30 Ağustos 2023 Çarşamba

 


YERYÜZÜNÜ İNCİR AĞAÇLARI MI KURTARACAK?


 


- 80 milyon yıldır yeryüzünde var olan incirin tarihi, insandan çok daha eskidir. 

- Yeryüzünde 750'den fazla incir türü olduğu söyleniyor. İncir ağacı diğer bütün bitkilerden daha fazla yabanıl hayatı besler. Yeryüzünde 1200 canlı türü incirle beslenir.

- İncir ağacı insanın evriminde ve medeniyetin doğuşunda da rol oynamıştır.

- Her incir türünün döllenmesini sağlayan kendine özgü bir yaban arısı vardır. Bu ortaklık 80 milyon yıl önce gelişmeye başlamıştır.

- Ficus religiosa adıyla bilinen incir türü iki bin yıldan fazladır Budistlerin ve Hinduların ibadetinde yer alıyor.

- Asya'nın tropik ve tropik altı bölgelerinde gelişen kültürler incir ağacını iktidar sembolü ve ibadet yeri olarak gördü. Bunlar arasında banyan adıyla da bilinen Hint incirinin önemli bir yeri vardır.

- Eski Mısır'da firavunların mezarına başka şeylerin yanı sıra kuru incir de konurdu.

- Türkiye'de yetişen incr (Ficus carica) birçok eski medeniyet için önemli bir besin oldu. Sümer kralı Urukagina beş bin yıl önce incirden söz etmiştir. Kral II. Nabukadnezar, Babil'deki asma bahçelere incir ağaçları ektirmiştir. İsrail'in Kral Süleyman'ı incire şarkılarda övgü dizmiştir. Antik Yunan ve Romalılar ise inciri cennetten gönderilen meyve olarak görmüştür.

- Tarih boyunca incir ağacının sadece meyvesi değil, kabuğu, yaprakları, kökleri ve reçinesi ilaç olarak kullanılmıştır.

- Yanardağ bölgelerinde kurumuş lavların arasından önce incir ağaçları yetişir ve diğer bitkilerin yetişmesinin önünü açar. Bilim insanları ağaçtan arındırma nedeniyle yok olan orman bölgelerinde ormanın yeniden gelişmesini hızlandırmak için önce incir ağaçları dikiyor.

- Bütün bunlar iklim değişikliğinin etkileri bakımından incir ağacının gelecek için umut vaat ettiğini gösteriyor.

- Yeryüzünde birçok kültür ve inanç incir ağacını kesmeyi yasaklamıştır. Fakat bu inançlar yavaş yavaş unutulmaya yüz tutuyor. Bunları canlandırmak işimizi kolaylaştıracaktır. (*)

- Tarım bitkisi geliştirmenin ikinci adımı, M.Ö. yaklaşık 4.000 yılında meyve ağaçları ile zeytinsi yemiş ağaçlarını evcilleştirmek oldu. Bunlar arasında zeytin, incir, hurma, nar ve üzüm vardı. Bu ürünleri yetiştirenler tam olarak yerleşik köy hayatına geçen insanlardı.

- Bereketli Hilal'de ilk evcilleştirilen dört meyvenin hepsinin Doğu Akdeniz'in çok ötelerine kadar yayılmış yaban çeşitleri vardı. Zeytin, üzüm ve incir ilk olarak Doğu Akdeniz'de evcilleştirilmişti. (**)

- Ficus carica, meyveleri yenilebilen incirin botanikteki adıdır. Kökeni Küçük Asya'ya dayansa da Kaliforniya'dan Portekiz ve Lübnan'a, Karadeniz kıyılarından Afganistan'ın tepelerine ve Hindistan'ın vadilerine kadar çok geniş bir coğrafyada bulunur.

- En sert kışlarda incir ağaçlarını hendeklere gömmek ve baharda yeniden çıkarmak tuhaf ama bir o kadar da yerleşmiş bir gelenektir. (Sert kışlarda incir ağacını hendeğe gömme geleneğini ilk kez duydum)

- Adem ile Havva'nın cennetten kovulmasına neden olan yasak meyve elma değil, incirmiş. Bütün dinlerde ve inançlarda yaradılış hikayelerinde incire yer verilmiş.

- İncir ağaçları çok eskiden beri kutsal sayılır. Birçok kültürde incir ağacının gövdesinde ruhlar barındırdığına inanılır; kimi iyidir bu ruhların, kimi kötü, kimi de kararsız ama hepsi de konudan bihaber olanların gözünden ıraktır.

