25 Ekim 2016 Salı




KAVAK DAĞI / KAZAN DOĞA YÜRÜYÜŞÜ VE DOĞAYA DAİR







Yine bir Pazar günü rutinini bozmuyorum ve doğa yürüyüşü yapmak üzere erkenden kalkıyorum. Bu seferki rotamız, Ankara'nın ormanlık ilçesi Kazan' da bulunan Kavak Dağı ve Kuzuören Yaylası. Sonbaharın renklerini görecek olmanın yanı sıra, ilk kez gideceğim Kavak Dağı' na tırmanış da heyecanlandırıyor beni. 

Öte yandan merak ettiğim bir şey daha vardı: Acaba, Kavak Dağı  ismini kavak ağacından mı almıştı, yoksa başka bir öyküsü mü vardı? Zira, Anadolu'da  coğrafi yerlere verilen isimler öyle laf olsun diye  verilmez. İsimler ya bir efsaneye dayanılarak verilmiştir ya da o yerin bir öyküsü vardır.  Artık gidince görecek, öğrenecektim.

Büyük otobüsle rahat bir yolculuktan sonra tırmanışa başlayacağımız Otacı'da durduk ve hazırlıklarımızı tamamlayıp yürüyüşe geçtik. Hava kapalı ve ha yağdı ha yağacak modundaydı. Çevredeki çam ağaçlarının yeşili, sıcak günlerdeki canlılığını kaybetmişti.. Taa uzaklarda ise, sarı- yeşil; kırmızı- turuncu renklerin yan yana yer aldığı polokrom armoni insanı büyülüyordu. Tırmandıkça renklerin armonisini yakından görecek, bu doğal tabloyu doyasıya seyredecek ve unutmamak için hafızama kaydedecektim. Öyle de oldu. Bir ara, tamamı "titrek kavak"lardan oluşan orman dokusu içinde yürüdük. Orman oldukça sıktı. (Ve anladım ki, dağa adını veren işte bu kavaklardı.)  Yürürken, çıplak kalmış kavak sürgünlerinin incecik dalları ara sıra yüzüme kırbaç gibi inip canımı yakıyordu. Orman o kadar güzel, yaprakların sarısı öylesine baş döndürücüydü ki, bu acıyı unutturuyordu. Keşke kavakların sarısını sözcüklerle anlatabilseydim. Ama şöyle söyleyeyim, yaptığı resimlerde sarı rengi ve tonlarını cömertçe kullanan  Van Gogh'un  tablolarında bile göremeyeceğiniz güzellikte bir sarı... 

Ülkemizin çeşitli yörelerinde bulunan çam, köknar, meşe ve kayın ormanlarında yürümüştüm. Kavak ormanında ise, ilk kez yürüyordum, hem de "titrek kavak" ormanında. Yeri gelmişken yazmalıyım; ülkemizde biri melez olmak üzere 5 kavak ağacı çeşidi vardır. Bunlar; ak kavak, Fırat kavağı, kara kavak, boz kavak ve titrek kavaktır. Titrek (titreyen) kavak, Avrupa, Kuzey Afrika, Ön Asya, Kafkasya, Sibirya, Japonya ve Türkiye' nin orman bölgelerinde yetişen, çalı veya ağaçcık halinde bir tür kavak olup acı kavak, dağ kavağı (Populus tremula) olarak da adlandırılır.

Titrek kavakların hafif esintideki titreyişlerinin sesini dinlediniz mi hiç? Yaprakların salınışı sessiz değildir. Kulak verip dinlediğinizde insana ninni gibi gelen bir melodisi vardır. Dalgın dalgın bu melodiyi dinlerken renk değişimine takıldı gözlerim. Yükseldikçe kavakların arasına karışan  meşe ağaçlarının koyu sarıdan pas rengine dönüşen yapraklarının rengine. Zirveye ulaştığımızda karşı dağlarda görülen manzara muhteşemdi. Karma ormanda yeşil ve sarının tüm tonlarının iç içe geçtiği  görsel bir  şölen izliyordum adeta...

İnişe geçtikten sonra bir dere yatağında verdiğimiz yemek molasında, reçineleri akmış bir çam ağacının altında rehberimizin ikram ettiği kahveyi yudumlama keyfi, keyiflerin en güzeliydi benim için; orman, sessizlik ve kahve. Başka hiçbir yerde bulamayacağım üçü bir arada :)

10 kilometre yürüdükten sonra grup ikiye ayrıldı ve uzun yürüyecek olanlarla birlikte yürüyüşe devam ettik. Dağ yolunun bir tarafı tamamen çam ağaçlarından oluşan orman iken diğer tarafında meşe ve kavak ağaçları vardı. Bu dağ yolunda 5 kilometreyi 40 dakikada yürüyerek bir de rekor kırdık. Acele etmeliydik. Çünkü yol uzun, gün ise kısaydı. Akşam karanlığına kalmadan yürüyüşü bitirmeliydik. Ara sıra ince ince yağan yağmur altında bol oksijen soluyarak yürüyüşü tamamladığımızda  21.4 kilometreyi geride bırakmıştık. Aracımızın yanında hazırlanmış çay ve kahvelerimizi içip yorgunluk attıktan sonra eve dönüş için yola koyulduk; stresimizi dağda bırakmış olmanın verdiği  huzur ve dinginlikle...

Bizler şanslıyız; bu güzel ormanları, dağları, gökyüzünde uçan kuşları görebildiğimiz için. Eve dönerken, Sait Faik' in "Son Kuşlar" kitabındaki  dizeler geçti zihnimden:

"Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi."

Çocuklarımızı kentlerde hapsoldukları dört duvar arasından çıkarıp doğaya götürmek gerek, hiç olmazsa haftada bir. Ve onlara ağaçları, çiçekleri, böcekleri, hayvanları sevmeyi öğretmek de. Daha da önemlisi doğayı gözlemlemeyi öğretelim. Öğretelim ki, hayal güçleri gelişsin. Çünkü doğa hayal kurdurur ve hayaller sonunda mutlaka gerçekleşir. Bir yerde okumuştum; hayallerin gerçekleşmesine doğanın katkısını. Şöyle ki;


"Helikopterin ilk çizim tasarımlarını yapan ressam Leonardo da Vinci' nin, günler boyunca yattığı ağaçların altında havada uçuşan yusufçukları incelediği söylenir. Japonya' nın hızlı trenlerini tasarlayan Eiji Nakatsu'nun balıkçıl kuşlarının gagalarından esinlendiği bilinmektedir ve Eiji Nakatsu mühendis olmakla beraber bir kuş bilimcisidir. Doğa gezisi sırasında kıyafetine takılan dulavrat otunu farkeden Georges de Mestral, bugün birçok alanda kullanılan velcro bantlarının (cırt cırt) öncüsüdür."



Geleceğin bilim insanları, hayal kurmayı bilen çocuklar arasından çıkacaktır. Ama öncelikle çocuklara hayal kurabilecekleri ortamı sağlamak (doğayı korumak) bizlerin yükümlülüğünde ve sorumluluğundadır- unutmayalım lütfen.


Doğada güzel bir gün geçirmemi sağlayan ankarahiking Doğa Sporları Grubunun ( http://www.ankarahiking.com/)   rehber ve yöneticilerine, ayrıca grup uyumu için tüm katılımcılara  teşekkürler.
































19 Ekim 2016 Çarşamba




İNTİHAR EDEN ÜNLÜ ŞAİR VE YAZARLAR


Ünlü şair ve yazarların biyografilerini okumayı seviyorum. Çocukluklarının nasıl bir ortamda geçtiği, nasıl bir ailede yetiştikleri, yaşadıkları dönemdeki toplumsal gelişmelerin ve toplum değerlerinin karakterlerinde nasıl izler bıraktığı ve tüm bunların yeteneklerini nasıl etkilediğini hep merak etmişimdir; çünkü onların yaşam öykülerinden çıkaracağım dersler olduğuna inanıyorum. Bu nedenle, eserlerini okuduğum şair ve yazarların yaşam öykülerini de okurum. Bu şair ve yazarlardan  bazılarının (ki içlerinde çok sevdiklerim var)  bilinçli bir şekilde yaşamlarını sonlandırdıklarını öğrendim. Elbette, hepsinin kendine göre nedenleri olabilir; kimi artık yazamadığı için, kimi psikolojik tedavi gördüğü için, kimi çok acı çektiği için, kimi düş kırıklıkları nedeniyle intihar etmişlerdi.

A. Mümtaz İdil "Hemingway İntihar etmedi Kendini Öldürdü" başlıklı yazısında şöyle der:

" İntihar etmiş yazarların yaşamlarına ve bıraktıkları eserlere bakıldığında, intihar edeceğine ilişkin bazı ipuçları bulmak mümkündür. Ölümün bir kurtuluş olduğunu, sanki her şeyi bir kalemde silip, yeniden ve başka bir yaşam döneminin ilk adımı göründüğünü yansıttıkları olmuştur. Sözgelimi, bütün yaşamı gerçek bir macera ile geçen ve iki romanı dışında, hemen tüm romanları yaşam sevinciyle donanmış Jack London' un bir kitabı vardır ki, bir yazarın otobiyografisini ölümünden önce yazması gibi bir şeydir: Martin Eden. Cesare Pavese' nin günlüğünün ilk sayfalarında, 14 Ağustos' ta intihar edeceğini okursunuz, kitap da zaten 13 Ağustos' ta biter. 14' ünde de artık yazar yoktur."

Araştırma yaptığımda, intihar eden ünlü şair ve yazarların çokluğu karşısında şaşırdığımı söyleyebilirim. Bu yazımda, kitaplarından tanıdıklarımı yazacağım. Bunun için tabi ki burada yazamadığım şair ve yazarlar da olacaktır. İntihar edenlerin yaşam öykülerini, eserlerini değil, neden ve nasıl intihar ettiklerini yazacağımı da belirtmeliyim. Merakınızı uyandırabildiysem eğer, isimlere geçebilirim. 

1-Stefan Zweig (D: 28 Kasım 1881, Viyana,  Ö: 22 Şubat 1942, Rio de Janeiro,Brezilya)
Avusturyalı romancı, oyun yazarı, gazeteci ve biyografi yazarı.






II. Dünya Savaşı sırasında New York' a, Arjantin' e, Paraguay' a ve Brezilya' ya gitti. Zweig konferanslar için gittiği Brezilya' ya yerleşmeye karar verdi. Orada "Bir Satranç Öyküsü" nü kaleme aldı. Zweig, 1941' de Montaigne üzerine çalışmaya başladı ve "Dünün Dünyası - Avrupa Anıları" otobiyografisini kaleme aldı. "Dünün Dünyası" kitabı, 1900' lerin başında gençliğini yaşamış bir yazarın yaşadığı dünyanın asla eskisi gibi olmayacağını farkettiğinde eski günlere düzdüğü bir övgüdür.

Avrupa' nın içine düştüğü durumdan duyduğu üzüntü ve yaşamındaki düş kırıklıkları nedeniyle 22 Şubat 1942' de Rio de Janerio' da karısı Lotte ile birlikte intihar etti. Buna Hitler' in dünya düzenini kalıcı sanmasının verdiği karamsarlığın yanı sıra, kendi dünyasının asla bir daha varolmayacağı düşüncesi neden oldu.
(tr.wikipedia.com)


2- Ernest Hemingway (D: 21 Temmuz 1899, Ö: 2 Temmuz 1961)
ABD' li romancı, hikaye yazarı ve gazetecidir.





Basit yazma tekniği ve sade üslubuyla 20. yüzyıl kurgu romancılığını etkilemiştir. Nobel ve Pulitzer Ödülü sahibi yazarın çoğu eseri, bugün Amerikan edebiyatının başyapıtlarından kabul edilir.

Seyahatlerine ve serüvenlerine de devam eden Heningway, bu yolculuklardan birinde uçak kazası geçirerek yaralandı. 1950' lerin ikinci yarısında alkolizmin de  etkisiyle ruhsal ve fiziksel sağlığı gittikçe kötüleşti. 1928 yılında Paris Ritz Otel' e bıraktığı iki sandığı bulduktan sonra anılarını yazmaya başladı fakat anılarını yazarken depresyona sürüklendi. Evinin sürekli ziyaretçi ve turistlerle dolmasından ötürü rahatsız oluyordu. Idaho' da ev aldı, oraya temelli taşınmayı düşünmeye başladı. 1959' daki Küba devriminden sonra Küba' ya gelip gitmeye devam etti.

Küba' daki yeni rejim Amerika mülklerini devletleştirmeye karar verince kesin olarak Idaho' ya taşındı. Ruhsal sağlığı kötüye gitti. Bir gün eşi onu evin mutfağında elinde tüfekle bulunca hastaneye kaldırılıp elektro şok tedavi gördü. Taburcu olduktan iki gün sonra 1961' de evinde kendini av silahı ile vurarak hayatına son verdi.
(tr.wikipedia.com)


3-Jack London (D: 12 Ocak 1876, San Francisco, Ö: 22 Kasım "1916, Kaliforniya)
ABD' li gazeteci ve roman yazarı.







Vahşetin Çağrısı, Martin Eden, Demir Ökçe, Beyaz Diş ve Deniz Kurdu başta olmak üzere elliden fazla kitabın yazarı olan Jack London, dünya ticari dergi romanının öncüsü ve yazarlıktan yüksek gelir elde edebilen Amerikalıların ilklerindendir.

Jack London'ın ölüm sebebi çok tartışılmıştır. Pek çok eski kaynakta intihar ettiği anlatılmıştır. Ölüm raporunda ölüm sebebi üremi olarak gösterilmiştir. 22 Kasım 1916' da, çiftliğinde bir uyku sundurmasında ölmüştür. Son döneminde çok acı çektiği ve morfin aldığı biliniyordu, kazayla ya da kasıtlı olarak aşırıdoz olması da ihtimaller dahilindedir. Clarice Stasz' a göre "London' un ölümünü takiben, bazı nedenlerle, onun sonunda intihar etmiş bir kadın avcısı olduğu yolunda bir biyografik efsane gelişti. Birinci el kaynaklara dayanan yakın zamanlı ciddi çalışmalar bu karikatürü reddetmektedir. London' ın eserlerinde intihar pek çok kez karşımıza çıkar ve bu durum söz konusu "biyografik efsane" nin oluşmasına katkıda bulunmuş olabilir.

Yaşam öyküsünü yazan Russ Kingman, London' ın "inme ya da kalp krizi" nedeniyle öldüğünü düşünmüştür. 

Jack London' ın külleri, eşi Charmian' ınkilerle birlikte Glen Ellen, Kaliforniya' daki Jack London Eyalet Tarih Parkı' na gömüldü. Çok sade olan mezarda sadece yosun tutmuş bir kaya parçası dikilidir.
(tr.wikipedia.com)


4-Vladimir Mayakovski (D: 19 Temmuz 1893, Bağdadi, Gürcistan,  Ö: 14 Nisan 1930, Moskova)

Rus şair, oyun yazarı, film ve tiyatro aktörü.






ABD' ye dolaylı olarak Meksika' dan geçerek giren Mayakovski, aynı yıl yakın dostu Sergey Yesen' in Leningrad' da İngiltere' de intihar eder. Yesenin, son şiiri; "Elveda dost, elveda" yı damarını açarak, kanıyla yazmıştı.. Bu olaydan tam 5 yıl sonra; 1930' da Lili Brik' i ve ailesini SSCB Hükümetine emanet ettiğini belirten bir mektup bırakarak silahla intihar eder. Ölümünden sonra doğduğu köy olan Bağdadi' ye şairin adı verilir.
(tr.wikipedia.com)

Nazım Hikmet' in hayran olduğu, şiirlerinden etkilendiği ve şairin  basamak biçimindeki dizelerinin çok ilgisini çektiği Mayakovski ile ilgili anısını okumak için lütfen linki tıklayınız.

http://sahriye.blogspot.com.tr/2014/04/anlayana-blog-yazmaya-karar-verdigimde.html


5-Sergey Yesenin (D: 3 Ekim 1895, Rusya İmparatorluğu, Ö: 28 Aralık 1925, SSCB)

Rus şair.







Sergey Yesenin, psikolojik bir rahatsızlık yaşadı ve bir ay akıl hastanesinde kaldı. Noel için hastaneden çıkarıldıktan birkaç gün sonra, 27 Aralık 1925' te İngiltere Oteli' ndeki odasında kendini asarak intihar etti. Cesedinin yanında, intiharından bir gün önce bileklerini kesip kendi kanıyla Mayakovski' ye yazdığı veda şiiri bulundu. Sergey Yesenin, Moskova' nın Vagankovskoye mezarlığına defnedildi.

Rusya' nın en popüler şairlerinden birisi olması ve cenazesi için devlet töreni düzenlenmesine rağmen Josef Stalin ve Nikita Khrushchev' in başkanlığı esnasında eserlerinin büyük bölümü Kremlin tarafından yasaklandı. Nikolay Bukharin' in Yesenin' i eleştirisi önemli şekilde yasaklamaya katkıda bulundu. Eserleri yeniden ancak 1966' da yayınlandı.
(tr.wikipedia.com)


6-Sylvia Plath (D: 27 Ekim 1932, Boston, Ö: 11 Şubat 1963, Londra)

ABD' li şair ve yazar.







Tirajik yaşamı ve intiharıyla tanınan Plath, aynı zamanda yarı otobiyografik bir roman olan ve depresyonu üzerine ayrıntılı bilgiler veren Sırça Fanus kitabının yazarı olarak bilinir. Anne Sexton ile birlikte, Plath gizdökümcü şiirin önemli isimlerinden biridir.

Plath eşi Hughes ile birlikte Londra' da kısa süre yaşadıktan sonra North Tawton' a yerleştiler. Çiftin Sylvia' nın kıskançlık krizleriyle başlayan sorunları bu dönemde başladı ve ilk çocuklarının doğumundan kısa süre sonra Sylvia Plath Londra' ya geri dönerek boşanma işlemlerini başlattı.

Kiraladığı evin eskiden İngiliz şair William Butler Yeats' e ait olduğunu öğrenen Plath bunu iyi bir işaret olarak değerlendirdi. 1962-1963 kışı Plath için çok zor geçti. 11 Şubat 1963' t, ikinci kattaki odalarında uyumakta olan çocuklarının yanına süt ve kurabiye bıraktıktan sonra, odalarının kapısını da içeri gaz girmeyeceğinden emin olmak üzere bantlayarak kapattı ve kafasını fırının içine sokarak intihar etti.

İntiharıyla ilgili olarak kocası Ted Hughes eleştirilere maruz kaldı. Hughes, yıllarca bu konuda konuşmadı. Daha sonra anılarını yayımladı.

1963 yılında daha 30 yaşındayken intihar eden Plath' ın hayatı, Oscarlı oyuncu Gwyneth Paltrow' un ünlü şairi canlandırdığı "Sylvia" filmine de aktarıldı.

Plath' ın Türkçe'ye çevrilen eserleri arasında bulunan "Sırça Fanus" adlı romanı, birçok kişi tarafından ilk Amerikan feminist romanı olarak değerlendirilir.
(tr.wikipedia.com)


7-Virginia Woolf ( D: 25 Ocak 1882, Ö: 28 Mart 1941)

İngiliz feminist yazar, romancı, eleştirmen.






Virginia Woolf, Perde Arası romanını yazdığı sıralarda artık kendini yeterince yetenekli hissetmiyor, yeteneğini kaybettiğini düşünüyordu. Her gün savaş korkusu ve yeteneğini kaybetmenin vermiş olduğu stres, dehşet ve korku sonucu ruhsal bunalıma girmiş. 28 Mart 1941' de içinde bulunduğu duruma daha fazla dayanamayıp evlerinin yakınlarında bulunan Ouse nehrine ceplerine taşlar doldurarak atlayıp intihar etmiştir. Virginia Woolf, geride iki intihar mektubu bırakmıştır. Birisi kardeşi Vanessa Bell' e diğeri ise kocası Leonard Woolf' a.

Leonard Woolf'a, 18 Mart 1941

"Sevgilim, yine çıldırmak üzere olduğumu hissediyorum. O korkunç yeniden yaşayamayacağımı hissediyorum. Ve ben bu kez iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım. Odaklanamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey olarak gördüğüm şeyi yapıyorum. Sen bana olabilecek en büyük mutluluğu verdin. Benim için her şey oldun. Bu korkunç hastalık beni bulmadan önce birlikte bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemezdim. Artık savaşacak gücüm kalmadı. Hayatını mahvettiğimin farkındayım ve ben olmazsam, rahatça çalışabileceğini de biliyorum. Bunu sen de göreceksin. Görüyorsun ya, bunu düzgün yazmayı bile beceremiyorum. Söylemek istediğim şey şu ki, yaşadığım tüm mutluluğu sana borçluyum. Bana karşı daima sabırlı ve çok iyiydin. Demek istediğim, bunları herkes biliyor. Eğer biri  beni kurtarabilseydi, o kişi sen olurdun. Artık benim için her şey bitti. Sadece sana bir iyilik yapabilirim. Hayatını daha fazla mahvedemem. Bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemiyorum."
(tr.wikipedia.com)


8- Cesare Pavese (D: 9 Eylül 1908, Ö: 27 Ağustos 1950)

İtalyan şair, romancı, çevirmen ve eleştirmen.







1935' te anti-faşist çalışmaları nedeniyle tutuklandı. 1936' da serbest bırakıldı. Brancaleone Hapishanesi' nde geçirdiği bir yıldan esinlenerek Carcera (Hapis) adlı romanını yazdı. 1950' de Yalnız Kadınlar Arasında romanı ile İtalya' nın önemli edebiyat ödüllerinden Strega Ödülünü aldı. Edebi kariyerinin doruğunda olmasına rağmen özel hayatı karışıktı. Sonu olmayan aşk ilişkileri onu bunaltmıştı. Ödülü aldıktan sonra Torino' daki bir otel odasında bütün özel kağıtlarını yok edip, 21 adet uyku hapı alarak intihar etti. 

İntiharından önceki gün, "Artık sabahı da kaplıyor acı" diye kısa bir not düştükten sonra 27 Mayıs' ta günlüğüne şunları yazmıştır.

"48-49' daki mutluluğumun hesabı görüldü. Bu soylu mutluluğun gerisinde şu vardı: Güçsüzlüğüm ve hiçbir şeye bağlanmayışım. Şimdi, kendime göre, girdabın içine girdim, güçsüzlüğümü seyrediyor, onu iliklerimde hissediyorum. Beni ezen siyasal sorumluluğu yüklenemiyorum. Bunun tek çözümü var: İntihar." Cesare Pavese - 27 Mayıs 1950
(tr.wikipedia.com)


9- Truman Capote ( D: 30 Eylül 1924,  Ö: 25 Ağustos 1984)

ABD' li yazar.







Capote' nın kısa öyküleri, romanları ve kurgusal olmayan yazıları arasında sinemaya da uyarlanmış Tiffany' de Kahvaltı ve Soğukkanlılıkla da yer alır.

