8 Ağustos 2015 Cumartesi




SIRTINDAN  VURULMAK


Güvendiğimiz, dost bildiğimiz, arkadaş olduğumuzu sandığımız kişiler tarafından ihanete uğramayan  biri var mıdır hiç? Merak ettiğim için soruyorum. Yoksa cevabı üç aşağı, beş yukarı tahmin edebiliyorum. Çünkü, kıskançlık, hırs insanın doğasında vardır. Bu duygulardır, ki insanı ihanete sürükler. İster evrimsel bakın, ister teolojik, Habil ile Kabil' den bu yana insan, yeri geldiğinde kardeşine bile ihanet edebiliyor. Yeri geldiğinde diyorum, çünkü insandaki bencillik duygusu, bir başkasının duygularının ne olacağını  düşünmeyi arka plana itiyor. Neden "ben" denildiğini sanıyorsunuz ki?

Zıtlıklardır, birbirini var eden; zira, biri olmazsa diğeri de olmaz. İhanetin gerçekleşmesi için, önce güvenin olması gerekir. Güven...Kazanılması o kadar zor ki yılları alır ama kırılması saniyeleri. Ve bir kez kırıldıktan sonra toparlanması için insan ömrü yetmez. Kuşku girdi mi zihne, o ilişki iflah olmaz artık, ilişkiyi sürdürmek için tüm çabalar nafiledir. Bu duyguyu yaşayanlar iyi bilirler. Ya aldatıldıklarını bile bile oyunu sürdürürler ya da "mızıkçılık yapıyorsun" nidalarına aldırmadan oyunu bitirirler. Maskeli balolarına devam edenler, kendilerince toplumdaki itibarlarının sürdüğüne inanadursunlar (çünkü toplum; "Kol kırılır, yen içinde kalır" mottosunu dayatır bireylere,) oyunu bitirenler, insanlara yeniden güvenmek konusunda zorlansalar da, cesur olduklarının ve bu cesaretle özgürlüğe kavuştuklarının bilincine varırlar. Bu bilinç ise oyunu bitirmelerinin ödülüdür. İster arkadaşlar, ister karı-koca arasında olsun ihaneti bir kez affettiğinizde, emin olun ikinci, üçüncü kez aldatılacaksınız demektir. Çünkü ihanet eden kişi sizin bu zaafınızdan yararlanacak, "nasıl olsa affediliyorum, yine affedilirim" diye eylemine devam edecektir. İnanın, bu durum şaşmaz. Çünkü, aldatan kişinin, bundan sonra neleri nasıl yaşayacağına dair merakı ihanetten kaçmasına izin vermeyecektir. Bu durumu,  Ahmet Altan' ın "Aldatmak" kitabında nasıl dile getirdiğine bir göz atalım :

"Onunla bir kere daha buluşması, yaşadıklarını bir kaçamak olmaktan çıkaracak, kendisini bir labirent gibi içine alıp bu yaşananları bir daha kolay kolay dışına çıkılamayacak bir maceraya dönüştürecekti. Bunu hissediyordu. Kaçacaksa şimdi kaçmalıydı, daha sonra çok geç olacaktı. Böyle olacağını hissettiği, hatta bildiği halde kaçmak, istemiyordu. Yaşadıklarının yarattığı heyecan ve zevk kadar, hatta belki de daha çok, bundan sonra neleri nasıl yaşayacağına dair içindeki merak, kaçmasına izin vermiyordu."


İhanet, bence sırtından vurulmakla eş anlamlıdır, neredeyse. Biri bize; "Sırtımdan vuruldum" dediğinde aklımıza ilk gelen şey, o kişinin  ihanete uğradığı değil midir? Beynimiz, ihanetin ağırlığını hafifletmek ve bizi korumak için bakın ne faaliyetlerde bulunuyormuş. Buket Uzuner' in "TOPRAK" romanından okuyalım:


"İnsan, çok güvendiği için sırtını döndüğü eşi-dostu ve / ya adına kader demeyi tercih ettiği hayat tarafından ilk kez sırtından vurulduğunda, yere düşene kadar yaralandığına inanmaz. Zaten bu 'sırttan vurulma' denen felaket de öyle aniden gerçekleşmez. Kötülük, geleceğine dair bazı işaretler vermeye çok önceden başlar ama insan beyni, özellikle sevdiklerimiz, duygularımızla değerlendirdiğimiz yakınlarımızın ihanetini hafifleterek aktarır bize. Beynimizin amacı asla onları korumak ve bizi aptal yerine koymak değildir aslında. İnsan beyni sadece şok geçirip, delirmemizi önlemeye çalışırcasına 'sırtımızdan ihanetle vurulduğumuz anda' yaralı olarak bir süre daha sanki bir şey olmamış gibi zaman kazanmamıza uğraşır. Bu yüzden insan ilk anda 'vurulmuş' olduğuna hiç inanmaz, ancak yere düşerken durumu kavrar ve buna çok şaşırır. Şaşırmanın acısı, her zaman yaradan daha büyüktür. 'Nasıl olur da benim başıma bu gelebilir?' "


Ne diyeyim artık. Paul Auster' in dediği gibi demekten başka: " Sana bir kez ihanet edeni affedersen, seni yine kullanır; Çünkü ihanet bir ruh hali değil, karakterin dökülüş biçimidir."








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder