü Dünya Savaşı'nın çıkabileceğinin dillendirilmesi bile dünya kamuoyu için bir felaket niteliğinde. Dünya henüz pandeminin ekonomik, sosyal ve ruhsal yaralarını saramamışken üstelik. 

Zelenski deneyimli bir politikacı olsaydı eğer, akılcı bir politika izleyerek ülkesini savaşa sokmazdı. Belli ki komedyen cumhurbaşkanının tarih bilgisi eksik! Yoksa tarihten ders alır ve halkına bu felaketi yaşatmazdı. Tarihi boyunca Rusların egemenliğinde kalan Finlandiya NATO'ya girmeme karşılığında Rusya ile saldırmazlık antlaşması imzalamıştı. Yine, II. Dünya Savaşı'nda Sovyetler Birliği'nin işgal edip de demirperde ülkeleri arasına katmadığı tek ülke olan Avusturya'nın NATO'ya katılmama karşılığında Batı tarzı demokrasiyi ülkesine getirmeyi başarmış olmasını örnek alıp, ülkesini savaşa sokmazdı Zelenski. Orta yol her zaman vardı ama Zelenski bunu göremedi ya da görmek istemedi.

Velhasılı, 1992 yılına dek "Soğuk Savaş" nedeniyle Doğu-Batı cephesinde bir denge vardı. SSCB'nin dağılmasından sonra, dengeler ABD ve İngiltere lehine bozuldu. Dolayısıyla bu iki ülke Nato'yu adeta kendi çıkarları için kullanmaya başladığı da uzmanlar tarafından açıklandığı üzere bir gerçek. Peki, Doğu-Batı arasındaki dengeyi kim sağlayacak ya da bu denge yeniden sağlanabilecek mi? İşte asıl olan bu sorunun cevabının verilmesidir. Yoksa, dün Irak, Suriye, Libya'da olanlar bugün Ukrayna'da yaşanıyor. Yarın ülkemizde yaşanmayacağının garantisini kim verebilir? İşte tam burada ATATÜRK'ün "Yurtta sulh, dünyada sulh" ilkesinin ne kadar isabetli ve doğru olduğunun farkına varıp, ülke olarak hamlelerimizi buna göre yapmalıyız diye düşünüyorum.

Hani Rusların bir atasözü vardır; " Ayıyı dansa kaldıran kendi yorulduğunda değil, ayı yorulduğunda oturur" diye. Zelenski, ayıyı dansa kaldırdı bir kez!





9 Mart 2022 Çarşamba

 


 ARTVİN / YUSUFELİ ZEYTİNİNİ  DUYDUNUZ MU?


Çoruh Havzası'nda zeytinlikler

Çok az insan bilir; ülkemizin Kuzeydoğusu'nda bulunan Artvin'in Yusufeli ilçesinde  zeytin yetiştirildiğini hem de kalitesi tescilli zeytin. Çoruh Havzası'nın iklimi zeytin üretimi için uygun olduğunan, çok eski zamanlardan beri yörede zeytincilik neredeyse tek geçim kaynağı olmuş. Günümüzde üretimi artırma çalışmaları yapılmakta ve bu geleneksel zeytin üretiminin yaygınlaştırılması amaçlanmaktadır. 

Ege, Akdeniz ve Marmara bölgelerindeki zeytinlikler maki bitki örtüsü içinde yer aldığından genelde bodur boylu ağaçlardır. Artvin'in Yusufeli ilçesinde yetişen zeytin ağaçlarının boyu ise oldukça uzundur. Öyle ki zeytinleri toplamak için merdiven kullanılır. Ve ince kabuklu olması nedeniyle zeytinler ağaçtan tek tek toplanır, yere düşen zeytinler alınmaz. Zeytinlerin ince kabuklu olması, toplandıkta sonra erken  tatlanmasını sağladığından bir hafta sonra zeytinler sofradaki yerini alır. Sofralık zeytinler ayrıldıktan sonra, geriye kalanlar zeytinyağı çıkarılmak üzere fabrikaya gönderilir. Yapılan bir gıda araştırmasında Demirkent(Yusufeli) zeytinyağı, en az asit miktarına sahip olan zeytinyağı olarak tescillenmiştir.



Yusufeli zeytini

Bir ağaç yetiştirmek hele de zeytin ağacını kolay mı? Zeytinlik emek ister, zaman ister, yürek ister, sabır ister, sebat ister. Velhasıl, "Delice"yi uslandırmak zordur, meşakkatlidir. Aldous Huxley'in dediği gibi, "Ağaçların tümünü seviyorum, ama en çok zeytini. Öncelikle dalı ile barışı, altın renkli yağı ile huzur ve mutluluğu sembolize ettiği için."