Capote, yazarlığa ve alkole çok erken yaşlarda başladı. Eşcinsel yönelimi ve bu yönelimini yaşama biçimiyle - yakın arkadaşı ve uzaktan akrabası Tennessee Williams ile birlikte- çok sayıda skandala imza attı. Buna rağmen ABD sosyetesi içinde özel bir yer edinmişti. Ayrıca ABD' li yazar Harper Lee de onun çocukluk arkadaşıydı ve Lee ünlü eseri Bülbülü Öldürmek' teki çocuk karakter "Dill" İ yaratırken Truman Capote' den esinlenmişti.

Kendi hayatından ya da hikaye ve romanlarından senaryolaşmış çok sayıda film vardır. Bunlardan en önemlisi baş rollerini Audrey Hepburn ve George Peppard' ın oynadığı Blake Edwards' ın yönettiği "Tiffany' de Kahvaltı" (Türkiye' de 'Çılgınlar Kraliçesi' adıyla gösterildi) dır. Ayrıca 2005 yapımı Capote' nin kişiliği ve karakteri üzerine çekilmiş olan ve başlıca rollerinde Philip Seymour Hoffman, Catherine Keener, Clifton Collins Jr. gibi oyuncuların yer aldığı Capote adlı bir sinema filmi de bulunur.
(tr.wikipedia.com)

Yüksek dozda hap aldığı için karaciğeri iflas etti. 


10- Nilgün Marmara ( D: 13 Şubat 1958,  Ö: 13 Ekim 1987)

Türk şair.






Sylvia Plath üzerine incelemeler yaptı. Onun hayata bakış tarzından ve düşüncelerinden oldukça etkilendi. Şiirlerinde çoğunlukla 1. tekil kişinin düşle gerçek arasında gidip gelen, kırılgan izleklerini kullandı. Çeşitli dergilerde şiirleri yayımlandı.

13 Ekim1987' de 29 yaşındayken intihar etti.

Şair Ece Ayhan' ın Meçhul Öğrenci Anıtı şiirindeki 128 numara ile kastedilen kişi kendisidir. Seyhan Erözçelik, Cemal Süreya ve Ece Ayhan gibi isimlerle yakın arkadaştı. Kağan Önal ile evliydi. Cemal Süreya kendisine Zelda demekteydi. Seyhan Erözçelik, Nilgün Marmara' nın intiharının ardından Nilgün' ün Göztaşı isimli şiiri yazmıştır.
(tr.wikipedia.com) 


11-  Arthur Koestler ( D: 5 Eylül 1905, Budapeşte,  Ö: 1 Mart 1983, Londra)

Macaristan doğumlu çok yönlü bir  yazar. Asıl adı Kösztler Arturdur.







Babası Leopold Koestler, Kuzey Macaristan' a göçmüş bir Rus yahudisiydi. Roman, gazete yazıları, sosyal felsefe eserleri ve bilim alanında kitaplar yazdı. 1931 yılında Almanya Komünist Partisine katıldı ama yedi yıl sonra, Birleşik Krallığa göç edince ayrıldı. 1940' ların sonlarına doğru en tanınmış İngiliz anti-komünistlerden biri oldu. 1950' ler boyunca da aktif olarak siyasete devam etti. Sovyetler' de 1930' lardaki tasfiyeleri anlatan Gün Ortasında Karanlık romanı Stalinizmin kurgusal temsili olarak George Orwell' in 1984 romanı ile birlikte anılır. 13. Kabile adlı araştırmasında ise Aşkenaz Yahudilerinin tarih sahnesinden silinmiş olan Hazar Türkleri olduğu savını ortaya atmıştır. Bu sav bilimsel çevrelerde halen tartışılmaktadır. Ayrıca Britannica Ansiklopedisi için de maddeler yazmıştır.
(tr.wikipedia.com)

Kanser olduğunu öğrendikten sonra hastalığın kendisini yavaş yavaş öldürmesine tahammül edemedi ve yaşamına son vermeye karar verdi.
(www.haberturk.com)

Arthur Koestler' in " 13. Kabile" kitabını okumayı  bitirdim ve kitapla ilgili bir yazı hazırlıyorum. Yazımın konusu şu: Günümüz yahudileri gerçekten Sami ırkına mı mensuplar, yoksa asimile olmuş Hazar Türkleri' nin torunları mı?

Koestler' in yerleşik düşünceleri proveke eden bu muhteşem eseri, tarihi bilgi ve belgelere dayanıyor.

Yukarıdaki sorunun cevabını okuduğunuzda, hem çok şaşıracak hem de bugünkü Avrupa milletlerine farklı gözle bakacaksınız. Bunu garanti edebilirim.

