22 Kasım 2021 Pazartesi

 



Z KUŞAĞI İLE İLGİLİ GÖZLEMLERİM


Son zamanlarda Z kuşağının adını sıkça duyar olduk. Basın-Yayın organlarında Z kuşağı şöyle, Z kuşağı böyle söylemleri almış başını gidiyor. Ee, günceli kaçırmak olmaz dedim ve gözlemlerimi yazmak istedim. Çünkü ailemde ve çevremde Milenyumda doğmuş olan, şimdinin gençleri var ve onlarla sık sık muhabbet eder, internet ve sosyal medya konularında beni bilgilendirmelerini isterim. Başım sıkışınca da yine bu İnternet kuşağı olan çocuk ve gençlerden yardım alırım. Böyle olunca, Z kuşağını yakından gözlemleme şansım oldu. Dolayısıyla, yazdıklarım tamamen kendi gözlemlerime dayanmaktadır. Ancak yaptığımın "kontrolsüz gözlem (yani plansız programsız, tamamen doğal ortamda, doğal olarak gelişen gözlem)" olduğunu da özellikle belirtmek isterim.

Bildiğiniz gibi kuşaklar yıllara göre belirleniyor. Z kuşağı için zaman aralığı tartışmalı olsa da ben, 2000 yılı ve sonrasında doğanları gözlemledim. Dolayısıyla bu gözlemlerime dayanarak, Z kuşağına güvenlerini açıklayan siyasilere bir sorum olacak. Sorum şu:

Gelecek için Z Kuşağından medet umuyorsunuz ya. Bu kuşağın aşağıdaki özelliklerinden hangisine ya da hangilerine güvenip de bunu söylüyorsunuz? 

Z Kuşağı;

-Doğayı ellerinde bulunan amoled ekranlar ya da çarşıda, pazarda, yolda gözümüze gözümüze sokulan dijital ekranlardan tanıyıp severler. Bir ağaçtan meyve koparıp tatmamışlardır. Ağaçlar nasıl büyür, nasıl beslenir, nasıl meyve verir bilmezler. Kısacası, dört duvar arasında sıkışıp kalan ama bu sıkışıklığı ekranlarda aşmaya çalışan bir kuşaktır.

-Son derece bencildirler. "Önce ben" demeyi şiar edinmişlerdir.

-Emeğin ne olduğunu bilmedikleri için "emeğe saygı" kavramını anlayamazlar. Oturdukları yerden hiç çalışmadan, yorulmadan çok para kazanmak isterler. "Emeksiz yemek olmaz" dediğinizde, o söz eski zamanlarda geçerliymiş cevabını alırsınız büyük  olasılıkla.

-Takım çalışmalarına yatkın değildirler, bireysel davranmayı, kimseden emir almamayı tercih ederler.

-Özgüvenleri çok yüksektir. Onlar için "mümkün değil-imkansız" sözcükleri geçerli değildir.

-Z Kuşağı için dün geçmiştir, gelecek henüz gelmemiştir; öyleyse endişelenecek bir durum yoktur. Yalnızca şu an vardır ve "anı yaşa" mottosunu hayata geçirmeyi severler.

-Fedakarlık mı dediniz, o da neymiş? Bu kelimenin anlamının yanından bile geçmezler.

-Teknolojinin kucağına doğdukları için bilgiye hızlı erişmek isterler. Bu nedenle teknolojik gelişmeleri yakından takip ederler ve ellerindeki aygıtın bir üst modeli piyasaya sürüldüğünde hemencecik ona sahip olmak isterler. Para varmış yokmuş kimin umurunda? Anneler ve babalarının paraları çocukları için emre amade bekliyor nasılsa!

-Tutumlu olmak ne demektir bilmezler. Onlar için önemli olan istediği şeyin yenisine  sahip olmaktır. Eskidi mi at çöpe, tamir etmek boşuna zaman kaybından başka bir şey değildir.

-Bir iş yaparken ve de sosyal ilişkilerden(yüz yüze) çabuk sıkılırlar ama isteklerinde sonuna kadar diretirler.

-Toplumun koyduğu kuralları tanımazlar, asi ruhludurlar. Kendi kurallarım var benim; ben topluma değil, toplum bana uysun mantığı içinde hareket ederler.

-Aileleri ile sık sık çatışmaya girerler. Nasihat almaktan hiç hoşlanmazlar. Kendi doğruları vardır ve doğru bildiklerini sonuna kadar savunurlar.

-İnternet üzerinden sosyalleştikleri için hemen her sosyal kesimle iletişim kurmada zorlanmazlar.

Bütün bu gözlem sonuçlarım, diğer kuşaklar için olumsuz nitelikte görülebilir. Peki bu Z kuşağının hiç mi olumlu bir yönü yok diyebilirsiniz. Tabii ki var. Örneğin; Son derece iyimserler. Ayrıca teknoloji sayesinde bilgiye çok hızlı bir şekilde ulaşabiliyorlar. Hızlı bilgi edinme sayesinde düşünme yetileri gelişmiş. Dolayısıyla, herhangi bir düşünceyi, ideolojiyi sorgulamadan kabul etmeleri oldukça güç. Bu da iyi bir şey. 

Kuşaklarla ilgili benim düşüncem; siz siz olun Y kuşağına güvenin derim. Y kuşağı, X ve Z kuşağının ortalaması olmasının yanı sıra her iki kuşağın yaşadığı dönemi de  bilirler. Kısacası, eski ve yeni dönem kıyaslaması yapabilirler ve iyi olanın  ayrımına varabilirler...



10 Kasım 2021 Çarşamba

 


MUSTAFA KEMAL'İN GÖZÜNDEN ANKARA

Mustafa Kemal Atatürk'ün Yunus Nadi'ye Verdiği Röportaj, 7 Mayıs 1924



İstanbulumuz güzeldir, ancak Ankaramız bütün eksiklerine rağmen, daha az güzel değildir. Onu özellikle bizler biliriz, değil mi? Ayrıca fazla olarak şimdi Ankara, devletimizin merkezidir de. Gerçekte Ankara, durumu nedeniyle, merkezi yönetim için çok ilgi çekici ve güven verici bir noktadadır. Bu nedenle benim kararlarım, hareketlerim ve girişimlerim üzerinde doğal olarak etkilerini göstermiştir. Gerçekten işe ülkenin doğusunda, doğu sınırından başladım. Sonra daha batıya gelmek zorunluluğunu duydum. Sonunda Ankara'da durdum ve ülke işlerini, milletin arzusu doğrultusunda yönetmek için başka yere gitmeye gerek duymadım. Türkiye'nin ve Türk milletinin ve Türk milleti yararına işlerin en sağlam savunmasının da ancak Ankara'dan olabileceği olaylarla da belirginleşmiştir. En zor şartlar içinde, en az hazırlıklı olduğumuz halde en büyük darbelerin tersine çevrilebilmesinin en güçlü nedenleri arasında Ankara'nın coğrafi yeri de vardır.

* * *

Ankara'nın doğal konumu ve coğrafyasına değer katan bir yön daha vardır: Ankaralılar en acı ve kötü günlerde millet her taraftan çeşitli araçlarla zehirlenirken Ankaralılar, ülke ve milletin gerçek kurtuluşuna yönelen girişim konusundaki inanç ve güvenlerini bir an olsun sarsmamışlardır. Ankara'ya ilk kabul olunduğum gün, sadece bir vatandaş; milletin bir bireyiydim. Hiçbir sıfatım, yetkim ve unvanım yoktu. Böyle olmakla birlikte Ankara ve çevresi çocuklarıyla, kadınlarıyla, yaşlılarıyla birlikte Ankara şehrinden Dikmen tepesine kadar bütün ovayı doldurmuş ve beni karşılamıştır. İstasyondan hükümet dairesine kadar uzayan caddenin iki tarafı eski Türk giysileri giymiş, bıçakları ve tabancaları ellerinde Ankara gençleriyle dolmuştu. Bu gençler ve onlarla birlikte bütün halk: "Yurdu ve milleti düşmandan kurtarmak için hepimiz ölmeye hazırız, emrinizi bekliyoruz." diye bağırıyorlardı.

O zaman Ankara istasyonu yabancı subay ve askerlerin işgali altında bulunuyordu. O güne kadar Ankaralıları ölü ve Ankara'yı bir yıkıntı alanı sanan bu yabancılar, bu yüce gösteri karşısında ilk endişelerini göstermekten kendilerini alamamışlardır. Ben Ankara'yı coğrafya kitabından çok tarihten cumhuriyet merkezi olarak öğrendim. Gerçekten Selçuklu yönetiminin parçalanması üzerine Anadolu'da kurulan küçük hakimiyetlerin adlarını okurken çeşitli beylikler arasında bir de Ankara Cumhuriyetini görmüştüm. 

Tarih sayfalarının bana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı Ankara'ya ilk defa geldiğim o günde gördüm ki orada geçen yüzyıllara rağmen hala o cumhuriyet yeteneği sürüyor. Türkiye'nin hemen bütün bölgelerini gezdiğim ve gördüğüm için anladım ki o zaman adları cumhuriyet olmayan diğer yerlerin bugünkü halkı da aynı yetenekten kesinlikle uzak değildir.

Beni Türkiye'ye en uygun merkez Ankara olabileceğini düşünmeye iten ilk neden çok eskidir ve ilmidir.


Kaynak: Panora Mecmua, No: 03, 27 Aralık 1919 - 8 sahife.


Bu görsel, politikyol.com'dan alınmıştır.

Dolmabahçe Sarayı'nda, 10 Kasım 1938'de saat 9'u 5 geçe aramızdan ayrılan ulu önder ATATÜRK'ün naaşı,15 yıl sonra 10 Kasım 1953'te çok sevdiği Ankara'sının 907 rakımlı Rasattepesi'nde yapılan anıtkabire taşındı. 

Anıttepe'nin eski adı "Rasattepe" idi. Anıtkabir yapılmadan önce burada, tepenin doruğunda birkaç küçük yapı vardı. Bu yapılar, rasat (meteoroloji) istasyonu olarak kullanılıyordu. "Rasattepe" adı da bundan ötürü verilmişti. Yerli Ankaralılar buraya "Beştepeler" diyorlardı. Bu ad buradaki tümülüslerden geliyordu. Anıtkabir yapıldıktan sonra "Rasattepe"nin adı, "Anıttepe" olarak anılmaya başlandı. 

Kabrinde rahat uyu ATAM. Bizler var oldukça kurduğun Türkiye Cumhuriyeti, söylediğin gibi ilelebet payidar ve Ankara da başkent olarak kalacaktır...



Anıtkabirle ilgili daha fazla bilgi için linki tıklayabilirsiniz:

https://anitkabir.org/anitkabir/anitkabirinyapimi/anittepe-rasattepe.html

Not: Atatürk'ün Ankara'ya ilk gelişi 27 Aralık 1919 Cumartesi öğleden sonradır. 



5 Kasım 2021 Cuma

 


ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI BİR KADIN; HARRİET TUBMAN KİMDİR?




ABD'nin 19. yüzyılda yaşadığı iç savaş hakkında birçok film izledim, kitap okudum. Okuduklarımdan, ABD'deki özgürlük savaşçısı kadın olarak Rosa Parks'ı tanımıştım. Birçok tarihçiye göre Amerika'daki sivil halklar hareketinin fitilini o ateşlemişti. Tarihler 1 Aralık 1955'i gösteriyordu. İşte o gün, Montgomory Alabama'da siyahi bir kadın bindiği otobüste yerini beyaz bir yolcuya vermeyi reddederek, tarihin akışına dokunmuştu. Şehir düzenini bozmak iddiasıyla tutuklanan Rosa'nın bu başkaldırısı, ABD'deki ayrımcılığı ortadan kaldırmaya yönelik olayların düğmesine basmıştı. Rosa Parks'ı artık tüm dünya tanıyordu.

Rosa'dan yaklaşık yüz yıl önce yaşayan ve tüm yaşamını köleliğin kaldırılması ve siyahların özgürlüğe kavuşması için mücadele ile geçiren ve Amerikan İç Savaşı'nda, gerçek anlamda savaşan bir kadın var ki, eğer biyografik filmini izlemeseydim, adını hiç bilmeyecektim. Bu cesur, özgürlük savaşçısının adı; Harriet Tubman'dı. Adına, 2019 yılında biyografik bir film çekildi. Filmin adı;  "Harriet: Özgürlük Ateşi."



Hatırlarsanız 4-5 yıl önce, dünya ve ülkemiz basınında şöyle bir haber vardı: ABD Başkanı Barak Obama, 20 Dolarlık banknotun arka yüzüne Harriet Tubman'ın resminin konulmasını teklif etti. Obama'nın bu teklifi tartışmalara neden oldu.  Ardından başkanlık görevine gelen ABD Başkanı Donald Trump, teklife karşı çıkarak, teklifin askıya alınmasını sağladı. Trump'tan başkanlık görevini devralan Biden yönetimi ise 20 Dolar üstünde yapılacak değişiklik için tekrar harekete geçti.

Harriet Tobman'ın portresi, halen tedavülde bulunan 20 Dolarlık banknotun üstünde yer alan ve köle sahipliği yapmış olan eski başkanlardan Andrew Jackson'ın fotoğrafının yerini alacağı iddia edilmişti. Eski Başkan Andrew Jackson (1828'den 1837'ye kadar başkanlık yaptı), 1830 yılında çıkan "Kızılderili Tehciri Yasası"nı imzalamış, "gözyaşı yolu" adı verilen göç yollarının ortaya çıkmasına yol açmıştı. 20 Dolar'lık banknotun arka yüzündeki portre değişimi teklifinin bu nedenle çok manidar olduğunu düşünüyorum. Çünkü haberi okuduğumda kafama takılan, neden diğer banknotlar değil de, 20 Dolar sorusunun da cevabını almış oldum.

Şimdi bu cesur kadının hayatına kısaca göz atalım.

Harriet Tubman, asıl adıyla Araminta "Minty" Ross, Mart 1822'de Maryland'da köle bir ailenin, köle çocuğu olarak doğdu. Herkes onu Minty diye çağırıyordu. Minty, köle sahibi ailenin yanında doğmuş, büyümüş ve özgür bir siyahi ile evlenmişti. Kendisi de özgür olmak istiyordu. Çünkü doğuracağı bebeklerin köle olarak değil, özgür olarak doğması hayattaki tek arzusuydu.

Efendisi, Minty'nin babası 45 yaşına geldiğinde özgürlüğünü vermiş, annesinin de o yaşa geldiğinde özgürlüğünü vereceğine söz vermişti. Ancak anne Harriet, 55 yaşına geldiği halde efendisi ona özgürlüğünü vermemişti. Yani sözünü tutmamıştı.  Annesi ve kardeşleri hala köleydiler. Kocası aracılığı ile Maryland'da bir avukata danışan Minty, özgürlüklerinin verilmesinin kanuni hakkı olduğunu öğrenir. Avukattan gelen mektubu efendisi ve ailesine gösterir ve  özgürlüğünü talep eder. Talebi reddedilen Minty, efendisinin ölmesi için beddua eder ve bir hafta sonra efendisi ölür. Bedduasını duymuş olan efendisinin oğlu, Minty'i satışa çıkarır. 

Satılarak ailesinden koparılacağını anlayan Minty, özgür kocasını ve ailesini Maryland'da bırakarak çiftlikten kaçar. Sloganı, "ya özgürlük, ya ölüm"dür. Küçükken annesinin kendisine öğrettiği ve severek dinlediği İncil'deki mesellerin kendisine yol göstereceğine tüm kalbiyle inanır. Minty'nin hedefi, kendisi gibi köle olanların özgürce yaşadığı Philadelphia'ya ulaşmaktır. Bunun için sürekli kuzeye giderek, gece-gündüz tek başına 160 kilometrelik mesafeyi yürür. Oraya vardığında kölelerin özgürlüğü için çalışan ve güneydeki köleleri kuzeye kaçıran, kölelik karşıtları adlı bir gruba katılır. Grup liderinin kendisine sorduğu; "bu uzun yolu tek başına nasıl yürüdüğü ve nasıl hayatta kaldığı sorusuna, Minty; "Tanrıyla konuşuyorum ve O bana yol gösterdi" cevabını verir.

Minty'nin ilk işi gerçek adını değiştirerek, özgür olduğunda kullanacağı adı almak olur.. Bundan sonra adı Harriet Tubman'dır. Harriet, bir yıl sonra ailesini kurtarmak üzere, kendisi için çok tehlikeli olmasına rağmen Maryland'a geri döner. Ailesini kölelikten kurtaran Tubman, "Yeraltı Demiryolu" (Underground Raillroad) adını verdiği gizli yollar ve bu yol üstünde güvenli evleri tesis ederek kölelik karşıtı ağı kurar ve 13 kez Maryland'a yolculuk yapar.

Harriet Tubman, Yeraltı Demir Yolu'ndaki en ünlü şefti ve 70'ten fazla köleyi özgür kıldı. Amerikan İç Savaşı'nda  Birleşik Devletler Ordusu için casusluk yaptı. 

Combahee Nehri Baskını'nda 150 siyahi askeri yönetti ve 750'den fazla köleyi serbest bıraktı. 

Kölelik karşıtı liderlerden John Brown'a da yardım etmiş ve Harpers Ferry'ye yapacağı baskın için adam toplamasını sağlamıştır.

Harriet, Birleşik Devletler tarihinde hala silahlı bir sefere liderlik eden birkaç kadından biri olarak anılmaktadır. 

Daha sonra yeniden evlendi ve hayatını özgür bırakılmış kölelere, yaşlılara ve kadınların oy hakkı kazanmasına yardım etmeye adadı. Süfrajet Hareketi'nin önde gelen isimlerindendir.

10 Mart 1913'te sevdikleri ile etrafı sarılı bir şekilde vefat etti. Vefat ettiğinde yaklaşık 91 yaşındaydı. Son sözleri şuydu: "Senin için bir yer hazırlamaya gidiyorum."

Harriet Tubman öldükten sonra Amerikan toplumu için cesaret ve özgürlüğün sembol isimlerinden biri olmuştur.

İşte bu nedenle 20 Nisan 2016'da ABD Hazine Bakanlığı, 20 Dolarlık banknotlara Başkan Andrew Jackson'ınki yerine Harriet Tubman'ın portresinin konacağını açıklamıştır. 


Görseller alıntıdır.


1 Kasım 2021 Pazartesi

 


İNEBOLU'NUN AŞI BOYALI EVLERİ



Kastamonu'ya bağlı bir ilçe olan İnebolu'nun evleri genelde bahçe içinde üç katlı ahşap evlerdir. Bahçelerde erik, fındık, dut, elma ve ceviz gibi meyve ağaçlarının yanı sıra çardak da bulunur. İnebolu evleri aşı boyalı olmaları nedeniyle ünlüdür. Evler genelde bordo-beyaz renktedir. Bordo rengini Aşı Köyü'nde bulunan toprakla yapılan aşı boyasından alır.

Aşı Boyası Nedir?

Aşı boyası veya toprak boya, sarı ya da kırmızı demir cevherinden elde edilen doğal boya. Cevherin niteliğine göre; kırmızıdan turuncuya, kahverenginden sarı renge kadar çeşitlilik gösteren pigmentlerden oluşur. Hem su içinde hem de yağda erime özelliğine sahiptir. Sentetik boyaların geliştirilmesinden önce dokuma işçiliğinde, ahşap kaplamalarda yaygın olarak kullanılmıştır.

Kaynak: Vikipedi







Fotoğrafların tümü tarafımdan çekilmiştir. İzinsiz kullanılamaz.