22 Mayıs 2021 Cumartesi

 


KIRLARIN, BAYIRLARIN NAZLI ÇİÇEĞİ; GELİNCİK




Hassaslığı ve güzelliği ile narin, kırılgan insanlar ile bağdaştırılan gelincik çiçeği, Osmanlı Divan Edebiyatı içerisinde kendine güzel bir yer bulmuştur. Edebiyatımızda gelincik, kara sevda ile özdeşleşmiştir. Uçsuz bucaksız tarlaların ortasında kendiliğinden biten bu siyah-kırmızı çiçeklerin suyu çıkarılıp, kara sevda çekenlere içirilirmiş. Çünkü onların acılarını dindireceğine inanılırmış.

Gelincik öylesine narindir ki, topraktan koparıldığı zaman, ömrü çok kısadır. Onu toprağında, bulunduğu yerde sevmek, seyretmek gerek. Birisine vermek için koparıldığında kırmızı renkli taç yapraklarını hemencecik döker; "ben yerimde ağırım" diyen belki de tek çiçektir...

Gelincik adı, geleneksel Türk gelinliklerinin kırmızı olmasından gelir. Kırmızı gelincikler küçük bir gelin olarak görülürler. Japonlar, gelincik için şöyle der; "Gelincik, insan ömrü gibidir. Dünü vardır. Yaşamıştır. Bugünü vardır. Yaşıyordur. Ama yarını belli değildir."

Bizden bir şair Şükrü Erbaş da sevmeyi, gelincik sapına benzeterek şöyle der; "Sevmek, yaşamın bizi sürüklediği uçurumun kıyısında tutunduğumuz o incecik gelincik sapı." Değil midir?











Tüm fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.


 


DOĞADAKİ MUCİZE; HUŞ AĞACI



19 Mayıs 2021 günü, Moskova Ormanı'na gittim. Üç yıl önce Moskova gezisinde  gördüğüm, uçsuz bucaksız huş ağacı ormanlarının güzelliğine hayran kalmıştım. Ankara'da bulunan Moskova Ormanı'na giden yolun iki tarafı da ağaçların gövdelerinde oluşan gözleriyle adeta "biri bizi gözetliyor" gibi hissettiren güzelim huş ağaçlarıyla çevrili. Ağaçlı yolda yürümenin ise tam zamanı. Yemyeşil yaprakları ve kendine özgü çiçeklerini görmenin de.

Doğadaki mucize huş ağacını tanımak ister misiniz?

Türkçe'de huş, akhuş, salkım huşu, düzük, salkımkuğu isimleriyle bilinir. İngilizcede "birch", Almancada "birken", Fransızcada "bouleau" olarak isimlendirilir.

Latince cins adı Betula olan huş ağacının ülkemizde 5 türü bulunur; bir türü endemiktir.Dünyada 50 türü yayılış gösterir. Vatanı Türkiye, Avrupa, Sibirya, Kafkaslar ve İran'ın kuzeyidir. Ömrü 100-200 yıl kadardır. Önceleri Türkler'in totemi sayılmıştır. Thor'un kutsal ağaçlarından birisidir. İnce dalları kötü ruhları kovalamak için kullanılmıştır. Rusya'da nazara karşı korunmak için kullanılmıştır.

Odunu esnek ve sağlam olduğundan uçak pervanesi yapımında kullanılmıştır. Mobilyacılıkta, ayakkabıcılıkta, ısı değeri yüksek yakıt ve tıbbi kömür (Carbo medicinalis) elde edilmesinde kullanılır. Yapraklarından şap mordanıyla yeşil, kremtartar mordanıyla sarı renk elde edilir. Yurtdışında yaprakları fermente edilerek alkollü bira yapımında kullanılır. Kozmetikte saç müstahzarlarının terkibine girer. Kabukları deri sepilemede kullanılır. Huş ağaçlarının bulunduğu yerler, arıcılıkta tercih edilen alanlardandır.

Avrupa'da yaygın olarak kullanılan tıbbi bitkilerden olan huş Anadolumuzda yeterince tanınmamakta ve değerlendirilmemektedir. Ülkemizde İç Anadolu Bölgesi ve Doğu Anadolu Bölgesi ile Doğu Karadeniz Bölgesi'nin yüksek kesimlerinde huş (Betula ssp.) türleri doğal olarak yetişmektedir. Ilıman ve soğuk iklim kuşaklarında yetişir. Soğuklardan etkilenmez.

Ülkemizde 263 hektar huş ormanı bulunmaktadır. Park ve bahçelerde de peyzaj amaçlı yetiştirilmektedir.


Kaynak: nazimtanrikulu.com

Fotoğrafların tümü tarafımdan çekilmiştir.












15 Mayıs 2021 Cumartesi

 


İSTANBUL VE SYKES - PİCOT GİZLİ ANTLAŞMALARI'NDA, KISACA  ORTADOĞU'YA BAKIŞ


Birinci Dünya Savaşı'ndan önce , hasta adam olarak gördükleri Osmanlı Devleti'nin topraklarının paylaşılması konusunda anlaşamayan İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa, Rusya, savaş başladıktan sonra İtalya da bu cepheye katılmıştır), savaş esnasında da işbirliği sağlayamadılar. Her devlet, diğerlerinin istilasına karşı kendi nüfuz bölgesini titizlikle koruyordu. İngiltere ve Fransa'nın Çanakkale'de yeni bir cephe açmaya karar vermesi Boğazlar üzerinde tarihi emelleri olan Rusya'yı telaşlandırdı. Müttefiklerinin İstanbul'a yerleşmesinden endişe eden Rusya, Boğazların kendisine verilmesini istedi. Bu önemli bölgenin Rusya'ya bırakılmasını doğru bulmayan Fransa ve İngiltere, Rusya'nın İttifak Devletleri (Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti) ile anlaşacağı tehlikesini göze alamadılar. İngiltere, Osmanlı toprakları üzerindeki taleplerinin yerine getirilmesi koşuluyla Rusya'nın isteğini kabul edebileceğini bildirdi. Fransa, Osmanlı Asyası'nın da paylaşılmasını önerdi. Petrol zengini Arap topraklarını ele geçirmek amacıyla Araplarla gizli görüşmeler yapan İngiltere, önce Ruslarla anlaşmak gerektiğini bildirdi. Büyük Ermenistan vaadiyle Ermenileri kışkırtan Rusya, Doğu Anadolu ile Çukurova'yı istiyordu. Mersin ve Adana'nın Fransa'ya verilmesini kabul etmesi üzerine Fransa da boğazların Rusya'ya terkedilmesine razı oldu. Karşılıklı notalarla imzalanan antlaşmaya göre; İstanbul ve Çanakkale Boğazları, Marmara Denizi ve çevresi Rusya'ya veriliyordu. Rusya da İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı Devleti'nin diğer bölgelerinden uygun görecekleri yerleri almalarını ve Osmanlı egemenliğinden ayrılacak Arap ülkelerinin bağımsızlığını tanımayı kabul ediyordu. İstanbul Antlaşması adını alan bu ilk gizli paylaşım, yeni antlaşmaların yapılmasına yol açtı. 

Birinci Dünya Savaşı devam ederken Osmanlı toprağı olan Ortadoğu da İtilaf Devletleri arasındaki paylaşımdan nasibini aldı. Savaşı'nın başından beri, İngilizlerin Osmanlı yönetimine karşı isyana teşvik ettikleri Mekke Emiri Şerif Hüseyin, İngiltere'ye askeri işbirliği teklifinde bulundu. Karşılığında ise bütün Arabistan Yarımadası'nı içine alacak ve kendi idaresine bırakılacak müstakil bir Arap devleti kurulmasını ve Halifeliğin Türklerden alınmasını istiyordu. İngiltere, Arap bağımsızlığını desteklemeye hazır olduğunu ve halifeliğe de bir Arap'ın getirilmesine çalışacağını bildirdi. İngiltere bununla da kalmayarak, ikili oynadı ve Şerif Hüseyin'in en büyük rakibi Necid Emir'i İbn Suud ile de gizli bir antlaşma imzalayarak Şerif Hüseyin'e vaat ettiği Necid topraklarında ve Basra Körfezi kıyılarında (Kuveyt hariç) İbn Suud'un bağımsızlığını tanımayı taahhüt etti. Araplar buna karşılık bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, İngiltere'nin Basra ve Bağdat vilayetlerindeki özel durumunu tanıyacaktı. Neden özellikle Basra ve Bağdat? İşte sorunun cevabı:

Arabistanlı Lawrence'ın akıl hocalığını yaparak bir anlamda onu yetiştiren kişi Gertrude Bell (Arapların deyimiyle, Çöl Kraliçesi) oldu. Tanıştıklarında ikisi de arkeolojiye ilgi duyuyorlardı ve arkeolojik bir kazıda tanışmışlardı. Bell, Kahire, Irak, Suriye, Arap Yarımadası'nda zor koşullarda çölleri geçip, çeşitli aşiretlerin üyesi olan siyaset adamlarıyla ve dini liderlerle olduğu kadar Araplarla da kaynaştı. Düşünün, Oxford Üniversitesi Tarih Bölümünü iyi bir derece ile bitiren, babası İngiltere'nin Demir İmparatoru olan Gertrude Bell, takıntılı bir şekilde İngilizlerin dünyayı yönetmek için var olduklarına inanıyor ve ulusu ile gurur duyuyordu. Ona göre bütün dünya İngiltere'ye hizmet etmeliydi. Sevdiği adamın Çanakkale Savaşı'nda ölmesinden sonra Türklerden nefret ediyordu. Gertrude Bell, Arap aşiret liderleriyle görüşmesi ve halkla kaynaşmasının karşılığını aldı. Dünya Savaşında (1914-1918), İngiliz İstihbarat Servisi, onu en uygun kişi olarak Doğu Sekreterliği'nde görevlendirdi. Bu görevlendirmeyle, bir anlamda, Osmanlıları Arap Yarımadası'nda arkadan hançerleyen Lawrence'tan daha çok Bell'di. Bu çabalarının amacı, İngiltere'nin petrol yataklarına egemen olmasıydı. Çünkü İngiltere o yıllarda  kömür üretiminde dünya birincisiydi ama petrolü yoktu. Basra- Abadan petrol rafinerilerinin korunması ve Hindistan deniz ticaret yolunun güvence altında tutulması, ülkesi için çok önemliydi. Bu yüzden dünya savaşı sonrası Mezopotamya(Irak) sınırları çizilirken ısrarla Basra-Bağdat ve Musul'un Irak'ta kalmasında ısrarcı oldu ve başardı.

İngiltere, Arap ayaklanmasını garantiledikten sonra Osmanlı Asyası'nın paylaşılmasını görüşmek için Fransa'dan bir temsilci göndermesini istedi. İngiltere'nin Araplarla gizlice anlaşmasından memnun olmayan Fransa, Beyrut eski konsolosu François Georges Picot'yu özel temsilci olarak yolladı. İngiltere'de Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Sir Mark Sykes'i görevlendirdi. Londra'da başlayan görüşmeler uzlaşmayla sonuçlandı. Genelde İngiltere'nin bakış açısını yansıtan antlaşma taslağına göre, İngiltere Beyrut'un Suriye'de kurulacak Arap devletinin içinde yer alması önerisinden, Fransa da Filistin'in Suriye'nin bir parçası olması isteğinden vazgeçiyordu. Bölgenin sadece kendi egemenliği altında bulunması iddiasından da vazgeçen Fransa, Filistin'de uluslararası bir rejim kurulmasını ve Basra'dan Filistin'e kadar uzanan bölgenin İngiltere'nin kontrolüne veya egemenliğine verilmesini kabul ediyordu. Buna karşılık İngiltere, Fransa'nın Suriye'nin sahil bölgesi ile Kilikya'nın tamamını almasına ve İran sınırına kadar uzanan bölgenin Fransız nüfuzuna bırakılmasına onay veriyordu. İtalyanlardan gizlenen antlaşma taslağının Rusya tarafından onaylanması gerekiyordu. Sykes ve Picot, Petrograd'a giderek antlaşma taslağını Ruslara gösterdiler. Rusya'nın onayını aldıktan sonra İngiltere ve Fransa arasında Sykes-Picot Antlaşması imzalandı. Tarihler 16 Mayıs 1916'yı gösteriyordu.

Kısaca Sykes-Picot gizli antlaşması şöyle özetlenebilir: Savaştan sonra Fransa ve İngiltere, Osmanlı pastasını aralarında bölüşeceklerdi. Bağdat ve Basra bölgeleri İngiltere'nin, Suriye kıyıları, Lübnan ve Kilikya(Adana ve çevresi) Fransa'nın olacaktı. Musul vilayeti ise ikiye ayrılacaktı. Musul kentini kapsayacak birinci bölge Fransa'nın kasasına girecekti. İkincisi Kerkük'le birlikte İngiltere'nin kasasına. Filistin'de uluslararası bir bölge oluşturulacaktı. Çarlık Rusya'sı bile unutulmamıştı. Onun payına da Boğazlar ve Kafkasya yakınlarında dört Osmanlı eyaleti ayrılmıştı. Daha sonra Rus Devrimi gerçekleştiği için Rusya hakkından feragat etti. 

Birinci Dünya Savaşı sırasında, Arapların Osmanlı ordusunu arkadan vurmalarının nedeni; İngiliz casusu yüzbaşı Lawrence'ın Arap aşiretlerini birleştirmeyi başarması ve onlara bağımsızlık verileceğinin vaat edilmesiydi. Mekke Şerifi Hüseyin Bin Ali'ye gelecekteki Arap Birliği'nin başkanı olacağını garanti ettiler. İngiltere, Fransa'nın da onayıyla Irak ve Suriye'yi şerifin büyük oğlu Faysal'a, öteki oğlu Abdullah'a da Ürdün nehrinin doğu kıyısındaki toprakları ve Filistin'i vereceğini resmen açıklamıştı.

2 Kasım 1917 tarihli Balfour Bildirisi ile siyonistlere bir Yahudi Vatanı kurulması öngörülmüş, İngiltere'de bu görüşü desteklemiştir. 

Peki, Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde bölgede neler oldu? Bugünkü Türkiye-Irak sınırı, 1924'te Türkiye ile İngiltere arasında imzalanan antlaşmayla çizildi ve bu sınır Gertrude Bell'in eseridir. Bununla da yetinmeyen Bell, Mekke Şerifi Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal'ı kral olarak Irak tahtına oturttu. Bu kral kuklaydı tabii ki. Kral Faysal'ın yakın arkadaşı oldu ve Bell Bağdat'a yerleşti. 1926'da 58 yaşındayken aşırı dozda uyku hapı içerek intihar etti. Bağdat'ta gömüldü. Manevi oğlum dediği ve oğlu gibi yetiştirdiği aynı zamanda öğrencisi olan Yarbay T.E.Lawrence ise, 1935'te 46 yaşındayken İngiltere'de geçirdiği bir motosiklet kazasında öldü. Ölümleriyle sorun bitmedi. Bu iki insanın başlattıkları eylemler bugünde devam ediyor, eğer tez zamanda ders alınmazsa, yarın da devam edecek gibi görünüyor. Tam burada Mehmet Akif Ersoy'un sözünü anmadan ve hatırlatmadan geçemeyeceğim; 

Geçmişten adam hisse kaparmış...Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?


Kaynaklar

-- Gilbert Sinoue - Yasemin Kokusu, CAN Yayınları.

-- Janet Wallach - Çöl Kraliçesi (Gertrude Bell'in Biyografisi), CAN Yayınları. 

--https://islamansiklopedisi.org.tr/sykes-picot-antlasmasi



8 Mayıs 2021 Cumartesi

 


COVİD-19 AŞISININ PATENT HAKLARI TARTIŞILIRKEN



8 Mayıs 2021 Cumartesi günü(bugün) Sözcü gazetesinde atılan başlığı okuyunca, tarihe not düşmek adına bu yazıyı yazmaya karar verdim. Başlık şöyleydi: "Avrupa karıştı...Macron ve Merkel karşı karşıya: BioNTech'e veto". Ve başlığın altında;" Fransa, AB'nin BioNTech'ten çocuk ve gençler için almak istediği 900 milyon doz güçlendirilmiş aşıyı veto etti, ortalık karıştı. AB zirvesinde kıyamet kopuyor. Macron, Merkel'e karşı BioNTech aşısının patent haklarının kaldırılmasını savundu." şeklinde haber devam ediyor.

31 Aralık 2019'da Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) Çin Ülke Ofisi, Çin'in Hubei eyaletinin Wuhan şehrinde etiyolojisi bilinmeyen pnömoni vakalarını bildirmiştir. 7 Ocak 2020'de etken daha önce insanlarda tespit edilmemiş yeni bir koronavirüs (2019-nCOV) olarak tanımlanmış ve ardından Dünya Sağlık Örgütü tarafından salgın nedeniyle tüm dünyada pandemi ilan edilmiştir. Covid-19 virüsünü alanlar, salgının ilk dönemlerinde nefes alamamaktan boğularak can verirken ve ölümler hızla artarken, dünyadaki bilim insanları da virüse karşı aşı geliştirmek için canla başla çalışmaya başladılar. Hatırladığım kadarıyla, Çin, Almanya ve ardından Rusya aşıyı bulduklarını açıkladılar ve hızlı üretime geçerek bu lanetli virüse karşı üretilen aşıyı insanlığın yararına sundular. Tabii ki bulunan Covid-19 aşısı, ülkelere bedava verilmedi, verilmiyor da. Aşılar bedeli mukabilinde dağıtılıyor, çünkü patent hakları var. İşte sıkıntı da tam burada başlıyor; parası olanlar aşıyı alıp vatandaşlarını aşılarken (bazı ülkeler aşılamanın %100'e ulaştığını açıkladılar), geri kalmış ya da yoksul ülkelerin halkı, aşılanmak için ülkelerine aşının gelmesini bekliyorlar hala. Pandemi süreci tüm dünya insanlarını ve ekonomilerini etkilediğine göre, soruna ortak bir çözüm bulunması gerektiği kanaatindeyim. Bu da ancak patent haklarının kaldırılmasıyla mümkün olur diye düşünüyorum. Çünkü, bilim tarihinde bunun çok güzel bir örneği var; Dr. Edward Jenner. Bu adı duymayanların kim bu adam, diye sorduğunu duyar gibiyim. 

Kendimi övmek gibi olmasın ama her türlü tarihe olan müthiş ilgim ve merakımdan elbette ki bilim tarihi de nasibini aldı. Ve bilim tarihinden bazı isimler zihnime kazındı; bunlardan biri çiçek hastalığının aşısını bulan Dr. Jenner, diğerlerinden ilk aklıma gelenler; saçını bilim için süpürge eden ve nihayetinde bilim için canını veren Madam Curie ve Tanzimat döneminde, bilim, felsefe, edebiyat eleştirisi, biyografi alanlarında eserler vermiş sıra dışı bir Osmanlı aydını olan Beşir Fuad'dır. Beşir Fuad, intiharı (bileklerini keserek intihar etmiştir) ile hayatına son vermenin yanı sıra ölüm sırasında hissettiklerini bir gözlem olarak kaydetmeyi amaçladı ve bunu başardı, arkasında birkaç satırlık bir tasvir bıraktı. Şimdi gelelim insanlık tarihinde bulduğu çiçek aşısıyla en çok hayat kurtaran kişi olarak değerlendirilen Dr. Jenner'in çalışmalarına.

EDWARD JENNER (Aşıyı bulup, çiçek hastalığının kökünü kazıdı; bağışıklık fikrinin babası oldu)

Bugün başta çiçek aşısı olmak üzere, bulaşıcı hastalıkları önlemek ve bu hastalıklara karşı bağışıklık kazandırmak için uygulanan "aşı yöntemini" ilk uygulayan, İngiliz doktor Edward Jenner'di. Jenner, önce Avrupa'da, ardından da Amerika'da aşı yönteminin gelişmesini sağlayarak milyonlarca insanın hayatını kurtardı.

18. yüzyıl kıta Avrupa'sında veba, kolera ve verem gibi hastalıkların yanı sıra çiçek hastalığı da can alıyordu. İngiliz tarihçi Kenneth Warker'in 1954'te yayınladığı Tıp Tarihi isili kitabında belirttiğine göre, o dönemde çiçek salgını, kıta genelinde 60 milyon kişinin canını almıştı! 18. yüzyılda dünya nüfusunu düşündüğümüzde felaketin boyutları daha iyi anlaşılır. Warker'in aktardığı istatistiklere göre, her ülke halkının en az %80'i er geç çiçek salgınına yakalanıyordu. Bunların en az dörtte biri de ya ölüyor, ya görme yetisini kaybediyor (Aşık Veysel gibi) ya da çiçek bozuğu'na (çiçek hastalığında ya da su çiçeğinde görülen ufak sivilcelerden kalan izler) yakalanıyordu. Fransa Kralı XV. Louis de 1774'te çiçek hastalığından ölmüştü.

18. yüzyıl İngiltere'sinde de çiçek hastalığının tedavisi yoktu. Genellikle hastalığa yakalanan çocuklar ölüyorlardı. Dönemin matematikçilerinden biri şöyle demişti: "Hiçbir anne baba, çiçek hastalığını henüz geçirmemiş çocuklarını, kendi çocukları olarak görmüyor". İngiltere'nin Sadbury köyünde doktorluk yapmakta olan Jenner, sütçü kızların diğer insanlara göre çiçek hastalığına daha az yakalandığını gözlemlemişti. Araştırınca bu sütçü kızların daha önce inek çiçek hastalığına yakalandıklarını belirledi. Hayvancılıkla uğraşan bu kızlar, çiçek hastalığına yakalansalar bile, ya hastalığı gayet kolay atlatıyor veya herhangi bir ölümcül sonuçla karşılaşmıyorlardı. Çünkü inek çiçeği hastalığı, insanlara çiçek hastalığına karşı bağışıklık kazandırıyordu. Bunun üzerine Jenner, 14 Mayıs 1796'da James Philipps adında 8 yaşındaki bir erkek çocuğuna sol kolundan "inek çiçeği" cerahati verdi. İki ay sonra da çocuğa ,çiçek mikrobunu enjekte etti. Sonuç hayli ilginçti. Aşıladığı erkek çocuğu, çiçek hastalığına yakalanmamıştı. Bunun çiçek hastalığına karşı güvenli bir yöntem olduğu anlaşılınca da uygulama yaygınlaştı. Bugün aşılama olarak bilinen "vaccination" başlamış oldu. İngilizce "vaccination" kelimesi de, çiçek hastalığı ineklerden alınan örneklerle engellendiği için Latince'de inek anlamına gelen "vacca" kelimesinden türetilmişti.

Kuduz aşısını bulan Louis Pasteur, başka hastalıkları önlemek için aşı yöntemini geliştirene kadar çiçek, aşılama yoluyla önlenebilen tek hastalık olarak kalacaktı. Aşılamayı başlatan Jenner ve ondan yaklaşık 100 yıl sonra bunu diğer hastalıklar için de kullanmaya başlayan Pasteur'un çalışmaları sayesinde bağışıklık sisteminin yapısı anlaşıldı; mikroplar ve virüslerle mücadele yolunda büyük adımlar atıldı.

NOTLAR

--Her ne kadar Batı dünyası tarafından çiçek aşısını bulan ilk kişi olarak Dr. Edward Jenner diye lanse edilse de, çiçek aşısı henüz Jenner doğmadan önce (Doğumu 17 Mayıs 1749) Osmanlı topraklarında uygulanan bir yöntemdi. (Detaylı bilgi için aşağıda vereceğim linki tıklayabilirsiniz. Yabancı dilim, bilimsel makale okuyacak kadar ileri düzeyde olmadığı için ben, makaleyi Google çeviriyle okudum)

--İneklerden kaynaklanan çiçek hastalığını aşı ile tedavi edebileceğini öne sürdüğünde, Jenner alaya alındı. Gazetelerde kendisini hicveden karikatürler yayınlandı.

--Çiçek aşısını denediği insanlar arasında kendisinin 11 aylık bebeği de vardı.

--Çiçek aşısını bulunca, pahalı olur ve parası olmayanlar alamaz düşüncesi ile buluşunun patentini almadı.

