30 Ağustos 2025 Cumartesi

 



ÇİN'DE SERÇE KATLİAMI, BÜYÜK BİR KITLIĞA SEBEP OLMUŞ! SERÇE DEYİP GEÇMEYİN


Görsel: Doğa Derneği


Serçe kuşu, insanların olduğu her yerde, insana yakın yaşayan minik bir kuş türü. Ülkemizde sekiz farklı serçe türü yaşadığı biliniyor. Bu serçeler genellikle meyve ve tahıllarla besleniyorlar. İşte meyve ve tahıllarla beslenen serçelerin yok edilmesi Çin'de büyük bir kıtlığa neden olmuş. Nasıl mı? Buyurun okuyun lütfen.

1 Ekim 1949'da Mao Zedong, Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulduğunu, başkentinin de Pekin olduğunu ilan etti. İç savaş, Halk Ordusu'nun zaferiyle sonuçlanmıştı. Mao ve yoldaşlarının Çin'de başarmaya niyetlendikleri ilk şey, toprakların eşitçe dağıtılmalarını sağlayacak tarım reformu idi. Tarım reformu gerçekleştirildi, tapular zenginlerden alınıp yoksullara dağıtıldı. Mülk sahiplerinden on binlercesi köylüler tarafından öldürüldü. Üç yılın sonunda toprak sahiplerinin fiilen yok edildiği tahmin edilmektedir. 

Mao'nun "İleriye Doğru Büyük Sıçrayış" sloganı ile çıktığı yolda amacına ulaşmak için aşırılıklar yaptığını söylemek yanlış olmaz. Ülkesini bir sıçrayışta ilerletip gelişmiş ülkeler seviyesine çıkartmak isteyen Mao, bazı aşırılıklardan kaçınmadı. Bu aşırılıklardan biri de "Büyük Sıçrama" sırasında yürütülen kampanyalardan biri; hastalık yayan, üretimi kötü etkileyen "dört zararlıyı", yani fareleri, sinekleri, sivrisinekleri ve serçeleri yok etmeyi amaçlıyordu. Niçin serçeler? Çünkü çok miktarda meyve ve tahıl yiyip mahsulü azaltıyorlardı. Mahsulün azalmasının başlıca suçlusu her yıl dört kilo tarım ürünü yediği söylenen küçücük ağaç serçeleriydi. 

Suçlu bulunmuştu. Sıra, sayıları milyonları bulan serçelerle nasıl savaşılması gerektiği vardı. Serçelerle savaşmak için bulunan en etkili ve ilginç yöntem gürültü çıkarmaktı. Bunun için köylüler tarlalarda saklanıyor serçeler tarlaya konmak  istediklerinde ellerinde bulunan davul, tava, tencere, tenekelere vurarak gürültü çıkarıyorlardı. Gürültüden ürken serçeler uzaklaşıyor, tekrar konmak istediklerinde çıkarılan gürültü nedeniyle tarlaya konmayıp uçuyorlardı. Böylece yorgun düşen serçeler açlıktan ölüp taş gibi yere düşüyorlardı. Bu yöntemle sağlanan başarı sonucunda neredeyse serçelerin ve tüm diğer kuşların kökü kazınmak üzereydi. 

Ancak, serçelerin ve diğer kuşların sadece tahılları ve meyveleri değil, zararlı böcekleri de yediği göz ardı edilmişti. Serçeler ve kuşlar yok olunca böcekler ve çekirgeler  çoğalmaya, göçmen çekirge sürüleri tarlalardaki ürünü oburca tüketerek her şeyi silip süpürmeye başladılar. Verdikleri zarar o kadar yıkıcıydı ki Çin 1958 ile 1962 yılları arasında modern zamanların en büyük kıtlıklarından birine maruz kaldı; bazı tahminlere göre bilanço otuz milyon ölüye yakındı. Hepsi de açlıktan ölmüşlerdi. 

Bu büyük trajedi sonrasında Mao, geri adım atmanın kendisinin yararına olacağını anladı. Sadece parti başkanlığını elinde tutup cumhurbaşkanlığı makamını Liu Shaoqi'ye bıraktı. Ama Mao, mücadelesinden asla vaz geçmedi. Ölünceye kadar tekrar ele geçirdiği cumhurbaşkanlığı makamında kaldı. 

SONUÇ: Çin'de yaşanan bu büyük kıtlık, doğanın hassas dengeleri bozulduğunda ve bu bozulmanın sonuçlarına hakim olunamadığında neler yaşanabileceği konusunda klasik bir örnek oldu.

Kaynak: Amin Maalouf, Labirent/ Batı ve Hasımları deneme kitabından tarafımdan derlendi.


24 Ağustos 2025 Pazar

 



SIRBİSTAN'IN BAŞKENTİ BELGRAD, SIRPÇA ADI; BEYAZ ŞEHİR ANLAMINA GELEN BEOGRAD



Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği noktada kurulan Belgrad (Beograd / Beyaz Şehir), doğal güzelliği ve tarihi eserleriyle göz kamaştırıyor. İki nehrin ortasında yemyeşil ağaçlarla kaplı Büyük Savaş Adası görülmeye değer. Osmanlı Devleti için kuruluş yıllarında  Belgrad, Avrupa'ya açılmak için önemli bir giriş kapısıydı. Belgrad'ın fethiyle Sırbistan ve Macaristan'ın fethi kolaylaşacaktı. Belgrad'ın fethi için ilk girişim 1440 yılında Osmanlı Padişahı II. Murat komutasındaki ordu tarafından gerçekleştirildi.  Macaristan Krallığı'na bağlı olan Belgrad kalesi iç ve dış kale surlarıyla çevrili olup arada su dolu hendekler bulunuyordu. Birkaç ay sonra kuşatma kaldırıldı ve kale, Macar yönetiminde kaldı.

Osmanlılar tarafından ikinci kuşatma ise 1453 yılında İstanbul'u fethedip Doğu Roma İmparatorluğu'nu tarihe gömen ve İstanbul'u devletin başkenti yapan II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) yönetimindeki ordu tarafından gerçekleştirildi. Tarihler Temmuz 1456 yılını gösteriyordu. Bir aydan kısa süren bu kuşatma da başarısızlıkla sonuçlandı, Belgrad kalesi alınamadı.

Papa III. Callixtus'un emriyle bu galibiyeti anmak için başlatılan öğle çanının çalınması, Hristiyan dünyasında Katolikler tarafından halen kullanılmaktadır. 2011'den itibaren, 22 Temmuz milli bayram olarak kabul edilmiştir. Janos Hunyadi komutası altındaki Hristiyan güçleri, Osmanlı'ya karşı 1456'daki galibiyetlerini kutlamaktadır.

Belgrad, en sonunda Kanuni Sultan Süleyman komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından 1521'de fethedildi. Belgrad'da yaşayan halkın bir kısmı Macaristan'a giderken, aslen Sırp olanlar İstanbul'a nakledilerek İstanbul'un en doğu ucundaki köylere yerleştirildiler. Belgrad Ormanı adını bu yerleşimden almaktadır. 

Belgrad'ın kaybedilmesinden sonra zayıflayan Macaristan Krallığı, 1526'da Osmanlı kuvvetleriyle gerçekleşen Mohaç Savaşı sonucunda yenilmesiyle Osmanlı İmparatorluğu'na bağlandı. Belgrad, 1815 Sırp isyanına kadar doğrudan doğruya Osmanlı'ya bağlı özerk Sırbistan'ın şehri oldu. 1878 Berlin Antlaşmasıyla Sırbistan bağımsız devlet olunca Belgrad'da Osmanlı İmparatorluğunun elinden çıktı. 

Bu kısa tarihi bilgiden sonra, Belgrad Kalesi'ne İstanbul kapısından girerek adı Kalemegdan olan kale içinde bulunan tarihi eserleri fotoğraflayıp yerel rehber eşliğinde gördüklerimi aktarmak istiyorum.

Birinci yüzyılda Romalıların kurduğu Belgrad Kalesi, stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca; Keltler, Hunlar, Gotlar, Avarlar, Romalılar, Bulgarlar, Bizanslılar ve Osmanlıların egemenliğinde kalmış. 

Kalenin girişinin sağ tarafta bulunan yatay şekilde beyaz bir mermer göze çarpmakta. Bu beyaz mermer "Anahtar Teslim Anıtı"dır. Osmanlı'nın 6 Nisan 1876 tarihinde, Belgrad, Smederevo, Sabac ve Kladovo kalelerinin anahtarlarını Sırplara teslim etmesini tasvir eden beyaz mermer anıttır. 



Kalemegdan'da ilerledikçe önüme Fransa'ya Şükran Anıtı çıktı. I. Dünya Savaşı'nda müttefik olarak Fransa'ya yardımlarından dolayı minnettarlık ifadesi olarak 1930 yılında dikilmiş bronz bir heykel.



Sırpça adı Pobednik olan Belgrad Zafer Anıtı (Victor Heykeli) daha çok "Çıplak Adam" adıyla ünlenmiş ve günümüzde Belgrad'ın simgesi haline gelmiş. Bu heykeli Balkan savaşları ve I. Dünya savaşında Osmanlı İmparatorluğu'na ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na karşı kazandıkları zaferin anısına dikmişler. Anıt, üzerinde çıplak duran bronz bir erkek figürü bulunan Dor sütunudur. Heykel çıplak olduğu için dönemin kadınları heykeli Terazije Meydanı'na koydurtmamışlar. Bunun üzerine heykel Kalemegdan'da bugünkü yerine konulmuş. Böylece gelen geçen herkesin gördüğü ve bu sayede ünlendiği bir heykel olmuş!



Kalemegdan'da eski savaşlarda kullanılmış silahların sergilendiği askeri müze bulunmaktadır. 








17 Ağustos 2025 Pazar

 


BALKANLARA YAPTIĞIM GEZİDEN NOTLAR (KAVALA/YUNANİSTAN)



İzmir çıkışlı Academic Tour ile on gün süren Balkanlar gezisinde, Yunanistan, Makedonya, Arnavutluk, Kosova, Karadağ (Montenegro), Bosna-Hersek, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan olmak üzere dokuz ülkeyi gezdim, gördüm. Uzun yıllardır turlarla yurtiçi, yurtdışı gezerim. Academic Tour'la İzmir farkını deneyimledim. Tura katılan tüm misafirlerin nitelikli olmasının yanı sıra tur rehberimiz Alaattin Bey'in tarih öğretmeni olması ve de alanında engin bilgisini hiç üşenmeden bizlere aktarmasıyla, Balkan ülkelerini gezerken adeta geçmiş tarihi yerinde ve zamanında yaşamışım gibi hissettim...

İzmir'den kalkan otobüsümüz, Çanakkale 1915 köprüsünden geçerek İpsala sınır kapısına ulaştı. İpsala kapısı, Yunanistan ile sınır kapımızdır. Havanın çok sıcak olması, Meriç Nehri çevresinde bulunan çeltik ekilmiş tarlalar nedeniyle bol miktarda  bulunan sivrisineklerin saldırısına uğradık. Yanınıza sinek kovucu almadan Balkanlar'a gitmeyin derim. Çünkü, sivrisineklerle her yerde karşılaştım! Gümrük kapısından geçtikten sonra ilk durağımız, kurabiyeleriyle ünlü Nea Karvali köyü oldu. Nea Karvali köyü, 1924 Lozan Atlaşmasının nüfus mübadelesi maddesi gereğince Kapadokya'dan giden Rumlarca kurulan bir köy. Yaşlıları Türkçe biliyorlardı. Kavala kurabiyelerini tadıp aldıktan sonra Kavala'ya doğru hareket ettik.

Kavala, Yunanistan'ın Doğu Makedonya ve Trakya bölgesinde bulunan şirin mi şirin bir sahil kenti. Osmanlı Devleti döneminde Balkanların en önemli merkezlerinden biriydi. Kavala 1387'den 1912'ye kadar Osmanlı Devleti'nin bir parçasıydı. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, bu şehirde doğmuştur. Paşanın doğduğu ev, bugün müze olarak korunmaktadır.





16. yüzyıl ortalarında, Kanuni Sultan Süleyman ve Sadrazam Pargalı İbrahim Paşa'nın emriyle Kavala'yı kuşatan su kemerleri inşa edilmiştir. Bu su kemerlerinin bir bölümü günümüze dek ulaşmıştır. Kavala'da Pargalı İbrahim Paşa'nın yaptırdığı kendi adını taşıyan bir cami bulunmaktadır. 1530 yılında Pargalı tarafından inşa ettirilen camii, 1926'da Ortodoks Kilisesi'ne dönüştürülmüş ve minaresi de çan kulesine dönüştürülmüş. Kilise, Aziz Nikolaos'a adanmış. Aziz Nikolaos, bizim Noel Baba diye bildiğimiz kişidir.





Kavala'da limanın hemen üstünde, herkesin görebileceği yüksekçe bir yerde, büyükçe yapılmış Kanlı Kıbrıs görselinde Kıbrıs Haritası üzerine yazılmış "Kıbrıs'ı Hatırla" yazısını görmemek mümkün değil. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Yunan ordusuna fazlaca asker veren Kavala'nın, askerlerin dönmeyişini unutturmamak için bu tür afişlerin otoyollar ve limanlara asıldığı söylendi. Bence, Türklere karşı kindarlığı körükleyen bu afişlerin kaldırılması için ne yapılabilir, araştırılmalı. Sanırım Dışişleri Bakanlığımız da afişlerden haberdardır! 




Kavala şehir olarak çok güzel ama Kanlı Kıbrıs afişleri olmasa daha da güzel olabilir. Güzellik ve kindarlık bir arada olmaz, olmamalı; biri olumlu bir nitelik, diğeri ise olumsuz...







11 Temmuz 2025 Cuma

 


KEMALİYE YEŞİLYURT KÖYÜ CAMİİ 



Oldukça yüksekte kurulmuş bir köy olan Yeşilyurt köyü, Kemaliye'ye bağlı ve adına yakışır bir şekilde yemyeşil doğasıyla dikkat çekiyor. Köy çeşmelerinden akan ve dağlardan gelen suların şifalı olduğu söylendi. Köyde oldukça fazla dut ağacı vardı. Köyü ünlü yapan caminin ilk kez 1150 yılında yapılmış olması ve cami içi bezemelerde mukarnas sanatının kullanılmasıdır. Ahşabın bir dantel gibi ince ince işlenmesi görülmeye değer doğrusu.




Mukarnas sanatının ne olduğunu bu camiyi gezince öğrendim. Türk-İslam sanatlarından hat, tezhip minyatür, çini, halı, kilim ve dokumayı biliyordum. Ama mukarnası daha önce görmüş olsam bile anlatan olmayınca demek ki pas geçmişim.

MUKARNAS NEDİR?
Geometrik desenlerin üç boyutlu haline mukarnas denir. İslam mimarisinin kendisine has bir bezeme türü, geçişelemanı olan mukarnas, Orta çağ Anadolu Türk mimarlığında yaygın bir biçimde kullanılır. Osmanlı mimarlığına dek gelişerek serüvenine devam eden mukarnas Osmanlı medeniyetiyle zirveye ulaşır.

Mukarnas üç boyutlu yapısıyla sıradan bir yüzey süslemesi değil bir yüzeyin biçimlenmesi. İz düşümleri incelendiğinde İslam mimarisindeki bazı geometrik örüntülerden oluştuğu görülür. Çok parçalı hali sayesinde bulunduğu mekanlarda veya mekan geçişlerinde görsel derinlik ışık gölge oyunları oluşturur. Ayrıca mukarnasın içerdiği içbükey yüzeylerin sesi dağıtarak yansıtıcı eleman olarak yararlandığı da bilinmekte. Bazı örneklerde yapısal bileşen işlevi de görür. (Kaynak: gzt.com/arkitekt)











Bu iki fotoğraf da Sivas merkezde bulunan Buruciye Medresesi'nin kapısında bulunan mukarnas örnekleri.





 


KÜRE HALI VE KÜRE HALI DOKUMA TEZGAHI




Bu tezgah, küre şeklinde halı dokumak üzere tasarlanan ilk tezgahtır. Üzerindeki küre halı da dünyada dokunan ilk küre halıdır. Rektörlüğün özel izni ile, 2006-2007 yıllarında Cumhuriyet Üniversitesi, Sivas'ta dokunmuştur. Küre şeklinde halı dokuma fikri ve bu şekilde bir halının dokunabilmesi için gereken tezgahın tasarımı, Emekli Prof. Dr. Yener Okatan'a aittir.

Dünyada ilk olan küre halı Sivas Kongre Müzesi'nde sergilenmektedir.




Fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.


 


 TÜRKLERDEN DÜNYAYA YAYILAN SANAT




1071'den sonra Danişmentlerin başkenti haline gelen şehir, Anadolu Selçuklu Devleti'nin en önemli merkezlerinden biri olmuştur. I. İzzettin Keykavus, Sivas'ta yaşamayı tercih etmiş ve şehrin merkezinde darüşşifa ve medrese yaptırmıştır.

Döneminin sosyal ve ticaret hayatının en canlı yaşandığı merkezlerden biri olan Sivas, Kösedağ savaşı sonrasında Moğolların istila ettiği ilk şehirlerden biridir. 1270'lerde Sivas, Moğollar tarafından kurulan İlhanlı Devleti'nin genel valilik merkezi seçilmiştir. İlhanlı hakimiyeti altında olsa da Anadolu Selçuklu Veziri olan Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından şehirde Gök Medrese'nin inşa edilmesi, Anadolu Selçuklu Devleti'nin de siyasi gücünü koruduğunu göstermektedir.

TÜRKLERDEN DÜNYAYA YAYILAN SANAT

Tarihi Türklere bağlanan halı sanatının, Türklerle birlikte gittikleri her yere götürüldüğü bir gerçektir. Halı, Selçuklularla birlikte Sivas'a da gelmiştir. Nitekim 13. yüzyılda yaşanan altın dönemde halı dokumacılığının da doruk noktada olduğunu öğreniyoruz. Fransa'nın Lyon Tekstil Müzesi'nde bulunan ve üzerindeki kitabeden 1219'da Alaeddin Keykubat için yapılmış olduğu anlaşılan dokumanın Sivas'tan alındığı kaynaklarda belirtilmektedir.






13. yüzyılda Sivas, önemli ticaret yolları üzerinde bulunmaktaydı. Kuzey-güney ve doğu-batı yolları, kuzey-güney yolu, Sinop limanından başlayarak Tokat'tan geçip Sivas'ta doğu-batı yolu ile birleşmekte, Malatya üzerinden Halep'e varmakta idi. Doğu-batı yolu ise, Antalya'dan başlayıp Burdur, Isparta, Konya, Aksaray, Kayseri'den sonra Sivas'a gelmekte, burada kuzey-güney yoluyla birleşerek Erzurum'a, oradan Tebriz'e ulaşmaktaydı. Böylece Sivas, Selçuklular döneminde doğulu ve batılı tüccarların mal alışverişi yaptığı, milletlerarası bir ticaret merkezi haline gelmiş oluyordu. Burada alınıp satılan eşyalar arasında yün, tiftik, keçe ve halı önemli bir yer tutuyordu.

KİLİM

Sivas ve çevresinde halı dokumacılığına paralel olarak kilim dokumacılığı da yapılmaktadır. Genellikle büyük boyutlu taban kilimleri, yan yana çok mihraplı saf seccade kilimler ve tek mihraplı seccade kilimler dokunur. Büyük boyutlu taban kilimleri geometrik desene sahip olup, kilimin zemini altıgen madalyonlara veya ince bordürlerle ayrılmış kare bölümlere sahiptir. İlikli kilim tekniğinde dokunmuşlardır. Kırmızı, sarı, beyaz ana renklerdir.

Motifleri aşağıdaki görselde görebilirsiniz. Üstteki açıklamalar, Gök Medrese'de yer alan bilgilerden tarafımca derlenmiştir.







9 Temmuz 2025 Çarşamba

 


DİVRİĞİ ULU CAMİİ VE DARÜŞŞİFASI / SİVAS


Divriği ve civarında en erken yerleşim Hititler Dönemi'ne kadar inmektedir. Cami, yöre Mengücekoğulları'nın yönetimi altında olduğu dönemde Ahmet Şah ve eşi Turan Melek tarafından camisi ile birlikte 1228 - 1229 yıllarında yaptırılmıştır. İslam mimarisinin bu başyapıtı iki kubbeli türbeye sahip bir cami ve ona bitişik bir hastaneden (Darüşşifa) oluşmaktadır. Yapılar, mimari özelliklerinin yanı sıra, sergilediği zengin Anadolu geleneksel taş işçiliği örnekleriyle UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer almaktadır. Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası Türkiye'nin bu listeye giren ilk mimari yapısıdır.

Mimarı Ahlatlı Hürremşah'ın elinde 1228 yılında şekil alan Divriği Ulu Cmi, plan tipi ve süsleme özellikleri bakımından benzeri olmayan bir eserdir. Camiye bitişik olarak inşa edilen iki katlı, avlulu ve eyvanlı bir yapı olan Darüşşifa, hastaların su sesi ile sağlıklarına kavuştuğu bir hastane olarak benzersiz özelliklere sahiptir.

Ulu Cami ve Darüşşifa, dıştan yalın bir görünüme sahiptir. Ancak Darüşşifa Taç Kapısı, Cami Kuzey Taç Kapısı, Cami Batı Taç Kapısı ve Şah Mahfili Taç Kapısı'nın her biri birbirinden farklı eşsiz bezemeleri ile göz kamaştıran birer mimarlık ve mühendislik harikası niteliğindedir.

Yapının tüm taç kapılarındaki üç boyutlu, asimetrik, bitkisel ve geometrik figürler özgün bir betimleme anlayışıyla heykele yakın yüksek kabartma tekniğinde coşkun bir biçimde işlenmiştir. Taşın adeta bir dantel gibi işlendiği Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası'ndaki bu barok mimari üslubun Türk ve İslam Sanatı'nda bir başka benzeri yoktur. Taç kapılarda olduğu gibi cami içindeki her sütun, sütun kaidesi ve sütun başlığı ile kubbe içi tavan süslemeleri de ayrı üslup ve bezeme örneklerini sergilemektedir. 

(Kaynak: kulturportali.gov.tr)

















Tüm fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir. İznim olmadan kullanılamaz!