31 Mayıs 2013 Cuma






BİLGİ  ÜSTÜNE  SÖYLENENLER

İnsan, yaşamak ve varlığını sürdürebilmek doğayı ve çevresini tanımak, diğer varlıklara hükmedebilmek ve merakını gidermek için bilgi edinir. Bu bilgi edinme insanın en temel güdülerinden biridir. Her zaman ve her yerde bir şekilde bilgiye ulaşmaya çalışır, sorular sorar. İşte bu nedenledir ki, bilginin tarihi insanın tarihi kadar eskidir. Farklı yüzyıllarda, farklı coğrafyalarda ve farklı kültürlerde yetişen bilge insanların bilgi  üstüne söyledikleri:

"İnsan gönlü, dipsiz denizdir. Bilgi de, onun dibinde yatan incidir. inciyi denizden çıkarmadıkça, o, ister inci olsun, ister çakıl taşı, farketmez."
Yusuf Has Hacip - Kutatgu Bilig

" İnsan bir deryadır ilimle mahir
  İlimsiz insanın şöhreti zahir
  Cahilden iyilik beklenmez ahir
  işleği, ameli, hali yalandır."
  Aşık Veysel

" Hiç kimse size, içinizdeki bilginin şafağında halen yarı uykuda olandan bir zerre fazlasını açıklayamaz. Takipçileri arasında mabedin gölgesinde yürüyen bir öğretmen, size bilgeliğini değil sadece inancını ve sevgisini verebilir. Eğer gerçek bir bilgeyse, bilgeliğinin evine davet etmek yerine, sizi kendi aklınızın eşiğine doğru yönlendirir."
Halil Cibran

" Kendini okyanusta bir damla sanma. Bir damlanın içinde kocaman bir okyanussun."
" Soru da bilgiden doğar, cevap da."
Mevlana

Dikkatimi çeken, çağlar boyunca bilginin, derya, deniz ve okyanusla betimlenmiş olması; aleni  veya  metafor  olarak. Bilginin sonsuzluğunu anlatmak için sanırım. Bu  betimleme günümüzde de geçerliliğini sürdürüyor hala. 







27 Mayıs 2013 Pazartesi




EFSANELERİN  DAĞI: KAZ DAĞI ( İDA  DAĞI )



Antik Dönemdeki adıyla İda, günümüzdeki adıyla Kazdağları, benim içinse Efsanelerin Dağı' na trekking grubuyla gitmeye karar verdikten sonra, hayallerimin gerçeğe dönüştürülmesi süreci de başladı. Gitmeden önce yöre, Kazdağları ve bu dağlarda üretilen efsanelerle ilgili araştırma yaptım. Dünyada kaç tane dağ vardır ki, efsaneleşen? Ama, güzel ülkemizde epeyce var; hatırladığım kadarıyla Nuh Tufanı ile anılan Ağrı Dağı, Kommagene Kralı  I. Antiochos' un  yaptırdığı Tanrı heykellerinin bulunduğu Nemrut Dağı bunlardan sadece ikisi.

Kazdağları, Biga Yarımadasının en yüksek dağı olup Ege Bölgesi ile Marmara Bölgesini birbirinden ayırmaktadır. Çanakkale ve Balıkesir il sınırları içerisinde kalmaktadır. Kazdağı( İda), Kazdağları' nın (sıradağ) ortasında yer almaktadır. Bu yeşil dağlar, yaban kazlarının göç yolu üzerinde yer aldığı için Kazdağları olarak isimlendirilmiş aslında. Kaz çobanı Sarıkız ise malum efsane. İster efsaneye inanın, isterseniz ornitologların bilgisine, bu size kalmış. Ben, dağda yürürken efsaneye inanmayı tercih ettim. Çünkü, Sarıkızla, babasıyla ve Sarıkız' ın kazlarıyla birlikte yürümek istedim. Ayazma' dan uzakta yürüsek de, kendisine vadedilen  gücü, zenginliği reddedip,  sadece Afrodit' in verdiği sevgiyi kabul eden ve O' nu güzellik kraliçesi seçerek Hera ve Athena' yı kızdıran Paris' le de birlikte yürüdüm. Kazdağları yalnızca oksijenin bol olduğu değil, sevginin de bolca hissedildiği, gözlerin doğaya sevgiyle baktığı dağlar.Peki, biz o güzellikleri gözümüz gibi koruyabilecek miyiz?

Yürüyüşümüz,  Narlı' dan Kazdağı Tabiat Parkına  girişle başladı. Kızıl ve kara çamlardan oluşan ormanda yürümek, şırıl şırıl akan derelerin sesini dinlemek ve bol oksijeni solumak,efsaneleri duyumsamak : Masal diyarında gezinti bu olsa gerek...Masalı anlatan da sizsiniz, dinleyen de. Uzun bir yürüyüş ve zorlu bir inişten sonra masal dünyasından gerçek dünyaya " hoş geldiniz"  diyen pitoresk bir görüntü: Karşınızda  cennet gibi, Kelebekler (Gürlek Şelalesi ). Şelale gürleyerek, beyaz ve köpük saçan buz gibi sularını kayalardan aşağı akıtıyor. Altında oluşan doğal göl, durgunluğuyla adeta şelaleye meydan okuyor; kızgınlığın, gürlemen benim dinginliğimde kayboluyor diye. Burada saatlerce zaman geçirebilirsiniz, sıkılmadan. Biz de öğlen yemeğimizi gölün etrafında doğal plaj oluşturan kaygan kayaların üzerinde yedik, suyun esintiyle yüzümüze vuran serinliğinin tadına vardık. Gerçekten muhteşemdi, zorlu inişe değmişti. Sonra, her çıkışın bir inişi olduğu gibi, her inişin de bir çıkışı vardır misali aynı yoldan geri döndük. Yürüyüş sonlandığında, yorgun değildim. Bu durumun oksijen bolluğundan kaynaklandığı söylendi rehber tarafından. Doğruydu, çünkü başka hiç bir yerde böyle hissetmemiştim .Doğaseverlerle birlikte güzel bir yürüyüştü kısacası.

Kazdağı Tabiat Parkı girişinde yer alan tabelada yazan" İyiye ve güzele ulaşabilenler, zorlu yolları aşabilenlerdir " sözünün doğruluğunu zorlu yolu aşıp şelaleyi görünce onayladım. Güzele ulaşmıştım, iyiye ulaşmam da yakındı. Ayrıca, bu yürüyüşün benim için önemli bir yanı da 19 Mayıs günü gerçekleşmesiydi. Ve o gün,  Cennette bulunmamdı!...






22 Mayıs 2013 Çarşamba



TARİHTEN  NOTLAR -1-
(Son Hazaryalı)


Çiçek isminde bir Hazar prensesi Bizans imparatoru' yla evlenir ve bu evlilikten doğan çocuk, sonradan, Leon Hazar adıyla bu ülkeye imparator olur. Prenses Hristiyanlığı kabul eder. Bilindiği üzere Hazarlar, Yahudilik dinini kabul eden bir Türk devletidir. Prensesin çeyizleri arasındaki bir elbise sarayda dehşet ölçüsüne varan hayranlık uyandırır ve bu giysi "Çiçakyan" adıyla erkekler için tören kıyafeti olarak benimsenir.

İspanya' da bulunan Granada Hükümdarı' nın hekimi olan ünlü İshak Amon' un oğlu Jozef Amon, II.Bayezid' in özel hekimidir. Sultan Bayezid, çok sevdiği bu hekimden, İslamiyet' i kabul etmesini ister ve bunun simgesi olarak saraya beyaz sarık sararak gelmesi için üç gün süre tanır.( Osmanlı' da beyaz sarığı yalnızca Müslümanlar sarabilirlerdi.)
Amon, koynunda bir hançerle padişahın huzuruna çıkar ve " Haşmetlü Sultanım! Biz, çıkar uğruna ata dinimizi yadsıyacak olsaydık, bugün imparatorluğunuzda bulunmaz, mülkümüzün ve servetimizin bulunduğu İspanya' da otururduk. Senin gibi aydın ve bilge hükümdarın, inançlarımı zorlamayacağına inanıyorum. Ancak, kararında ısrarlı isen, ilk kez buyruğuna itaat etmeyeceğim, der ve ' Buyur, al şu hançeri ve göğsüme sapla!' diyerek hançerini ona uzatır. Padişah, ' Sadakatına hayranım. Karakter sağlamlığını takdir ediyor ve sana olan güvenimi koruyorum;' sözleriyle onu ödüllendirir.

Hazarlar' ın Karaitler boyundan gelen Karaylar İstanbul' a gelip Galata' da Karay- Köy diye bir mahalle kurarlar. Bugün oraya Karaköy denilmektedir.

Mısır' ın fethinden sonra, özellikle İstanbul' a sürgün getirilen Mısırlı ailelere gösterdiği adalet ve babasının hışmına uğrayarak hapiste çürüyenleri af edişi nedeniyle Sultan Süleyman' a halk arasında " Kanuni" denmeye başlar.


Kaynak: Cahit Ülkü - Son Hazaryalı Romanı.



16 Mayıs 2013 Perşembe




FUTBOLU  SEVMİYORUM


Derbi maçlarının veya önemli maçların olduğu günlerde haberleri izlemiyorum; futbol fanatiklerinin yaptıkları şiddeti görmemek, duymamak için. Ancak yine de kaçamıyorum ve duyuyorum üzülerek, içim burkularak. Anlayacağınız görmesem de duymamak mümkün olmuyor, savunma mekanizması olarak geliştirdiğim kaçış çöküyor...Enkaz altında kalınca, şu soruyu sormadan edemiyorum: Bir futbol topu ve o topla oynayan takım sevgisi bir insanın hayatından değerli midir? Bu soruya büyük küçük herkesin hayır diyeceğini biliyorum. Sözde " insan hayatı" her şeyden değerlidir de futbol maçlarından sonra pratikte neden değerini yitirir? Nedir, fanatikleri kan akıtacak, cinayet işletecek ruh haline bürüyen etmenler? Aşırı hırs mı? Tuttuğu takımın kazanmasıyla kendine prestij sağlama çabası mı? Aidiyet duygusu mu? Yoksa, sadece bir anlık cinnet mi? Maçtan sonra, bu holiganların içindeki şiddeti açığa çıkaran,  öldürme dürtüsünü körükleyerek gözlerini döndüren bunlardan hangisi?

Holiganizmle taraftarlığı bir birinden ayırmak gerekir. Holiganizm'in günümüzdeki anlamı "spor terörizmi" . Holiganlık, sporu şiddet yaratmaya alet etme amaçlı tutumken, taraftarlık ; bir şeyden, bir görüşten, düşünceden ya da birinden yana olma, ondan yana saf tutma anlamını içerir. Holiganların maçlara gelirken tek bir amaçları vardır: Kavga ve olay çıkarmak.  Holiganizm karşılıklı önyargı ve düşmanlıklardan beslenen sosyo-kültürel bir süreç olarak kabul ediliyor.

Gerçekten, bu konuda ülkemizde yeterli sayıda araştırma yapılmış mıdır? Bilmiyorum.  Ancak İngiltere' de holiganların kimlerden oluştuğuna dair binlerce araştırma yapılmış." Örneğin; Aberdeen Üniversitesi öğretim üyelerinden Richard Giulianotti, holiganların etnografik kökenlerine indiği araştırmasında sorunun, kentlerdeki diğer sosyal çelişkiler ile spor alanındaki rekabetin iç içe geçtiği bir sarmal halinde başgösterdiğine işaret etti. Giulianotti' ye göre, genç gruplar arasında son derece karmaşık, sosyal kökenleri bulunan, hem siyasi hem sosyal arka planı olan bir" Teritoryalizm", yani alan paylaşımı ve sahiplenmesi güdüsü de holiganizmi besleyen faktörlerden biri. " 

İşte,ülkemizde yapılan araştırmalardan birinin sonuçları":ELYADAL( Eleştirel Yaratıcı Düşünme ve Davranış Araştırmaları) nın" Futbolda Şiddet ve Fanatizm" konulu araştırmasına katılan toplam 437 katılımcıdan futbolda yaşanan şiddet olaylarından hangi kesim ya da kesimleri sorumlu tuttuklarına yönelik bilgi istenmiştir. Şiddet olaylarının sorumlusu olarak ilk sırada% 68.6' yla medya gösterilmiş, ardından% 63.8' le taraftarlar, % 52.4' le futbol kulüplerinin yönetimleri, % 46.9' la amigolar, % 30.4' le güvenlik güçleri, % 16.7' yle futbol oyuncuları, % 16.5' le hakemler, % 6.2' yle de teknik kadro sıralanmıştır. Medyanın ve kulüp yönetimlerinin şiddetin sorumlusu olarak algılanması gerçekten dikkat çekici ve galiba şimdi araştırılması gereken de bu algının ne kadar gerçek olduğu.

Futbolda yaşanan şiddet olaylarının nedeni olarak toplam 46 farklı neden belirtiliyor. Katılımcılara göre en önemli neden, Türkiye' deki eğitim seviyesi. Katılımcıların % 14.66' sı, Türkiye' deki eğitim seviyesinin oldukça düşük olduğunu ve futbolda yaşanan şiddet olaylarının da bu eğitimsizlikten ileri geldiğini öne sürüyorlar. % 7.92' lik bir oranda, insanların gündelik yaşamlarındaki sıkıntıları ve karşılaştıkları zorluklar nedeniyle deşarj olma ihtiyacı duyduklarını ve bu nedenle futbolda holiganizm ortaya çıktığını iddia ediyor. Araştırmaya katılan her 100 kişiden 7' si, holiganizmin nedeni olarak kulüp yöneticilerine atıfta bulunuyor. Bunun yanı sıra, ülkedeki dengesiz gelir dağılımı ve düşük gelir düzeyi de diğer bir neden olarak ortaya çıkıyor. İnsanlar düşük gelir düzeyi nedeniyle çatışmaların yaşandığını ve yaşanan bu çatışmaların da futbol sahalarına taşındığını ve hatta futbol sahalarının dışına kadar taştığını belirtiyorlar ( % 6.16). Kitle psikolojisinin, kendini bir grupla birlikte ifade etmenin ve kendini o grupla özdeşleştirmenin, bununla ilintili olarak pekişen ait olma duygusunun da söz konusu soruna neden olduğunun altı çiziliyor( % 5.92)." ( Guduwap.com ' un Tribün Terörü ve Bir Yaşam Biçimi: Holiganizm ' den alıntı.)

Yukarıda sonuçları verilen araştırmalar olayın sosyo-kültürel boyutlarıyla ele alınmış gibi gözüküyor. Bense, fanatikleri cinayet işlemeye yönelten psikolojik faktörlerin neler olduğuyla ilgili araştırma yapılıp yapılmadığını merak ediyorum. Bununla ilgili bir sonuç bulamadım maalesef. Ve yukarıdaki araştırma sonuçlarından çıkarılabilecek fanatik olan biri için takım taraftarı olmak " sadece bir etiket değil, çoğu zaman da yaşam biçimidir" şeklindeki çıkarıma katılmam mümkün değil. Yaşam biçimi diyerek, olayı sosyal yumuşatmaya vardırmak, taraftarın fanatikleşmesini kışkırtmaktan öteye gitmez:" Bu benim yaşam biçimim, kimse karışamaz" der geçer. Haksız da sayılmaz öyle değil mi?

 Anlatmaya çalıştığım nedenlerden dolayı, futbol demek bana şiddeti çağrıştırıyor. Ve ben şiddeti sevmiyorum. Futbol severler kızmasınlar ama bu çağrışımdan dolayı futbolu da sevmiyorum.






13 Mayıs 2013 Pazartesi




CÜCE  GEZEGEN




2005 yılında ezber bozan bir keşfe imza attı gök bilimciler: Güneş sisteminde bulunan 9 gezegenin haricinde bir gezegen olduğunu keşfettiler.Ve bu gezegenin, güneşe en uzak gezegen olan Plüton' dan daha büyük olduğunu saptadılar. Derken, gök bilimciler arasında "cüce gezegen" tanımı üzerinde tartışmalar başladı. Keşfedilen bu yeni gezegene bir isim vermek gerekiyordu. İşte bu tartışmalar nedeniyle, mitolojide kavga ve nifak tanrıçası olarak bilinen Eris' in adı verildi. Eris' in keşfi kendisinden daha küçük olan Plüton' u da yerinden etti: Uluslararası Astronomi Birliği Ağustos 2006 yılında yayımladığı bir bildiriyle, gezegen terimine yeni bir tanım getirdi. Bu yayımdan sonra, Eris' le birlikte Pluton da "cüce gezegen" sıfatını aldı.

Güneş sistemindeki gezegen sayısı Astronomi Birliği' nin kararıyla 8' e düşürüldü. 2006' dan itibaren ilköğretim öğrencilerinden başlayarak öğrenciler, güneş sisteminde 8 gezegen olduğunu öğrenecekler. Merak ediyorum doğrusu; öğrenciler arasında bu konuya ilişkin bir anket yapılsa Eris' ten haberdar olan öğrenci yüzdesi kaç olur?




11 Mayıs 2013 Cumartesi




DÜNYA  ATASÖZLERİ


Atasözü, sözlük anlamıyla" ataların, uzun denemelere, gözlemlere dayanan yargılarını genel kural, bilgece düşünce ya da öğüt olarak veren ve kalıplaşmış bir biçimi olan, halk tarafından benimsenmiş kısa, özlü söz" dür. Her milletin atasözleri vardır ve bu sözler halkın ortak yaratımıdır. Bu nedenledir ki Atasözleri,  toplumu her yönden yansıtır. Çünkü Atasözlerinde toplumsal ve doğal olaylar, kurallar, inanışlar, gerçekler, toplumun adet ve gelenekleri dile getirilir. Bir toplumun felsefesini anlamak için Atasözleri bize yardımcı olur. Bir durumu kısa ve özlü anlatması, yüzyılların süzgecinden geçerek günümüze ulaşması, kimi durumlarda öğüt vermesi Atasözlerinin toplum tarafından kabul görmesini sağlar.

 Arap Atasözleri, severek okuduğum Mısır' lı yazar Necip Mahfuz' un romanlarından. Diğerleri aldığım notlardan.

" Her şey üstüne üstüne geliyorsa, belki de sen ters gidiyorsundur."
Fransız Atasözü


" Yalanlarla ilerleyebilirsin ama oradan geri dönemezsin."
Rus Atasözü


" Ne yaptığını bilen bir düşman, gözü kara bir dosttan daha güvenlidir."
Arap Atasözü

" Gözler kendilerine, kulaklar ise başkalarına inanırlar."
Alman Atasözü

" Talihi olanların horozları bile yumurtlamaya başlar."
Rus Atasözü

" Senle dedikodu yapan, senin dedikodunu da yapar."
İrlandalı Atasözü

"Gözlerinin rengi, biçimi ne kadar farklı olursa olsun, gözyaşlarının rengi aynıdır."
Afrika Atasözü

" Kemik köpeğe şöyle der:' Çok sertim.' Köpek de cevap verir:' Olsun, zamanım var benim.' "
Arap Atasözü

" İntikam, soğuduğu zaman tadına varılan yemektir."
Roma Atasözü

" Hayat doğanın bir hediyesidir, ama iyi yaşamak için erdemli olmak gerekir."
Malay Atasözü

" Bu dünya bize dedelerimizden miras kalmadı, torunlarımızdan ödünç aldık."
Kızılderili Atasözü

" Temiz bir vicdandan daha yumuşak bir yastık yoktur."
Fransız Atasözü

" Güvensizlik, güven içinde olmanın anasıdır."
Fransız Atasözü

" Hayatın ilk yarısı, ikincisinin beklentisiyle geçer, ikinci yarısı ilkinin pişmanlığıyla."
Fransız Atasözü

" Değişim rüzgarları esmeye başlayınca, bazıları duvar inşa eder, bazıları ise rüzgar değirmeni."
Çin Atasözü

" Danışan dağı aşmış, danışmayan yolu şaşmış."
Türk Atasözü

" Yazın gölge hoş, kışın çuval boş."
Türk Atasözü



9 Mayıs 2013 Perşembe




BEYİN  EGZERSİZLERİ


Spor yaparak, beslenmemize dikkat ederek, zararlı alışkanlıklardan uzak durarak beden sağlığımızı korurken beynimizin sağlığını düşünüyor muyuz? Nasıl olsa genciz daha vakit var diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Vücudumuzdaki hücreler zamanla kendilerini yenileyebilme özelliğine sahipken, beyin hücreleri biz yaşadıkça sürekli ölerek azalmaktadır.

Beynimizdeki hücrelerin %90' ı glia hücrelerinden, %10' u nöronlardan oluşmaktadır. Yapılan araştırmalar gösterdi ki, nöronların elbirliği ile çalışması bizim düşünmemizi sağlıyor. Öyleyse, beyin egzersizleri yaparak nöronlara yardımcı olmalı, beyin sağlığını korumalıyız ki yaşlanırken hafızamızın gücü azalmasın ve beyin doğru düşünebilmeye devam etsin.

Bunun için neler yapabiliriz? Yaptığım araştırmada ve gittiğim "hafıza teknikleri" seminerinde öğrendiklerimi sizinle paylaşacağım. Burada önemli olan sağ ve sol beyin lob' larını aynı oranda çalıştırabilmek ve olumlu tutumla hafızayı güçlendirmek. Yani hafızanız zayıf olsa bile, bunu dillendirmemek ve" hafızam iyi " diyerek kendi kendinize telkinde bulunmak.

 Beyin egzersizleri yapmak hafızanızı güçlendireceği gibi yaşlılıkta bunama ve alzheimer gibi hastalıklara yakalanma olasılığını da geciktirecektir. Vücudumuzun komuta merkezi için vakit ayırmaya değmez mi? İşte! Yapmanız gerekenler:

Günlük yaşantınızda, alış-verişte hesaplamaları zihninizden yapın. Sonuç yanlış çıksa da doğrusunu bulana kadar devam edin.

Kitap okuyun. Kitapta ki karakterleri, yerleri, olayları zihninizde canlandırın.

Bulmaca çözün. Bulmaca eski bilgilerinizi tazeleyeceği gibi yeni sözcükler öğrenmenize de yardımcı olur.

Rutinin dışına çıkın. Bununla beyninizi şaşırtın. Diş fırçalarken farklı elinizi kullanın, yürürken geri geri gidin, sağ elinizle yazıyorsanız sol elinizi kullanmaya çalışın v.b.

İzleyerek öğrendiklerinizi veya aldığınız tarifleri hayata geçirin. Tabii ki pratikte uygulanabilir olanları.

Bir resim veya fotoğrafı inceleyip gözlerinizi kapatın, resmin veya fotoğrafın detaylarını düşünün.

Satranç ve dama gibi zeka oyunları oynayın. Bu oyunlar hızlı düşünmenize yardımcı olur.

Yabancı bir dil öğrenmeye çalışın, buna imkanınız yoksa yabancı kelimeleri öğrenip dilimizdeki karşılıklarını tekrarlayın.

Hayal kurun. Yapmak istediklerinizi ve yapacaklarınızı hayal edin.

Gördüğünüz gibi, beyni sağlıklı, hafızayı güçlü kılmak zor değilmiş. Şimdiden hepinizin beynine sağlık. Nöronlarınız uzun ömürlü olsun.
 

 


7 Mayıs 2013 Salı




İKİ  PRENSES


Shawakis kentinde kadın erkek, çoluk çocuk, herkes tarafından sevilen bir prens yaşardı. Hayvanlar bile ormandan onu selamlamak için gelirlerdi.

Ama insanlar arasında karısının onu sevmediği hatta nefret ettiği konuşulurdu.

Bir gün komşu kentin prensesi Shawakis prensesinin ziyaretine gelir. Başlarlar sohbete. Laf dönüp dolaşır kocalarına gelir.

Shawakis prensesi söze başlar ve:
" Senin kocanla yaşadığın mutluluğa gıpta ediyorum. Yıllardır da mutlu mesud yaşıyorsunuz. Ben ise kocamdan nefret ediyorum. Bana ait değil sanki o tek başına yaşıyor. Bu dünyadaki en mutsuz kadın benim" der.

Misafir prenses ona bakar ve der ki:
" Sevgili arkadaşım gerçek şu ki sen kocanı seviyorsun. Evet, öyle ve hala tükenmemiş bir arzuya sahipsin ona karşı. Bahçedeki kaynak gibi, kadın için hayattır bu. Asıl acınması gereken ben ve kocamdır. Çünkü sessizce katlanıyoruz birbirimize yıllardır. Ve siz ve diğerleri buna mutluluk diyorsunuz".

Halil Cibran - Gezgin ( Tercüme: Ercan Güneş)

 İçinde duygu barındırdığı için nefret bile olsa tükenmeyen arzu mudur mutluluk? Yoksa " içi beni yakar, dışı seni" misali birbirine sessizce katlanmak mı? Ya da her ikisi mi? Hiç biri mi? Bence,   bakan değil, gören gözlere göre   değişir.  Mutluluk, hiç bir şey beklemeden herkesi sevmektir, sevebilmektir.







5 Mayıs 2013 Pazar




YAŞAMIN  SIRRI  ÇÖZÜLÜYOR MU?



Günlük uğraşılar, yaşama dair rutin sıkıntılar o kadar çok vakit kaybettiriyor ki insana, dünyada olup bitenleri bazen es geçiyor: Yorgunluğunu atabilmek, dinlenebilmek için iletişim kanallarını devre dışı bırakıyor.  Oysa, bilim insanları durmadan, dinlenmeden çalışıyorlar, insan yaşamını uzatabilmek, daha kaliteli kılabilmek ve evrenin sırrını çözebilmek için. İşte! insanları yakından ilgilendiren, kimsenin kayıtsız kalamayacağı harika bir keşfin haberi:

" İsveç' in Karolinska Enstitüsü' ndeki Nobel Kurulu, 2012 yılı tıp-fizyoloji alanında iki bilim insanını ödüle layık gördü. İngiliz John Gurdon ve Japon Şinya Yamanaka, " hücrelerin özelleşmesi ve gelişimi hakkında çığır açan yeni bilgilere ulaşılmasını sağlayan araştırmaları dolayısıyla ' Nobel Ödülünü' kazandı.

İki bilim insanı, " olgun hücrelerin pluripotent olmak için programlanabileceklerini keşfetti. Gurdon ve Yamanaka, gerçekleştirdikleri çalışmalarda, özelleşmiş hücrelerin vücuttaki her dokuya dönüşebilecek olgunlaşmamış hücrelere dönüşebileceğini ortaya çıkardı. Yapılan keşif, hücrelerin ve organizmaların nasıl geliştiği hakkında devrim yaratabilecek yeni bir anlayış ortaya koydu.

Pluripotent, embriyonik gelişimin erken safhalarında, tüm bir canlıyı oluşturabilme yeteneğine sahip olan henüz farklılaşmamış hücreler anlamına geliyor." ( ntvmsnbc- 8 Ekim 2012)

Anladığım kadarıyla bu keşif şu anlama geliyor: Olgun hücreleri alıp geriye programlayarak yeni bir canlı oluşturabilme yeteneğine sahip henüz farklılaşmamış hücrelere dönüştürebiliyorlar.Bu özelleşmiş hücreler yeni bir canlı oluşturabileceği gibi, her dokuya dönüşebilecek olmaları nedeniyle eskiyen, işlevini yerine getiremeyen organların yerine yenilerinin oluşumuna da olanak tanıyor. Belki de yakın bir gelecekte organ nakli tarihe karışacak ve parası olan , yaşama doymayan veya yaşamdan vazgeçmek istemeyen insanlar, olgun hücrelerini geriye programlatıp yeniden hayata merhaba diyecekler. Tabii ki yeni doğmuş bir bebek olarak. Ne muhteşem bir keşif ama.

Teşekkürler John Gurdon ve Şinya Yamanaka...Beyninize sağlık...






1 Mayıs 2013 Çarşamba




KADIN  CİNAYETLERİNİN  SORUMLUSU  OTHELLO  SENDROMU MU?

Ülkemizde işlenen kadın cinayetlerinin nedenlerinden biri kıskançlıktır." Seven kıskanır" sloganıyla beslenen ruhlar, yerli yersiz kıskançlıklarla sevdiğine dünyayı dar eder. Sonra da "ya benimsin, ya kara toprağın" diyerek, kendisine yar olmayan kadını, kara toprağa gönderir.

Ünlü psikanalist Freud, normal kıskançlığın bile mantık dışı bir olay sayılması gerektiğini, böyle bir duygunun bilinç denetimi altında olmadığını dile getirir. Mantık dışı bir olay sayılması, kıskançlığı masumlaştırmaz, patolojik yapar.

Adını ünlü yazar William Shakespear' in "Othello" adlı eserinden alan "Othello Sendromu" diğer adıyla "Patolojik Kıskançlık" rahatsızlığı; kişinin sevdiği birini hastalık derecesinde kıskanması durumu olarak ifade edilmektedir. Öfke, baskı ve tehditlerle öldürmeye kadar gidebilen bir rahatsızlıktır. Çoğunlukla erkeklerde görülür; sevgiyi, sevgiliyi kaybetme korkusu, sadakatinden şüphe v.s. kıskançlık sebepleri arasındadır.

Psikiyatr Dr. Sümer Öztanrıöver, Othello Sendromuna ilişkin :" Bütün hezeyanlarda olduğu gibi hastanın aldatıldığına olan inancı, mantıklı açıklamalardan ve gerçek kanıtlardan etkilenmez. Eşinin telefona geç cevap vermesi, kapıyı geç açması, vücuttaki bir morluk, elbisedeki leke, perdenin açık olması aldatmanın kanıtları olarak görülür. İşlenen birçok cinayetin faili Othello Sendromu olabilir" dedi.  Eşine işkence edip cinayet işleyen bir çok erkeğin, Othello Sendromu çeken hastalar olabileceğini ekleyerek aşırı kıskançlığın özellikle gençler arasında sevginin kanıtı olarak görüldüğünü kaydederek," ılımlı bir kıskançlığın kabul edilebileceğini , ancak partnerinin davranışlarını, giyim tarzını, arkadaşlarını, seçimlerini değiştirmeye yönelik girişimler, hastalıklı bir kıskançlığın göstergesidir.Kıskanılan kişi ödün verdikçe, kıskançlık da artacaktır. Ödün verilmediği için biten ilişkinin acısı, ömür boyu prangaya mahkûm yaşamaktan kat kat iyidir." dedi.(10 Şubat 2012 tarihli Hürriyet Gazetesi(Sağlık-Yaşam)

Eşinden şiddet gören kadınların, kadın korunma evlerinde korunmaya alınması ve mahkemelerin verdiği evden uzaklaştırma cezasının kadınları koruyamadığını  gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde okuyoruz maalesef. Şiddet eğilimi gösteren koca, bir şekilde kafasına koyduğunu gerçekleştiriyor, hem de alenen ve kimse müdahale etmiyor göz göregöre gelen cinayete. Neymiş efendim, aile-namus meselesine karışılmazmış. Kim demiş? Belli değil. Ve belli olmayan saçma sapan bir söz uğruna, nice canlar kaybediliyor. Devlet, mağduru koruyamıyor.

Kıskançlık insan doğasında varolduğuna ve bilinç denetiminde olmadığına göre; kıskançlığın azı karar, çoğu zarar diyebiliriz miyiz? Kıskançlık nedeniyle işlenen cinayetlerin faili "Othello Sendromu" olabileceğine göre; bu rahatsızlığı olanlara tanı konularak, tedavilerinin yapılması cinayetleri önleyebilir mi? Bekleyip görmek yerine bir an önce çare bulmalıyız. Bulmalıyız ki, nice masum canlar kaybedilmeden, bu kanayan yara iyileştirilsin...