İşte Dr. Jenner'ın, insanların hayatını, daha doğrusu yoksulları düşünerek aldığı bu karar beni çok etkilemiş ve bu yazıyı yazmama neden olmuştur. Günümüzde insanlar corona salgınından sapır sapır dökülürken, maddi kazancın, insan hayatının önüne geçmesini  kabullenemiyorum bir türlü. Gerekçesi ne olursa olsun maddiyat, insan hayatından daha kutsal ve değerli değildir. Dolayısıyla, yazımın başında yer verdiğim haberdeki "patent hakları" tartışmasının sonucunu merak ve endişeyle bekliyorum. Belki biri veya birileri Dr. Jenner'i hatırlar ve onun yaptığını yaparlar diye. Yine de ben, Thomas Jefferson'ın 1806'da Edward Jenner'a yazdığı mektuptan ufak bir hatırlatma yapayım; kim bilir birileri duyar ve düşünür.

"Gelecek kuşaklar tarihe baktıklarında, baş belası bir çiçek hastalığı olduğunu ve bunun kökünün senin tarafından kazındığını okuyacaklar."


Kaynaklar

-- Tarihi Değiştiren Bilginler - Ali Çimen, Timaş Yayınları, 5. Baskı.

--https://theconversation.com/judging-jenner-was-his-smallpox-experiment-really-unethical-54362


Görsel: nytimes.com (Dr. Edward Jenner, 8 yaşındaki James'i aşılarken.)


4 Mayıs 2021 Salı

 


SARIBOYA ÇALISI, OREGON ÜZÜMÜ, MAHONYA

Berberis aquifolium Pursh (Syn.Mahonia aquifolium Nutt.)




0.3 - 3 (4,5 ) m boylarında, herdem yeşil bir çalıdır. Bahçelerde nadiren 1 m'yi aşar. Gövde genellikle dallanmaz, nadiren kısa yan sürgünler verir. Yapraklar 5-9 yaprakçıktan oluşur, yaprak sapı 1-6 cm'dir. Yaprakçıklar ince ve esnek veya oldukça sert, her iki yüzü de parlak ve yeşildir. Yaprakçıklar tazeyken ve kış aylarında çoğu kez yeşil değil, kırmızımsı renktedir. Sarı çiçekler mart-haziran aylarında açar. 30-60 çiçek bir arada 3-9 (-11) cm boyunda, dik duran yoğun çiçekli salkımlar oluşturur. Olgun üzümsü meyve mavimsi renkli ve üzeri dumanlıdır.

Kuzey Amerika'da doğal olup İstanbul park ve bahçelerinde yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Meyvesi çiğ veya pişmiş kullanılır. Asidik tadında fakat olgunlaşmamış hali de oldukça güzel ve püresi veya müsli (ezme, lapa, tahıllı karışımı gevrekler) ilave edildiği zaman, özellikle iyi. Meyve kurutulabilir ve daha sonra kullanılmak amacıyla saklanabilir. Çiçekler çiğ iken ayrıca limonata vb. bir içecek yapmak için kullanılabilir.

Oregon üzümü genellikle iştah ve halsizlik kaybını tedavi etmek için birçok yerli Kuzey Amerika Kızılderili kabileleri tarafından kullanılmıştır. Şimdiki bitkisel kullanımı, böbrek ve safra kesesi işlevini teşvik etmek ve akıntılı sorunları azaltmak için, fakat esas olarak kullanım alanı gastrit ve genel sindirim zayıflıkları tedavisindedir. Kök ve kök kabuğu; kolagog (safra söktürücü), diüretik (idrar söktürücü), laksatif (müshil) ve kan değerlerini değiştirici tonik'dir (canlandırıcı). Sindirim ve emilimini artırır ve sedef hastalığı, frengi, kanamalar, mide şikayetleri ve normal olmayan kan değerleri tedavisinde dahili alınır. Harici olarak, boğaz ağrısı için gargara olarak ve bulanık veya kanlı gözler için yıkama malzemesi olarak kullanılmıştır. Kökler geç sonbahar veya erken ilkbaharda hasat edilir, daha sonraki kullanımlar için kurutulur. Meyve oldukça yumuşaktır ve güvenilir bir müshildir.







Kaynak: doa.ogm.gov.tr

Sarıboya çalısı fotoğrafları tarafımdan çekilmiştir. İzinsiz kullanılamaz.