16 Nisan 2023 Pazar

 


TOLSTOY'DAN SEÇTİĞİM 12 SÖZ



Bütün Mutluluklar Birbirine Benzer, Tolstoy'un eserlerinden derlenmiş bir seçki. Ben de, bu seçkiden özenle seçtiklerimi paylaşmak istedim. :)

1- "Ben mi başkalarının göremediklerini gördüğüm için deliyim, yoksa tüm bu gördüklerimden sorumlu olan onlar mı deli?"

2- "Özgür düşünen insanlar önyargılara yenilmeksizin akıllarını kullanmaya gönüllüdürler ve kendi inançlarına, geleneklerine ya da haklarına ters düşen şeyleri bile anlamaktan korkmazlar. Bu dürüm pek yaygın değildir, fakat doğru düşünme için olmazsa olmazdır."

3- "Çoğunluğun ona inanması, bir yanlışın, yanlış olduğu gerçeğini değiştirmez."

4- "Öyle kötü bir insandı ki ölümü herkeste, yakında kokacak bu cesedi ortadan kaldırmak zorunluluğunun verdiği telaşın can sıkıntısından başka bir duygu uyandırmamıştı." 

5- "Güç, kitlelerin isteklerini bir özet halinde hızlı veya stratejik bir şekilde yine kitleler tarafından seçilen liderlere devredilmesidir."

6- "Bir rahibin sözleri: 'Hepimiz kardeşiz, fakat ben hırsızları ya da hayat kadınlarını yargılamak, kınamak hatta idam etmek için maaş alıyorum. Hepimiz kardeşiz, fakat ben sırf zenginlerin ve tembellerin lüksleri karşılanabilsin diye zavallı işçilerden vergi toplamak için maaş alıyorum. Hepimiz kardeşiz, fakat ben kendim bile inanmıyorken; insanların gerçek dini anlamasına engel olan sahte bir Hristiyanlıkla ilgili vaaz verdiğim için maaş alıyorum.'"

7- "Bir tanıdığımızın yakınının ölüm haberini alınca hepimizi bir ölüm düşüncesi sarar. Ama bu düşüncenin içinde ufak da bir rahatlama vardır, neyse ki bizim sevdiklerimiz hala hayattadır."

8- "Bu dünya için sıradan bir yalan olabilirsiniz. Fakat kim bilir belki de birisi için, onu hayata bağlayan tek gerçeksiniz."

9- "Şikayet ettiğiniz yaşam, belki de başkasının hayalidir."

10- "Temelde hepimizin amacı aynıdır; para ve şöhret. Kimse çıkıp da 'benim için önemli değil' demesin. Her insanın bilinçaltında bunlar vardır."

11- "İyilik yapsak hatırlanmaz, yanlış yapsak unutulmaz. Biz en iyisi kimsenin yapamazsınız  dediklerini yapalım, çünkü onlar asla akıllardan çıkmaz."

12- "Halk o kadar düşük bir maddi ve manevi gelişme düzeyinde bulunuyor ki, kendisine yabancı olan her şeye karşı çıkmak zorunda kalıyor."



10 Nisan 2023 Pazartesi

 


CENGİZ AYTMATOV'UN DÜNYAYA TANITTIĞI İKİ EFSANE;

MANKURT VE DÖNENBAY KUŞU



Dünyaca ünlü büyük yazarlar hakkında yazmak zor iştir. Nereden, nasıl başlayacağınızı bilemezsiniz çünkü. İşte bu büyük yazarlardan biri, Kırgız yazar Cengiz Aytmatov'un tarihin tozlu raflarından çekip çıkararak tüm dünyaya tanıttığı ve edebiyat literatürüne kazandırdığı "mankurt" sözcüğü ve unutulmuş efsanesini yazacağım bugün. Hem de "Gün Olur Asra Bedel" kitabından derleyerek. Ama nereden başlasam, nasıl anlatsam? En iyisi, Cengiz Aytmatov'un adını ilk duyduğum geçmiş zamanlara giderek başlamak. :)

Yıl 1977. Atıf Yılmaz'ın yönettiği "Selvi Boylum Al Yazmalım" filmi sinemalarda gösterime girmişti. O zamanlar gençlik başımda duman halleriyle filmi izlemeye gitmiş, filmi çok beğenmiş ve etkilenmiştim. Kamyon şoförü İlyas ile köylü kızı Asya'nın sonu hüsranla biten aşklarından kim etkilenmezdi ki? Özellikle filmin son sahnesini hiç unutmadım. Sahne şöyleydi hatırladığım kadarıyla; Asya ile İlyas'ın oğlu Samet'in biyolojik babası İlyas'a değil de onu besleyip büyüten, baba dediği Cemşit'e doğru gidişini ve bu gidişle annesinin "sevgi" üzerine dile getirmediği ama düşüncesinde sorguladığı sevgiyi anlatıyordu. Şöyle diyordu Asya'nın iç sesi: "Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti." Ve oğul Samet de hiç  tanımadığı öz babası yerine, Cemşit babasında bulduğu bu sevgiyi seçmiş, ona doğru koşmuştu. 

Film sonrası, bu filmin Cengiz Aytmatov'un 1970 yılında yayımlanan "Kırmızı Eşarp" romanından sinemaya uyarlandığını öğrenmiştim. İşte benim ünlü Kırgız yazarla tanışmam bu film sayesinde olmuştu.

Aradan uzun yıllar geçti ama Cengiz Aytmatov'un eserlerini hala okumaya devam ediyorum. Yeni bitirdiğim "Gün Olur Asra Bedel" romanı da bunlardan biri. Kitap sinemaya uyarlanmış ama ülkemizde gösterime girdi mi bilmiyorum. Gün Olur Asra Bedel romanında yazar yaşadığı dönemde kimliksizleştirme, köklerine yabancılaştırma nedeniyle sistemi eleştirirken, tüm dünyaya "Mankurt Efsanesi"ni de tanıtmış, literatüre yeni bir kavram kazandırmıştır. 

Aytmatov çocukken babaannesinden dinlediği halk hikayeleri, masallar, efsaneler ve mitleri romanlarında yazarak Türk Dünyası'nın gelenek ve göreneklerini tüm dünyaya tanıttı. Dünyada eserleri 176 dile çevrilen ilk ve tek yazardır.

Gün Olur Asra  Bedel romanı Kazakistan'da Aral Gölü'nün yakınında bulunan Sarı Özek bozkırındaki Boranlı istasyonunda geçer. Boranlı istasyonu ve çevresi çetin coğrafi şartları olan adeta unutulmuş bir yerdir. Burada yaşayan insanların birbirlerine tutunmaktan başka çareleri yoktur. Aytmatov, romanda mankurt efsanesini metafor olarak kullanarak "toplumsal ve kişisel bellek" yitiminin nelere sebep olacağını anlatır. Kısaca söylemek gerekirse, bir toplumun dil ve kültürünün yok edilmeye çalışılmasıyla (asimilasyon), tarihsel bağlarından  koparılması şiirsel bir dille anlatılır. Romanı bitirdiğimde zihnimdeki soru şu oldu; "Günümüzde çeşitli iletişim araçlarıyla, istenilen algı yaratılarak  mankurtlaştırılan zihinlerden "modern köleler" yaratılmadı mı?"

MANKURT EFSANESİ

Çin kaynaklarında "Juanjuan" olarak adlandırılan "Cücenler", (Arap ve Bizans kaynaklarında "Avar", Göktürklerde "Apar" denilmekte) Asya kıtasında güneyden sıkıştırılınca Kuzeye doğru kaçmışlar ve Sarı Özek bozkırını ele geçirmişler. Bundan sonra otlaklarını genişletmek, köle toplamak amacıyla Sarı Özek'e yakın yerlere sık sık baskınlar düzenlemişler. Çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan pek çok tutsak almışlar. Alınan tutsakların hepsi ya satılıyor ya da köle olarak kullanılıyormuş. Juanjuanların baskınlarından bıkan Sarı Özek bozkırındaki oymaklar bu baskınlara karşı koymaya başlamışlar. Ve  sonrasında kıran kırana savaşların ardı arkası kesilmemiş.

Juanjuanların, hayvancılığa çok elverişli otlaklara sahip olan Sarı Özek'ten gitmeye niyetleri yokmuş. Bozkıra yerleşmek ve kalıcı olmak için direnmişler. Uzun bir süre bıktırıcı savaşlar sürüp gitmiş. Bu savaşlarda kimi zaman Juanjuanlar, kimi zamanda Sarı Özek Oymakları savaşı kazanmışlar. Arada sırada ise sessiz bir dönem oluyormuş.

Juanjuanlar savaşta tutsak alıp satmadıkları güçlü, kuvvetli genç erkeklere korkunç işkenceler yaparlarmış. Bu işkencelerden belleğini yitirmiş olarak sağ çıkanları da köle olarak çalıştırırlarmış. Ele geçirdikleri delikanlının önce kafasını kazıyıp, saç diplerini kesip kanatırlarmış. Bu işlem sürerken usta kasaplardan biri iri bir deveyi hemen oracığa yatırıp kesermiş. Kestikten sonra derisini yüzermiş. Deve derisi boyun bölgesinde çok kalın olduğu için boyun derisinden kesilen bir parça sıcağı sıcağına tutsağın kazınmış ve kanatılmış başına geçirilirmiş. Deve boynundan bu deri örtü tutsağın başını sımsıkı kavrarmış. Bir deveden beş-altı kişiye yetecek kadar boyun derisi çıkarmış. Kafasına deri geçirilen tutsak başını yere sürtmesin diye boynuna tahta kalıp takılır, yürek yakan çığlıklarını kimse duymasın diye ıssız bir yere götürülürmüş. Kolları, bacakları bağlı tutsak orada, güneşin altında aç susuz birkaç gün kalırmış. Başına deri geçirilenlerden çoğu acıya dayanamayıp ölür, sağ kalanlar ise hafızalarını yitirerek geçmişlerini hatırlamayan birer "mankurt" olurlarmış. Tutsakların yakınları köleleştirme işlemi son bulmadan kurbanı kurtarmak için bazen akınlar düzenlerlermiş ama Juanjuanlar bu baskınları işkence yaptıkları yerlere koydukları kolcularla önlerlermiş. Eğer tutsaklardan birini mankurt yapıldığı yöreye yayılırsa, artık onun en yakınları bile zavallıyı kurtarmaya ya da fidye yoluyla satın almaya yanaşmazlarmış çünkü bir mankurt ve bir bostan korkuluğu arasında hiçbir fark kalmazmış. 

Sarı Özek'in yakıcı güneşi altında bırakılan bu tutsakların çoğu, açlık ve susuzluktan değil, acıdan ölürlermiş. Beş altı kişiden ancak biri sağ kalırmış. Sımsıkı başlarını saran taze deve derisi kurudukça tutsağın başını mengene gibi sıkıştırırmış. Bu acı yetmezmiş gibi, ikinci günden itibaren uzamaya başlayan Asyalı soyunun fırça gibi  sert saç kıllarından bazısı deriyi delip dışarı çıkarmış ama çoğu çıkamayıp geri dönüp tutsağın kafasına diken gibi saplanırmış. Bütün bu acılar sonunda tutsaklar aklını yitirmeye başlarlarmış. Beşinci günün sonunda bir tutsak sağ kalmışsa Juanjuanlar bunu amaçlarına ulaşmış sayarlarmış. Belleğini yitirmiş köleyi alır, boynundaki kalıbı çıkarır, ekmek ve su verirlermiş. Zavallı köle zamanla kendini toparlar güçlenirmiş. Böyle bir mankurt seçme on tutsağa eşit sayılırmış piyasada. Hatta Juanjuanlar arasında şöyle bir töre varmış: Eğer kendi aralarındaki çarpışmalarda birisi birisinin mankurdunu öldürürse böyle bir kayıp yüzünden ödenecek fidye özgür bir insan için ödenecek fidyenin üç kat fazlası olurmuş.

Mankurt kim olduğunu, soyunun sopunun nereden geldiğini, adını, çocukluğunu, anasını, babasını bilmezmiş. Kısacası insan olduğunun bile farkında değilmiş. Benlik bilincini yitirdiği için efendisine ekonomik açıdan büyük avantajlar sağlarmış. Mal sahibinin evindeki hayvanlardan bir farkı yokmuş; ağzı var, dili yokmuş yani. Herhangi bir köle sahibi için en büyük tehlike kölenin başkaldırmasıymış. Her köle fırsat buldukça isyan eder mantığı geçerliymiş. Oysa mankurt, köleler arasında kaçmayı, başkaldırmayı düşünmeyen, alışılmışın dışında bir varlıkmış. Köpeklerin sahiplerini dinlemeleri gibi mankurt da sahibinin sözünden dışarı çıkmazmış. Efendisinden başkasının sözünü dinlemez, karnını doyurmaktan başka şey düşünmezmiş. En kirli, en ağır işler mankurtlara verilirmiş. Sarı Özek bozkırının kuş uçmaz, kervan geçmez çayırlarında sürü otlatmak ancak mankurtların dayanabileceği bir iş olduğundan, deve sürüleri bu zavallılara güttürülürmüş. Bir mankurt için efendisinin buyruğundan daha yüce bir şey yokmuş. Açlıktan ölmemek için yiyeceğini, soğuktan donmamak için giyeceğini verdikten sonra başka bir şey istemezmiş.

Kafasına sürekli şapka takan bir mankurtu ölüm bile korkutamazmış ama "gel senin kafanı tütsüleyelim!" denmesi bir mankurt için en büyük cezaymış. Mankurt bu söz üzerine yaban atı gibi tepinir, kafasına kimseyi dokundurtmazmış. Gece gündüz şapkasını başından çıkartmazmış, onunla yatar, onunla kalkarmış.

Oğlu Jolaman'ın yaşadığını ama mankurtlaştırıldığını tüccarların konuşmalarından  duyan Nayman Ana'nın yüreği dayanamamış, oğlunu kurtarmak için binmiş "Akmaya" adını verdiği devesine ve koyulmuş yola. Aslında bozkırda deve güden mankurtun kendi oğlu olduğundan emin değilmiş ama gerçeği öğrenemezse rahat edemeyecekmiş. Ana yüreği işte, her devirde çocukları için aynı sevgiyle ve özveriyle çarpar.

Şafak sökerken yola çıkan Nayman Ana, oğlu kendisini görünce yas tuttuğunu anlamasın ve üzülmesin diye (Daha önce obasındakiler bulunamayan oğlunun öldüğünü söylemişler çünkü)  başına ak yazmayı bağlamış. 

Az gitmiş uz gitmiş bir tepenin ardında yüzlerce deveden oluşan bir sürüye rastlamış. Çobanı gördüğünde oğlunu hemen tanımış Nayman Ana. Ne yazık ki ne derse desin, ne anlatırsa anlatsın oğlu anasını tanıyamamış, geçmişine ait hiçbir şeyi hatırlayamıyormuş. Çünkü o artık bir mankurtmuş.

DÖNENBAY KUŞU EFSANESİ

Nayman Ana oğluna bıkmadan usanmadan babasının adını, geçmişini anlatadursun, oğlu boş gözlerle ve hareketsiz bir şekilde ona bakıyormuş. Bu duruma içi yanıp kavrulan Nayman Ana ağlayarak, "Bir insanın elinden malı-mülkü, bütün zenginliği hatta hayatı bile alınabilir ama insanın hafızasını almak gibi bir cinayet işlenir mi? Ey rızık veren Tanrı! Eğer varsan, insanların aklına böyle bir şeyi nasıl getirirsin? Yeryüzünde zulüm, kötülük az mı ki!" diye haykırmış.