- Bir sepet içinde Tiber nehrine bırakılan Romulus ve Remus adlı ikiz kardeşlerin Ficus ruminalis'in köklerine takılmasıyla dişi kurt tarafından bulunduğu rivayet edilir.

- Yahudilikte, incir ağacının altında oturmak, derin, sofuca bir Tevrat çalışması yapmakla ilişkilendirilegelmiştir nicedir. Ve her ne kadar İsa o malum çıplak incir ağacından pek hazzetmese de yaralarına sürdüğünde Hezekiya'yı kurtaran şifalı lapanın incirden yapıldığı söylenir.

- Hazreti Muhammed, cennette görmek istediği bir ağaç varsa onun incir olduğunu söylermiş -Kur'an da incir adıyla anılan bir sure var.

- Buda, tam da bir Ficus religiosa'nın altında meditasyon yaparken erişmiş aydınlanmaya.

- Bedeviler, anlaşmazlıklarını incir ağacının gölgesinde hallederler; Dürziler, incir kabuğunu saygıyla öpüp incir ağacının etrafına kişisel nesnelerini yerleştirerek marifet'e ulaşmak için dua ederler.

- Hem Araplar hem de Yahudiler evlilik hazırlıklarını incir ağacının yanında yaparlar ve önlerine çıkacak her türlü fırtınayı salimen atlatabilecek kadar sağlam yuvalar kurulacağını umarlar.

- Kenya'daki Kikuyu kadınları hamile kalmak istediklerinde kendilerini incir ağaçlarının özsuyuna bularlar ve ne zaman birisi kutsal bir mugumo'yu kesmeye kalkacak olsa yine aynı kadınlar incir ağacını cesurca savunurlar.

- İncir ağacı çeşitli kültürlerde şu isimlerle anılır; kutsal ağaç, dilek ağacı, lanetli ağaç, hayaletli ağaç, esrarengiz ağaç, tekinsiz ağaç, ruh-hırsızı ağaç. (***)

- Heredot, kuru inciri Lidya'da yaşamın on temel nimetlerinden biri olarak saymış.

- Anadolu topraklarında yetişen ve adını Karia bölgesinden alan Ficus carica yani siyah incir, antik uygarlıklarda bolca tüketilen bir meyveydi.

- Anadolu'da halk arasında "yemiş" olarak da adlandırılan incire "ballı darı", "bardacık" şeklinde de isim verilir.

- Anadolu'da halk arasında incirle ilgili çokça inanış var: Muğla/Fethiye'de incir ve ceviz ağaçlarının altında devamlı yatılmayacağına, eğer yatılırsa inme ineceği ya da ölünceye dek sakat kalacağına; İzmir, Balıkesir, Aydın yöresinde incirin yılanı çektiğine ve meyveleri yenmeyen "erkek incir" olan iğlek'in bereket getirdiğine inanılıyor. Manisa/Akhisar civarında, incir ağacından düşenin iflah olmayacağı, ağacın uğursuz olduğuna inanılır. Mersin/Anamur civarında incir ağacının altına kirli su dökülmez, incir odunu yakılmaz.

- Deyimlerimize de girmiş çokça; "darı unundan baklava , incir ağacından oklava olmaz", "ocağında incir ağacı bitmek", "bir çuval inciri berbat etmek", incir çekirdeğini doldurmamak" gibi...

- Eril ve dişil özellikleri aynı anda barındırdığı için olsa gerek incir ağacı hayatın ve aşkın sembolü olarak kabul görmüş. (****)

Sonuç olarak, çok sayıda dinsel ve kültürel birçok söylenceye konu olan incir ağacı, hem insanlık tarihine tanıklık etmiş hem de onu biçimlendirmiştir. Yeryüzünün geleceği açısından incir ağacını ciddiye alsak iyi olur. İlginç bir ağaç çünkü. :)


Yararlandığım Kaynaklar:

(*) - https://www.bbc.com/turkce/vert-earth-38680161

(**) - Jared Diamond, TÜFEK, MİKROP VE ÇELİK, (s: 162-174)

(***) Elif Şafak, KAYIP AĞAÇLAR ADASI, DK.

(****) acikradyo.com.tr




29 Ağustos 2023 Salı

 


ATATÜRK'ÜN KADINLARIMIZA VERDİĞİ HAKLAR İLE LİDİA POET'İN HUKUK MÜCADELESİ ÜZERİNE


Yarın 30 Ağustos "ZAFER BAYRAMI"nı kutlayacağız. Zafere giden yolda içeride ve dışarıda birçok engelleri aşmışız ve bu uğurda şehitler vermişiz. Bu vesileyle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere tüm şehitlerimizi sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum. Güzel vatanımızı düşman işgalinden kurtardıkları ve bizlere bağımsızlığımızı kazandırdıkları için kendilerine sonsuz minnet duyuyorum.

Şimdi diyeceksiniz ki başlıkla, zafer bayramının ne alakası var? Açıklayayım. Uzun zamandır izlemek istediğim bir dizi vardı ama fırsat bulup izleyememiştim. Bugün  Lidia Poet'in Hukuk Mücadelesi adlı altı bölümlük o diziyi izledim. Dizi hakkındaki görüşlerimi yazmadan önce, dizi boyunca ATAM'a rahmet okuduğumu belirtmeliyim. Avrupa ülkelerinden çok önce biz kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıdığı, kız çocuklarına eğitim hakkı verdiği  ve de tüm kamu kurum ve kuruluşlarında ayrım yapmadan kadınlara çalışma olanağı sağladığı içindi rahmet okumam. Ben bugün yüksek öğrenimli ve bir kamu kuruluşundan emekli bir kadınsam, bunu tamamen ATATÜRK'ün kurduğu Cumhuriyet'e,  dahası ATAM'ın kadınlara verdiği değer ve öneme ve kadınları "insan" olarak kabul etmesine borçlu olduğumun bilincindeyim çünkü. Kasıtlı olarak bunu yok sayanların veya bilincinde olmayan kadınların dönüp tarihe bakmaları gerekmez. Günümüz İslam Ülkeleri ile geri kalmış ülkelerdeki kadınların yaşam tarzlarına, kılık-kıyafetlerine ve eğitim-öğretimlerine bakmaları yeterli olur sanırım. 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü bir kez daha sevgi, saygı, minnet ve rahmetle anarken biz kadınları yücelten birkaç sözüne de yer vermek istiyorum.

"Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır."

"Ben, saygıdeğer hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, tersine pek çok yönlerde onların üstüne çıkacak bilgi ve kültürle donanacaklarına asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle inananlardanım."

"Kadınlarını okutmayan milletler yıkılmaya mahkumdur."

LİDİA POET'İN HUKUK MÜCADELESİ DİZİSİ 

Lidia Poet, 19. yüzyıl İtalya'sında ilk kadın avukattır. Dizide kadın avukatın, mesleğini icra edebilmesi için çektiği zorluklar ile bu zorluklara karşı  yılmadan verdiği mücadelesi anlatılmaktadır. 

Lidia Poet, 26 Ağustos 1855 yılında Torino'da doğmuştu. Torino Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirmiş ve 17 Haziran 1881'de diplomasını almıştı. Avukatlık yapabilmek için Torino Barosu'na kaydı yapılmışsa da daha sonra başsavcının itirazı sonucu, Baro kaydı iptal edilmiş ve avukatlık yapması yasaklanmıştı. Bu karara karşı temyize başvurmuş ancak yüksek mahkeme yerel mahkemenin verdiği kararı onaylamıştı. Mücadele etmekten yılmayan Lidia Poet, yine avukat olan ağabeyinin yanında önceleri ona yardımcı olmuş -ki ağabeyi bile kardeşinin avukatlık yapmasını hoş karşılamıyor- sonrasında ağabeyinin izni ile ona yardımcılık yapmış ve ondan çok daha başarılı olduğunu kanıtlamıştı. Dizide temyiz mahkemesi sonucunda İtalya'da avukatlık yapamayacağını anlayan Lidia Poet, Cenova'dan kalkacak gemiye binmek üzere özgürlükler ülkesi diye anılan Amerika'ya, daha doğrusu New York'a doğru yola çıkmadan önce ona destek olan kadınların desteği eşliğinde ailesi ile vedalaşıyordu. Ve dizi burada bitiyordu.

Merakımı gidermek için Lidia Poet'in sonraki yaşamı hakkında İnternet'te bir araştırma yaptım. en.wikipedia.org'da şu bilgiyi buldum: "Hayatının geri kalanında Poet uluslararası kadın hareketinde aktif olarak yer aldı. 17 Temmuz 1919 tarih ve 1176 sayılı kanunla kadınların bazı kamu görevlerinde bulunmalarına izin verildi. 1920 yılında 65 yaşında bir kadın olan Lidia Poet'in Baro'ya kaydedilmesi ve resmi olarak avukatlık yapması artık mümkün değildi." 

1920 yılında ülkemizde ise Türk milleti olarak kurtuluş mücadelesi veriyorduk. "Ya istiklal ya ölüm" diyerek şehit olmayı göze alan atalarımız verdikleri kurtuluş mücadelesini, 30 Ağustos 1922'de zaferle taçlandırdılar. Ve 29 Ekim 1923'te kurulan Cumhuriyet sonrasında kadınlarımız, hak ve hukuk konularında Avrupalı kadınları geride bıraktılar...

Diziyi biraz da duygusallıkla izledim. Çünkü kızı avukat olan bir anneyim. Ve bu dizide anlatılan İtalya'nın ilk modern avukatı olan Lidia Poet'nin verdiği mücadeleleri izleyince, mücadeleye gerek kalmadan ve hiçbir zorluk çekmeden biz kadınlara eğitim-öğretim ve de çalışma hakkı veren/tanıyan ATATÜRK'ü ve yaptıklarını hatırlatmayı kendime görev saydım. Umarım yazımı okuyanlar, Lidia Poet'in hayatından esinlenilerek çekilmiş olan bu diziyi izledikten sonra ne demek istediğimi çok daha iyi anlayabileceklerdir.



20 Ağustos 2023 Pazar

 


NAZIM HİKMET'İN PEK BİLİNMEYEN YÖNLERİ VE İLK KEZ GÜN YÜZÜNE ÇIKAN  FOTOĞRAFLARI




Nazım Hikmet'in şiirleri çok bilinse de, şairliğinin ünü dünyaya yayılsa da O'nun senaristliği ve oyun yazarlığı pek bilinmez. Oysa yasaklı olduğu yıllarda değişik müstear adlarla tiyatro oyunları ve film senaryoları yazmıştır. Hapiste kaldığı on iki yıl boyunca Nazım Hikmet sadece şiirler ve yazılar yazmamış, resimler ve desenler de çizmişti. Hatta bu resimlerini, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Abidin Dino'ya göndermiş, fikirlerini almak istemişti. İki ressamdan da ses çıkmayınca Nazım, dostlarına şöyle demişti: "Anlaşılan biz ellisinden sonra ressamlar loncasına çırak bile olamayacağız." 
Genel afla hapisten çıktıktan sonra gittiği Batum'da tanıştığı Hikmet Bey'in kız kardeşi Leman Hanım'ın resmini çizdiği defterindeki resmi gören Şevket Süreyya Aydemir, resimdeki kıza tutulur. Bunun üzerine Nazım, Leman Hanım'ı Şevket Süreyya ile tanıştırır ve evlenirler. Demek ki iyi resim çiziyormuş. :) *

1942 yılında gösterime giren, "Kıskanç" filminin senaryosunu Nazım Hikmet yazmıştı. Filmin yönetmeni ve başrol oyuncusu Muhsin Ertuğrul ve Cahide Sonku'ydu.

Cahide Sonku'nun oynadığı ikinci film "Unutulan Adam"dır, ki senaryosunu yine Nazım Hikmet yazmıştır. Şairle de tanışan Cahide Sonku, bir anısını şöyle anlatmıştı: "Muhsin Hoca o filmde beni oynatmak istemedi. Nazım Hikmet Muhsin Bey'e kızdı. O rolü beni düşünerek yazdığını, olmayacaksa senaryosunun iadesini istedi. O filmde hoca beni pek de istemeyerek oynattı." **

Nazım Hikmet'in Yazdığı Senaryolar

Nazım Hikmet Cici Berber, Fena Yol, Karım Beni Aldatırsa, Naşit Dolandırıcı, Söz Bir Allah Bir, Düğün Gecesi, Aysel Bataklı Damın Kızı, Leblebici Horhor Ağa, Milyon Avcıları, Güneşe Doğru, Tosun Paşa, Şehvet Kurbanı, Kıskanç isimli filmlerin senaryolarını Mümtaz Osman müstear adıyla yazdı. Kahveci Güzeli'nde M. İhsan, Kızılırmak Karakoyun'da Ercüment Er ismini kullandı. Barbaros Hayrettin Paşa, Lale Devri, Balıkçı Güzeli isimli filmlere ise İhsan Koza imzasını attı. ***

On iki yıl hapis yattıktan sonra Demokrat Parti'nin 1950 seçimlerini kazanmasına binaen ilan ettiği genel afla cezaevinden çıkan Nazım Hikmet, özgürlüğünün tadını çıkaramadan başına çorap örüleceği haberini Cahide Sonku'dan alır. Cahide Sonku bu anısını yakın arkadaşı, opera sanatçısı Semiha Berksoy'a anlatmış. Yıllar sonra Semiha Hanımın kızı Zeliha Berksoy da  bu anıyı paylaşmış. Ayrıca Nazım Hikmet, Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim isimli kitabında, biraz şifreli olarak bu olaydan söz etmiş.

Olay kısaca şöyle: O sıralar Demokrat Parti'nin ağır toplarından İhsan Doruk'la evli olan Cahide Sonku, Ayaspaşa'da bulunan büyük apartman dairesinde, parti kodamanlarıyla yaptığı toplantı sonrasında kocasından Nazım'la ilgili son derece gizli bir bilgi alır; Nazım Hikmet askere alınacak, Sivas Zara'ya taş kırmaya gönderilecekmiş. Orada da başına kim bilir ne getireceklermiş. İşte bu gizli bilgiyi ertesi gün Nazım Hikmet'e ulaştıran Cahide Sonku, Nazım'ın yurtdışına kaçışına vesile olarak belki de hayatını kurtarmıştı.

Nazım yurtdışında yaşadığı sürede şiirlerini ve tiyatro oyunlarını yazmaya devam etmişti. Hatta Nazım Hikmet'in Çekya'nın başkenti Prag'da 1956 yılında çekilmiş fotoğrafları, Prag Ulusal Tiyatro Arşivleri'nde ortaya çıkmıştı. Nazım Hikmet'in 1956-1958 yılları arasında kaldığı Prag'da kendisinin yazıp yönettiği tiyatro oyunlarından Podivin (Enayi) oyununun provaları ve gala gecesi sırasında çekilmiş fotoğraflar ile dönemin Çekoslovakya'sında sergilenen tüm oyunları ile ilgili çıkmış gazete haberleri, oyun kitapçıkları ve diğer bazı belgeler bulunuyor. ****


Nazım Hikmet'in bilinmeyen fotoğrafları yıllar sonra Çekya'da gün yüzüne çıktı haberini okumak için linki tıklayınız: https://www.ntv.com.tr/galeri/sanat/nazim-hikmetin-bilinmeyen-fotograflari-yillar-sonra-cekyada-gun-yuzune-cikti,5CnPlVgS-kyeAh-H8l3FgQ/PhuOyTcP_UiQut2CIASlDA

Yararlandığım Kaynaklar:

* Hıfzı Topuz, Hava Kurşun Gibi Ağır-Nazım Hikmet'in Romanı. Remzi Kitabevi.

** ve *** Osman Balcıgil, Bir Cahide Sonku'nun Romanı-KIZIL ÇENGİ. Destek Yayınları.

**** ntv.com.tr


Görsel: Yukarıda verilen linkteki yazıdan alınmıştır.







17 Ağustos 2023 Perşembe

 


ELVEDA ÜLKEM


Cezayir, Akdeniz'e kıyısı olan, güney bölgeleri Sahra Çölü'ne kadar uzanan, toprak büyüklüğü bakımından Sudan'dan sonra Afrika Kıtası'nın ikinci büyük ülkesi. Başkenti Cezayir şehri. Halkı Arap ve Bedevilerden oluşmakta.

Osmanlı Devleti'nin yükselme döneminde topraklarına kattığı Cezayir, Osmanlılar için önemli olsa gerek türkülerinde, oyun havalarında Cezayir'e yer ve önem verilmiş. Bir de gidenin gelmediği Yemen'e ağıtlar yakılmış...

300 yıldan fazla Osmanlı egemenliğinde kalan Cezayir, Padişah Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı toprağı olmuş. Akdeniz'de korsanlık yapan Hayreddin Paşa (Hızır Reis, ki Kanuni Sultan Süleyman kendisine Barbaros diyordu), Oruç Reis'in ölümü üzerine Padişah Yavuz Sultan Selim'e itaat etti. Sultan Selim de emrine iki bin asker vererek onu Cezayir Beylerbeyi tayin etti. İşte bu tarihten itibaren yani 1518'de Cezayir'de Osmanlı hakimiyeti resmen başladı.

14 Haziran 1830'da Fransızlar Cezayir'i işgal etti. İşgal sonrası ülkede başlayan ayaklanmalar yedi yıl kadar sürdü. Ve nihayet Cezayir'de 132 yıl devam eden Fransızların sömürge yönetimi 5  Temmuz 1962'de ülkenin resmen bağımsızlığını ilan etmesiyle son buldu.

