22 Mayıs 2021 Cumartesi

 


KIRLARIN, BAYIRLARIN NAZLI ÇİÇEĞİ; GELİNCİK




Hassaslığı ve güzelliği ile narin, kırılgan insanlar ile bağdaştırılan gelincik çiçeği, Osmanlı Divan Edebiyatı içerisinde kendine güzel bir yer bulmuştur. Edebiyatımızda gelincik, kara sevda ile özdeşleşmiştir. Uçsuz bucaksız tarlaların ortasında kendiliğinden biten bu siyah-kırmızı çiçeklerin suyu çıkarılıp, kara sevda çekenlere içirilirmiş. Çünkü onların acılarını dindireceğine inanılırmış.

Gelincik öylesine narindir ki, topraktan koparıldığı zaman, ömrü çok kısadır. Onu toprağında, bulunduğu yerde sevmek, seyretmek gerek. Birisine vermek için koparıldığında kırmızı renkli taç yapraklarını hemencecik döker; "ben yerimde ağırım" diyen belki de tek çiçektir...

Gelincik adı, geleneksel Türk gelinliklerinin kırmızı olmasından gelir. Kırmızı gelincikler küçük bir gelin olarak görülürler. Japonlar, gelincik için şöyle der; "Gelincik, insan ömrü gibidir. Dünü vardır. Yaşamıştır. Bugünü vardır. Yaşıyordur. Ama yarını belli değildir."

Bizden bir şair Şükrü Erbaş da sevmeyi, gelincik sapına benzeterek şöyle der; "Sevmek, yaşamın bizi sürüklediği uçurumun kıyısında tutunduğumuz o incecik gelincik sapı." Değil midir?











Tüm fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.


2 yorum:

  1. yazınız çok güzel. anlatımınız harika. kaleminize, yüreğinize sağlık...

    YanıtlaSil