29 Mart 2019 Cuma



MENDERES
Irmağın Gölgesi



Günümüzün önemli sorunlarından biri de bir toplulukta suçlanmak, dışlanmak, canından bezdirilmektir. Bir insanın ya da bir nesnenin ne zaman, kimin tarafından, neyle suçlanacağını, bezdiriye(mobinge) uğrayacağını kestirmek güçtür.*

Mobinge uğrayan kişi büyük bir çaba göstererek kendisine atılan suçlamalardan kurtulsa bile çevresiyle ilişkilerinde sıkıntı yaşar. İşte okuduğum kitabın baş kahramanı İsmail, babası İbrahim bey başta olmak üzere, annesi ve ağabeyi tarafından bezdiriye uğramış, Rus Dili ve Edebiyatı mezunu olan ve birkaç dil bilen bir gençtir. Aile içi mobinge uğrama nedeni, aklı ermeye başladığından itibaren aile içinde sürekli duyduğu; "Sen doğduktan sonra, annenin rahmi alındı. Sen doğacak kardeşlerinin katilisin" şeklindeki sözlerdir. Üniversiteyi bitirdikten sonra babasının aile şirketinde çalışmaya başlar İsmail. Ancak o, aile şirketinde çalışmak istememektedir. Çünkü ağabeyi Hasan Adnan, İsmail'le alay eder, onu çalışanların yanında küçük düşürür, tartışırlar sık sık. Ve bir gece babasıyla şiddetli bir tartışmaya giren İsmail, ertesi sabah bir karar verir; Büyük Menderes Irmağı boyunca, doğduğu yerden başlayıp, denize döküldüğü yere kadar tek başına yürüyecektir. Bu yürüyüş isteğinin nedenini ve niçin Menderes Irmağı'nı seçtiğini kendisi de bilmez. Bildiği, sadece yürümek istediğidir. Bunu ancak yürüyüşünü tamamladığında yani Menderes'in denize kavuştuğu yere vardığında anlayacaktır. Anladığı zaman ise tüm yaşamını değiştirecek bir karar verecektir. 

Kitap oldukça sürükleyici bir yol hikayesi, İsmail'le birlikte siz de yolculuk yapıyor, onun sıkıntılarını siz de paylaşıyorsunuz  sanki. Bir doğa yürüyüşçüsü olarak ben de İsmail'le birlikte yol aldım, ırmak boyunca. Yolculuğumuz çok keyifliydi doğrusu. Kısacası, Üstün Dökmen hayatın içinden seni, beni, onu anlatıyor kitabında. Bir kitabın başarısı da okudukça onda kendini bulmak değil midir zaten?

Kitabı bitirdiğimde bana çok şey kazandırdığını fark ettim. Bunun için kazançlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. İşte kitaptan seçtiklerim(kitaptaki sayfa sırasına göre):

-Belki de onun için dostun iyisi, bir akarsu misali konuşmadan onu dinleyen, sözünü ve yolunu kesmeyen, yanında sakin sakin akan bir ırmak olacaktı.

-Genelde, karısına şiddet uygulayan maganda tabiatlı erkekleri annelerin yetiştirdiği söylenir, anneler, kadınlar, yani toplumun mağdurları suçlanır. Oysa bu yanlıştır. Erkek egemen toplumlarda, kendilerine sınır konmamış erkekleri anneler değil, erkek egemen toplumun erkekleri yetiştirir. Anneler ise kocalarına sadece ayak uydurur. Bu durumun örneği sayılamayacak kadar çoktur.

-Güç, bir noktayı aştığında, ahlaka,sevgiye ve vicdana, "allahaısmarladık" der.

-Geleneksel bir tavra göre eşyanın fiyatından söz edilebilirdi ancak bir kitabın fiyatından söz edilemezdi; çünkü kitapların gerçek değeri parayla ölçülemez, yalnızca kitaplar, insanların alım güçlerine göre ödenebilir bir miktara satılırdı, bu miktara ise "kitabın hediyesi" denilirdi.

-Geçmişimizi, bilinçaltımızı aydınlatacak kitaplar, bazen sahaflarda çıkar ortaya. Geleceğimizin anahtarı bugünümüzde, bugünümüzün anahtarı ise geçmişimizde. Sahaflar, en az bir sıra rafta, en son çıkan kitapları da bulundurmalıdır kimine göre.

-Meletos ve iki arkadaşı Sokrates'i ölüme götüren dava sürecini başlatan kişilerdi. "Herkesçe bilinen doğruların aksini savunuyor" diye Sokrates'ten davacı olmuşlardı. Sokrates de "herkesçe bilinen doğruları" bilemediği için öldürülmüştü.

-Herkes bir soru soruyor ama sorduğu sorunun cevabını dinlemiyordu. Çünkü, soru sormak özgürlüktür, dinlemek ise sınırlılıklar getirir. Bu yüzden olsa gerek, iyi niyetli dürüst insanlar bile, sormayı severler ancak mümkün olduğunca dinlememeye çalışırlar. Doğa ise insandan farklı bir dosttur ve bizi dinler, gözler, ona yaptıklarımızı hisseder ama asla soru sormaz bize.

-Eğer tartışılacak bir şeyler varsa, donmuş ve dogmatik şeylerden başka, yaşamda var demektir dünyada.

-Aslında para, her şeyin efendisidir ve parayla önyargılar bile el değiştirebilir.

-Dalgalar bir gelip bir gidecekti ama sonuçta kumsal ve deniz değişmeyecekti.

-Mahkemede muhakeme olmalı; eğer mahkemede muhakeme yoksa, mahkeme bir duruşma olur yalnızca.

-Tiyatro toplumları uyandırır, müzik ise farklı toplumlar arasında kardeşlik uyandırır. Tarihten günümüze diktatörler, tiyatrodan, operadan korkmuşlardır. Ya yasaklamışlardır bunları ya emir kulu yapmaya çalışmışlardır.

-Kontrol edemediğiniz bir dünyada, kontrol edebildiğiniz şeyler birer ilaçtır.

-Votka Rus kızına benzer, içersin, ödersin biter. Rakı Türk kızı gibidir, yanında meze ister, balık ister, roka ister, en önemlisi muhabbet ister; öyle hemen kalkamazsın masadan, bazen hiç kalkamazsın.

-Toplum içindeyken, ya ezbere uyarsınız ya da insanlarla zıtlaşır, sürekli eski defterleri karıştırırsınız. Doğanın içinde ise kendinizle baş başa kalırsınız. Uzaklara yolculuk etmek, belki de bu yüzden olgunlaştırıyordu insanları.

-Kadınlar ne ister, erkekler ne? Kadınlar şöyle şöyle düşünür, erkekler böyle; kadınlar Venüs'ten erkekler Mars'tan! Ortalıkta uçan gezen bu tür düşüncelere baktığınızda, sanırsınız ki kadınlar ve erkekler iki  ayrı dünya. Oysa cinsiyetin sınırını çizdiği iki ayrı dünya yoktur bu dünyada. Filmlerde anlatılan iyiler-kötüler alemi de yoktur. Yalnızca güçlüler vardır bir yanda, zayıflar öte yanda.

-İleri toplumların ileri insanları bilimden, sanattan, doğadan, şehirden, kendi iç dünyalarından söz ederler. Gelişmekte olan, daha doğrusu geri kalmış toplumlarda ise insanlar politikadan, bir de hayat pahalılığından söz ederler.

-Haksızlığı yapanlar, haksızlığa uğrayanlar değişir; ama haksızlık hep aynıdır dünyada, hep aynı çehreyle çıkar ortaya. Ahlaki olan haksızları yenmek değil, haksızlığa karşı çıkmaktır. Haksızlığı yapan baban bile olsa karşı çıkacaksın.

-Aklın da hafızası vardı ama akıl, sayıları, paraları, insan yüzlerini, köşeleri, tehlikeleri filan tutardı aklında. Kalp ise, mutlulukları, hüzünleri, üzüntüleri, bitmemiş işleri, kırıklıkları, kalp yaralarını saklardı içinde. Bezdiriye uğramışsanız eğer, aklınız unuturdu bunu belki; ancak kalbiniz unutmazdı; çarptığı sürece içinde saklardı. Niçin? Bilinmezdi; çünkü saklardı.

-"Bir toplumun yükselmesine yol açan nedenler, onun çöküşüne de neden olur."
İbn-i Haldun

Kitapta Büyük Menderes'in mitolojik öyküsü de anlatılmış. Efsane şöyle: "Dinar'ın eski adı Kelainai idi. Kelainai kralı Meandr, Frigya'yı egemenliğine almak için Pessinus'a savaş açar. Savaş sırasında Tanrıça Kibele Ana'ya, 'Savaşı kazanırsam beni zaferim için ilk kutlayacak kişiyi  kurban edeyim' diye adakta bulunur. Zafer kazanıp şehrine dönerken, oğlu, kızı, annesi onu kutlamaya koşar. Bunu gören Meandr ise aklını kaçırıp kendini ırmağa atar."

Efsaneye göre bu olay üzerine ırmak Meander adını almıştı.

Yazar, obsesif olan İsmail ile, Menderes Irmağı'nın efsanesi arasında öylesine güzel bağ kurmuş ki, okuyunca şaşırdım. Ve kitap içinde bir kitap; "Irmağın Gölgesi"ni de biraz hüzünlenerek okudum. Hüznümün nedenini yazmayacağım, merak edenler kitabı alıp okumalı çünkü.

* Kitabın arka kapak yazısından.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder