31 Mart 2023 Cuma

 


 MANOS HACIDAKİS KİMDİR?




Hafta sonu 9 bölümden oluşan ADA VE MAESTRO dizisini izledim. İyi ki izledim. Daha önce adını hiç duymadığım dünyaca ünlü bir müzisyen ve müziğiyle tanıştım. Müziğini sevince, müzisyenle ilgili İnternette kısa bir araştırma yaptım. Manos Hacıdakis adını duyduktan sonra, ilgilenmeyip geçebilirdim de. Ancak bendeki bilgiye ulaşma merakı rahat bırakmadı ve araştırdım. Ne de olsa "merak" kediyi öldürür, beni ise öldürmeyip süründürür çok çok. :)

Manos Hacıdakis'i tanıtmadan önce, diziyle ilgili bir şeyler yazmak isterim. Pandemi nedeniyle kısıtlamaların olduğu 2022 yılında çekilen dizi Yunanistan yapımı. Dizinin senaristi, yönetmeni ve başrol oyuncusu Christopher Papakaliatis (Dizideki adıyla Maestro Orestis). Dizi, genel anlamda "romantik" olarak değerlendirebilir. Dizinin konusu şöyle: İyon denizinde bulunan İyon Adaları'ndan (nam-ı diğer Yediadalar) küçük Paksu Adası'nda turizmi canlandırmak ve adanın adını duyurmak için bir müzik festivali düzenlenmesine karar verilir. Festivalde orkestrayı yönetmek üzere müzik öğretmeni olan Orestis adaya davet edilir. Bu küçücük Paksu Adası adeta cennetten bir köşedir. Ada halkı, tüm ümidini Maestro'ya bağlamıştır. Festivalin ses getirmesi ve güzel geçmesi için ellerinden gelen yardımı esirgemezler. Ta ki, Maestro'nun kendisinden oldukça küçük adalı bir genç kıza aşık olmasına ve bu nedenle  adalıların gizemli dünyalarının içine girmesine dek.

Dizide aile içi şiddet, toplumsal baskı, rüşvet çarkının dönüşüyle kara paranın nasıl aklandığı, belediye başkanı olmak için aday olan bir siyasi figürün aile-siyaset-para üçlemesinde dengeyi sağlayabilmek adına sırlar içeren yaşamı son derece çarpıcı ve gerçekçi bir şekilde işlenmiş. Bu bağlamda diziyi beğendim. Oyunculuklar da iyi. Hele belgesel tadında çekilen ada görüntüleri muhteşem. Sırf bu görüntüleri izlemek için bile dizi seyredilebilir. Ayrıca, müziği seviyorsanız, müziğe doyacağınızı söyleyebilirim. Son bölümdeki orkestranın yaptığı müzik ve final sahnesi zihinlerden uzun bir süre silinmeyecek nitelikte...

Burada yazmadan geçemeyeceğim. Dizi bittikten sonra komşumuzla, toplumsal olarak benzer sorunları yaşadığımızı ama bu sorunları çözmek için ufak bir adım dahi atamadığımızı (istesek de) görmek, bana Bülent Ecevit'in "Türk-Yunan Dostluk Şiirini hatırlattı. Şiir, Türk-Yunan arasındaki ilişkiyi öyle güzel anlatıyor ki, başka söze gerek kalmıyor. İşte şiirden birkaç dize:

"Aramızda bir mavi büyü / Bir sıcak deniz / Kıyılarında birbirinden güzel / İki milletiz / ... / Önce bir kahkaha çalınır kulağına / Sonra Rum şiveli Türkçeler / O boğazdan söz eder / Sen rakıyı hatırlarsın / Yunanlıyla kardeş olduğunu / Sıla derdine düşünce anlarsın..."

Şimdi, bu dizide adını ilk kez duyduğum müzisyen Manos Hacıdakis'i kısaca  tanıtabilirim. :)

Manos Hacıdakis, 1925'te İskeçe'de oldukça varlıklı bir ailede doğmuş. Babası ve annesi ayrılınca, 1932'de annesi ile birlikte Atina'ya taşınmış. Babası erken yaşta ölünce maddi sıkıntılar da başlamış. İşgal ve II. Dünya Savaş'ı yıllarında Manos çeşitli işlerde çalışmış. Savaş sırasında Yunan Direniş Örgütü'ne katılmış.

Klasik müzik eğitimine 4 yaşında piyano dersleri alarak başlamış. Sonrasında akordeon ve violin çalmayı öğrenmiş. Atina Üniversitesi'nde Felsefe eğitimi almış. Üniversite yıllarında Nikos Gatsos, Yorgos Seferis ve birçok entelektüelle bir araya gelip, tartışmalar yapmış. En çok Nikos Gatsos'un söz yazarlığını severmiş. Ve uzun yıllar Gatsos ile birlikte çalışmış.

1946'da film müzikleri besteleyerek başladığı müzikal yolculuğunda, kent kökenli Yunan Halk müziğinin etkilerini görmenin mümkün olduğunu söylüyorlar eleştirmenler. Hacıdakis bu müzik dilini alıp Klasik Müzik eğitiminin olanaklarıyla çok daha ileri bir yere taşıdığını da ekliyorlar.

1958 yılında Nana Mouskouri ile çalışmaya başlamışsa da, 1966'da Yunanistan'daki askeri diktatörlüğe muhalefeti nedeniyle çalışmalarına New York'ta devam etmiş ve 1972'ye kadar ülkesine dönmemiş. Diktatörlüğün yıkılmasının ardından 1975-1981 yılları arasında Atina Devlet Orkestrası'nda, Ulusal Opera'da ve Ulusal Radyo'da çeşitli görevler üstlenmiş.

Manos Hacidakis, 15 Haziran 1994'te 68 yaşında Atina'da hayata veda etmiş. 

1961 yılında Amerikalı yönetmen Jules Dassin'in çektiği 1960 tarihli Pote tin Kyriaki (Türkçe: Pazar Günü Asla) filmi için bestelediği ve sözlerini de yazdığı "Pire'nin Çocukları" adlı şarkıyla En İyi Özgün Şarkı Oscar'ını kazanmıştır. Bu şarkı İngilizce konuşulan ülkelerde filmin adıyla anılır, yani "Never on Sunday."

Müziğini yaptığı 80 kadar film arasında Kayserili Elia Kazan'ın yazıp yönettiği "America America, 1963", çekimleri Türkiye'de yapılan ve yine bir Jules Dassin filmi olan "Topkapı, 1964", Metin Erksan filmi olan "Susuz Yaz,1964" ve Peter Üstinov'un yönetip oynadığı Yaşar Kemal uyarlaması "Memed my Hawk (İnce Memed, 1984" de vardır.

Bence, bu dizi film, Netflix'te yayınlanarak, Yunan kültür ve toplumsal hayatını, adaların coğrafi güzelliklerini ve Yunan müziğini dünyaya tanıtmakta başarılı olmuştur. Manos Hacidakis'i ve küçücük İyon adası "Paksu'yu ve bağlı olduğu Korfu Adası'nı tüm ihtişamıyla  görsel ve işitsel anlamda çok iyi anlatmıştır. Bir ülkeyi ve kültürünü tanıtmak için bundan daha güzel bir reklam filmi düşünemiyorum. İlginizi çekebildiysem eğer, keyifli izlemeler... 

Ayrıca, Hacıdakis'in yayınlanmış 4 tane de şiir kitabı vardır.

Notlar:

1- Dizide gösterilen İyon Adaları, Yunanistan'ın Osmanlı egemenliğine girmeyen az sayıdaki topraklarındandır. Venedik Cumhuriyeti ve İyon Adaları Birleşik Devletleri olarak İngiliz idaresinde kalmıştır (Merkezi idareye bağlı İyon Adaları ile karıştırılmamalıdır). 1864 yılında İngiltere tarafından Yunanistan'a hediye edilmiştir. Bu adalar Kuzeyden Güneye şöyle sıralanmaktadır: Korfu, Paksu, Aya Mavra (Lefke), İtake, Kefalonya (Bu adanın ismin ilk kez Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini kitabını okurken duymuş ve araştırmıştım), Zakintos ve Çuha.

2-Manos Hacıdakis'in müziğini araştırırken "Kemal" isimli bestesi karşıma çıktı ve dinlerken sözlerini anlamasam da hüzünlendiğimi fark ettim. Müzik içime işlemişti sanki. Sonrasında şarkının hüzünlü bir hikayesi olduğunu öğrendim. Burada o hikayeyi yazmayacağım. Arzu edenler kaynaklarda vereceğim linkten şarkının  hikayesini okuyabilirler. 

Manos Hacıdakis'in Hayat Hikayesini Yazarken Yararlandığım Kaynaklar:

--acikradyo.com.tr

--tr.wikipedia.org

--https://www.gazeteduvar.com.tr/kultur-sanat/2018/12/22/bu-dunya-degistirilebilir-mi-kemal


28 Mart 2023 Salı

 


DOĞU'NUN KAFKA'SI SADIK HİDAYET'İN HAYATI




İzlediğim bir filmde oyunculardan biri Sadık Hidayet'in sözünü dile getirince ve ben sözü beğenince, yazar hakkında İnternette bir araştırma yaptım. Adını duymuş ama kitaplarını okumamıştım. Dolayısıyla geç de olsa Çağdaş İran Edebiyatı'nın bu dev ismini tanımış oldum. Tanımak için geç kalsam da, kitap okumak için hiçbir zaman geç değildir. Dünyaca ünlü olan "Kör Baykuş" ile "Hacı Ağa" kitapları ülkesi İran'da yasaklanmış. Sonrasında ise yazarın diğer tüm eserleri yasaktan nasibini almış. Yasak günümüzde de devam etmekteymiş! Merakınızı uyandırabildiysem, şimdi yazarı tanıyabiliriz. :) 

İran edebiyatının en iyi psikolojik roman yazarı kabul edilen Sadık Hidayet, 1903 yılında Tahran'da doğdu. Fransız Lisesi'nden mezun olduktan sonra üniversite eğitimi  için Avrupa'ya gitti. Fransa ve Belçika'da dört yıl kaldıktan sonra üniversite öğrenimini yarıda bırakıp ülkesi İran'a döndü ve devlet memurluğuna başladı.

İran modern öykücülüğünün öncüsü olan Sadık Hidayet, Doğu'nun Kafka'sı olarak adlandırılır. Öykülerinde Batı üslubunu benimseyerek Fars kültürüyle harmanlamıştır. Böylece Farsçayı, Çağdaş Edebiyat alanına sokan ilk isim olmuştur.

Beethoven ve Çaykovski dinleyen, resim yapan, afyon bağımlısı olan yazar çoğunlukla depresif bir ruh halindedir. 25 yaşlarında iken Paris yakınlarında yaşamını sonlandırmak için kendini denize atar. Bir kayığın yetişip yazarı sudan çıkarmasıyla hayatı kurtulur.

Yaptığı resimler, yazarın ölümünden sonra bir araya getirilmiştir. Resimleri  kimileri için anlamsızken, kimilerine göre geleceğin resimleri olarak nitelendirilir.







Bir dönem Budizm'e merak salarak 1936 yılında Hindistan'a gitti. Orada Budizm konusunda yaptığı incelemelerini "Kör Baykuş" adlı kitabında yazdı. Kör Baykuş kitabı Bombay'da basıldı. Bu dönemde Buda'nın bazı yazılarını da Farsçaya çevirdi ve yayınlattı.

Sadık Hidayet, İran'ın gerilemesine sebep olarak gördüğü ruhban sınıfına ve monarşiye karşıydı ve eleştiriyordu. İran toplumunun giderek dindarlaşmasından rahatsızdı.  Hacı Ağa adlı eserinde bu rahatsızlığını özellikle vurgulamıştır.

Kendi kısa hikayesini şöyle anlatır Sadık Hidayet: "Hayat hikayemde önemli bir şey yok, başımdan ilginç olaylar geçmedi. Ne yüksek bir mevki sahibiyim ne de sağlam bir diplomam var. Okulda hiçbir zaman örnek bir öğrenci olmadım, başarısızlıklar her yerde buldu beni. Nerede çalışırsa çalışayım silik, unutulmuş bir memurdum; şefleri memnun edemedim. İstifa ettim mi seviniyorlardı. Bırak gitsin, yaramaz! Çevrem böyle görüyordu beni, haklıydılar belki de."

Ölümünü yakın arkadaşı Bozorg Alevi şöyle anlatır: "Paris'te günlerce havagazlı bir apartman aradı. Championnet caddesinde buldu aradığını. 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş, güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerin kalıntıları, yanı başında yerde duruyordu." Doğu'nun Kafka'sı, tıpkı Kafka'nın yaptığı gibi intihar etmeden önce tüm müsveddelerini yakmıştı.

Sadık Hidayet öldüğünde 48 yaşındaydı. Mezarı, Yılmaz Güney'in de yattığı Paris'teki Pere Lachaise mezarlığındadır.

Not: Sadık Hidayet'in intihar şekli bana Amerikalı gizdökümcü şair ve yazar Sylvia Plath'ın 1963 yılındaki benzer yöntemle intiharını hatırlattı. Plath, odalarında uyumakta olan çocuklarının yanına süt ve kurabiye bıraktıktan ve içeriye gazın girmeyeceğinden emin olmak üzere bantlayarak kapattıktan sonra mutfağa giderek gazı açar ve başını fırına sokar. 30 yaşında intihar eden Plath'ın hayatı, Oscarlı oyuncu Gwyeneth Paltrow'un ünlü şairi canlandırdığı "Sylvia" filmine de aktarıldı. Filmi izlemenizi öneririm. Naçizane. :) 

Bir başka şair, Cemal Süreya'nın Zelda'sı olan Nilgün Marmara, Boğaziçi Üniversitesi'nde bitirme tezini Sylvia Plath üzerine yazdı. Şair, 30 yaşında intihar eden Plath'tan etkilenerek 29 yaşında intihar etti.

Sadık Hidayet'in Sözlerinden Seçtiklerim:

-Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.

-Lakin tek korkum; yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan.

-Birbirine ters düşen öyle çok şey gördüm, birbiriyle çelişen öyle çok şey duydum ki! Artık hiçbir şeye inanmıyorum.

-Tek tesellim, ölümden sonra hiçlik ümidiydi, orada tekrar yaşamak düşüncesi içime korku salıyor, beni hasta ediyordu. Ben ki henüz yaşadığım dünyaya bile alışmamışım, bir başka dünya neyime yarardı benim?

-Ruhunuz o kadar özgür değil; başkalarının lafını takılmış plak gibi tekrarlayıp duruyorsunuz.

-Yalnız ölüm yalan söylemez! Ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler, ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır.


Kaynaklar:

kidega.com

1000kitap.com

sardunyalar.com (Sadık Hidayet'in resimleri)

listelist.com

meshursozler.com




23 Mart 2023 Perşembe

 


TERENTİNO NE ZAMAN VE NEDEN KARANTİNAYA DÖNÜŞTÜ?KARANTİNANIN KISA TARİHÇESİ




Covid19 virüsünün hızla yayılması, bulaşıcı ve salgın hastalığa dönüşmesi  nedeniyle 2020 yılının başlarında WHO, tüm dünyada pandemi ilan etti.  Virüs çok bulaşıcı olduğundan, ister istemez herkes evlere kapandı ve büyük, küçük, yaşlı, genç kim varsa  "karantina"yla tanışmış oldu. Doğal olarak insan, hayvan ve tüm canlılar var olduğu sürece bulaşıcı hastalıklar da varlığını sürdürecektir. Biri bitince, diğerinin başlayabileceğini öngörmek için kahin olmak gerekmiyor. Pandemi ilanından üç  yıl sonra 2023'te pandemi kısıtlamaları tüm dünyada gevşetilmişken, şimdi de büyükbaş hayvanlarda şap hastalığı başladığı söyleniyor ve hastalığın olduğu bölgelerde karantina uygulanıyor.

Peki, İtalyanca 40 demek olan ve dilimize karantina olarak geçen kelime neyi ifade etmektedir? Yani karantina nedir?

Karantina kısaca, bulaşıcı bir hastalığa maruz kalan şüpheli durumdaki insan ve hayvanları, hastalığın en uzun kuluçka devresine eşit bir süre kimse ile temas ettirmemek suretiyle alınan tedbir amaçlı faaliyetlerin tümü, sağlık yalıtımı.

Avrupa 15. Yüzyılda salgın hastalıklarla boğuşurken, veba salgınında ölümlerle hızla azalan nüfusunu korumak için tedbirler alıyordu. Bunlardan biri "Terentino" idi. Bu önlem yeterli olmayınca, "Terentino", "Karantina"ya dönüştürüldü.

İşte karantinanın hikayesi:

Akdeniz'in yoğun limanlarından biri olan Ragusa'da (Hırvatistan'ın bugünkü Dubrovnik kenti) şehrin başhekimi Jacobo de Padua, tedavi için dışarıdan gelen yabancı hastalar için şehrin surları dışında bir alan oluşturulmasını tavsiye etmişti.

Bu tedbirler fazla etkili olmayınca, yeni bir uygulamaya geçildi. Bu uygulamanın adı ise "Terentino" idi. Buna göre, vebadan etkilenen bölgelerden kente giriş yapmak isteyenlerin 30 günlük bir yalıtıma alınması gerekiyordu. Bunun ardından 80 yıl boyunca benzer uygulamalar yapıldı.

Ancak Venedik Cumhuriyeti 1423'te bu uygulamayı geliştirdi. Kentte hastalık belirtisi gösterenler küçük bir adaya gönderildi.

Ekonomisi ticarete dayanan Venedik'e Doğu'dan pek çok ürün gemilerle geliyordu. Ancak bu gemiler salgın hastalıkları da beraberinde getiriyordu. 1361'den 1528'e değin Venedik'te 22 salgın kaydedildi. Venedikliler buna çözüm olarak, Lazaretto Vecchio adını verdikleri küçük bir adada tarihteki ilk yalıtılmış hastaneyi kurdular. Hastalık belirtilerini gösteren insanlar şehirden çıkarılıp, direkt adaya götürülüyor ve orada bırakılıyordu.

Bu uygulamanın dışında ise, Venedik Cumhuriyeti'nde başkente salgın hastalık bulaşmasın diye kente gelen gemiler 40 gün şehrin açıklarında denizde bekletilmeye başlandı.

Tüm yolcu ve tayfanın gemiden inmesi, yüklerin boşaltılarak adanın ortasındaki depoya taşınması, sirke, kaynar su ve şifalı bitkilerin tütsüsü ile dezenfekte edilmesi gerekiyordu.

Böylece Venedik Cumhuriyeti, dünyadaki ilk karantina sistemini uygulamış oldu. Yalıtma işlemi süresinin 30 günden 40 güne çıkarılması nedeniyle de "Terentino" ismi "Quarantino" ile değişmiş oldu ve bu kelime de "Karantina" olarak dilimize geçti. 


Kaynak: Dan Brown, CEHENNEM. Altın Yayınları, 1. Baskı.

Görsel, feniksdergi.org'dan alınmıştır. Roma'daki Museo Storico Nazionale Dell'Arte Sanitaria'daki İtalya'daki vebanın 17.yüzyılından tasviri. C: De Agostini/Getty 



20 Mart 2023 Pazartesi

 


ATATÜRK, "BATI CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK" FİLMİ İÇİN NE DEMİŞTİ?




Savaş karşıtlığını en iyi anlatan kitaplardan biri olan Erich Maria Remarque'ın (1898-1970) "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" romanı, değişik zamanlarda  sinemaya uyarlanmıştır. En son, 2023 Oscar Ödüllerinden dördünü kazanan Alman yapımı "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" filmi, Remarque'ın aynı adlı romanından uyarlandığı için romanı, yeniden gündeme taşıdı. Roman, Batılıların "Büyük Savaş" diye adlandırdıkları I.Dünya Savaşı'nın vahşetini anlatıyor. 

9 dalda Oscar'a aday gösterilen filmin aldığı ödüller ise şöyle: 1- En iyi uluslararası film, 2- En iyi sinematografi, 3- En iyi film müziği, 4- En iyi yapım tasarımı. Eklemeliyim ki, Rusya-Ukrayna Savaşı sürerken, savaş karşıtı bu filmin 4 ödül almasını oldukça manidar buldum!

68 ve 78 kuşağının Remarque'ın bu romanını okuduğuna eminim. 88 kuşağı ile sonraki kuşakların romanın adını bile duyduğundan kuşkuluyum. Dolayısıyla vizyona girdiğinde bu filmi izlemelerini umuyorum.

Filmle ilgili olarak internette araştırma yaparken daha önce hiç duymadığım, bilmediğim çok ilginç bir bilgiye ulaştım. Yazacağım bu bilgiyi belki siz de ilk defa duyacaksınız. Bu bilgi, Atatürk'ün sinemayla ilişkisi olunca yazmak istedim. Özellikle, filmin 1930'lu yıllarda Türk-Alman siyasi ilişkileri bakımından önem arz ettiği düşünülünce.

Atatürk, 1930 yılı yapımı "Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" filmini İstanbul'daki Elhamra Sineması'nda izlemiş. Cumhuriyetin ilk yılları. 1930 yılında Naziler Almanya'da henüz iktidar değiller ama yine de yönetimde etkililer. Film savaş karşıtı olduğu ve militarist söylem ve eylemleri eleştirdiği için, Nazilerin karşı çıkmalarına rağmen film Almanya'da gösterime girmiş. Ancak Nasyonal Sosyalistler filmin gösterildiği salonlarda gürültü yaparak ve film karşıtı gösteriler düzenleyerek filmin gösterimden kaldırılmasını sağlamışlar.

Bu filmi ülkemize Osman S. Seden'in babası Kemal Seden getirir. Film henüz  sansür kurulundayken Kemal Seden, özel bir gösterimle Atatürk ve zamanın  Dahiliye Vekili  Şükrü Kaya'ya bizzat kendisi izlettirir. Atatürk filmi çok beğenir ama yanında oturan Şükrü Kaya'ya şöyle der: "Filmi çok beğendiğini, savaşın getirdiği felaketleri en iyi biçimde anlatan bir belge niteliği taşıdığını, fakat savaştan yeni çıkmış Türk halkına bu filmin gösterilmesini sakıncalı bulduğunu, bunun için vaktin henüz erken olduğunu söyler." (*)

Atatürk'ün düşünceleri, Kemal Seden'i etkiler ve film gösterime girmez. Ama asıl nedenin yeni yeni düzelmeye başlayan Türk-Alman ilişkilerinde diplomatik bir krize neden olmaması gösterilebilir. Bu bağlamda sansür kurulu filmin gösterime girmesine zaten izin vermeyecektir diye de düşünülebilir.

Ömrünü cephelerde savaşarak geçirmiş, savaşın ne olduğunu ve sonuçlarını iyi bilen Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, izlediği "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" filminin gösterime girmesinin sakıncalarını öngörmüş ve her zaman olduğu gibi yine milletini düşünmüştür. "Yurtta sulh, Cihanda sulh" diyen ulu önderimiz Atatürk'ü bu vesileyle sevgi, saygı, minnet ve rahmetle anıyorum...

Notlar:

Araştırma sonucunda Atatürk'ün sinemayla ilişkisini anlatan bir kitapla da tanıştım. En kısa sürede alıp okumayı düşünüyorum. İlgilenenler için kitapla ilgili bilgi vereyim. YKY'dan çıkan kitabın adı: Gazi'nin Sineması. Yazarı Ali Özuyar.

"Gazi'nin Sineması" adlı bu çalışma, birinci el kaynaklardan yola çıkarak, Atatürk'ün sinemayla ilişkisini derinlikli ve bütünsel bir yaklaşımla ele alıyor.

Okuyucu bu kitapta, sinema aracılığıyla, Cumhuriyet'in ilk yıllarına, dönemin sosyokültürel yapısına, Atatürk'ün sinemaya, bireysel ilgisinin yanı sıra, ulusal belleğin oluşumunda ve toplumun modernleşmesinde bir araç olarak atfettiği öneme, izlediği, senaryosunu yazdırdığı, bizzat rol aldığı, önerdiği ve yapımına destek olduğu filmlere ve beyazperdedeki son yolculuğuna tanıklık edecek. (**)

"Kitap altı bölümden oluşuyor. Ali Özuyar, önsözde şöyle diyor: Sinemayı ulusal belleğin oluşumunda etkili bir araç olarak gören Gazi, bundan dolayı Milli Mücadele'ye ve kendisine dair yapılan belge filmlerin tek bir merkezde (Harp Akademileri Film Çekme Merkezi) toplatılması için talimat vermiş ve içeriğini yetersiz bulduğu kimi belge filmlerin genişletilmesi için yapılan çalışmalara nezaret etmiş. Ancak vefatından sonra bu çalışmalar akim kalmış ve günümüze kadar geçen sürede de değişen bir durum olmamış." (***)


Kaynaklar:

(*) eksiseyler.com

(**) toplumsal.com.tr 

(***) diken.com.tr

Görsel, Everest Yayınlarının sayfasından alındı.




14 Mart 2023 Salı

 


KEMANLAR KRALI / KRALLARIN KEMANCISI HALİL DARVAŞ KİMDİR?




Bir kitap okudum ve daha önce adını hiç duymadığım dünyaca ünlü bir müzisyeni tanıdım; iyi ki tanıdım dediğim. Bu müzisyenin adı; Halil Darvaş. Bahsettiğim kitap; Altan Öymen'in hem kendi anıları hem de Türkiye'nin ve dünyanın o dönemlerdeki siyasi panoramasını akıcı bir dille kaleme aldığı sekiz kitaptan oluşan serinin üçüncü kitabı olan "Öfkeli Yıllar"dır. Öfkeli Yıllar, ülkemizdeki ilk iktidar değişikliğinden sonraki yılları anlatıyor; öfke dolu olan...

İlgilenenler için, Altan Öymen'in bu sekiz kitabının adını da vereyim. Eklemeliyim ki, bu serinin üçü hariç diğer beş kitabını okudum ve çok yararlandım. İşte kitaplar:

-Bir Dönem Bir Çocuk

-Değişim Yılları

-Öfkeli Yıllar

-Ve İhtilal

-Umutlar ve İdamlar

-Ve Diğerleri

-01 Adana

-Kayıp Yaz

Şimdi Halil Darvaş kimdir? sorusunu cevaplayabilirim. Adını öğrendikten sonra İnternet'te yaptığım araştırma sonucunda edindiğim bilgileri kısaca yazacağım. Onu tanıyınca ve müziğini dinleyince sizlerin de iyi ki tanıdım diyeceğinizi  düşünüyorum...

Halil Darvaş dünyaca ünlü keman virtüözüdür. Asıl adı Sergey olup Macaristan'da doğmuştur.

Macar Yahudisi Sergey, II. Dünya Savaşı sırasında Macaristan'dan kaçarak Türkiye'ye iltica etti. Kendisine Türk vatandaşlığı verildi. Nüfus cüzdanı İsmet İnönü tarafından imzalanan Darvaş, Halil adını aldı.

Çok değer verdiği kemanının zarar görmemesi için dirsekleri üzerinde saatlerce sürünerek sınırı geçtiği anlatılır. Rosevelt, Churchill ve Mussolini gibi devlet adamlarının huzurunda verdiği sayısız konserden dolayı Amerikan basını kendisinden "Kemanlar kralı", "Kralların kemancısı" olarak söz etmiştir.

Keman virtüözü Halil Darvaş, ilk dönemlerde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nda görev aldı. Daha sonra, buradan ayrılarak Macar müziğini tanıtan programlar yaptı. Darvaş, Ankara'da Baba Karpiç diye bilinen bir Rus'a ait Karpiç lokantasında çalıştı. Masalarda kırmızı gül, Rus havyarı ve kızarmış ekmeğin eksik olmadığı bir lezzet ve zarafet ortamında, Macar rapsodisiyle başlayan, tangolarla devam eden bir müzik ziyafeti verirdi. 

İstanbul ve Ankara'da uzun süre çalışan Darvaş, daha sonra İzmir'e yerleşti ve dönemin İzmir Valisi Kazım Dirik'in kızıyla evlendi. Alsancak'ta yaşayan çiftin evliliği uzun sürmedi ve bir süre sonra ayrıldılar. Ayrılığın nedeni olarak o sırada meydana gelen deprem gösterildi. Herkes deprem olurken eşini ve çocuklarını alıp dışarı çıkarken, yeni evli olmasına rağmen Darvaş, kemanını alıp dışarı çıkar ve eşini evde tek başına bırakır. 

Boşandıktan sonra Marmaris'e yerleşen Darvaş, Marmaris'in dünyaca tanınmasına da vesile oldu. 16 Ağustos 1984'te 72 yaşında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Cenazesi Marmaris'te toprağa verilen Darvaş'ın çok sevdiği  paha biçilemeyen kemanı da Kanada'da yaşayan oğlu Kontrbas sanatçısı Attilla Darvaş'a gönderildi.

Halil Darvaş, Yeşilçam'da çok sayıda filmde kemancı olarak rol aldı. Belki hatırlayanlar olacaktır.


Görsel alıntıdır.