24 Şubat 2016 Çarşamba



HACI BEKTAŞ VELİ
"Dili, dini, rengi ne olursa olsun; iyiler iyidir."





Düşünüyorum da; değerlerimizi ayrıştırdık, böldük, parçaladık ve nihayetinde onları yitirmeye başladık. Böylece barış içinde yaşamanın sevincini de unuttuk. Sorabilirsiniz "değer" dediğiniz nedir ki, kaybolduğunda barış' ı yok edebilsin?  Değer; bir toplumda benimsenmiş ve yaşatılmakta olan her türlü duyuş, düşünüş, davranış, kural ve kıymettir. Tüm bunların toplamı bir toplumun kültürünü oluşturur, ki her bir toplumun kendine özgü değerleri olduğundan farklı kültürleri de olması kaçınılmazdır. Toplumların  kendiliğinin ayırt edici özelliği işte budur, yani kültürleridir.

Anadolu kültürünün  farklılıkları, aslında bizim zenginliğimizdir. Ve kültür yaşadıkça, yaşatıldıkça bu zenginliklerimiz  kaybolmaz. Belki, değerler "çağın ruhu" na göre değişebilir, dönüşebilir ama aslı kendini korur. Çünkü bizi biz yapan ögelerden biridir, değerlerimiz. İşte Anadolu kültürünün kıymetlerinden biri olan Hacı Bektaş Veli' yi ve düşüncelerini yazmak istememin nedeni ayrıştırılan değerlerden biri olması ve toplumumuzun en azından bir kısmı tarafından ya tanınmıyor  ya da yanlış tanınıyor olmasındandır. Yıllar önce Nevşehir' in Hacı Bektaş İlçesi' nde bulunan türbesini ziyaret ettiğimde türbenin giriş kapısında yazan sözlerini okuduğum zaman düşünce ve sözleriyle çağını aşan Hacı Bektaş Veli' ye hayran oldum. Kapıda yazan  "Kadınları okutunuz." sözü (13. yüzyılda söylediği düşünülürse) hayranlığımı bir kat daha artırdı.

"Sevgi, muhabbet kaynar yanan ocağımızda
Bülbüller şevke gelir, gül açar bağımızda
Hırslar, kinler yok olur aşkla meydanımızda
Aslanlarla , ceylanlar dosttur kucağımızda"

diyen Hacı Bektaş Veli XIII. yüzyılda yetişmiş ünlü bir düşünür ve gönül adamıdır.
Horasan' ın Nişabur kentinde doğmuştur. Annesi Hatem Hatun, babası Seyyit İbrahim Sani' dir. Ve her ikisi de Türk soyundandır.

"Hacı Bektaş Veli' nin çeşitli kaynaklarda doğum ve ölüm tarihleri değişik gösterilmektedir. Bazı kaynaklarda doğumu 1242, Anadolu' ya gelişi 1270-1280 yılları arası, ölümü ise 1337 olarak, bazı kaynaklarda ise doğumu 1209, ölümü 1271 olarak yazılmaktadır.
Akılcılığa ve bilime inanan Hacı Bektaş Veli dürüst kişiliğe sahiptir. İlk eğitim ve öğrenimini Türkistan Piri Hoca Ahmet Yesevi kültür ocağından alarak, çok sayıda bilim adamının yetiştiği Horasan' da engin bir bilgi birikimine ve geniş bir dünya görüşüne sahip olmuştur.
Hacı Bektaş Veli' nin Anadolu' ya gelişi, Anadolu Selçuklu Devleti' nin siyasi, ekonomik ve kültürel düzenin bozulduğu, yönetimde bölünmelerin ortaya çıktığı bir devreye rastlamaktadır. 
Hacı Bektaş Veli Kırşehir yöresindeki Suluca Karahöyük' e (Hacımköy) yerleşmiş, Orta Anadolu' yu dolaştıktan sonra Anadolu kültürünü, Anadolu insanının gelenek ve göreneklerini özümseyerek yeni bir bilim ve öğreti merkezi kurmuştur.
Burada çok sayıda öğrenci de yetiştiren ve yeniçeri ocağının da piri olarak bilinen Hacı Bektaş Veli Anadolu birliğinin sağlanmasına yardımcı olmuştur. Hacı Bektaş Veli, Türk dili ve kültürünün yabancı etkilerden ve her türlü yozlaşmalardan korunması çabalarını ömrü boyunca sürdürmüştür. Ortaya koymuş olduğu birleştirici ve yükseltici öğreti her türlü bağnazlıktan uzak, çağa uyan ilkeler haline gelmiştir. Hacı Bektaş Veli ibadet ve günlük yaşamda kadını erkeğin yanına almıştır. Güzel sanatlara sevecenlikle bakmış. Dergahta öğretisini yaşama geçirmiştir.
Makalat, Kitabu'-l Fevaid, Hacı Bektaş' ın Şathiyyesi ve Besmele Tesviri isimli eserlerinin olduğu bilinmektedir. Hacı Bektaş Veli' nin hayatı ve kerametlerini anlatan "Velayetname" önemli bir eserdir."
( www.hacibektas.bel.tr)

Hacı Bektaş Veli' den Altın Sözler

* Ara. bul.

*İncinsen de, incitme.

*Kadınları okutunuz.

*Murada ermek sabır iledir.

*Araştırma açık bir sınavdır.

*Eline, diline, beline sahip ol.

*Her ne ararsan, kendinde ara.

*Arifler hem arıdır, hem arıtıcı.

*Bir olalım, iri olalım, diri olalım.

*Marifet ehlinin ilk makamı edeptir.

*İnsanın cemali, sözünün güzelliğidir.

*Hiçbir milleti ve insanı ayıplamayınız.

*Nefsine ağır geleni kimseye tatbik etme.

*İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.

*Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu.

*Nebiler, veliler insanlığa Tanrı' nın hediyesidir.

*Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız.






Dip Not: "Çağın ruhu" deyimi Amin Maalouf' un "Doğu' dan Uzakta" romanında geçmektedir. Ve beğendiğim için kullandım.


22 Şubat 2016 Pazartesi




VENEDİK' DEKİ İKİ KAHVENİN REKABETİNİN TARİHİ KÖKENİ
(Florian Kahvesi ile Quadri Kahvesi)

Photo by I like Venice Grup


Yakın sayılabilecek bir tarihte tamamen sular altında kalabileceği tahmin edilen, bir zamanların büyük ticaret merkezi, maskeli balolarıyla ve gondol' la gezilen kanallarıyla ünlü, her yolunun San Marco Meydanı' na çıktığı  Venedik, İtalyanların deyimiyle Venezia: Öylesine güzel, sihirli ve etkileyici bir şehir ki sulara gömülmeden önce mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri, eğer imkanınız varsa tabii.

Yeni bir Milenyum' a girmek için ailece tercih ettiğimiz Venedik' i gezip görmenin mutluluğunu yaşadım ama istememe rağmen ikinci kez gidemedim. Hani fotoğraflar olmasa arada bir baktığım, seyahatlerimin sonunda yaşadığım o yanılsama duygusuyla baş edemezdim herhalde. Venedik' le ilgili unutamadığım anılarımdan biri, San Marco Meydanı' nı sular bastığında, meydana konulan ve köprü görevini üstlenen yan yana dizilmiş  tahta bankların üstünde seke seke yürümekti.

Venedik' i gezerken, o tarihlerde bilmediğim ama " Raillife Dergi" sinde okuduğum bir yazıda ilgimi çeken şey, Venedik' deki iki kahvenin rekabeti ve bu rekabetin tarihsel kökeni oldu. Hem tarih okumaya meraklı, hem de kahveyi seven biri olarak "tarih-kahve" ikilisini yazmalıydım. İşte o dergide  yazılanlar:

" Napolyon' un 'yeryüzünün en güzel salonu' olarak adlandırdığı San Marco Meydanı, karnavalın kalbi, San Marco Kilisesi, Çan Kulesi, Doclar Sarayı, Saat Kulesi ve Manastır vekilharçlarının evlerinin bulunduğu meydanın en göz alıcı özelliği mermerleri, meydanda karnavalın duraklarından biri 1720 tarihli Florian kahvesi var. Sadece atmosferiyle değil, kahve, tarihteki yeriyle de ünlü. Avusturyalılar 1814' te Viyana Kongresi kararları çerçevesinde kenti işgal edince Venedikli vatanseverler Florian kahvesine çekildiklerinde tam karşıdaki Quadri kahvesine de işgalci Avusturyalılar yerleşmiş. İki kahvenin rekabeti bugün hala sona ermiş değil. Yazarların ve sanatçıların tercih ettiği Florian, karnaval zamanı 18. yüzyıl günlerine dönüyor. Venedik' te kaybolmaya karşı koymayın. Öncelikle bu, turist kalabalığından uzaklaşabilmek demektir. Elbet otele dönme vaktiniz geldiğinde, esrarengiz maskelerin altından size yol gösterecek bir İtalyan çıkacaktır."

Eğer Venedik' e giderseniz, meydandaki hangi kahvede oturup kahve yudumlayacağınızı önceden  belirleyin derim: Florian kahvesinde mi, Quadri kahvesinde mi?







Fotoğraflar: www.seyahatdergisi.com

Aziz Mark' ın Çan Kulesi

Dükler Sarayı 

San Marco Bazilikası

Büyük Kanal


Fenice Tiyatrosu



15 Şubat 2016 Pazartesi




ILGAZ KAZANÇAL TEPE TIRMANIŞI (2048 m.)


İlkokul yıllarında öğrendiğim o güzel "Ilgaz Şarkısı" benim için bir şarkıdan çok öteydi; hayallerimi zenginleştiren, çocuk zihnimde Anadolu' nun o en yüce dağını, Ağrı Dağı' ndan üstün kılan şarkının sözleriydi: Yalçın kayalıklar, yüksek tepelerden akan  berrak sular, eteklerinde otlayan sürüler, baharda açan çiçeklerle cennet bağına benzetilen Ilgaz...

O yıllarda, gün gelip Ilgaz Dağı' nın tepelerinden birine tırmanacağımı tahmin edemezdim elbette. Güzel ülkemin hemen hemen dört bir yanını gezmiş biri olarak, Ilgaz' a bir türlü gidememiştim. Ankara Hiking' in sayfasında Ilgaz Kazançal Tepe tırmanışı yapılacağını öğrendiğimde, hiç düşünmeden gitmeye karar verdim, hem de ayağımın tozuyla. Uzun bir süredir yürümemiştim ve bu bir kar yürüyüşü olacaktı. Olsundu, ben zorlukları ve o zorluklarla başa çıkmayı, mücadele etmeyi seviyordum. 

14 Şubat Pazar günü erkenden yola çıktık. Ilgaz' a varmak için 2,5 saatlık bir yolumuz vardı ve havanın erken kararması nedeniyle yürüyüşe erken başlamalıydık. Büyük otobüsle gitmemizin avantajı rahat bir yolculuk oldu. Çankırı' yı geçip Ilgaz yoluna saptığımızda yükselti arttıkça sis başladı. Öylesine yoğun bir sis vardı ki çevreyi görmek mümkün değildi. Bu nedenle çevrenin güzelliklerinden bahsedemeyeceğim. Ilgaz Milli Park girişinde otobüsten indiğimizde bir metre öteyi zor görüyorduk, sisler içinde sadece çevredeki sesleri duyabiliyorduk. Görsel bir şölenden ziyade, işitsel bir şölen yaşadım bu yürüyüşte diyebilirim. Oteller mevkii, kayak pistlerinin olduğu yer adeta insan kaynıyordu. Tedbirli olmayan araçlar yolda kalmıştı ve grup üyeleri arabaları iterek sürücülere yardımcı oldular.Bu kalabalıktan kurtulup bir an önce orman içine girmek ve yürüyüşe başlamak için sabırsızdım. İnsan seslerini şehirde de duyabiliyordum, ama doğanın sesini duyamıyordum. 50 kişilik gruptan yürümek isteyenler ayrılınca karlarla süslü çam ağaçlarının arasından ormana daldık. Kar bir metreyi geçiyordu ve düşe kalka ilerlemeye başladık. Şöyle tarif edeyim; ayağım kara gömülünce, gömülen kısım tam bacak boyu, diğer ayağım havada çok komik bir görüntü oluşturuyordu. Kendimi tek bacak üstünde duran flamingolara benzettiğim için gülmeye başladım. Yardım almadan gömülen yerden çıkmak çok zordu. Yükseldikçe artan yoğun sis ve gökyüzü birleşmiş gibi görünüyordu. Bunu fotoğraflamak zor ama  bana hissettirdiklerini anlatmaya çalışayım. Görüş mesafesi çok düşük olduğu için hiçbir şey gözükmüyordu, bu da bende bir boşluk hissi, bir hiçlik, evrende bir hiç olduğumuz duygusu yarattı. Yani, kısa süreli "doğmadan önce bir hiçtik, ölünce de bir hiç olacağız" duygusu yaşadım. Ve düşündüm ki; Sadece olduğum şu anın sahibiyim, olacağım zamanın bile değil. Sanki bir varız, bir yokuz; hem varız, hem yokuz ikilemi sardı zihnimi... Bunları düşünürken omzumda bir tıpırtıyla kendime geldim: Sis yağıyordu üstüme. Dİrekt ıslatmıyor ama varlığını hissettiriyordu. Sonra çamlardan gelen sesi duydum, dinledim. Çamların üstündeki karların damla damla erirken çıkardıkları bir sesti bu. İnsanı rahatlatan, huzura erdiren en güzel şarkıdan bile daha güzel bir melodi, dinlemesini bilene.

Başta "işitsel şölen" dememin nedenini şimdi anlamışsınızdır sanırım. Çevreyi görememek, insanı seslere ve içine odaklıyor. Bu nedenle bu yürüyüşün benim için farklı bir anlamı oldu, asla unutamayacağım.