Cezayir ile ilgili bu kısa tarihi neden yazdım? Dünyaca ünlü Enrico Macias'ın çok hüzünlü bestesi "Adieu mon pays" (Elveda Ülkem) şarkısını dinlerken, şarkının bir gemide yazıldığı ve gemi yolculuğunun öncesi geldi aklıma. Belki bu şarkıyı dinlerken sizler de hikayesini bilirseniz, dilini anlamasanız bile şarkıdaki ülke özlemini ve sevgisini derinden hissedersiniz diye yazmak istedim.

1961 yılında Cezayir bağımsızlık savaşının kızıştığı günlerde, Cezayir'in bağımsızlığına karşı olan ve Fransızların tarafını tutan Cezayir'deki Yahudi ve Avrupa kökenliler, direnişçiler tarafından öldürülür. İşte öldürülenlerden biri de Gaston Gherenassia'nın kayınbabasıdır. Bunun üzerine Gaston eşini de yanına alarak bir daha dönmemek üzere Cezayir'den ayrılıp Paris'e gider. Yaptığı gemi yolculuğu sırasında da ayrıldığına üzüldüğü ülkesi için "Elveda Ülkem" şarkısını yazar. 1962 yılında şarkıyı TV'de seslendirmesi üzerine şarkı, Fransızca konuşulan ülkelerde ve sömürgelerde tanınır ve sevilir. Üne kavuşan Gaston Gherenassia'da adını değiştirir ve Enrico Macias olur. 

Adieu mon Pays adlı şarkıyı dinlemek için linki tıklayabilirsiniz: 

https://www.youtube.com/watch?v=1hXaatUJwvI

Osmanlı Devleti'nde de günümüze ulaşan Cezayir için yakılmış türkü ve oyun havası vardır ve "Cezayir" adı ile anılmaktadır. Cumhuriyet döneminde ise, ünlü şairimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın "CEZAYİR TÜRKÜSÜ"  başlıklı şiirini Cezayir için yazdığını biliyor muydunuz? Bu şiiri merak edenler "siirakademisi.com" web sayfasından okuyabilirler.

"Cezayir'in Harmanları Savrulur" adlı tarihi türküyü ve oyununu linki tıklayarak izleyebilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=6_hqk3ziyGU


Notlar:

- "Kara ayak" / "Pied-noir" : Kuzey Afrika'da, özellikle Cezayir'de doğmuş, büyümüş Fransızların takma adı. (Louis Althusser, Gelecek Uzun Sürer)

- Cezayir doğumlu Fransız filozof Albert Camus'a da "kara ayak" diyorlar mıydı acaba? Düşünmeden edemiyorum. Böyle düşünmemin nedeni; 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan Camus'nun ödül sonrası verdiği röportajda saklı.

- Cezayir bağımsızlık savaşı (1 Kasım 1954 - 19 Mart 1962) sekiz yıl sürmüştür.



12 Ağustos 2023 Cumartesi

 


DİSTOPİK BİR HİKAYE; DALGA




Nereden, nasıl başlasam bilemiyorum. Giulio Cavalli'nin "DALGA" kitabını okumayı  yeni bitirdim. Sarsılmadım desem yalan olur. Aslında distopik hikayeleri okumaya alışığım. Hatta okuduğum distopik kitapların adlarını da verebilirim; 

-George Orwell, 1984 / -William Golding, Sineklerin Tanrısı / -Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya / -Anthony Burgess, Otomatik Portakal / -Jose Saramago, Körlük. Bir de distopyanın şafağı sayılan Yevgeniy İvanoviç Zamyatin'in "BİZ" adlı kitabını da ekleyebilirim.

Peki, DALGA  beni neden bu kadar sarstı? Çünkü yazar, günümüzde yaşanan ve ülkeler için ciddi bir kriz olarak görülen sığınmacılar sorununu ve göçmenlerin dalga dalga Roma'ya bağlı sakin ve küçük bir kasaba olan DF'ye akışlarını anlatırken kasaba halkının kriz anlarında yaşanan hallerine dikkat çekerek, insanlık ve insani değerleri sorgulatıyor bizlere. Hem de en acımasız ve sert bir gerçekçilikle. Belki de kısa bir zaman sonra romanda geçen olayların, yaşanabileceğini okura düşündürtmesinden kaynaklı bir sarsıcılığı da var diyebilirim. Kitabı bitirdikten sonra, "neden olmasın" diye düşündüğümü itiraf etmeliyim.

İtalyan yazar Giulio Cavalli ilk kez Türkçeyle buluşuyor Dalga kitabı ile. Cavalli, 1977'de Milano'da doğdu. Roman ve oyun yazarlığının yanı sıra Left Dergisi ve çeşitli gazetelerde yazıyor. Politik oyunları ve İtalyan mafyasının perde arkasını ele aldığı kitaplarıyla tanınıyor. 2018'de Dalga'yı, ve 2021'de bu romanın devamı niteliğindeki Yepyeni Ahit'i yayımladı.

Giulio Cavalli - Dalga - Arka Kapak Tanıtımından

"Sakin bir balıkçı kasabası olan DF'nin yazgısı, yaşlı balıkçı Ventimiglia'nın denizde bir ceset bulmasıyla kabusa evrilir. Daha ilk cesedin kimliği teşhis edilemeden kasabanın kıyılarına başka cesetler sürüklenir. Her açıdan birbirinin tıpatıp benzeri cesetlerin sayısı kısa sürede on binleri geçtiğinde hükümetten destek göremeyen DF, sorunu kendi yöntemleriyle çözmeye karar verir. Ve başlangıçta toplum sağlığının korunması amacıyla yürütülen eylem planı zamanla çığırından çıkar..."

Benim Yorumum 

Giulio Cavalli, kitabında dalgayı hem gerçek anlamında hem de metaforik olarak göçmenler sorununa dikkat çekmek için kullanmış, ki bu adı ben çok isabetli buldum.. Çünkü göçmenlerin, yerli halk arasında "şeyleşmesini" çok çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Kitapla ilgili fazla bir ayrıntı vermek istemiyorum ama kafama takılan "şu şeyler" konusuna birazcık açıklık getirmek istiyorum. "Şu şeyler" diye bahsedilen denizden gelen insan cesetleri. Nihayetinde ölü de olsalar onlar yaşarlarken birer insandılar, madde veya eşya değildiler! Denizden  istikrarlı bir şekilde her 48 saatte bir dalgalar halinde gelen on binlerce cesede "şu şeyler" ve bu cesetlerin depolandığı hangarlara "şu şeyler mezarlığı"  denilerek insanları metalaştırmak insanlığa sığar mı, diye sordurtuyor yazar. İster istemez bunu düşünüyorsunuz. Ve romanın ilerleyen sayfalarında bu metalaştırma işinin cesetlerin her bir parçasından maksimum fayda sağlanacak biçimde pratiğe döküldüğünü hayretler içinde kalarak okuyorsunuz! Hatta tiksinerek!

İtalya'nın küçük bir sahil kasabasında geçen hikaye bilinmeyen bir zamanda geçmektedir. Kitabı okurken, aslında zamanın bir öneminin olmadığını çünkü bu insanlık ayıbı tablonun bugünü resmettiğini, DF adlı kasabanın dünyanın diğer yerlerini de temsil ettiğini anlayabiliyoruz. Tehlike dışarıdan göçmenlerle mi  (sığınmacılar) geliyor (ölü bile olsalar), yoksa asıl tehlike insanın kendisi midir? Yani tehlike içte midir? İşte bu soruya cevap aranıyor.

Kitaptan Alıntılar

- Lilly, dalganın getirdiği ve gördüğü cesedi şöyle tanımlıyor: "Afrikalıydı galiba. Türk. Güneyli ya da Doğulu. Bizden biri değil. Sokakta karşılaşabileceğimiz insanlardan değil." (s: 33)

- "Yaklaşan bir felaketin işaretlerini hafife almak, onun gelip bizi hazırlıksız yakalaması için bir davettir." (s:34)

- "Savaşlar kişinin emrinde olan orduyla yapılır." (s:48)

- "Bazı devrimler işte böyle, tıkanıklığı tesadüf eseri tahliye etmeyi başaran bir öfkeden doğar." (s:94)

- "Tondini'nin hangarı, DF'deki herkesin ağzında şu şeyler mezarlığı olup çıkmıştı." (s:101)

- "Mutfak, yaşam gibidir: Evrensel boyutta nefret duyulan şey zamanla kabul edilir hale geliyor ve sonunda da çok arzulanan bir şey olup çıkıyor. Ölüleri şimdi yemeye başlayan şu DF'li yabaniler hakkındaki uluslararası basının verdiği yanıt üzerine Cattori şüphelerini dile getirdiğinde, ona yılan balıklarını anlattım." (s:151)

- "Önce seni yok sayarlar, sonra seninle alay ederler ve sana savaş açarlar. Sonunda sen kazanırsın." (s:152)

- "Göz yuvarları çorbası, dil fileto: Gelgitlerin bize taşıdığı bu etlerin hiçbir kısmı atılmaz. Hem de hiç. Tıpkı domuz eti gibi." (s:152)

- "Propagandanın işe yaraması için tanık olmaması gerekir: DF hakkında anlattıkları mutluluk, gitgide daha da korkak bir itaat haline gelen bir umuttur." (s:169)

- "O akılcıdır. Sağduyu, yenilmez güçler tarafından satın alınır, aykırı düşünenler her zaman haklıdır. Her zaman." (s:178)

- "Ve zengin oldu, daha önce olduğundan daha zengin oldu. Çok normal: Kimi felsefe yapar, kimi iş yapar ve kimi para kazanır, felsefe yapanlara da sadece başkalarının kazancı hakkında ahlak dersi vermek kalır." (s:178)

- " Cesetler mi? O şeyler hakkında cevap verme yetkim yok. Benim için onlar artık ceset falan değiller: hoş kokulu uçucuları buharlaştıran mumlar, hani şu porselen buhurdanlıklarda kullanılan alüminyum kenarlılardan. Onlar artık bundan ibaret." (s:185)

Kitap 222 sayfa ve iki bölümden oluşuyor. Devamı olan kitap Türkçeye çevrildiğinde onu da okumak isterim...

Notlar:

1- William Golding'in "Sineklerin Tanrısı" kitabıyla ilgili yazımı okumak isterseniz, linki tıklayınız: https://sahriye.blogspot.com/2013/02/cocuklarda-siddet-william-golding-in.html

2- Anthony Burgess'in "Otomatik Portakal" kitabıyla ilgili yazımı okumak için linki tıklayınız: https://sahriye.blogspot.com/2021/09/otomatik-portakal-anthony-burgessin.html



7 Ağustos 2023 Pazartesi

 


CAMPANULA (ÇANÇİÇEĞİ)



Tek, iki ya da çok yıllık otlardır. Çiçek kurulu tek ya da çok çiçeklidir. Çanak beş parçalıdır. Taç beş parçalı çan biçimlidir. Cins adı Latince küçük çan anlamına gelir. Cinsin taç yapısına işaret eder.



Çiçekleri mavi, menekşe ya da leylak renklidir. Az da olsa beyaz renkli olanları da vardır. Cins özellikle Akdeniz havzası olmak üzere kuzey yarımküreye özgüdür. Rapunzel masalında cadıdan alınan bitkinin çançiçeği olduğu düşünülür.



MİTOLOJİK HİKAYESİ:

Aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite bakana güzellikten başka bir şey göstermeyen, diğer tanrıçaların peşinde olduğu sihirli aynasını kaybetmiş. Kaybolan aynayı fakir bir çoban çocuk bulmuş. Aphrodite bunu öğrenince, oğlu Eros'tan aynayı almasını istemiş. Ancak aynadaki görüntüsü karşısında büyülenen çocuk, Eros'a aynayı vermeyi reddetmiş. Aynayı zorla almaya çalışan Eros'la çocuk mücadele ederken yanlışlıkla ayna kırılmış ve binlerce parçaya bölünmüş. Efsaneye göre aynanın parçalarının düştüğü her yerde de çançiçekleri yeşermiş. 














ENDEMİK TÜYLÜ ÇANÇİÇEĞİ




Dünyada sadece Kuşadası Dilek Yarımadası ve Söke/Doğanbey'de yetişen tüylü çançiçeği, Nisan ile Haziran ayları arasında mor çiçeklerini açar. 

Çançiçeklerinin (Campanula) dünyada 300 türü bulunmaktadır. Ama tüylü dokusuyla bu türlerden ayrılan endemik çançiçeği (campanula tomentosa) Dilek Yarımadası'nda kaya ve duvar diplerinde yaşam bulmaktadır.

Türkiye için önemli bir değere sahip olan bu çiçeğin korunmasına Milli Parklar yetkililerince çok özen gösteriliyor. Dünya Koruma Birliği'nin Kırmızı Listesi'nde yer alan çiçeği koparanlara ya da zarar verenlere para cezası uygulanmaktadır. Nesli tükenmekte olan tüylü çançiçeğini koparanlara, 2872 Sayılı Çevre Kanununun 20. maddesi gereğince 244 bin 315 TL ceza kesilmektedir. Bu ceza miktarı 2023 yılı için belirlenmiş olup, her yıl artırılmaktadır. 





Not: Fotoğrafların tümü tarafımdan çekilmiştir. İznim olmadan kullanılamaz.

Yazı İçin Kaynaklar:

--kocaelibitkileri.com

--birgun.net