Araştırma sonucunda gördüm ki, dünyaca ünlü şair ve yazarlardan intihar edenlerin sayısı benim bilip tanıdıklarımla sınırlı değildi. İşte kitaplarını okumadığım yazar ve şairlerin isimleri:

1- Heinrich Von Kleist. (Alman şair ve romancı)

2- Romain Gary. (Fransız yazar, yönetmen, senarist)

3- Yukio Mişima. (Japon romancı ve oyun yazarı)

4- Sadık Hidayet. (Modern İran edebiyatının önde gelen düz yazı ve kısa hikaye yazarı.)

5- Robert E. Howard. (Amerikalı yazar. "Conan" başta olmak üzere pek çok çizgi kahramanın yaratıcısıydı.)







12 Ekim 2016 Çarşamba




 TÜRKÇEDE DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR
( Atasözleri, Deyimler, Söz Öbekleri )



Yanlış öğrenilen bir konuyu, ifadeyi veya bir sözcüğü düzeltme, baştan doğru öğrenme gibi olamaz. Çünkü zihnimize yerleşen bir bilgiyi yok etmek, değiştirmek çok zordur ve çaba gerektirir. İster kulak dolgunluğu ile,  ister kültürel farklılık nedeniyle öğrenilmiş olsun dilimizde yanlış telaffuz edilen, dil erozyonuyla hem biçim hem anlamları zamanla değişmesine rağmen, günlük konuşmalarda varlığını sürdüren Atasözleri, deyimler ve söz öbeklerinin olduğu kuşkusuzdur. İşte bu doğru bilinen ama, yanlış  söylenen Atasözü, deyim ve söz öbeklerini  derleyip toparlayıp yazmaya karar verdim. Ne demişler? "Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp."  


-İnce eleyip sık dokumak. (Söylenen)

-İnce eğirip sık dokumak. (Doğrusu)

Eğirmek: Yün, pamuk gibi şeyleri iğ ile büküp iplik durumuna getirmek.


************************************

-Kısa kes Aydın havası olsun. (Söylenen)

-Kısa kes Aydın abası olsun. (Doğrusu)

Aba: Kumaştan yapılma üstlük, giysi. Aydın efesinin abası kısa ve dizleri açıktır.


*************************************


-Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz. (Söylenen)

-Ane gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz. (Doğrusu)

Ane: Bağdat yolu üzerinde bir uçurum.
Yar: Uçurum.


***********************************


-Su küçüğün, söz büyüğün. (Söylenen)

-Sus küçüğün, söz büyüğün. (Doğrusu)

Atasözünün ilk hali Oğuz Türkçesinde "Söz ulunun, su kiçinin" şeklinde kaydedilmiştir. Büyüğe gösterilen saygıyı vurgular.


***********************************


-Haydan gelen, huya gider. (Söylenen)

-Hayy' dan gelen, Hu' ya gider. (Doğrusu)

Hayy, Hu: Allah' ın isimleridir. "Allah' tan gelen, Allah' a döner" anlamındadır.


**********************************


-Fukaranın düşkünü, beyaz giyer kış günü. (Söylenen)

-Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü. (Doğrusu)

Zürefa: Güzel, şık, çekici. Zarif kelimesinin çoğul halidir. Daha önce iyi bir durumda olan kişi, bu konumunu kaybettiğinde uygun olmayan, yersiz davranışlarda bulunur, manasındadır.


***********************************


-Ateş olsa cürmü kadar yer yakar. (Söylenen)

-Ateş olsa cirmi kadar yer yakar. (Doğrusu)

Cirim: Hacim, beden, ebat. Kişinin, en fazla kendi boyutu kadar zararı olacağı anlamını taşır.


**************************************


-Altı kaval, üstü şişhane. (Söylenen)

-Altı kaval, üstü şeşhane. (Doğrusu)

Kaval (silah): Namlusu mermiyi iyi hedefleyemeyen düz bir borudur. 
Şeş: Altı (Farsça).            Şeşhane: Mermiyi atış ekseninde döndürerek çok daha hassas nişan almayı sağlayan, altı yivli namludur.


*************************************


-Aptala malum olurmuş. (Söylenen)

-Abdala malum olurmuş. (Doğrusu)

Abdal: Gezgin derviş. Halk arasında Allah' a yakın biri olduğu kabul edilir, olayları önceden sezdiği inancı yaygındır.


****************************************


-Hatasıyla sevabıyla (Söylenen)

-Hatasıyla savabıyla (Doğrusu)

Savab: Doğruluk, dürüstlük.


*****************************************


-Kelli felli (Söylenen)

-Kerli ferli (Doğrusu)

Ker: Kuvvet.     Fer: İktidar, şevket.