Jolaman'ı mankurtlaştıran efendisinin geldiğini gören Nayman Ana, hızla oradan uzaklaşmış. Durumdan işkillenen efendisi mankurta o kadının kim olduğunu sormuş.  O da kadını tanımadığını söylemiş söylemesine de efendi bu, işi ciddiye alıp, Jolaman'a bir ok ve yay vermiş. Ve demiş ki, o kadın bir daha gelirse onu öldür. 

Juanjuan efendisinin oğlunun yanından uzaklaştığını gören Nayman Ana tekrar gelmiş ve oğluna "Senin babanın adı Dönenbay" diye tekrar tekrar söylemiş. Efendisinin emrini yerine getirmek isteyen mankurt oğul, yayını germiş ve okunu fırlatmış. Oğlunun attığı ok, Nayman Ana'nın sol böğrüne isabet etmiş. Devesine yapışarak yere düşmeden önce başındaki ak yazma  havalanıp kuş olmuş, uçmuş. Nayman Ana'nın son sözleri de "Adını hatırla! Kim olduğunu hatırla! Babanın adı Dönenbay! Dönenbay! Dönenbay!" olmuş.

Bu olaydan sonra Dönenbay kuşu Sarı Özek bozkırında geceleri uçup dururmuş. Karşısına bir yolcu çıktığında da ona yanaşıp "Adını biliyor musun? Kim olduğunu biliyor musun? Babanın adı Dönenbay! Dönenbay! Dönenbay!" diye ötermiş.

Sarı Özek'te dillere dolanan efsane böyle anlatılır. Yörede kutsal kabul edilen Ana Beyit Mezarlığı adını bu kadından almıştır. "Ana Beyit", ana ruhu, ana huzuru, ana ölüsü anlamına gelir.

Romanda geçen bir olay daha var ki, adeta günümüzü anlatıyor. ABD ve Rusya'nın birlikte yürüttüğü "Demiburg" adlı bir proje ve "Orman Göğsü Gezegeni". Bunu da kitabı alıp okumanız için burada yazmayayım. :)

CENGİZ AYTMATOV KİMDİR?

Cengiz Aytmatov (D: 12 Aralık 1928, SSCB  / Ö: 10 Haziran 2008 Almanya), Kırgız yazar, gazeteci, çevirmen, diplomat ve siyasetçidir. Türk dünyasının ünlü yazarlarından biri olan Aytmatov, dünya edebiyatında tartışılmaz bir yere sahip eserleriyle Türk kültürünün zenginliğini bütün dünyaya tanıtmıştır. 

II.Dünya Savaşı sonrası yazarlar arasında yer alan Aytmatov'un ünü "Cemile "romanıyla tüm dünyaya yayıldı. Louis Aragon, Cemile'yi "dünyanın en güzel aşk hikayesi" olarak tanımlamıştır. 

Cengiz Aytmatov, sadece insanların değil, hayvanların psikolojisini de romanlarında anlatmıştır. Bunlardan ikisi; "Dişi Kurdun Rüyaları" ile "Elveda Gülsarı" olan kahramanları kurt ve at olan romanlarıdır. Cengiz Aytmatov, Kırgızistan Dışişleri eski bakanı Askar Aytmatov'un babasıdır.

Son olarak bir anımı paylaşmak isterim. 1980'li yılların başında bir arkadaşımın eşi doğum yapmıştı. Bebeği görmeye gittiğimde adının Cemile olduğunu ve bu ismi babasının koyduğunu öğrenince sormuştum; Neden bebeğine eski bir isim olan Cemile adını koydun? diye. O zamanlar doğan bebeklere pek duyulmamış yeni  isimler koymak modaydı. Arkadaşım; "Cengiz Aytmatov'un Cemile romanını okumuş ve çok sevmiştim. Kızım olursa adını Cemile koyacağım demiştim kendi kendime ve kızım oldu, adını Cemile koydum" diye cevaplamıştı sorumu. Cemile'yi okumadığımı söylemeye utanmış ve çok güzel olmuş diyebilmiştim sadece. Sonrasında bu utancımı gidermiştim. :)

 

Kaynak: Cengiz Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel. Türkçeleştiren: Mehmet Özgül. Nora Yayınları.