28 Nisan 2013 Pazar




KEHLE-İ  İKBAL (TALİH  BİTİ )


Damat Rüstem Paşa'nın Süleymanname'de yer alan bir minyatürü, 16. yüzyıl
(tr.wikipedia.org)




Kanuni' nin Veziriazamı ve damadı olan Rüstem Paşa' nın lakabı kehle-i ikbal (talih biti) miş. Rivayet odur ki;  Paşa'nın hızla yükselmesini çekemeyenler ve onun şerrinden korkanlar daha da yükselip hele de Padişah' a damat olursa, başlarına bela olur düşüncesiyle Paşa' nın cüzzamlı olduğu dedikodusunu yayarlar. Ve bu hastalığa tutulan Padişah' a damat olmamalıdır derler. Bu dedikodu Dersaadet (İstanbul) e ulaştığında Rüstem Paşa Diyarbekir Beylerbeyi' dir. Dedikoduya sebep, Kara Rüstem Paşa' nın geçirdiği çiçek hastalığı nedeniyle suratının delik, deşik olmasıdır.

Kanuni  önce bu söylentilere inanmadıysa da; yabancı elçilikler dahi aynı dedikoduyla çalkalanınca şüpheye düşer. Biricik kızı Mihrümah Sultan' ı evlendireceği müstakbel damadı hakkında söylenenleri incelemesi ve  teşhis koyması için saray hekimlerinden Mehmet Ağa' yı tam yetkiyle Diyarbekir' e gönderir.

Hekim Mehmet Ağa, Rüstem Paşa' nın giysilerini, konağını v.s. gizlice tetkik eder, Paşa' nın hekimin ne sebeple oraya geldiğinden haberi yoktur. Bir gün hekimle paşa karşılıklı otururlarken hekim, Rüstem Paşa' nın alnında gezinen biti görür ve sevinir; biti alıp bir şişeye koyarak şişenin kapağına hava delikleri açar ki, bit İstanbul yolculuğuna dayanabilsin. Sonra paşaya Diyarbekir' e geliş nedenini açıklar, rahatlamış olarak.

Hekim Mehmet Ağa, saraya varınca bu biti Padişah' a övünçle gösterir: "Kur' an' a el basarım ki der, Rüstem Paşa cüzzamlı değildir. Bütün hekimler, hatta ahali bilir ki; bit cüzzamlıya yaklaşmaz." Kanuni, bu açıklamadan sonra kızı Mihrümah Sultan'la paşanın evlenmelerine onay  verir. 

Rüstem Paşa' nın biti, şansına yardım etmiş, sağlıklı olduğu bit sayesinde kanıtlanan paşa, Anadolu Beylerbeyliğine terfi ederek Padişah damatlığına da hak kazanmıştı.

Görülüyor ki; talihi olanların biti bile işe yarıyor. Rüstem Paşa' nın başına" talih  kuşu" yerine " talih biti" konmuş vesselam ve ondan sonra yürüyen paşayı kimse tutamamış...Rüstem Paşa' nın Osmanlı' da ilk rüşveti başlatan, alan ve damat olduktan sonra karısı ve Kayınvalidesi Hürrem Sultan' ın destekleriyle İmparatorlukta Padişah' tan sonraki en zengin ve varlıklı ikinci kişi olduğunu hatırlatmam gerek sanırım. Talihin böylesi, kimin başına diyelim?


Dip Not: Rivayet Cahit Ülkü' nün Rüstem Paşa Kitabından aktarılmıştır.


22 Nisan 2013 Pazartesi




KAN  GRUBUMUZDA  NE  YAZIYOR? 




Irksal özellikler ten rengine, etnik kökene, coğrafi konuma ya da kültürel köklere bağlı olsa da, insan ırkının ortak yönü kan kardeşliğidir. Bütün medeniyetlerin kan bağlarıyla kurulduğu, bilinen ilk insan olan Neandertal' den ( 500.000 yıl önce) günümüze tüm insanların kan gruplarının dört ayrı grupta toplandığı ve insan kimliğimizi oluşturmak için kan grubunun coğrafya ve ırkla iç içe geçtiği kanıtlandığından, kan grubu etnik kökenden daha belirleyicidir.

"İnsan ırkı dünyaya yayılmaya ve beslenme düzenini değişen şartlara göre adapte etmeye mecbur kalınca bu yeni beslenme düzenine uyum sağlayabilmek için sindirim ve bağışıklık sisteminde adaptasyonlar gerçekleşti. Bu değişimler, insan gelişiminin kritik noktalarına geldiği gözlenen, kan grubu oluşumları olarak yansıdı. işte! Kısaca, kan grubu oluşumlarının tarihsel süreci:

1-İnsan ırkının, besin zincirinin en üst sırasına yükselmesi( 0 grubunun gelişimini tamamlaması).
2-Avcı-toplayıcı formundan yerleşik çiftçi formuna geçiş(A grubunun ortaya çıkması).
3-İnsanların Afrika' daki yurtlarından Avrupa, Asya ve Amerika' ya göç etmesi ve ırkların birbiriyle karışması(B grubunun ortaya çıkması).
4-Birbiriyle hiç ilgisi olmayan grupların modern çağda bir araya gelmesi(AB grubunun ortaya çıkması).

Her kan grubu, atalarımızın beslenme düzeni ve davranış biçiminin genetik mesajını taşır. İlk çağlardan bugüne çok uzun zaman geçmiş olsa da bu mesajlar bizi hala etkilemektedir." (Dr. Peter J. D' Adamo- Kan Grubunuza Göre Beslenme)

En eski grup olan 0 grubu avcı olup verimli av alanları azalınca göç etmeye başladı ve et peşinde koşarak çook uzaklara gitti; Afrika' dan çıkıp Avrupa ve Asya' ya göç etti. Bu göç 0 grubu olan ana nüfusun bütün dünyaya yayılmasını sağladı.

Yerleşik hayata geçişle toprak işlenmeye ve hayvanlar evcilleştirilmeye başlanınca avcılık yetenekleri yerini farklı bir tür toplum dayanışmasına bıraktı: Planlama ve organize olma günlük hayata girdi. A grubu geni, ilk çiftçi toplumlarda gelişmeye başladı. 0 grubundan A grubuna geçiş çok hızlı oldu .Hayatta kalabilmek ve beslenme düzeni değişikliğine karşı koyabilmek için A grubu ortaya çıktı.

B grubu, ilk önce Hindistan' da ve Asya' nın Urallar bölgesinde Kafkas ve Moğol aşiretleri arasında ortaya çıktı ve Moğolların ve göçebe aşiretlerin yayılmasıyla B grubu Avrasya' ya yayıldı. B grubu, Avcı ve çiftçi arasında denge unsurudur adeta.

Çok nadir bulunan ve en son ortaya çıkan AB grubu, A grubu Kafkaslarla B grubu Moğolların karışımından ortaya çıktı. Evrimsel bir gizem olarak adlandırılır. Biyolojik olarak kompleks bir kan grubudur. Onları üzdüğünüzde bile kin tutmayan, sizi kollarınızı açarak karşılayan, her durumda en doğru şeyleri söyleyen kişilik  özelliklerine neden olduğundan, şifacı ve ruhani liderlerin çoğunun kan grubu olarak da bilinir.

Atalarımız bize, kan gruplarımıza yazılmış olan özel bir miras bırakmıştır. Öyle ki, bu miras bizim mizacımızı bile etkilemektedir. Yani, kan grubunuz kişilik özelliklerimizi ele vermektedir. Aman dikkat!


Dip Not:  Kan grubunuza göre kişilik özelliklerinizi merak ediyorsanız; Dr.Peter J. Adamo' nun Kan Grubunuza Göre Beslenme Kitabında bulabilirsiniz.




19 Nisan 2013 Cuma




BUNLARI  BİLİYOR MUSUNUZ?


Oxytocin hormonu fazla salgılananlarda "empati" duygusunun yüksek olduğunun nörobilimciler tarafından keşfedildiğini,

Arthur Miller' in "Cadı Kazanı" kitabının tiyatroya uyarlamasını Jean Paul Sartre' ın yaptığını,

İnsan düşüncesinin doğru bir şekilde odaklandığında, fiziksel kütleyi, etkileyebilme imkanına sahip olduğunun ( kaşık bükme v.s.) kanıtlandığını,

Günümüz Ortadoğusunun biçimlenmesinde(Irak-Mezopotamya)-Suriye-Kuveyt-Ürdün-Filistin ve Arap Yarımadasındaki ülkelerin sınırlarının çizilmesinde belirleyici olan kişinin, Çöl Kraliçesi diye anılan İngiliz Gertrude Bell olduğunu ve İngiliz Ajanı Arabistanlı Lawrance' ı, bir anlamda yetiştiren kişi de olduğunu,

Romalıların yiyecek ve içecekleri soğutmak için kurşun kaplar kullandığını; birçok tarihçinin Roma İmparatorlarının tuhaf davranışlarını zaman içinde kurşundan zehirlenmiş olma ihtimalleriyle açıkladığını biliyor musunuz?



17 Nisan 2013 Çarşamba




FEMİNİST

Tanzimattan sonra edebiyatımıza giren hikaye;yalın bir olay örgüsü,kısa ve özlü anlatımı, karakterlerin az olması ve okunduğunda insanda yoğun duygular uyandırması nedeniyle okunması kolay, yazılması ise ustalık gerektiren bir edebi türdür. Ünlü hikayecilerimizin isimlerini saymak gerektiğinde akla hemen Ömer Seyfettin, Sait Faik Abasıyanık gelir. Ders kitaplarında da bu iki yazarın hikaye örnekleri vardır. Oysa isimleri az duyulmuş olsa da, çok güzel hikayeler yazan yazarlarımız vardır. Bu yazımda, Mahmut Şevket Esendal'ın(29.3.1883-16.5.1952) Feminist hikayesinin özetini aktaracağım. 

İşte hikaye:" Vilayet memurları yemeğe çıkarlar. İstatistik Müdürü Salim bey, merdivenlerden inerken, ayrı ayrı  kalemlerde çalışan birkaç gencin aralarında konuştuklarını ve içlerinden birinin elini göğsüne vurarak, arkadaşlarına meydan okur gibi:
-Ben feministim, feminist... dediğini duyar.
Bu" feminist" sözü Salim beyin aklına takılır. Çokça kullanılan bir söz. Manası ne olsa gerek? "Kadıncı" demek mi? Yemekten sonra dairede çalışırken gene aklına gelir. Bir bilenden sormalı diye düşünür.
Akşam üstü, merkez kahvesinde tavla seyrederken yeniden hatırladığı bu soruyu, yanındaki masada oturan orta mektep hocalarından Aytaş beye sorar:
-Aytaş bey, der, feminist ne demektir?
Aytaş bey, uykudan uyandırılmış gibi süzük gözlerle döner, Salim beye bakar" Beni imtihan mı edeceksin?" demek ister gibi:
-Sanki bilmiyor musun? der.
-Biliyorum ama, gene de soruyorum. Biliyorsan söyle.
Aytaş bey, dargın:
-Birader, der. Hem biliyorsun, hem de gene ne diye soruyorsun?
Salim bey sıkılır.
-Söylesen ne olur, der. Belki bilmediğim var da onu öğrenmek istiyorum!
Öteki yüzünü çevirmeyerek:
-Bilmiyorum, birader, der.
Tavla oynayanlardan biri, eski "Sahil Sıhhıye" memurlarından Kerim bey, eşi, akranı arasında bilgiç geçinen biridir. Aytaş beye, Salim beyin ne sorduğunu sorar.
-Hiç canım, alay etmek istiyor.
Salim bey kızar gibi olur.
-Hiç alay etmek istemiyorum, der. Feminist ne demektir, diye soruyorum. Ne olur, sorulmaz mı?
Kerim bey, pulları düzelterek:
-Yani, feminist ne demektir, bilmiyor musunuz? der.
-Farzediniz ki bilmiyorum, yahut biliyorum da gene soruyorum.
-Güzel, feminist sizce ne demektir?
-Bence ne demekse demek, ben sizden soruyorum.
-Biz söyleyeceğiz ama, siz bildiğinizi bir söyleyin bakalım!
-Ben bildiğimi söyleyecek olsam, sizden hiç sormam.
Kerim beyin arkadaşı bu muhabbetten sıkılınca, tavla oynamaya devam ederler.
Salim bey susar. Bu kelimeden sezindiği manayı iyice, açıkça bilmediği için, söylemek istemiyordu. Karşısındakiler de onun gibi olmalıydılar ki onlar da söylemekten çekindiler. Söz de böyle kaldı. O günlerde eski Fransızca hocalarından Cemil beye rastgelir. Ona sorar:
-Cemil bey, bu feminist ne demektir?
-Feminist, işte, feminin var ya!..Fem, fam, ikisi bir asıldandır. Malum, kadın demek. La femme, müennes, ancak feministi nasıl tercüme etmeli?..Bana kalsa tercüme ederken...
Cemil bey düşünür, sonra dilimizin dil olmadığını, aradığınız tabirin karşılığının bulunamadığını, geçen sene toplanan komisyonda bu konuyu gündeme getirdiğini ancak ödenek yoktur denilerek konunun ertelendiğinden bahisle dilimizden şikayet eder ve konuyu Salim beyin biraderinin askerlik işine getirerek  değiştirir. Sonra da müsaade isteyerek gider.
Salim bey düşünür, araya lakırdı karıştı, feministi anlayamadık der.
Birkaç gün sonra, bir akşam üstü, bilmem hangi dairenin hangi kaleminin müdürü, genç ediplerimizden R.Raif beye rastgelir. Salim bey feministi ona da sorar:
-Kuzum, Rıfat bey, der, bu feminist ne demektir?
-Feminist? Feminizm, azizim nasıl arz edeyim...
.......
Raif bey, sözü dolandırıp "Nerkis" mecmuasında yazdığı yazılara getirip Salim beye o yazıları görüp görmediğini sorar. Şimdilerde ne öyle bir mecmua çıktığını, ne de öyle yazan olmadığını çünkü okuyanın kalmadığını söyler. Sorusuna cevap alamayan Salim bey susar. İçinden" bunu bilen elbette vardır ya, ben rastgelemedim" diye düşünür. Ve ondan sonra her önüne gelene sormağa başlar.
-Recai bey, sen çok bilgiçsin, feminist nedir?
-Tuvalet sabunu!
-Nasıl tuvalet sabunu? Ben sana bu kelimenin manasını sordum.
-Ben sabun soruyorsun sandım!
-Kabahat bende, seni bilirim de gene de soruyorum.
Birkaç gün sonra, gene bir arkadaşına:
-Hikmet beyefendi, affedersiniz, bir istirhamım vardı. Feminist nedir?
-Azizim, bir meslek. Bir de gazetesi vardı sanıyorum. Bir gazete çıkarıyorlardı...Tarihi efendim, 1800...evet, 1874-1875 olacak. Evet ama, bir kere de bakar arz ederim. Haaa, yok pardon, o "Femina" idi. Evet Femina! Ve tesis tarihi efendiiim, 1908 yahut 1909 olacak. Diğeri şimdi hatırımda yok, evde bakar arz ederim.

