2 Mart 2019 Cumartesi



GÜMÜŞ SİKKE ÜZERİNDE YAŞATILAN AŞK
Gürcü Hatun




Tarihe geçmiş aşklara "büyük aşk" deniyor; bu aşkları yaşayan kişiler "büyük" oldukları için herhalde.  Eğer aşık olan bir kral, kraliçe, prens, prenses, imparator, imparatoriçe, padişah ya da sultan ise bunların aşkı da büyük oluyor.  Çünkü sosyal gerçekler fiziksel gerçeklerden daha önemlidir. Büyük aşklar sadece yönetenler için değil dünyaca ünlü ressam, yazar, şair, heykeltraş, besteci veya müzisyenler için de geçerli. Sıradan insanların aşkları da kendileri gibi sıradan olur varsayımından yola çıkarsak, ünlü olmayan birinin aşkını kim, niçin merak etsin ki? 

Tabii aşklar büyük olunca, aşkını ifade etme biçimi de görkemli ve azametli olmalı; duyan, gören herkes bu aşka imrenmeli, saygı duymalı. Öyleki, devlet yıkıldıktan, faniler dünya değiştirdikten ve zamanın üstünden yüzyıllar geçtikten sonra da "bu büyük aşk" anılmalı ve insanların zihinlerinde yaşamalı. Kısacası, bu büyük aşka ölümsüzlük gömleği giydirmeli. Ama nasıl? Kimi aşkı uğruna Tac Mahal gibi anıt mezar yaptırmış, kimi sevdiği şarkıcı ölünce adını yaşatmak için Japonya'da  John Lennon Müzesi açmış, kimi Kral VIII. Edward gibi aşık olduğu kadınla evlenebilmek için tahttan inmiş, kimi  Paris gibi aşkından  vazgeçmemek adına  savaşa neden olmuş.

Ama öyle biri var ki, aşkı uğruna gelenekleri, dini yasakları bir kenara bırakmış. Ulemanın karşı çıkmasına ve yönetimi altındaki halkın ne diyeceğine aldırmaksızın o güne dek hiçbir Türk ve İslam Sultanı'nın yapmadığını yapmış. Aşık olduğu kadının yüzünü gümüş sikkeye bastırmış. Üstelik kadının kendisini hiç sevmediğini bildiği halde.




Bu sultanın kim olduğunu merak ettiniz değil mi? İlk kez okuduğum bu bilgiye ulaştığımda böylesine cesur, aşık sultanı takdir ettim ama kitabı bitirdiğimde, sultanla ilgili aklımda birçok soru vardı? Üzerinde en çok düşündüğüm sorulardan biri şu oldu; 1243 yılında Kösedağ'da Moğollarla yapılan savaşta, sultan mağlup olacağını anladığında, savaş meydanından arkasına bakmadan kaçmasaydı, ölene kadar çarpışsaydı tarihin seyri nasıl olurdu? Ve Anadolu Selçuklu Devleti, tarih sahnesindeki yerini uzun süre muhafaza edebilir miydi? Elbette, bu soruların cevabını veremeyiz. Çünkü tarihi olaylar o günün şartlarına, yer ve zamanına, neden ve sonuç ilişkisine göre incelenir. Olayların objektif olarak değerlendirilmeleri de şarttır.

İşte merak ettiğinizi tahmin ettiğim bu sultanın adı, II. Gıyaseddin Keyhüsrev'dir. Veziri Saadettin Köpek tarafından zehirlenerek öldürülen Anadolu Selçuklu Devleti'nin ünlü sultanı Alaaddin Keykubat'ın oğlu Gıyaseddin. Babası ölünce tahta çıkan Gıyaseddin , zalimliğiyle ünlü Gürcü Kraliçesi Rusudan'ın kızı Prenses Tamara ile genç yaşında evlendirilir. Bu evlilik siyasi olsa da Gıyaseddin karısını görür görmez ona aşık olur. Tamara çok güzeldir ama onun tek aşkı Tanrı'ya olan aşkıdır. Dünyevi meselelerle ilgilenmez. Ülkesinden gelirken kendi papazlarını da yanında getirmiştir. Çünkü kayınpederi Alaaddin Keykubat ölmeden önce Tamara'nın annesi Rusudan'a söz vermiştir;kızı Ortodoks Hristiyan inancını özgürce yaşayacaktır ve dinini değiştirmesi için kendisine  baskı yapılmayacaktır. Tabii babası tarafından verilen bu söz, Sultan Gıyaseddin'in karısı Tamara'ya  karşı sevgisi, aşkı azalana kadar geçerli olacaktır.

Tamara, sultanın tebaası tarafından sevilince "Sultan Tamar" olarak  değil, "Gürcistanlı sultan" manasında "Gürcü Sultan" olarak anılmaya başlamış. Karısının böyle anılması hoşuna giden sultan, birlikteliğini mühürlemek için Gürcü Sultan'ın yüzünü tasvir eden bir sikke darp ettirmeye karar vermiş.

Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev, bu kararını bildirmek üzere divanı toplamış. Divan üyeleri sultanın kararına karşı çıkmışlar, şu gerekçelerle;
-Öncelikle adetlerimize aykırıdır.
-Sizin gücünüz ve hakimiyetinizi temsilen Hanım Sultan'ın bir eşya üzerinde tasvir edilmesi düşmanlarınız tarafından bir zayıflık göstergesi olarak algılanabilir.
-Yüce dinimiz insan tasvirini yasaklamıştır.

Divandan istediği sonucu alamayan sultan, divan üyelerinin ve sadık kullarının darp ettireceği sikkeye karşı dirençlerini kırmak için akıllıca bir yol bulur; paranın bir yüzüne Acem hükümdarları tarafından kullanılan bir motif koydurtacaktır. Bu motif, bir aslan figürü ve arkasında insan yüzlü güneş olacaktır. Çünkü "Arslan ve Güneş yani Şir ve Hurşit motifi Fars şairi Nizami'nin anlattığı gibi İran Hanedanı Hüsrev'in hanımı Şirin'e olan aşkını temsil eder."

Gümüş sikke bastırılır ve piyasaya sürülür. Paranın bir yüzünde arslan ve arkasında güneş figürü vardır ve güneşin yüzü Gürcü Sultan'ın yüzünün tasviridir. Diğer yüzünde ise "İnananların emiri, El-Müstansir Billah" yazmaktadır. Ve kimse de karşı çıkmamıştır bastırılan sikkeye.

İşte hikaye böyle. Aradan sekiz yüz yıl geçmesine rağmen, toprağın derinliklerinden çıkarılan bu gümüş sikke(dirhem) Sultan II.Gıyaseddin Keyhüsrev'in karısı Gürcü Sultan'a olan aşkını anlatıyor ve hatırlatıyor bizlere. O bir sultandı ama öncelikle insandı ve insana dair her şey onun için de geçerliydi...



Notlar: 
-Okuduğum kitapta, tarihimizde Anadolu Selçuklu Devleti olarak anılan devletin adı, Rum Selçuklu Devleti olarak geçmektedir. Bu konu, tarihçileri ilgilendirmektedir.

-1237 ile 1246 yılları arasında hükümdarlık yapan II. Gıyaseddin Keyhüsrev, yavru iken alıp beslediği ve çok sevdiği aslanı tarafından Alanya Kalesi'nde parçalanarak öldürülmüştür. Sultanın ölümünün ardından Gürcü Sultan, Mevlana'nın müritlerinden olan ve dönemin güçlü komutanı Muineddin Süleyman ile evlenmiştir. 

-Karısı Gürcü Sultan, Sultan Gıyaseddin'in isteği üzerine dinini değiştirip Müslüman olmuştur. Ancak kocasından uzak olmak ve dinin baskısından kurtulabilmek için Konya'da bulunan Mevlana ile tanışmış, onun en yakın müritlerinden biri olmuştur.

-Mevlananın ölümünden sonra, Gürcü Sultan tarafından yaptırılan Mevlana Türbesi (Kubbe-i Hadra) yeşil türbesiyle birlikte , günümüzde de ziyaretçilere açıktır.




Kaynak Kitap:
GÜRCÜ HATUN, Gisele Durero-Köseoğlu.(Çeviren:Burçak Targaç, GİTA, 440 sayfa)

Görseller Google'dan alınmıştır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder