27 Mayıs 2023 Cumartesi

 



NÜZHET; NAZIM HİKMET'İN 'MİNNACIK' KADINININ BİLİNMEYEN HAYATI




Nazım Hikmet'in " O mavi bir devdi. / Minnacık bir kadını sevdi." dizeleriyle başlayan şiirindeki minnacık kadını merak etmeyen yoktur sanırım. O minnacık kadın, Nazım Hikmet'in ilk eşi Nüzhet Berkin'dir. Hakkında çok az şey bilinen ama kendisinden bahsedilirken adının yanına mutlaka "hanım" eklenen. Nazım Hikmet'in şiirler yazdığı diğer kadınlar sadece adlarıyla anılırken hem de.

Cambridge Üniversitesi öğretim üyelerinden Arın Dilligil Bayraktaroğlu, Nüzhet Berkin'in yaşam öyküsünü kaleme aldığı kitabının "Sunuş" yazısında, Nüzhet Hanımı tanıyanlar, onun nezaketi, zarafeti ve ayakta kalma azmi açısından ne kadar büyük bir kişilik olduğunu bilirler diyerek kitabın adının "NÜZHET" olmasından, isminin yanına hanım koymadığı için hem ailesinden hem de okurlardan özür diler. Bu özrün nedenini kitabı okuyup bitirince anladım ve yazara hak verdim. Onun hakkında bilgi sahibi olunca, ben Nüzhet Hanım'ın azmini, kararlılığını ve hayatta dik duruşunu çok sevdim diyebilirim.

Kitap, iki bölümden oluşuyor. Birinci Bölüm, Osmanlı Günleri. İkinci Bölüm, Cumhuriyet Günleri. Dolayısıyla kitap Nüzhet Berkin'in ve yakın çevresinin yaşadıklarını anlatırken tarihimizin 1876'dan başlayıp 1987' yılına dek süren yüz yıllık  sosyal, siyasal ve tarihsel değişimlerini de aktarması bakımından çok önemli.

Nüzhet Hanım'ın ailesi Kafkas göçmenidir. Annesi Hoşnaz Hanım ve ablası Kevser Hanım, öksüz kalınca küçük yaşta saraya verilirler. Annesi Hoşnaz Hanım Saray eğitimi almış ve yaşı gelince evlendirilerek saraydan çıkarılmış. Kısa bir süre sonra eşi ölmüş. İkinci evliliğini İsmet Bey'le yapan Hoşnaz Hanım'ın üç çocuğu olmuş. Kızları Melahat ve Nüzhet ile oğlu Refik.

Nüzhet 1900 yılında doğar. Aynı yıl babası ölür. Henüz yedi aylık bir bebektir.  Annesi onu sarayda gördüğü eğitimle yetiştirir. Hoşnaz Hanım, büyük kızı Melahat'i İtthat ve Terakki'ye mensup "Taninci" lakabıyla anılan Muhiddin Birgen'le evlendirir ve hep beraber yaşamaya başlarlar. O sıralar Nüzhet 12 yaşındadır ve bundan sonra Muhiddin Bey'i baba olarak bilecek ve hep sevgi ve saygı gösterecektir.

Nişantaşı'nda oturdukları apartman komşusu olan Hikmet Bey'in oğlu Nazım'la çocukluk arkadaşıdır Nüzhet. Sokakta karşılaştıklarında sohbet ederler. İleriki yıllarda yolları ayrılsa da Batum'da Nazım Hikmet'le karşılaşırlar. Ve Moskova'da eğitim gören Nazım'ın yanına giden Nüzhet, orada Rus usulüne göre onunla evlenir. Ailesi ise o sıralar Bakü'dedir ve bu evliliğe babası olarak gördüğü Muhiddin Bey, sıcak bakmaz. Zaten çift de kısa süre sonra, Nüzhet'in isteğiyle ayrılırlar. Nazım Hikmet bu ayrılığı kabul etmekte zorlanır ve Nüzhet'i hicveden sövgü dolu şiirler yazar. 

Nüzhet Hanım, Nazım'dan ayrıldıktan sonra Mehmet Servet Berkin ile evlenir ve ondan Güner (Baykal) ve Fatma Gülsen (Çizmeli) adlarında iki kızı olur. Sakin ve mutlu bir hayat sürdüren Nüzhet Hanım 1989'da hayata veda eder.




Eğitimli bir ailenin kızı olarak büyüyen Nüzhet Hanım, çok iyi yetişmiş, iki yabancı dil bilen (Almanca ve Fransızca) çevirmen ve öğretmendir. Cumhuriyetin kuruluşuna tanık olmuş ve Moskova'daki eğitimi sırasında sosyalizmin kuruluşunu da gözlemlemek imkanı bulmuştur. Kendisini tanımlamak gerekirse, Nüzhet Hanım tam bir Cumhuriyet kadınıdır. 

Osmanlı'nın son dönemi ve Cumhuriyet'in ilk dönemleri hakkında tarihsel ve toplumsal bilgileri öğrenmek veya bildiklerinizi yeniden hatırlamak için kitabı okumanızı öneririm. Roman tarzında yazıldığı için oldukça akıcı ve bir solukta okunuyor kitap.

Kitapta adı geçen Cumhuriyet Tarihi için önemli kişilerin adlarını kısaca yazmak isterim. Belki bu isimler hakkında araştırma yapabilirsiniz. Yazacağım kişiler anılmayı hak ediyorlar. Çünkü Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında büyük işler başarmışlar.

Muhiddin Birgen (1885-1951). Siyasetçi, gazeteci, Felsefe ve Edebiyat öğretmeni, Matbuat Umum Müdürü, Kooperatifçi, Azerbaycan Pedagoji Enstitüsü ve Üniversitenin Türkoloji bölümünde öğretim görevlisi.

Mehmet Servet Berkin (1899-1941). Felsefeci, sosyolog, yazar, eğitimci. Nüzhet Hanım'ın ikinci eşi.

Şevket Süreyya Aydemir (1897-1976). Yazar, iktisatçı, tarihçi.

Agah Sırrı Levend (1893-1978). Edebiyat tarihçisi, siyasetçi, yazar.

Hilmi Ziya Ülken (1901-1974). Felsefeci, sosyolog, akademisyen, düşünür, yazar.

Reşat Nuri Güntekin (1889-1956). Yazar ve öğretmen.


Kitaptan Notlar:

- İstanbul işgal altındayken işgal askerleri, Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçişlerde(Üsküdar-Beyazıt arası) Osmanlılardan pasaport soruyorlarmış, ki ilk kez okudum bu durumu.

- Mustafa Kemal Paşa, Ankara'da Muhiddin Berkin ve Nüzhet Hanım'la birlikte yemek yer. Yemekte Nüzhet'e, Fransızca soru soran Atatürk, Nüzhet'in verdiği cevaptan çok etkilenir ve ona bir hediye vermek ister. O anda  önünde duran mercan tespihi "Benden bir hatıra olarak saklarsın" diyerek Nüzhet'e uzatır. Aynı tespihi halen Nüzhet Hanım'ın büyük kızı Güner Baykal saklamaktadır. 

- Nüzhet'in ablası Melahat ve baba bildiği eniştesi Muhiddin Birgen'in kızı Asude Zeybekoğlu, evlendikten sonra Matbuat Müdürlüğü'nde çalışmaya başlar. 1936 yılında müdürü Vedat Nedim Tör, İsmet Paşa tarafından İsviçre'nin Montreux Şatosu'nda Boğazlarla ilgili yapılacak görüşmeleri takip etmek üzere görevlendirilince yanına henüz 22 yaşında olan Asude Zeybekoğlu'nu da alır. 22 Haziran-20 Temmuz arası yapılan görüşmeleri basın locasından izleyen Asude Zeybekoğlu, Türkiye'ye gönderilen günlük raporların hazırlanmasında yardımcı olur.

- Eşinin erken ölümü üzerine iki çocuğuna bakmak için Ankara Kız Lisesi'nde Fransızca öğretmenliğine başlayan Nüzhet Berkin'in öğrencileri arasında ünlü şair Can Yücel'in kızı Canan Yücel ile İsmet İnönü'nün kızı Özden İnönü de vardır. Ayrıca Canan Yücel ve Özden İnönü aynı okulda okuyan Nüzhet Hanım'ın büyük kızı Güner'in de okul arkadaşıdırlar.





Fotoğraflar tarafımdan kitaptan alındı.

20 Mayıs 2023 Cumartesi

 


MOĞOLLAR ANADOLU'YU NASIL ELE GEÇİRDİ? 

(HAİN İÇERDEN OLUNCA KAPI KİLİT TUTMAZMIŞ!)




Kendi ülkesinin tarihini bilmeden bugünün dünyasını anlamak zor, hatta imkansızdır. Bizlere okullarda okutulan tarih, hep toprak alma ve toprak kaybetme üzerine yazılı tarihtir. Tarihimizin ekonomik, siyasi ve toplumsal boyutları pek anlatılmaz, ilgili olanlar dışında da pek kimse merak edip araştırmaz. Önemli olan yapılan savaşlarda zafer kazanmak, toprak almak ve fethedilen ülkeleri vergiye bağlamaktır!

Tarih okumayı çok seven bir okur olarak, ülkemizin tarihinden beni çok etkileyen bir olguyu sizlere aktarmak isterim. 13. Yüzyıl. Devir Anadolu Selçuklu Devleti'nin  devri.

Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat'ın oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev'in Sultan'ın veziri Saadettin Köpek ile işbirliği yaparak Sultan'ın zehirlenerek öldürülmesinden sonra Selçuklu tahtına 16 yaşındaki oğul Gıyaseddin Keyhüsrev oturdu. 1236 ile 1246 yılları arasında 9 yıl hükümdarlık yaptı. Bu yıllarda Orta Asya'dan Batı'ya doğru göç eden ve önüne gelen her şeyi yakıp yıkan, yağmalayan Moğol istilası Anadolu'nun da kapısına dayanmıştı. 

Alaaddin Keykubat ölmeden önce, Moğol tehlikesini görerek o zamanlar Anadolu'nun kapısı olarak addedilen Erzurum Kalesi'ni tahkim ettirir, alınması zor bir kale haline getirtir. Moğol Hükümdarı Ögedey, Alaaddin Keykubat'a büyük saygı duyardı. Saygı duymasının nedenlerinden biri, Moğolların bir türlü yenemediği  Harezmşah hükümdarı Celaleddin'i , Alaaddin Keykubat'ın "Yassıçemen" savaşında tek seferde yenmesiydi. Bu zaferle ne derece büyük askeri güce sahip olduğunu gösteren Alaaddin Keykubat'a karşı dikkatli olan Moğollar, ondan çekiniyorlardı.

Oysa oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev, veziri Saadettin Köpek'in yönlendirmesiyle Harezmşah beyleriyle arasını açtı. Moğol istilasını ise önemsemedi. Çünkü Moğollar tarafından ilk defa kuşatılan Erzurum Kalesi alınamamıştı. Ama Moğollar Anadolu'nun kapısını açıp içeri girmeye kararlıydılar. Askeri güçle başaramadıklarını, sinsi planlarıyla gerçekleştireceklerdi. Bu konuda Moğol Ordusunun komutanı Baycu'ya güveniyorlardı.

Komutan Baycu, askeri olarak Erzurum Kalesi'ni alamayacağını anlayınca kale içinden önemli bir mevkide bulunan Şıhneyi casus olarak seçti. Şıhne, Selçuklu Hanedanı'nda hanedan üyesi olmayan valiler için kullanılan ifadedir. Bu valiler genellikle üst komutadaki askerlerden seçilmiştir. Şıhne, hem askeri hem de idari işlerden sorumludur. (Vikipedi) Düşünün Erzurum Kalesi'nin valisi, Moğolların casusu. Yani hain içeriden olunca, kalenin düşmemesi için bir mucize gerekir.

Anadolu Selçuklu ordusunun büyük bir kısmı paralı askerlerden oluşmaktaydı. Bu paralı Frenk askerlerinin komutanı İstankos'tu. İstankos, Haçlı seferleriyle Anadolu'ya gelmiş, sonrasında ücretli askerlik yaparak geçimini sağlayan bir şövalye idi. Sultan Alaaddin Keykubat'a bağlı, cesur bir askerdi. Selçuklu ordusunun başında ise Sinaneddin vardı. Moğol ordusunda ise Gürcü Prensi Avag ile Ermeni Prensi Grigor'un kumanda ettiği çok sayıda Gürcü ve Ermeni askerler vardı.

Şıhne Şerefeddin, bir gece yarısı kale halkı derin uykudayken, Harput kapısını Moğol askerlerine kendi elleriyle açar. Kaleye giren Moğollar diğer kapıları da açarak tüm orduyu içeri alırlar. Askerler önlerine çıkan kadın, çocuk, genç, yaşlı erkek kim varsa kılıçtan geçirirler. Bu sırada Şıhne Şerefeddin korkudan saklanmıştır ama tez zamanda bulunur ve Moğol komutanın karşısına çıkarılır. Moğollar lehine casusluğu, canına dokunulmayacağı ve şıhne olarak görevine devam edeceği garantisiyle kabul eden Şerefeddin  fena halde kandırıldığını anlayamadan bir kılıç darbesiyle kellesi vurulur. Tabii ki Moğol komutanın söylediği şu sözü de duyamadan çoktan ölmüştür; "Biz Moğollar hainleri sevmeyiz. Bugün kendi milletine ihanet eden sen, yarın bize de edeceksin. Bu yüzden cezanı şimdiden veriyorum."

Erzurum'un düşüşünden bir yıl sonra Moğollar tekrar Anadolu'ya girdiler. Onları Kösedağ'da (Bugün Sivas sınırları içindedir) karşılayan Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev, öncü birlikler arasındaki ilk muharebeyi Moğolların kazandığını görünce ordugahını terk edip kaçtı (3Temmuz 1243). Onun bu hareketi Selçuklu ordusunun dağılmasına ve Moğol ordusunun hiçbir direnişle karşılaşmadan Anadolu şehir ve kalelerini birer birer zapt etmesine sebep oldu.

Babası Alaaddin Keykubat'ın zehirlenmesinde parmağı olduğunu öğrenen Hund Hatun, kardeşi Gıyaseddin Keyhüsrev'den uzak olmak için Konya sarayından uzaklaştı. Diyar diyar gezerek kendisini hayır işlerine adadı. Erzurum'daki Çifte Minareli Medrese'nin (Hatuniye Medresesi) yapımını başlatmışsa da Moğolların gülle atışlarıyla taş ustalarının bin bir emekle yükselttikleri medrese duvarları yerle bir edilmiştir. Yıllar sonra medresenin yapımını Kirman'da hüküm süren Kutluğhanlar Hanedanı'na mensup Padişah Hatun üstlenip tamamlamıştır. Padişah Hatun, Moğol-İlhanlı hükümdarı Abaka Han'ın eşiydi.  

Alaaddin Keykubat'ın eşi olan Mahperi Hatun - Hund Hatun ve Gıyaseddin Keyhüsrev'in anneleri- Moğollar Anadolu içlerine doğru ilerlerken Kayseri'de bulunmaktaydı. Kızı Hund Hatun da Erzurum düşmeden önce annesinin yanına Kayseri'ye gitti. Bazılarına göre o ve annesi Mahperi Hatun güvende olsunlar diye Sultan Gıyaseddin tarafından, Kilikya Ermeni Kralı Hetum'un yanına gönderildi. Bazıları da onların Sultan tarafından gönderilmediğini, çaresiz kalan anne-kızın, mecburiyetten Hetum'a sığındıklarını söylediler. Ancak Anadolu Selçuklu yönetimine bağlılık yeminini çoktan bozmuş olan Hetum, Moğolların emrine girmişti. Ve kendisine sığınan Hond Hatun ve annesini hiç tereddüt etmeden yeni efendisi Moğol komutan Baycu'ya teslim etti.  Hond Hatun'un bundan sonraki yaşamıyla ilgili çeşitli söylentiler olsa da akıbetinin ne olduğu bilinemedi. (*)

1256 yılında Cengiz'in torunu Hülagü, İlhanlı devletini kurunca Anadolu'da İlhanlı hakimiyeti başladı. Kösedağ Savaşı yenilgisinden sonra başlayan Moğol istilasından kaçan ve Batı'ya yönelen Türkmenler, Batı Anadolu'nun Türkleşmesini hızlandırdılar. Anadolu Selçuklu Devleti'nin Türkmen Beyleri üzerinde etkisi azaldığı için , bu beyler bağımsızlıklarını ilan etti ve Anadolu'da ikinci beylikler dönemi başladı. 1299'da Söğüt/Domaniç'te kurulan Osmanoğulları Beyliği de bu beyliklerden biridir. 

Kısacası, "Erzurum düşerse Anadolu düşer" sözü, Erzurum'un düşüşüyle gerçeğe dönüştü! Anadolu Selçuklu Devleti'nin Sultanları Moğolların egemenliğine girdi ve Anadolu Birliği bozuldu.

Gıyaseddin Keyhüsrev, babasının zamanında nişanlanmış olduğu Gürcü Prensesi Tamar ile evlendi. Bu evlilikten II. Alaaddin Keykubat doğdu. Gürcü Prenses Tamar'ı çok seven Anadolu halkı ona sevgilerini anlatmak ve kabul ettiklerini belirtmek için Gürcü Hatun dediler.

Gürcü Hatun'un hikayesini okumak için linki tıklayınız:

https://sahriye.blogspot.com/2019/03/gumus-sikke-uzerinde-yasatilan-ask.html



Not: Mahperi Hatun ve dönemindeki olayları okumak için önereceğim kitabın adı; Mahperi Hatun, Anadolu Selçukluları. Yazarı: Gisele Durero-Köseoğlu. GİTa. 3. Basım. Sayfa sayısı:463.

"13. yüzyılda Anadolu'dayız...

Sekiz yıl süren uzun mahkümiyet yıllarının ardından kardeşi İzzeddin Keykavus'un ölümüyle Alaaddin Keykubad tahta çıkmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin Sultanı olan Alaaddin bir süre sonra Prenses Destina'yla evlenmiş ve Destina, Mahperi Hatun adını almıştır. Mahperi Hatun, var oluş mücadelesine girmiş, eşinin aşkı ve tek oğlunun geleceği için savaşmıştır. Mahperi Hatun için en büyük sorun, ikinci eş Eyyübi Melikesi Gaziye Hatun ve oğulları olmuştur...

(Kitabın arka kapak yazısından)



Kaynak: Erkan Göksu, Hüzün Melikesi - Selçuklular ile Moğollar Arasında Geçen Bir Ömür. Kronik. Sayfa sayısı:199




16 Mayıs 2023 Salı

 


KESTANE AĞACI NERELERDE KULLANILIR?



Kestane ağacı tanen içerdiğinden örümceklerin ağ yapamadığı ağaçlardan biridir. Kestane ağacı erozyonu ve su kaybını önlemesi bakımından büyük önem taşır. Kerestesi iyi cila kabul ettiğinden mobilyacılıkta, odunu sert ve dayanıklı olması sebebiyle de ev yapımında kullanılır. Bursa Cumalıkızık Köyü'nün evleri kestane ağacından yapıldığı için 200 yıldır hala ayakta. Mimarlık alanında en prestijli ödül sayılan Ağa Han Mimarlık Ödülü bu nedenle geçtiğimiz yıllarda Cumalıkızık Köyü'ne verildi.

Karadenizli tekne ustaları, ünlü takalarının omurgasını suda kolay çürümeyen kestane ağaçlarından yaparlar. Çürümeye karşı dayanıklı olması sebebiyle yapı işlerinde, demiryolu raylarının döşenmesinde, gemi yapımında ve elektrik direği olarak kullanılır. Kestane ağacının yaprak ve çiçeklerinden ilaç ve kozmetik sanayinde faydalanılır. Genç sürgünlerinden ise sepet ve küfe yapılır.

Sonbaharın gelmesiyle birlikte de kestaneden kebap yapılır ve afiyetle yenir.


 






Fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir. İzinsiz kullanılamaz.



5 Mayıs 2023 Cuma

 



KARDELEN İLE MENEKŞENİN HİKAYESİ






Çok uzun yıllar önce, iki kır çiçeği birbirlerine aşık olmuşlar. Bu çiçeklerden kardelen sevgilisi menekşeyi o kadar çok seviyormuş ki, baharda açtıklarında, her yeri donatan çiçeklerden onu kıskanıyormuş. Bu kıskançlığa daha fazla dayanamayan çiçek, baharda açıp kalabalığın içinde kaybolmak yerine, kışın dondurucu soğuğunda açarak canından çok sevdiği sevgilisini daha çok görmeyi hayal etmiş. Sevgilisine, "Biz, diğer çiçekler gibi bu bahar açmayalım. Kışın ortasında, herkesin soğuktan kaçtığı karlı günlerde açalım ki, bütün doğa bize ait olsun, bir ömür birlikte olalım," demiş kardelen. Menekşe de sevgilisinin bu fikrini çok beğenmiş ve bir dahaki sefere hiç kimsenin açmaya cesaret edemediği dondurucu soğukta açmaya karar vermişler. Kardelen kışın gelmesini ve karın yağmasını beklerken, menekşe dayanamamış ve o yaz açmış. Kardelen, sabırsızlık ve özlemle karın bir yorgan gibi kapladığı toprağı delerek açmış gözlerini dünyaya ve her yerde o güzel sevgilisini aramış. Kışın ortasında, hiçbir çiçeğin açmaya cesaret edemeyeceği bir ortamda, aşkı ile baş başa kalabilmek ve ona sevgisini gösterebilmek için beklemiş, beklemiş, beklemiş...

Bir süre sonra ümidini yitiren çiçek, yaşadığı hayal kırıklığından dolayı boynunu eğmiş ve soğuğa daha fazla dayanamayarak ölmüş...O gün bugündür, karda açan ve sevgilisini bekleyen çiçeğe "Kardelen", sevgilisine sadık kalmayıp onu yarı yolda bırakan çiçeğe ise "Hercai" denmiş.

Herkesin kalbinde yer eden bu hikaye: eğer aşık olursan kardelen gibi cesur ol. Kardelen kadar cesaretin yoksa aşık olma! şeklinde nasihatlere konu olmuş.








Kaynak: bolge4.tarimorman.gov.tr

Kardelen ve menekşe fotoğrafları tarafımdan çekilmiştir. İzinsiz kullanılamaz.



3 Mayıs 2023 Çarşamba

 

 AZ BİLİNEN GERÇEKLER 


1-"Gel ne olursa olsun gel..." diye başlayan şiir Mevlana'ya değil, Ebu'l Hayr'a aittir.

2-II.Abdülhamid'e atfedilen "Erzurum düşerse Anadolu düşer     sözü, Sultan II.Abdülhamid'e değil, tarihi kayıtlara göre Ahmet Muhtar Paşa'ya aittir.

3-Niyazi Olmak deyimi, İttihat ve Terakki Dönemi'ndeki Hürriyet kahramanı Niyazi Bey'in anlaşılmayan bir sebeple öldürülmesinin ardından, şehit sayılıp sayılamayacağına dair tartışmaya ilişkin bir telmihtir. (Telmih: Anlatılmak istenen şeyi söz arasında imalı olarak belli etme, açıkça söylememe.)

4-Horasan (Horasan, güneşin yükseldiği yer demekmiş) Bölgesi'ndeki Buhara'da, Semerkant'ta "Mala Bak" anlamında kullanılan "bakmal", "bahmal" kelimesi zamanla Anadolu'da "bakkal" olmuş.

5-Yemek konan ve taşınabilir olan küçük kaplara, "yemek tası" değil, sefere çıkan dedelerin anısına "sefer tası" denilmiş.

6-Osmanlı padişahları, muhasara edilen kalelere son hücumdan önce yüksekçe bir yere çıkıp askerlerin duyacağı bir şekilde "Üç gün yağma kanundur!" derlerdi. Bu sözün anlamı, kale alındığı takdirde askerin kaledeki mücevherleri, paraları alabileceği, kadınlara istedikleri gibi davranabilecekleri, kendilerine engel olan erkekleri öldürebilecekleriydi. O üç günün sonunda kanun gereği kalede tecavüz edilmemiş kadın kalmazdı. O dönemde, düşmanını yenen Avrupalı ve Asyalı tüm  ordularda da bu kanun vardı! 1683 yılında yapılan II. Viyana kuşatmasında Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa yağma izni vermediği için Viyana'yı alamadı.

7-Ressam Şevket Dağ, İstanbul'dan gelip Ankara'da sergi açtığında dönemin Cumhurbaşkanı Atatürk, hükümetteki bakanlara resim sergisine gitmelerini söyler. Atatürk, serginin son gününde ikinci kez gittiği sergide tek bir tablo bile satılmadığını görür, bakanların gelip gelmediğini sorar. Hepsinin geldiğini söylerler. Bunun üzerine Atatürk; "Bakanlar bakmışlar ama görememişler, Şevket Bey hepsini Köşk'e alalım, şimdi vaktim yok, orada uzun uzun inceleyeyim" der. Sergideki tabloların bir tanesini kendi parasıyla, geri kalanları devlet bütçesinden satın alır. 

Atatürk'teki inceliğe ve zarafete bakar mısınız? Sanatçı kendisini borçlu, mahcup hissetmesin diye, şimdi zamanının olmadığını, sonra uzun uzun inceleyeceğini söylemiş. Çok büyüksün ATAM...

8-Kurtuluş Savaşı'nda Hindistan Müslümanları (Bugünkü Pakistanlılar. Pakistan o zamanlar Hindistan'dan ayrılmamıştı), bin lira toplayıp, savaşta harcansın diye  göndermişler Anadolu'ya. Bu para makbuz karşılığında alınıp paranın bir kısmı savaşta harcanmış. Geriye kalan para saklanmış ve Cumhuriyet kurulduktan sonra Cumhurbaşkanı tarafından bir banka kursun diye Celal Bayar'a verilmiş. Böylece, Türkiye İş Bankası kurulmuş.

9-Aldous Huxley'in "Cesur Yeni Dünya" adlı romanında Fordlandia adlı hayali bir ülke vardır. Bu ütopik ülkede insanlar "Ford bağışlasın, Ford cezanı versin, Ford yardımcın olsun" türünden sözler söylerler. Meğer Fordlandia diye bir yer gerçekten varmış Brezilya'da. Hikayesi şöyle: Henry Ford lastik üretmek için kauçuk ağacı yetiştirmek ve Detroit'tekine benzer büyük bir araba fabrikası kurmak, Brezilyalıların ucuz iş gücünden yararlanmak amacıyla Brezilya'da bulunan yağmur ormanlarından büyük bir ormanlık alanı satın alıp milyonlarca ağacı kestirmiş. Kesilen ağaçların yerinde AVM dahil, eğlence yerleri ve büyük bir araba fabrikası olan devasa bir kasaba kurdurtmuş. Ancak Brezilyalı işçiler, kapitalist sistemin çarkının işleyişine ayak uyduramamışlar. Dolayısıyla üretim ilerlememiş ve kasaba terk edilmiş. 

Konuyla ilgili daha geniş bilgi için linki tıklayınız: https://www.ekoiq.com/bir-surdurulebilirlik-dersi-fordlandia/

10-Eskiden tüm kadınlar sokakta çarşaf ve peçeyle dolaşır, yüzlerini yabancı erkeklere göstermezlerdi. Tek bir istisna vardı; eğer padişah kendileriyle konuşuyorsa yüzlerini açmak zorundaydılar. Bu teamülün yanı sıra bir de yazılı olmayan kuralın bulunduğu söyleniyor kaynaklarda. Bu kural da şu: Eğer bir padişah halktan herhangi bir evli kadının yüzünü görüp onu beğenirse, kadını kocasından boşatıp onu alma hakkı varmış. Bu yazılı olmayan kuralı uygulayan az sayıdaki padişahlardan biri olan II. Selim, şehzadeliği döneminde eşrafın güzelliği ile nam salmış eşleriyle birlikte olmuş. Kendisini padişaha şikayet etmeye çalışan eşrafı ise öldürtmüştü. Bir de Sultan İbrahim'in bir paşanın güzel eşini elinden alma gayreti olmuş.

11-Fuzuli'nin söylediği "İlimsiz şiir temelsiz duvara benzer, gayet itibarsız olur" sözünü bilmeyen şair yoktur sanırım. Ancak Fuzuli'nin gerçek kimliğini az kişi bilir diye düşünüyorum. Kerkük Türkmenlerinden, Bayat Boyu'ndan, Azeri Türkçesiyle şiirler yazmaya başlayan Mehmet adlı şair, kimsenin beğenip de seçmeyeceği bir mahlas olsun diye "Fuzuli" yi seçmiş. Bunu seçmekteki amacı şuymuş: Çoğunluğun kullandığı türden bir mahlas seçerse (Karacaoğlan gibi), ünlü olmazsa şiirlerinin aynı mahlası kullanan ünlü bir şairin şiirlerine katılmasından, eğer ünlü olursa da başkalarının şiirlerinin ona mal edilmesinden endişe duyduğu içinmiş. Fuzuli bu tür tehlikeyi önleyecek türden bir mahlasmış. Ama zaman geçmiş Fuzuli'nin bir oğlu olmuş. O da şiir yazmaya başlayınca, babasına zıtlık olsun diye şiirlerinde Fazli mahlasını kullanmış. Fuzuli'ye karşı Fazli!

12-Üstün Dökmen'in yazdığı "Komşu Köyün Delisi" adlı oyun Ankara Devlet Tiyatrosu'nda 477 defa sahnelenerek bir rekor kırmış.


Kaynak: Yukarıdaki bilgiler, Üstün Dökmen'in Palandöken adlı romanından tarafımdan derlenmiştir.