Rüzgarın sert estiği bir noktada verilen kısa bir molada, rehberimizin ikram ettiği çay ve kahvenin keyfini yaşamak, dağbaşında kahvemi yudumlamak, hem de kardan yapılmış tahtımda otururken. Daha ne olsun? Zorlu bir kar yürüyüşü sonrası vardığımız Kazançal tepe (2048 metre) bizi rüzgarın selamıyla karşıladı. Selamı aldık, fotoğraflar çekildi ve inişe geçtik. Sorunsuz bir şekilde tamamladığımız yürüyüş sonrası içtiğimiz ezogelin çorbası ve ekmek arası köftenin hiç bu kadar lezzetli olduğunu bilmiyordum. Bir saat dinlendikten sonra eve dönüş yolculuğumuz başladı, güzel bir günü geride bırakmanın keyfiyle...






















9 Şubat 2016 Salı




ÖZÜR DİLEMEK ÇOK MU ZOR ?


Hoşgörüsüz bir toplum olduk, gittikçe kabalaşıyoruz, çevremizde olup bitene duyarsızlaşıyor, "bana ne"ci tavrımızı pekiştiriyoruz zihinlerimizde. Bu benim gözlemim, yanılıyor da olabilirim. Ama bir gerçek var ki yadsınamaz; birbirimize (evde, okulda, iş yerinde) tahammülsüz olduk. En ufak bir hatada şimşekler çakıyor, gök gürlüyor. Oysa ne kolaydır şimşek çakmasını engellemek! Hatayı yapan hata yaptığının farkında olsa ve karşısındakine "kusura bakma, bunu yapmak istemezdim ama oldu işte!" ya da kısaca "Hatalıyım, özür dilerim." diyebilse. Ama hayır, bunu söylemek zor geliyor insanlara. Neden? Çok mu zor özür dilemek birinden?

Özür dilersem, haksız olduğum  ya da zayıf bir kişiliğim olduğu düşünülür endişesi kişiyi özür dilemekten alıkoyabilir. Oysa özür dilemek, karşıdaki insandan; bir kusur varsa elde olmadan yapıldığını ve bu kusurun hoş görülmesi gerektiğini ve bağışlanmasını istemektir. Tabii bu özrün  samimi ve içten olduğunun hissettirilmesi çok önemli. Aksi halde özür dilemek özde değil sözde kalır ve  kabul edilmeyebilir. Çünkü, özür dilemek tek taraflı olsa da, özür dilenen kişinin kabulüyle özür yerini bulmuş olur.

Kültürümüzde kusur ve kabahatları görmemek, hatta üstünü örtmek bir erdem olarak görülür. Bunu Mevlana şöyle dile getirir: "Başkasının kusurlarını örtmede gece gibi ol." 

Hatta bazen "kişi hatasını kendi anlasın" anlayışı ile o kişiye karşı tavır alınır (küsülür, kırgınlık hissettirilir v.s.) Belki de kusurları görmezden gelmemiz öğretildiği için özür dilemeyi bir acizlik, bir geri adım atma, bir küçük düşme olarak algılıyor olabiliriz, farkında olmadan.

Güçlü bir iletişimin, huzurlu bir yaşamın vazgeçilmezi nezakettir. Diğer bir deyişle karşımızdakine saygılı davranmaktır. Saygı görmek isteyen bir insan, önce  saygı göstermelidir. Çünkü toplum içinde yaşıyoruz ve yaşarken her gün onlarca davranış sergiliyoruz. Davranış biçimlerimiz bize göre doğru olsa da bir başkasına ters düşüyor olabilir. Bazen büyük bir yanlış, rahatsız edici bir tutum içten gelen bir özür dilemeyle telafi edilebilir. Tabii ki özür dilemekle telafi edilemeyecek kabahat ve suçlar hariç.


Öyle insanlar tanıdım ki, onlar hep haklıydılar, mükemmeldiler ve hiç hata yapmazlardı. Bu nedenle de hiç özür dilemezlerdi. Sizce bu mümkün mü?  Egoları tavan yapmış, kibirli ve kendini beğenmiş insanlar için mümkün. Varsa çevrenizde böyle birileri hızla uzaklaştırın yanınızdan veya siz uzaklaşın! Böyleleri kendi mutsuzluklarını, güvensizliklerini çevrelerine bulaştırıp yayarlar çünkü. 


Özür dilemek zor bir şey değildir. Kendine güveni olan, kalbi sevgiyle dolu, nazik ve hata yaptığının farkında olanlar özür dilemekten korkmazlar. Çünkü özür dilemekle küçülmeyeceklerinin bilincindedirler. Sık sık hata yapıp "nasıl olsa özür dilerim olur biter " anlayışıyla yapılan özür dilemeler, samimi olmadığı gibi size "özrü, kabahatinden büyük." dedirtir. Benden söylemesi. Bana inanmıyorsanız S. Freud' e inanırsınız sanırım. :)


"Özür dilemek, sizin haksız olduğunuz manasına gelmez. Karşınızdaki insana verdiğiniz değerin egonuzdan yüksek olduğunu gösterir."