Bazı şeyler böyledir. Tilkinin kuyruğu gibi. Kapanın bir biçimsiz yerine sıkıştı mı, çıkmaz.Salim bey, bu rahatsızlıkla, bu feministi o kadar sordu ki, sonunda adı feminist kaldı. Dahası, ona bu adın nereden kaldığını bilmeyenler, onu bu meslek sahiplerinden biri sandılar; kadınlar müsamerelerinde konferans vermeğe çağırıyorlar, yeni çıkan gazeteler kadın sahifeleri için ondan yazı istiyorlar. " 

Bu hikayeyi her okuduğumda, güleyim mi, ağlayayım mı karar veremiyorum bir türlü. Gülmek istiyorum, çünkü geldiğimiz bu noktada değişen pek bir şey yok!..Hala, konudan bihaber insanlar, kavramsal anlamını bilmediği konularda ahkam kesiyorlar, ağzı olan konuşuyor yani.
Ağlamak istiyorum, çünkü bilgiye değer verilmiyor ama bilgiçlik taslayanlar baş tacı ediliyor, yok yere ünlü olmaları sağlanıyor. Bu öyküyle, Simone de Beauvoir' ın kulakları çınlamış mıdır merak ediyorum doğrusu. Öykünün yazıldığı tarihte yaşıyordu da.


Kaynak: Türk Hikaye Antolojisi- Varlık Yayınları' ndan (Şubat-1975) aktarılmıştır.








15 Nisan 2013 Pazartesi





MOĞOLLAR
(Yam - Pony Express 


Moğol steplerinde doğan bir çocuğun(Timuçin), sonraki yıllarda tarihin gördüğü en büyük imparatorluklardan birini, Moğol İmparatorluğu' nu(1206-1294) kurduğunu, bu imparatorluğun kuruluş harcında milyonlarca insanın kan ve gözyaşının bulunduğunu, bu nedenle; bazılarına göre muazzam bir imparatorluk kuran yaman savaşçılar, bazılarına göre de karşılarına çıkan her şeyi yok eden acımasız barbarlar olarak nitelendirildiklerini hatırlatarak, Moğollarla ilgili çok bilinmeyen tarihi olaylardan birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Moğol İmparatorluğu, Cengiz Han(Hanlar Hanı) tarafından belirlenen ve düzen ya da kanun anlamına gelen "yassa"larla yönetilirdi. Kanunlar önünde herkes eşitti.Bütüne bakıldığında yasalara dayalı bu sıkı disiplin, Moğol İmparatorluğu' nu güvenli bir ülke haline getirmiş,"Moğol Barışı" kavramının doğmasına yol açmıştı.

Moğolların "Yam" olarak isimlendirilen oldukça etkili bir haberleşme sistemi vardı. Bir postacı bir ordudan diğerine ortalama 40 km kadar gider, postanın en hızlı şekilde ulaşmasını sağlamak için 40 km sonunda ya postayı başka bir haberciye verir ya da dinlenmiş bir ata binerdi. Moğol sürücüleri günde ortalama 200-300 km yol alırdı! 600 yıl sonra Amerika' da kurulan hızlı posta şirketi Pony Express, tamamen Yam' dan ilham almıştı.

Moğollar, iki kez Japonya' yı işgale yeltenmiş, her ikisinde de Moğol donanması, Japon denizinde kasırgaya yakalanarak imha olmuştu. Japonlar, kendilerini Moğollar' ın elinden kurtaran bu vakalara mucize gözüyle baktılar ve böylelikle ortaya "Kutsal Rüzgar" kavramı, diğer bir deyişle Kamikaze çıktı! Japonlar bu olaylardan 650 yıl sonra Pasifik' te savaştıkları Amerikan donanmasını hedef alan intihar saldırılarını gerçekleştiren pilotlarına da kamikaze diyeceklerdi."


Dip Not: Ali Çimen' in "Tarihi Değiştiren İmparatorluklar"kitabından alıntılanmıştır.








12 Nisan 2013 Cuma




SEVDİĞİM  SÖZLER


"İsteklerinizi, hayallerinizi küçümseyen kişilerden mümkün mertebe uzak durun! Ruhu küçük insanlar, başkalarını da daraltmak, azaltmak ister." Mark Twain

"Şeytan yalnızca sunar, insan isterse seçer." Oscar Wilde

"Başarının ana babası çoktur, başarısızlık ise yetimdir." Buda

"İnsan ne kadar az düşünürse o kadar çok konuşur." Montesquie

"Birileri arkanızdan konuşuyorsa, onlardan öndesiniz demektir." Anton Çehov




10 Nisan 2013 Çarşamba




BARIŞ  YERİ :  KUDÜS

Kral Davud  şehri inşa ettirdiğinde, yüzlerce yıl bitmeyecek bir savaşın başlangıcına neden olduğunu biliyor muydu acaba? Bilinmez ama, üç semavi dinin(Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık) kutsal kabul ettiği şehir olan Kudüs' ün İbranice adı olan Yeruşalayim "barış yeri" anlamına gelir. Ne yazık kİ barış yerinde savaş hiç bitmez! Dinler arası diyalog sağlanmadığı sürece de biteceğe benzemez.

Arapça el-Kudsu'ş Şerif, İbranice Yeruşalayim, İngilizce Jerusalem isimleriyle anılan Kudüs şehrinin kutsiyetinin: "Hristiyanlar için Tanrı' ya giden yol; İsa' nın çarmıha gerildiği ve göğe yükseldiği, son yemeğin yendiği Viç Dolorosa ve Haç Tepesi' nin bulunduğu kent; İsa' nın doğduğu Beytüllahim' in komşusu olmasından,
Müslümanlar için, Allah' a açılan kapı; İslamın üçüncü kutsal kenti; Hz. Muhammed' in efsanevi küheylanının sırtında, Mekke' den gelip mucizevi bir şekilde gökyüzüne yükseldiği yer(Mir'aç) olmasından,
Yahudiler için, ana yurtlarının simgesi; İbrani kavimlerini birleştiren Kral Davud' un kurduğu, Eski İsrail' in başkenti; Tanrı' yla yaptıkları sözleşmeyi, On Emri içeren taş tabletlerin bulunduğu kutsal sandığı koruyan şehir" olmasından kaynaklandığını biliyor musunuz? ( Janet Wallach-Çöl Kraliçesi)

Bu kutsal şehirde; Yahudiler için Ağlama Duvarı' nın, Hristiyanlar için Kıyamet Kilisesi' nin ve Müslümanlar için de Mescid-i Aksa' nın bulunması şehrin dinler arasında paylaşılamamasına neden olmakta.

"Batıda, bugün sadece İbranice Yeruşalim' in batı dillerindeki yazılış şekli olan Jerusalem kullanılmaktadır. Kuruluşundan bugüne kadar Kudüs şehrinin aldığı isimlere baktığımızda, buraya hakim olan toplumlardan hangisinin dili ile ifade edilirse edilsin, iki temel özellik göze çarpmaktadır: Barış ve Kutsallık. Ancak bu isimlerden birincisi her zaman ikincisine feda edilmiş ve Kudüs İslam hakimiyeti ve özellikle Osmanlı idaresi hariç tutulursa, tarih boyunca göz yaşı, zulüm ve büyük istilaların getirdiği büyük tahribatlara uğramıştır. Şehrin bu durumu içinde bulunduğumuz  yüzyılda da devam etmektedir."( Muammer Gül,  F.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi-2001)

24 Ağustos 1516' da Merc-i Dabık Savaşında Memluklerin bozguna uğraması sonucunda; Yavuz Sultan Selim' in Mısır yolunu emniyete almak için görevlendirdiği Vezir-i Azam Sinan Paşa tarafından fethedilen Kudüs, Osmanlı yönetimine girer.

Osmanlı yönetiminin, Kudüs' de bulunan kutsal yerlerin yönetimini üç semavi dinin temsilcileri arasında paylaştırarak  sorun çıkmasını nasıl engellediğini Falih Rıfkı Atay' ın yazdığı "Zeytindağı" kitabından öğreniyoruz: Zeytindağı Kudüs' de bulunan ve Yahudilerce kutsal kabul edilen dağın adıdır. Kitapta Kudüs' ün yönetimi şöyle anlatılır: İsa' nın mezarı etrafında çepeçevre Müslüman jandarmaları nöbet tutar. Kilise içinin her parçası bir başka millete ayrılmış: Her millet kendi yerini süpürür, yıkar ve taşı üstüne yalnız o milletin ayağı basar. Birinin süpürgesi ötekinin taşına dokunduğunda cinayet olur. Kilisenin anahtar bekçisi Müslüman olan bir Hocadır. Kilisenin bakım ve onarımının sevabını paylaşamadıklarında çıkan kargaşayı jandarmalar engeller ve onarımı Osmanlı yaparmış.

Dün, Osmanlı' nın kavgasız, gürültüsüz yönettiği bu kutsal şehirde, adına uygun bir şekilde barış rüzgarlarının esmesi ve bu rüzgardan tüm Ortadoğu' nun yararlanması dünya barışı için kaçınılmazdır. Barış ve kutsallıktan birinin diğerine feda edilmeden, barış yerinde birlikte hayat bulmaları zor değil. Yeter ki, bunun olabileciğine inananlar ilk adımı atma cesaretini gösterebilsinler.




                    
     
  

8 Nisan 2013 Pazartesi




ARTHUR SCHOPENHAUER'DAN İKİ ANEKDOT





Arthur Schopenhauer' in zekasıyla ilgili pek çok anekdot anlatılır. İşte onlardan ikisi:
Bir keresinde aynı yerde yemek yiyenlerden biri onun basitçe "bilmiyorum" diye yanıtladığı bir soru sorar. Adam, "Vay vay, sizin gibi büyük bir bilgenin her şeyi bildiğini sanırdım!" deyince Schapenhauer, "Hayır, bilgi sınırlıdır, yalnızca aptallık sınırsızdır," diye yanıt verir.

Schapenhauer' e bir kadın tarafından ya da kadınlar ve evlilikle ilgili bir soru sorulduğunda istisnasız ters tepkiler alıyordu. Bir keresinde ne kadar mutsuz bir evliliği olduğunu uzun uzadıya anlatan çok geveze bir kadının arkadaşlığına katlanmak zorunda kalır. Schopenhauer onu sabırla dinler, ama kadın kendisini anlayıp anlamadığını sorduğunda, "Hayır, ama kocanızı anlıyorum," diye yanıt verir.


Dip Not: Anekdotlar Irvin Yalom- Bugünü Yaşama Arzusu' ndan alınmıştır.


5 Nisan 2013 Cuma



SULTAN II.BAYEZİD NASIL "VELİ" OLDU?




 13/14 Eylül 1509 yılında meydana gelen, İstanbul, Rumeli ve Çorum civarını harabeye çeviren Kıyamet-i Suğra( Küçük Kıyamet) diye anılan  müthiş deprem sırasında Osmanlı tahtında II.Bayezıd oturmaktadır. Artçı depremler günlerce sürer. Öyleki Padişah İstanbul' dan Edirne' ye gider. Edirne' de tufan gibi yağan yağmur sonrasında her tarafın çamur ve balçık deryası  olduğunu görünce de dayanamaz ve İstanbul' a geri döner. Topkapı Sarayı' na girişinde Padişah' a ilham gelir ve İstanbul' un değişik yerlerinde dört yüz kuyu açılmasını emreder. Lağımcılarla bostancılar kuyuların yerlerini kestiremeyip tartışmaya başlayınca müneccimbaşının öğüdüne uyulur; dört tane doksan dokuzluk tesbih, Veli Bayezid hazretleri "imdi" der demez divandaki dört vezirin hep birden asılmasıyla koparılıp taneleri ak ipekliden sergi üstüne saçılır ve her bir kehribarın durduğu yerden cihet tutulup ona göre Dersaadet' in dört yüz yerinde derin kuyular açılır. Bayezid' in kerametinden olsa gerek, dünyanın oynaşması o saatte durur.Dört gün sonra Padişah' ın ululuğu sahih olunca dört yöne tellallar salınıp" Hazret-i Bayazid' i Veli sayesinde Gazab-ı İlahi' nin yatıştırıldığı, bundan böyle kul takımından kimsenin taştan bina eylemeyeceği, İnşa'Allah yaz gelmeden tüm memleketin yeniden mamur hale getirileceği" herkese duyurulur.(Cahit Ülkü-Rüstem Paşa Kitabı' ndan)

Dört yüz kuyuyu açtırmasıyla depremi sona erdirdiğine inanılan Padişah, kullarının gözünde bir "Veli" dir artık; Veli Bayezid olarak tarihteki yerini alacaktır.
Ancak fermanıyla taş bina yapılmasını yasaklayan Veli Padişah'ın, İstanbul' a ne büyük kötülük yaptığı daha sonraki yıllarda anlaşılacaktır. Ahşap evlerin yapılmasıyla ve evlerin yapımı sırasında yola taşmalara göz yumulmasıyla daralan yollar, çıkacak olan İstanbul yangınlarına müdaheleyi oldukça zorlaştırır. Bizans döneminden kalan yapılar bu yangınlarda yanar, kül olur.

Bilmenizi istedim sadece. Çünkü tarih, bugünü hazırlayan dündür.Ve bugün de yarını hazırlayan dün olacaktır...







1 Nisan 2013 Pazartesi




POLİTİK  DOĞRULUK MU, YOKSA İKİYÜZLÜLÜK MÜ?


1990' lı yıllarda Amerikan Kültüründe popüler olan Politik Doğruluk( political correctness) özetle; cinsiyet, ırk, kültür, sakatlık, yaş ve diğer kişilik özelliklerinin olabildiğince az gücenmesini amaçlayan dil, fikir, kural ve davranışlardır. 

Güncelliğini hiç kaybetmeyen politik doğruluk kavramı, gerçekten doğruluğu mu ifade ediyor, yoksa insanı ikiyüzlülüğe mi itiyor? Cevabı verebilmek için doğruluk ve politika sözcüklerinin anlamlarını bilmek, sonra da bu iki sözcükten üretilen kavramın nasıl anlam kargaşasına yol açtığının ayrımına varmak gerekir. Politikanın anlamlarından birisi; bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşamak, zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanmak gibi yollarla işini yürütmektir.(T.D.K.Sözlüğü) Felsefik olarak doğruluk ise düşüncenin gerçekle uyuşması; yargı ve önermelerin gerçeğe uygun olmasıdır. O halde  düşüncemiz gerçekle uyuşmuyorsa, düşüncemizi karşımızdakini incitebilir endişesiyle kıvırarak söylüyorsak yani politika yapıyorsak politik doğruluktan söz edebilir miyiz? Kafanız karıştı değil mi? Çoğumuz sözcükleri ya da kavramları duyduğumuz veya bir yerden okuduğumuz şekliyle kullanırız ama bu sözcük ya da kavramların neler ifade ettiğini, anlamlarını merak edip araştırmayız bile.

Politik doğruluğun, yapabileceğimiz en kötü şeyin birini rahatsız etmek, incitmek olduğunu varsayan bir fikir olduğunu düşünürsek herkesin bir şeylerden rahatsız olmamasını nasıl sağlayabiliriz veya sağlamalı mıyız? Tabii ki hayır. İnsan, doğası gereği farklı olandan, farklı düşünenden, değişikliklerden rahatsız olur. Bazılarının espri anlayışı, başarısı, cesur olması diğerlerini rahatsız eder. Rahatsızlık veriyor diye bütün bu özelliklerden vazgeçilmeli mi? Yoksa rahatsızlık verse de farklılıkları yeni şeyler ortaya çıkarabilmek için mi değerlendirmeli?