DİSTOPİK BİR HİKAYE; DALGA
Nereden, nasıl başlasam bilemiyorum. Giulio Cavalli'nin "DALGA" kitabını okumayı yeni bitirdim. Sarsılmadım desem yalan olur. Aslında distopik hikayeleri okumaya alışığım. Hatta okuduğum distopik kitapların adlarını da verebilirim;
-George Orwell, 1984 / -William Golding, Sineklerin Tanrısı / -Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya / -Anthony Burgess, Otomatik Portakal / -Jose Saramago, Körlük. Bir de distopyanın şafağı sayılan Yevgeniy İvanoviç Zamyatin'in "BİZ" adlı kitabını da ekleyebilirim.
Peki, DALGA beni neden bu kadar sarstı? Çünkü yazar, günümüzde yaşanan ve ülkeler için ciddi bir kriz olarak görülen sığınmacılar sorununu ve göçmenlerin dalga dalga Roma'ya bağlı sakin ve küçük bir kasaba olan DF'ye akışlarını anlatırken kasaba halkının kriz anlarında yaşanan hallerine dikkat çekerek, insanlık ve insani değerleri sorgulatıyor bizlere. Hem de en acımasız ve sert bir gerçekçilikle. Belki de kısa bir zaman sonra romanda geçen olayların, yaşanabileceğini okura düşündürtmesinden kaynaklı bir sarsıcılığı da var diyebilirim. Kitabı bitirdikten sonra, "neden olmasın" diye düşündüğümü itiraf etmeliyim.
İtalyan yazar Giulio Cavalli ilk kez Türkçeyle buluşuyor Dalga kitabı ile. Cavalli, 1977'de Milano'da doğdu. Roman ve oyun yazarlığının yanı sıra Left Dergisi ve çeşitli gazetelerde yazıyor. Politik oyunları ve İtalyan mafyasının perde arkasını ele aldığı kitaplarıyla tanınıyor. 2018'de Dalga'yı, ve 2021'de bu romanın devamı niteliğindeki Yepyeni Ahit'i yayımladı.
Giulio Cavalli - Dalga - Arka Kapak Tanıtımından
"Sakin bir balıkçı kasabası olan DF'nin yazgısı, yaşlı balıkçı Ventimiglia'nın denizde bir ceset bulmasıyla kabusa evrilir. Daha ilk cesedin kimliği teşhis edilemeden kasabanın kıyılarına başka cesetler sürüklenir. Her açıdan birbirinin tıpatıp benzeri cesetlerin sayısı kısa sürede on binleri geçtiğinde hükümetten destek göremeyen DF, sorunu kendi yöntemleriyle çözmeye karar verir. Ve başlangıçta toplum sağlığının korunması amacıyla yürütülen eylem planı zamanla çığırından çıkar..."
Benim Yorumum
Giulio Cavalli, kitabında dalgayı hem gerçek anlamında hem de metaforik olarak göçmenler sorununa dikkat çekmek için kullanmış, ki bu adı ben çok isabetli buldum.. Çünkü göçmenlerin, yerli halk arasında "şeyleşmesini" çok çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Kitapla ilgili fazla bir ayrıntı vermek istemiyorum ama kafama takılan "şu şeyler" konusuna birazcık açıklık getirmek istiyorum. "Şu şeyler" diye bahsedilen denizden gelen insan cesetleri. Nihayetinde ölü de olsalar onlar yaşarlarken birer insandılar, madde veya eşya değildiler! Denizden istikrarlı bir şekilde her 48 saatte bir dalgalar halinde gelen on binlerce cesede "şu şeyler" ve bu cesetlerin depolandığı hangarlara "şu şeyler mezarlığı" denilerek insanları metalaştırmak insanlığa sığar mı, diye sordurtuyor yazar. İster istemez bunu düşünüyorsunuz. Ve romanın ilerleyen sayfalarında bu metalaştırma işinin cesetlerin her bir parçasından maksimum fayda sağlanacak biçimde pratiğe döküldüğünü hayretler içinde kalarak okuyorsunuz! Hatta tiksinerek!
İtalya'nın küçük bir sahil kasabasında geçen hikaye bilinmeyen bir zamanda geçmektedir. Kitabı okurken, aslında zamanın bir öneminin olmadığını çünkü bu insanlık ayıbı tablonun bugünü resmettiğini, DF adlı kasabanın dünyanın diğer yerlerini de temsil ettiğini anlayabiliyoruz. Tehlike dışarıdan göçmenlerle mi (sığınmacılar) geliyor (ölü bile olsalar), yoksa asıl tehlike insanın kendisi midir? Yani tehlike içte midir? İşte bu soruya cevap aranıyor.
Kitaptan Alıntılar
- Lilly, dalganın getirdiği ve gördüğü cesedi şöyle tanımlıyor: "Afrikalıydı galiba. Türk. Güneyli ya da Doğulu. Bizden biri değil. Sokakta karşılaşabileceğimiz insanlardan değil." (s: 33)
- "Yaklaşan bir felaketin işaretlerini hafife almak, onun gelip bizi hazırlıksız yakalaması için bir davettir." (s:34)
- "Savaşlar kişinin emrinde olan orduyla yapılır." (s:48)
- "Bazı devrimler işte böyle, tıkanıklığı tesadüf eseri tahliye etmeyi başaran bir öfkeden doğar." (s:94)
- "Tondini'nin hangarı, DF'deki herkesin ağzında şu şeyler mezarlığı olup çıkmıştı." (s:101)
- "Mutfak, yaşam gibidir: Evrensel boyutta nefret duyulan şey zamanla kabul edilir hale geliyor ve sonunda da çok arzulanan bir şey olup çıkıyor. Ölüleri şimdi yemeye başlayan şu DF'li yabaniler hakkındaki uluslararası basının verdiği yanıt üzerine Cattori şüphelerini dile getirdiğinde, ona yılan balıklarını anlattım." (s:151)
- "Önce seni yok sayarlar, sonra seninle alay ederler ve sana savaş açarlar. Sonunda sen kazanırsın." (s:152)
- "Göz yuvarları çorbası, dil fileto: Gelgitlerin bize taşıdığı bu etlerin hiçbir kısmı atılmaz. Hem de hiç. Tıpkı domuz eti gibi." (s:152)
- "Propagandanın işe yaraması için tanık olmaması gerekir: DF hakkında anlattıkları mutluluk, gitgide daha da korkak bir itaat haline gelen bir umuttur." (s:169)
- "O akılcıdır. Sağduyu, yenilmez güçler tarafından satın alınır, aykırı düşünenler her zaman haklıdır. Her zaman." (s:178)
- "Ve zengin oldu, daha önce olduğundan daha zengin oldu. Çok normal: Kimi felsefe yapar, kimi iş yapar ve kimi para kazanır, felsefe yapanlara da sadece başkalarının kazancı hakkında ahlak dersi vermek kalır." (s:178)
- " Cesetler mi? O şeyler hakkında cevap verme yetkim yok. Benim için onlar artık ceset falan değiller: hoş kokulu uçucuları buharlaştıran mumlar, hani şu porselen buhurdanlıklarda kullanılan alüminyum kenarlılardan. Onlar artık bundan ibaret." (s:185)
Kitap 222 sayfa ve iki bölümden oluşuyor. Devamı olan kitap Türkçeye çevrildiğinde onu da okumak isterim...
Notlar:
1- William Golding'in "Sineklerin Tanrısı" kitabıyla ilgili yazımı okumak isterseniz, linki tıklayınız: https://sahriye.blogspot.com/2013/02/cocuklarda-siddet-william-golding-in.html
2- Anthony Burgess'in "Otomatik Portakal" kitabıyla ilgili yazımı okumak için linki tıklayınız: https://sahriye.blogspot.com/2021/09/otomatik-portakal-anthony-burgessin.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder