22 Eylül 2021 Çarşamba

 


OTOMATİK PORTAKAL




Anthony Burgess'in Otomatik Portakal romanını okuyup bitirdiğimde, okumak için bu kadar geç kaldığıma üzüldüm. Yazar, romanı yazdığı 60'lı yıllarda post-endüstriyel dönem İngiltere'sinde var olacağını öngördüğü gençliği ve toplumsal yapıyı gençliğin şiddet içeren davranışlarıyla öylesine gerçekçi ve sarsıcı bir dille anlatıyor ki romanı okurken tüylerim diken diken oldu. Bir yerde okumuştum; Burgess'in Otomatik Portakal'ı psikoloji dizilerinde muhakkak okunması gereken kitaplar arasında gösterilmekteymiş. Romanı bitirdiğimde içinde anlatılan olaylar nedeniyle kitabı yarı distopik buldum. Çünkü distopik kitaplar, genellikle uygar toplumun unsurlarını içeren ve çağdaş görünen bazı eğilim ve davranışların sakıncalarına karşı bireyi ve toplumu uyaran kitaplardır. Otomatik Portakal romanına yarı distopik diyorum. Çünkü normal bir toplumda iyilik ve kötülük kavramlarını "şiddet-suç-ceza" üçgeninde irdelerken suçun önlenmesi için suç işleyen kişinin adeta makineleştirilmesini anlatmaktadır. Kitabın son sayfasını bitirdiğimde kendime şu soruları sordum; "Toplumun iyiliğine olan bir şey, aynı zamanda bireyin de iyiliğine olabilir mi? Bireyin iyilikle kötülük arasında seçim hakkı olmazsa yaptığı iyilik, kendisine yaptığı kötülük değil midir? Seçme hakkını kaybeden birey, özgürlüğünü de kaybetmiş olmaz mı? Sanırım yazarın okurdan istediği de bu soruların sorulması ve cevaplarının düşünülmesiydi. Öyle yaptım ben de.

Kitabın Kısaca Konusu:

Yazar kitabının adını neden "Otomatik Portakal" koyduğunu şöyle açıklamaktadır: "Cockney dilinde (İngiliz argosu) bir deyiş vardır. 'Uqueer as as clockwork orange.' Bu deyiş, olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı, yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezya'da "canlı" anlamına gelen "orang" sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda, rengi ve hoş bir kokusu olan bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin, tam da benim anlatmak istediğim duruma, Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikayeye çok iyi oturduğunu düşündüm."

Romanın anlatıcısı ve baş kahramanı olan Alex 15 yaşındadır. Kendi yaş grubundan üç arkadaşı; Pete, Georgie ve Aptalof'la birlikte oluşturdukları dört kişilik "çete kardeşleri" adını verdikleri çete oldukça saldırgan, yakan yıkan, kadınlara tecavüz eden, ihtiyarları döven, diğer sokak çeteleriyle kavga eden, hırsızlık yapan son derece tehlikeli bir çetedir. Birkaç kez polis tarafından yakalanıp ıslahevine konulmuşlarsa da çıktıktan sonra yine aynı eylemlerine devam etmişlerdir. Alex neden kötülük yaptıklarını şöyle açıklar: 

"...Bu 'Toplum İçin Yararlı Ol' tekerlemelerini belleyen ve belletenlerin 'suç neden işlenir?' sorusunu düşündükçe hayalarım ağrıyor. Neden 'iyiliğin kökeni' ni  incelemezler, araştırmazlar? Herkesin derdi 'kötülük' ya da 'iblisin kökeni'. Eğer serseriler kötülük yapıyorsa bu onların tercih hakkı. Yani adamlar kötülüğü benimsemişler. İyiler de iyiliği...Ben kötülüğü yeğleyenler arasındayım. Yetke hiçbir zaman kötülüğe izin vermez ne yazık ki...İnsan kişiliği Koca Tanrı'nın en büyük eseridir. O bununla övünür. Kişiliksiz yaratıklar kişilik sahiplerini ezmeye uğraşırlar bu dünyada kardeşlerim. Çağdaş tarihimize bir göz atın. Bu makinelere karşı çıkıp onları bozmaya uğraşanlar hep kişilik sahibi, yüce yaratıklardır. Bunları anlatırken son derece ciddiyim kardeşlerim. Ben yaptıklarımdan zevk, mutluluk duyduğum için kötüyüm o kadar." (s: 36-37)

Alex klasik müzik hayranıdır. Şiddet istek ve arzusunu diri tutmak için özellikle Beethoven'in 9. Senfonisi'ni dinlemektedir. Alex ve çetesinin sürekli gittikleri sütbarda bir gece, Aptalof, arya söyleyen kadın sanatçıyla alay eder. Buna sinirlenen Alex,  Aptalof'a bir yumruk atar. Bu geceden sonra dörtlü çetede görüş ayrılıkları başlar ve çete liderliğinin kim olduğu sorgulanır. Yalnız kaldığından habersiz olan Alex'e arkadaşları bir kumpas kurarlar ve ihtiyar bir kadının evini soymaya giderler. Eve tek başına giren Alex, kaza sonucu ihtiyar kadının ölümüne sebep olur. Dışarı çıktığında arkadaşı Aptalof, barda yediği yumruğun acısını çıkarmak için çok iyi kullandığı zincirle Alex'in gözlerine vurarak, onun geçici görme kaybına neden olur. Polis sirenini duyan diğer arkadaşları kaçarak, suçu Alex'in üzerine yıkarlar. Polis Alex'i tutuklar. Mahkemede çete üyeleriyle beraber işledikleri tüm suçları itiraf eden ve arkadaşlarının adını veren Alex, ihtiyar kadını öldürmek suçundan 15 yıl hapse mahkum edilir. Hapishanede diğer adi suçlularla birlikte iki yıl geçiren Alex, dışarı çıkmak istemekte ve bu pis yerden biran önce kurtulmanın çarelerini araştırmaktadır. 

Bu arada, sokaklardaki güvenliği sağlayamayan ve suç işlenmesini engelleyemeyen, bu nedenle de oy kaybeden dönemin iktidar partisi seçimi kazanmak için "Suçluları Yeniden Topluma Kazandırma" programı kapsamında, "Ludovico" adlı bir laboratuvar çalışması geliştirmiştir ve suçlular arasından denek olarak kullanılmak üzere gönüllü aramaktadır. Ludovico yöntemi, suçluları topluma kazandırmanın yanı sıra yeniden suç işlemelerini de engellemektedir. Bu deneye katılan suçlu deneğe 15 gün yemeklerden sonra bir ilaç şırınga edilmektedir. İlaç sonrasında laboratuvara götürülen deneğin elleri, ayakları ve başı hareket etmeyecek bir şekilde bağlandıktan sonra göz kapaklarına kıskaç takılarak gözlerinin de açık kalması sağlanmaktadır. Bu işlemler yapıldıktan sonra deneğe şiddet içerikli korkunç filmler izletilmektedir. Birkaç gün sonra şiddet içeren bu filmleri izleyen denekte dayanılması güç ağrılar ve mide bulantısı, kusma gibi hastalık belirtileri gözlenmeye başlar. 15 günün sonunda ise deneğin zihninde şiddet arzusu, öfke belirdiğinde şiddetli ağrılar başlar ve denek kolunu bile kaldıramaz hale gelir. Bir tür beyin yıkama tekniği diyebileceğimiz bu yöntemden sonra suçlu, yeniden topluma kazandırılmış ve bir daha suç işlenmesi engellenmiş olur. Ancak bu yöntemin uygulandığı bireyin iyi ile kötü arasındaki seçim hakkı da elinden alınmıştır. Romanda hapishane rahibi bunu şöyle açıklamaktadır: " Bu yöntem gerçekten, kötü bir kişiyi topluma yararlı bir insan evladı yapabilecek mi? Asıl sorun bu bizce. İyilik kişinin içinden gelir. Kişi iyiliği seçebilmelidir. Kişiye seçme hakkı tanınmazsa, o kişiliğini yitirir." 

Bu deneye katılan suçluların 15 gün sonra özgürlüğüne kavuşacakları ve geri kalan cezalarının affedileceği bizzat dönemin İçişleri Bakanı tarafından açıklanır. 

İşte  Ludovico deneyinin ne olduğunu bilmeden sırf hapishaneden kurtulabilmek için Alex, bu deneye gönüllü olarak katılır. 15 günün sonunda özgürlüğüne kavuşur ve dışarı çıkar. Ama ne Alex eski Alex'tir ne de dışarısı iki yıl önce bıraktığı gibidir. Her şey değişmiştir, ailesi bile. Dışarı çıkar çıkmaz evine giden Alex, anne ve babasının kendi odasını oğlumuz dedikleri bir yabancıya kiraya vermiş olduklarını görür. Anne ve babası Alex'i artık evlerinde istememektedirler. Bunun üzerine çok içerleyen Alex, acısız ve kolay bir ölümün nasıl olabileceğini araştırmak üzere şehir kütüphanesine gider. Orada bulunan ve daha önce Alex'in döverek hastanelik ettiği bir ihtiyar onu tanır ve hıncını çıkarmak için Alex'e vurmaya başlar. Alex karşılık vermek istese de bunu düşündüğü an dayanılmaz ağrıları başlar ve bu ağrılardan kurtulmak için öylece durup ihtiyar ve arkadaşlarından dayak yer. Yani hastalanmamak ve ağrılardan kurtulmak için zorunlu olarak dayak yemeyi tercih eder. Kargaşayı önleyemeyen kütüphane görevlisi polis çağırır. Gelen iki polisten biri Alex'in eski arkadaşı ve kendi çetesinin üyesi Aptalof, diğeri ise Nazileri taklit eden bir başka çeteden olan ve geçmişte dövdüğü, aşağıladığı bir çete üyesidir. İki polis, Alex'in cezasını çektiğine aldırmadan, geçmişten gelen öfkeyle, şehirden uzağa götürdükleri Alex'i öldüresiye dövüp, kırsalda bırakırlar. 

Yardım almak için sürünerek yakında bulunan bir köye ulaşan Alex'e kapısını çaldığı ev sahibi yardım eder. Ev sahibi Alex'ten olan biteni en ince ayrıntısına kadar anlatmasını ister, Alex te anlatır. Hükümete muhalif bir yazar olan ev sahibi, insanlık dışı olarak nitelediği Ludovico yöntemine karşı savaş açarak, kamuoyu oluşturmayı başarır. Aslında yazar, Alex'in kim olduğunu sesinden tanımıştır. Çünkü iki yıl önce Alex'in dörtlü çetesi bu eve zorla girmiş, yazarı dövmüş, aşağılamış ve karısına tecavüz etmişlerdir. Yüzlerinde maske olduğu için yüzünü göremeyen yazar karısına tecavüz edenlerden birinin Alex olduğunu sesinden tanımış ama tanıdığını Alex'e belli etmemiştir. Çünkü yazarın da Alex'ten öç alma planı vardır. Bu plana göre, yüksek bir apartman dairesine götürülen Alex'e, Beethoven'in 9. Senfonisi dinletilir. Plağın sesi yükseldikçe Alex'in ağrıları ve sancıları dayanılmaz bir hal alır. Müziği duymamak için dışarı çıkmak isteyen Alex, kapının kilitli olduğunu görür ve acılardan kurtulmak için ölmesi gerektiğini düşünerek pencereden atlar. Yazarın istediği de budur; Alex'in intihar etmesi. Böylece hem karısının intikamını alacak hem de kamuoyunu hükümete karşı ayağa kaldıracaktır. Bir taşla iki kuş vurmuş olacaktır böylece. Ancak yazar istediğini elde edemez. Çünkü vücudunda birçok kırık olan Alex ölmemiş, hastanede tedavi altına alınmıştır. Hem de hükümetin kanatları altında güvendedir artık. Ludovico yöntemine karşı oluşan kamuoyu karşısında hükümet geri adım atmış ve Alex'in eski haline dönüşebilmesi için doktorlardan ellerinden geleni yapmaları istenmiştir. 

Hem yöntemleri hem de sonuçları bakımından insanlık dışı olan Ludovico'nun etkilerini ortadan kaldırabilmek için Alex'e bir hafta komada kaldığı süre içinde "derin hipnopedya" uygulanmış ve komadan çıkan Alex, eski haline dönmüştür. Bu haliyle haber olan ve manşetlerden düşmeyen Alex sayesinde hükümet de aklanmıştır. Hastanede Alex'i ziyaret eden İçişleri Bakanı ona iyi bir iş ve güzel bir gelecek vadederek hükümetin aklanmasına yardımcı olmuştur. Artık 18 yaşında ve iyi bir işi olan Alex, eski arkadaşı ve çete üyesi olan Pete'le karşılaştığında onun evlendiğini öğrenir ve yanındaki eşiyle tanışır. Çete üyesi Georgi'nin ise bir soygun sırasında öldürüldüğünü öğrenen Alex, artık hayatına çeki düzen vermenin zamanının geldiğini, bunun için de evlenmesi gerektiğini düşünür. Ama öncelikle evleneceği bir kız bulması gerekmektedir.

Unutmayalım! "Kişi iyiliği seçebilmelidir. Kişiye seçme hakkı tanınmazsa, o kişiliğini yitirir." Bütün dünya ne çekiyorsa, bu kişiliğini yitirmiş insanlardan çekmiyor mu? 


Not: Romanı bitirdikten sonra "Otomatik Portakal" filmini de izledim; roman ve filmi kıyaslamak için. 1971 yılında, Stanley Kubrick tarafından sinemaya uyarlanan film, Kubrick'in ufak tefek eklemelerinin yanı sıra kitaba uygun çekilmiş diyebilirim. Ancak, kitabı okumadan filmi izleyenler, konu bütünselliği bakımından anlamakta zorlanabilirler. Kitabı okumadan filmi izlemek isteyenler için bu yazımı oldukça detaylı yazdım. Yararlı olduysa ne mutlu bana...:)




2 yorum:

  1. Ben uzun zaman once filmini izlemis; ama kitabini hic okumamistim. Yaziniz sayesinde aynen filmde anlamadigim cogu kismi anlamis oldum diyebilirim. Cok guzel anlatmissiniz, kaleminize saglik tesekkurler.

    YanıtlaSil