25 Şubat 2022 Cuma

 


BİR ŞARKIDA FIRTINALAR KOPARMAK



Şarkılar vardır aşkı, sevdayı anlatır, şarkılar vardır dinlerken acımızı dindirir, şarkılar vardır hüzünlendirip ağlatır ve şarkılar vardır öylesine duygusal, öylesine içine işler ki insanın, savaşta bile silahları susturur, sevgi taşır yüreklere, hayallere daldırır. Bazı şarkılar da umutsuzlara umut, çaresizlere çare olur. Söyleyecek çok şeyimiz vardır ama  sayfalar dolusu yazsak da anlatamayacağımız duygu ve düşüncelerimizi bazen bir şarkı kısa ve öz olarak dile getirir. Ve artık o şarkının önünü kimse tutamaz, alır başını gider ve tarihe meydan okur. Bu meydan okumayı tarih seve seve kabul eder ki, yüzyıllar geçse de o şarkının hikayesi dilden dile aktarılıp durur. Şarkı ölümsüzleşmiştir artık...

Tarkan'ın "GEÇÇEK" şarkısını işte bu duygularla dinledim ben. Biraz tarih ve Türkçe Dilbilgisi bilgimin olması nedeniyle, şarkı sözlerine gelen Türkçeyi katletmiş gibi sudan sebeplere gülüp geçerek hem de (Gülüp geçtim. Çünkü, "geçecek" kelimesi, ezgiyle uyum sağlamak için besteci tarafından "ses düşmesi" kuralıyla "geççek"  şeklinde ifade edilmiş, ki bunu ilkokul çocukları bile bilir). Sanki herkes yazı diliyle konuşuyormuş gibi sırf eleştirmek için şarkıyı, ağzı olan konuşup durdu! Oysa güzel Türkçemizin yazı dilinin yanında bir de konuşma dili vardır ki, bu konuşma dili yöreden yöreye farklılıklar gösterir. Bunu bilmeyen mi var? Neyse asıl konuya geçeyim; tarihe yön vermiş ve tarih yazmış şarkılardan ilk aklıma gelenleri yazayım. Sonrasında Tarkan'ın "GEÇÇEK" şarkısına neden fırtınalar koparıldığını anlayabiliriz, sanırım.

II. Dünya Savaşı'nda Almanlar Rusya'da savaşırken, Lale Andersen'in okuduğu "Lili Marleen" şarkısı radyoda çalınırken şarkı bitene kadar her iki cephede de silahların sustuğu bilinen bir gerçektir. Kimsenin susturmayı başaramadığı silahları Lili Marleen şarkısı kısa bir süreliğine de olsa susturmayı başarmıştır.. Hatta derler ki, Almanlar şarkıyı dinlerken çok yakınlarında olan Ruslar "Radyonun sesini biraz daha açın" diye seslenirlermiş Alman askerlerine. Düşünün bir kere, savaşan düşman askerlerini ortak bir duyguda birleştiren bir şarkıymış Lili Marlen.

Savaş günlerinde bir gün Lale Andersen'in Lili Marleen şarkısı Alman işgalindeki Belgrad Askeri Radyosu'nda ilk kez çalınır ve çok sevilir. Plağın tekrar çalınması için  Alman işgali altında olan İtalya, Fransa ve Afrika'dan Belgrad radyosuna mektuplar yağar. Günlük programlarda birçok kez çalınan şarkı dünya çapında bir üne kavuşur. Şarkı sadece Almanlar tarafından değil, cephede savaşan İngilizler ve Amerikalılar tarafından da çok sevilmişti. Çünkü Lili Marleen, cephede savaşan askerlere vatanlarını, geride bıraktıkları sevdiklerini hatırlatıyordu. Şarkı o kadar tutuldu ve sevildi ki, Marlene Dietrich, şarkıyı İngilizceye çevirip okudu. 

Nazi Almanyasının Propoganda Bakanı Gobbels halkın moralini bozuyor diyerek şarkıyı yasaklamasına rağmen, Lili Marleen çalmaya devam etmiş ama şarkıcı Lale Andersen'i Gobbels'in gazabından kurtaramamıştır. 

Attila İlhan'ın "Lili Marleen Türküsü" adlı şiirinde şarkının ilk kez Zagrep radyosu'nda seslendirildiği şeklinde geçse de doğrusu Belgrad radyosudur. Attila İlhan'ın bu şiiri  Ahmet Kaya tarafından bestelenip seslendirilmiştir, diye de ilgilenenlere not düşeyim. Şimdi Lili Marleen için ne var, altı üstü bir şarkı diyebilir misiniz?

Madem II. Dünya Savaşı ile başladım,savaşla devam edeyim. Müziğin ve sanatın gücünün en önemli göstergelerinden biri de Şostakoviç'in bestelediği 7. Senfoni diğer adıyla Leningrad Senfonisidir ki, bu senfoni direnişin ve umudun senfonisi olarak kabul edilir. Daha önce blogumda Leningrad Senfonisi'nin besteleniş  hikayesini yazmıştım (29 Temmuz 2017 tarih, Direnişin ve Umudun Simgesi Bir Senfoni: 7. Senfoni(Leningrad) başlıklı yazımı ilgilenenler okuyabilirler). Bu nedenle kısaca yazacağım. 

Leningrad (St. Petersburg), 8 Eylül 1941'de Nazi Almanyası tarafından kuşatılmıştı. Kentten dışarıya çıkmak mümkün değildi. Hitler, Leningrad'ın düşeceği günü 9 Ağustos diye ilan etmişti. Leningrad'ın düşüp düşmeyeceği Sovyetler Birliği için bir ölüm kalım meselesi haline gelmişti. 

10 Ağustos'ta Leningrad bir destan yazmıştı. Dimitri Şostakoviç'in 7 numaralı senfonisi şehrin meydanında seslendirilmişti. Eser, özel olarak bu kent için bestelenmişti ve adı Leningrad Senfonisi'ydi.

Eser şehrin meydanında seslendirilirken bomba sesleri engel olmasın diye, Kızıl Ordu Alman siperlerini bir buçuk saat süreyle dövdü. Bu çok önemli çabanın haber ve hikayesi, dünyanın her yerindeki Nazi karşıtları tarafından ağlayarak öğrenildi. İnsanlık despotluğu, müzikle yenmişti. Kent düşmemiş, aksine yükselen moralle daha da güçlü direnir olmuştu. Leningrad Senfonisi seslendirildikten sonra şehir, Alman kuşatmasına karşı sekiz ay daha direndi. 27 Ocak 1944'te Almanlar geri çekilmek zorunda kaldı. 

Tarih yazan bir diğer şarkı günümüzde Fransa Ulusal Marşı olan La Marseillaise'dir. Hikayesi bir başka yazı konusu olacak kadar uzun olduğundan ben kısaca değineceğim.

1792 yılında Fransa'nın Avusturya ve Prusya ile savaştığı dönemde, Claude Joseph Roget de Lisle tarafından Fransa'nın Ren Ordusu adına Strasbourg'ta bestelenen "La Marseillaise", 1795 yılında Fransa Ulusal Marşı olarak kabul edildi. Napolyon ve III. Napolyon tarafından devrimci fikirler içerdiği gerekçesiyle yasaklanan marş, 1879 yılında tekrar ulusal marş ilan edildi. Fransız İhtilali'nin melodisi kimliğine bürünen marş, önceleri Marsilya sokaklarında bağıra çağıra söylenirken, Marsilya sınırlarını aşarak Paris'e ulaşmış, kısa sürede tüm Fransa'yı sararak ulusal marş ilan edilmişti. Dönem dönem yasaklansa da marş, yüzyıllara meydan okuyarak günümüze ulaşmıştır.

Ve son olarak dünyaca ünlü Finli besteci Jean Sibelius'tan(D: 8 Aralık 1865 - Ö: 20 Eylül 1957) söz etmek istiyorum. Lise yıllarında edebiyat öğretmenimin önerisi üzerine okumuş olduğum Grigory Petrov'un yazdığı "Ak Zambaklar Ülkesi" kitabıyla tanımıştım Finlandiya'yı. O tanışıklıkla Finlandiya'nın tarihi, coğrafyası, gezilip görülecek yerleri her daim ilgimi çekmiştir. Ulusça büyük bir çaba ve özveri göstererek yokluk ve yoksulluktan, dünyanın sayılı güçlü ülkeleri arasına girmesini başaran Finlilere karşı hep bir sempatim olmuştur. :) İşte Jean Sibelius'u da bu sempati sayesinde tanıdım. Belki Sibelius'un eserleri, Kıta Avrupası ve Rusya'daki Klasik Müzik bestecilerinin ki kadar fazla seslendirilmiyor ve daha az tanınıyor olabilir ama onun yazdığı "Finlandiya" adlı uzun senfonik şiiri, Fin halkı üzerinde büyük bir etki yaratmış ve bu etki Finlandiya'nın ulusal kimliğinde büyük rol oynamıştır. Başka söze gerek var mı?

Hikayelerini anlatmaya çalıştığım bu şarkı ve bestelerden sonra Tarkan'ın "Geççek" şarkısı için neden fırtınalar koparıldığını anlamaya çalışıyorum. Anlamak için, yıllar önce Cer Modern'de "Varlığın Yeniden İnşası" adlı sergisini gezdiğim Meksikalı  sanatçı Jorge Marin'in beğendiğim "Ayna" heykelinin yanına koyduğu sözü bir kez daha okuyup sizlerle paylaşmak istiyorum. 

"Bir sanat yapıtının,her gözlemcinin farklı suret bulduğu bir ayna görevi gördüğüne inanıyorum. Her bir insan, kişisel arzularına, belirsizliklerine ve düş kırıklıklarına karşılık gelen ne varsa onlarla karşı karşıya gelir."




9 Şubat 2022 Çarşamba

 


İNÖNÜ MAĞARALARI / GÜDÜL / ANKARA



Ankara ili, Güdül ilçesi, Kirmir Çayı kenarında İnönü mevkiinde bulunan, Bizanslılar döneminden kaldığı tahmin edilen, dağın içini oymak suretiyle yapılan bu mağaralarda, merdivenlerle kat kat yukarılara çıkılmaktadır.

İç Anadolu'daki Ürgüp-Göreme mağaralarıyla benzerlik gösteren İnönü Mağaraları, merkezi yerdeki kilisesi ile bir köy topluluğunu andırmaktadır. Kirmir çayının zamanla altını oyduğu dağın parçalanmasıyla yukarı katlara çıkan merdivenlerin bazıları açıkta kalmış tarihi bir görünüm sergilemektedir.

M.Ö. 2000 yıllarında Etiler'in burada hüküm sürdüğü tahmin edilmektedir. Hatta kayalardaki mağaraların Etiler döneminde kullanıldığı öne sürülmektedir. (gudul.gov.tr)













Fotoğrafların tümü tarafımdan çekilmiştir, iznim olmadan kullanılamaz.



1 Şubat 2022 Salı

 



KARANFİLLİ ŞİİRLERDEN DİZELER




Benim güzel yabani karanfillerim. İlkbaharda çekmiş olduğum fotoğraflarına bakmaya kıyamıyorum. Güzellikleridir ki, edebiyatımızda hep güllerle yarıştırılmışlardır. Gül, sümbül, bülbül adları daha çok "Divan Edebiyatında", karanfil ise genellikle "Cumhuriyet Dönemi" şairlerinin şiirlerinde yer bulmuştur.

Ahmet Haşim "Karanfil" adlı şiirine;

"Yarin dudağından getirilmiş

Bir katre alevdir bu karanfil..." diye başlar.

Melih Cevdet Anday "Anı" adlı şiirinde:

"Bir çift güvercin havalansa

Yanık yanık koksa karanfil" diye seslenir Rosenberglerin anısına.

Edip Cansever'in "Yerçekimli Karanfil" adlı şiirinde geçen; "Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi..." dizesini ezbere bilmeyen var mı?

Ya Ahmed Arif'in "Karanfil kokuyor cigaram" diyerek dağlarına bahar gelmiş olan memleketine özlemini karanfil üzerinden anlattığı o ünlü şiirinden haberiniz var mı?

Nazım'ın sevdiğine mor menekşe almak için ayırdığı parasını karnı aç olan dostlarının karnını doyurmak için harcadığını anlatan şiiri gibi, Ataol Behramoğlu da "Mozart, Mayakovski, Peynir, Ekmek, Karanfil Vs.." adlı şiirinde, cebindeki son bozukluklarını, sevdiğine koşarken aldığı karanfillere yatırıyor:

"Yine de koşarken

Bir karanfil almayı unutmam sana

Akşamüstü otobüste

Akrobatik hareketlerle

Kurtarırım ezilmekten

Cebimdeki son bozuklukları

Yatırdığım karanfili

Seni

Kan ter içinde kucaklarım"

Ve karanfilli şiirlere son noktayı "Karanfil" adlı şiirinde , Ahmet Haşim'e de bir gönderme yapan Nurullah Genç'in dizeleri koysun...

"Beyaz bir buluttan bir gün ansızın..

Bir karanfil düştü parmaklarıma.

Gözlerine kuşlar doldu bir kızın

Elleri karıştı ırmaklarıma..

Islak bir yürektir bende bende karanfil

Ruhum, kokusunun dilencisidir..

Haşim, bu bir alev damlası değil

Büyük yangınların habercisidir.."




Fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir(Yabani karanfiller).