22 Temmuz 2020 Çarşamba




YOKSA BEN HAYVANSEVER DEĞİL MİYİM?




Temmuz başında gittiğim Kemer'de havanın nemli ve çok sıcak olması yetmezmiş gibi yerel
dilde yakarca(tatarcık) denilen görülmesi ve farkedilmesi zor minik sineklerin saldırısına uğradım. Sanırım kan grubumu sevdiler ki, gece gündüz kanımdan beslendiler. On gün sonra eve döndüğümde, her yanım delik deşikti ve ısırılan yerler açık yaraya dönüşmüştü.

Aşırı sıcaklardan mı, yoksa sinek ilaçlarına karşı sineklerin geliştirdiği dirençten mi bilemiyorum, tek tük de olsa evimde  de sivrisinek vardı. Tahmin edeceğiniz gibi yine beni buldular ve ısırdılar. Gecenin bir yarısı kalkıp sivrisinek avına çıktım mecburen. Sesimi duyan kızım da uyandı ve avcılığıma söylenmeye başladı; "Yok efendim, ben nasıl hayvansevermişim? Tüm canlıların yaşam haklarına saygı göstermeliymişim. Sinekleri öldürmeyip, camdan dışarı atmalıymışım." Saydı da saydı anlayacağınız. Bir taraftan tatlı tatlı kaşınırken bir taraftan da kızıma, sineklerin hayvan değil,  hastalık mikroplarını taşıyıcı haşerat olduğunu, insan sağlığı için onlarla mücadele edilmesi gerektiğini, karasineklerin trahom hastalığına, sivrisineklerin sıtmaya, çeçe sineğinin uyku hastalığına neden olduğunu anlatmaya çalıştım ama anlatamadım. Bu arada, hışmımdan kurtulan sivrisinekler, kızımın da yardımıyla canlarını zor kurtardılar.

Uykusuz bir gecenin ardından kızımla yaptığım  tatlı sürtüşmeyi düşündüm. Kızım "tüm canlıların yaşam haklarına  saygı duyulmalı" derken doğru söylemişti. Peki, bu canlılar, bizim yaşamımızı tehlikeye atıyorlarsa, ne yapmalıydı? Sorunun cevabı az çok belli değil mi? Öncelik insan hayatında. İnsan hayatına öncelik vermek bencillik gibi görünse de, tüm dünyada mevcut durum bu. Çünkü aklını ve mantığını kullananlar hayvanlar değil, insanlar. Dolayısıyla haşerat için savaş ilan etmem ve savaşmam hayvansever olmadığım anlamına gelmez. Bu düşünceleri kafamda evirip çevirirken, birden aklıma Schopenhauer'in böceklerin hayatıyla bizimki arasında kurduğu paralellik geldi. Şöyleki:
 
Schopenhauer, doğa bilimlerine meraklıydı ve kütüphanesinde doğa ve hayvanlarla ilgili birçok kitap vardı. Filozof , karıncalarla, böceklerle, arılarla, sineklerle, çekirgelerle, köstebeklerle, göçmen kuşlarla ilgili birçok şey okumuş, okumakla da kalmamış gözlemlemişti. Özellikle köstebeğin yaşam mücadelesine, hayatta kalmak ve soyunu devam ettirmek için elinden gelen her şeyi yapmasına ilgi duyuyordu. Ayrıca filozof, bir dizi kaniş besleyip en yakın dostluklarını onlarla kurmuştur. Ona göre hayvanlarda, insanların sahip olmadığı bir zarafet ve yumuşak başlılık vardır. Filozof köpeklerine düşkünlüğünü onlara 'efendim' diye hitap ederek gösterirdi ve hayvan haklarıyla da yakından ilgilenirdi.

Schopenhauer'e göre, dünya üzerindeki bütün canlılar aynı derecede anlamsız olan varoluşlarına aynı büyük istekle sarılmışlar:

"Şu küçücük karıncaların nasıl durup dinlenmeden çalıştıklarını bir düşünün...Çoğu böceğin hayatı, yumurtadan çıkacak yavrularını beslemek ve onlara bir yuva sağlamak için aralıksız çalışmakla geçiyor. Yavrular beslenip erişkin olduktan sonra, aynı işleri bu defa kendi yavruları için yapmaya başlıyorlar...Bütün bunların anlamı ne, diye sormaktan kendimizi alamıyoruz...Hayatları, açlığın ve cinsel isteklerin giderilmesinden...sonu gelmez gereksinimler ile bunların karşılanması için gösterilen bitmez tükenmez gayret arasında alınan...bir anlık hazlardan...ibaret.

"Biz insanlar da aşk ilişkileri kurabilmek için çabalıyor, müstakbel eşlerimizle kafelerde sohbet ediyor, çocuk yapıyoruz. Yani bizim seçeneklerimiz de köstebeklerin ve karıncaların seçeneklerinden daha fazla değil, üstelik çoğu zaman onlar kadar bile mutlu olamıyoruz." (Alain de Botton - Felsefenin Tesellisi, s:243)

İşte böyle, yakarcanın yaktığı ben, mantığımı bir kenara koyup diyorum ki; sinek varsa ben yokum, ben varsam sinek olmamalı." Sanırım, sözünü değiştirdiğim için Lucretius yaşasaydı, sineklerden ne çektiğimi anlar ve hoşgörürdü.

Görsel alıntıdır.



13 Temmuz 2020 Pazartesi




DÜNYANIN EN YALNIZ BALİNASI


Kemer-Ankara arası uzun yolculuğum süresince, radyonun çektiği yerlerde dinlediğim TRT FM'de anlatılan "Yalnız Balinanın Hikayesi" beni çok etkiledi. Bu yalnız balina insan olsaydı ve IQ'su ölçülseydi, Einstein'i bile geçerdi sanırım. :) Ama türlerinden farklı oluşu bu balinayı yalnızlığa sürüklemiş. Çünkü arkadaşlarıyla iletişim kuramıyormuş. Neden mi? İşte cevabı:

Okyanus bilimciler 1989 yılında Pasifik Okyanusu'nda yaptıkları araştırma esnasında bir ses duydular. Araştırmacılar bu sesin yeryüzünün en eski bestecileri olarak bilinen kambur balinadan geldiğini düşündüler. Fakat balina şarkısına benzeyen bu sesin garip bir yanı vardı. Balinalar normalde 12 ile 25 hertz arasında bir şiddette ses çıkartırken, bu şarkı 52 hertz seviyesinde söyleniyordu. 

Okyanus bilimciler ilk önce bu balinanın sağır olduğunu düşündüler. 20 seneyi aşan incelemeler ve alınan veriler sonucu balinanın sağır olmadığına karar verdiler. Balinanın 52 hertz ses düzeyinde şarkısını söylemesinin asıl sebebi yalnızlığıydı. Diğer balinalar bu yüksek frekanstaki sesi duymadıkları için ona cevap veremediler. Diğerleriyle iletişim kuramadığı için göç dalgasına katılamayan balina, hep tek başına kaldı. Bu sebeple "Dünyanın En Yalnız Balinası" adı verildi. 20 yıldır hiç cevap alamamasına karşılık şarkı söylemeye devam ediyor.

Yalnız balinanın belgesel filmi de çekilecekmiş.