Antik Yunan'da zeytin ağacı o kadar değerli ve önemliydi ki, Atinalı bilge devlet adamı Solon'un kanunlarına göre, zeytin ağacı kesenler ölüm cezasına çarptırılıyordu. İstanbul'u fethederek yeni bir çağ başlatan Fatih Sultan Mehmet de "Ormanlarımdan bir yaş dal kesenin, başını keserim" diyerek  ormanlar konusunda asla taviz vermemişti. 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Yalova'daki köşkünün yanında bulunan çınar ağacının kesilmesini önlemek için, koca köşkü ileriye taşıttıracak kadar ağaç ve doğaseverdi. Ayrıca Ulu Önderimiz, bozkırın ortasında inşa ettirdiği başkent Ankara'nın ormandan mahrum kalmasını önlemek için de "Atatürk Orman Çiftliği"nin kuruluşuyla bizzat ilgilenmişti. Bu çiftlik, Türk tarımına öncülük etmiş, örnek  olmuştu.

Bu bağlamda ağaçlara, ormanlara, zeytinliklere kıymayın efendiler. Dokunmayın akciğerlerimize, bizleri soluksuz bırakmayın. Atalarımız boşuna söylememiş; "Yaş kesen, baş keser" diye...


Fotoğraflar: internethaber.com'dan alındı.

  

  

4 Mart 2022 Cuma

 


SIRADIŞI ESERLER ÜRETEN BİR SANATÇI: JORGE MARİN






Jorge Marin (22 Eylül 1963 doğumlu) Meksikalı bir heykeltıraş ve ressamdır. Son 25 yıldır çağdaş sanat dünyasında aktif bir figür. 1980'lerin başında seramik heykeltraşlık yapmaya başladı. Bronz, son on yıldır tercih ettiği malzeme olmuştur. Çalışmaları genellikle atları, çocukları, madonnaları, akrobatları, küreler, maskeler, kanatlar, oklar, tekneler ve teraziler gibi unsurlarla tasvir eder. Bu kavramlar, yansıma ve denge gibi tekrar eden temalarla tutarlıdır.Çalışmaları esas olarak kendi deneyimlerinin metaforu olarak insan figürüne odaklanır. (en.wikipedia.org)

Ekim 2019'da, Jorge Marin'in "VARLIĞIN YENİDEN İNŞASI" adlı sergisini gezmiş ve heykellerin fotoğraflarını çekmiştim. Serginin mahiyetini ve heykellerin neyi ifade ettiklerini anlatan, açıklayıcı yazıdan bir bölümü aktardıktan sonra, heykelleri paylaşacağım. Böylece serginin adı ve heykellerin durumu anlam kazanmış olacak. :)  

Iaankara.com'daki sergiyle ilgili yazıda şöyle denilmektedir: "Heykelin Picasso'su kabul edilen Jorge Marin'in heykellerinde,ne yaptığımızın, nerede yaptığımızın ve neden yaptığımızın deneyimini göstererek, toplumsal, tarihi ve kişisel varlığımız/varoluşumuz sonunda bütün yelpazesiyle görülmektedir."

VARLIĞIN YENİDEN İNŞASI, bireysel ve sosyal yapıların bir bütün olarak algılandığı belleğe yönelik bir yaklaşımla Jorge Marin tarafından sunulan, içsel bir deneyimdir. Sergi, sanatçının en iyi bilinen eserleri ile sürüp giden tasvirler aracılığıyla bizi bilinçdışımıza yakınlaştıran yeni keşiflerini bir araya getiriyor.

Bu proje, heykelleri sembolik ve tarihsel geçişlerin birer parçası haline getirerek mekanda kapladıkları yer doğrultusunda ifade ediyor:sanat ve işgal ettiği mekan arasındaki ilişki sıradan olmamakla birlikte, her ikisi de bir bütünün parçaları olarak kendi anlamlarını karşılar. Bu ilişki, kendimizi neredeyse unutulmuş, bir anda keşfetmemize fırsat veren, parçalara ayrılmış özün birleşme alanı olan sanat aracılığıyla inşa edilir.

Aslında, Varlığın Yeniden İnşası, sanat galerisinin sınırlarını aşar ve Jorge Marin'in aynı isimdeki sergisiİstanbul Havalimanı'nda da teşhir edilmektedir. Yerçekimine meydan okuyan iki kanatlı varlıklar olarak Ankara ve İstanbul, aynı zamanda, Mexsico City Havaalanında yerleşik bir heykel olan muhafız Archivaldo ile de bağlantılıdır. Bu metaforik üçgende havaalanlarının rolü, kimlik arayışında benliğin köklerine olan bu yolculuk vurgulanırken çağdaş toplumların kültürel değişimini cisimlendirmektir.














 


Fotoğrafların tümü tarafımdan çekilmiştir. İzinsiz kullanılamaz.