Dil erozyonuyla, hem biçim hem anlam zamanla değişmiştir.


***************************************


-Geçtiğimiz hafta (Söylenen)

-Geçen hafta (Doğrusu)

"Geçtiğimiz hafta" mantıksal olarak yanlıştır. Çünkü biz zamanı geçemeyiz, zaman bizi geçer.


***************************************



-Eninde sonunda (Söylenen)

-Önünde sonunda (Doğrusu)

İyiden iyiye, iyice, oldukça manasındadır.


************************************


-Sıfırı tüketmek. (Söylenen)

-Zafiri tüketmek. (Doğrusu)

Zafir: Soluk, nefes. Nefesin tükenmesi dolayısıyla ömrün bitmesi, ölmek anlamına gelen söz.

Kaynak: Başkent İletişim Akademisi.


**********************************



BONUS: Yemen Türküsü.

Burası Muş' tur
Yolu yokuştur 
(Söylenen)


Burası Huş' tur
Yolu yokuştur 
(Doğrusu)


-Taiz, Yemen' de yüksekte bir şehir ve  tepesinde  Osmanlı kalesi bulunmaktadır. Türk askerinin kan döktüğü ve en stratejik noktayı savunduğu bu kale, 3 bin metre rakımlı Huş Kalesi' dir.  Yemen Türküsüne konu olan işte bu kaledir.












6 Ekim 2016 Perşembe




AĞAÇ KUCAKLAYANLAR (TREE HUGGER)




Bilenler bilir, İngilizce' deki "tree hugger", aslında çevrecileri aşağılamak için kullanılan bir tabirdir. Merriam Webster sözlüğünde kelimenin açıklaması aynen şu şekilde:
"Ağaçları, hayvanları ve genel olarak doğal hayatı kirlenme ve diğer tehditlerden korumayı kendine fazla dert edindiği için aptalca veya sinir bozucu olarak görülen kimse."

Her ne kadar bazıları için alay konusu olsa da, "tree hugger" (Ağaç kucaklayan) tabirinin ortaya çıkışının trajik bir öyküsü vardır. Bahsettiğimiz tirajik olay 1730 yılında Hindistan' da vuku bulur. Konunun öznesi yine bir saray yapımıdır. Ve bu uğurda ağaçların kesilmesi gerekmektedir. Ne var ki ağaçları kesmek isteyenler, karşılarında, onları canları pahasına korumaya and içmiş 363 kişi bulurlar. Ama sonunda bu gözü pek 363 insan, ağaçları kesmek isteyenler tarafından katledilir.

Fakat onların fedakarlıkları boşa gitmez. Çünkü ölümleri, ülkede ağaçların kesilmesini sınırlayan bir yasanın çıkmasına sebep olur.

Günümüze dönecek olursak, bugünden tezi yok bir "ağaç kucaklayan" olmamız için önümüzde binlerce sebep var. En önemlisi ise "Küresel Isınma" sorunu. İnsanlar atmosferdeki CO2' in, dünyanın en azından 400.000 yıldır görmediği seviyelere çıkmasına yetecek kadar fosil yakıt yaktılar. Bu sıcaklıkların artmasına, buzulların erimesine ve okyanuslardaki asit oranının artmasına neden oldu. Dünyanın farklı noktalarında gerçekleşen bazı aşırı hava olayları bu sebeplerden dolayı daha olası ve daha tehlikeli hale geldi ve dünya ısınmaya devam ettikçe bu hava olayları daha da tehlikeli olacak. Tam da bu noktada , yeryüzündeki tüm ormanların bir yılda atmosferden temizlediği karbondioksit miktarının 2,5 milyar metrik ton olduğu bilgisini de ekleyelim. Yani ormanlar ve doğal bitki örtüsü, fotosentez ile insanların neden olduğu karbondioksitin yüzde 30' unu temizliyor. Yetişkin normal bir ağaç bir saatte ortalama 2,3 kg karbondioksiti bünyesine alır, fotosentezle 1,7 kg oksijen üretir.

Elbette her şey bu kadar kolay değil. Değişmesi gereken onca şey var. Ancak yine de, ağaçlandırma, küresel ısınma ile mücadelede kolay uygulanacak yöntemdir. *

Ağaç kucaklayan tabiri  1730' da, Hindistan' da gerçekleşen olay üzerine ortaya atılmış olsa da, "Hayat Ağacı" ve "Dilek Ağacı" kavramlarının kökeni çok daha eskilere dayanır. İnsanlığın kutsallık atfettiği dağ, taş, ağaç, ateş, su gibi varlıkların içerisinde ağaçların ayrı bir önemi vardır. Ve ağaçların hayatı temsil ettiği, insanlığın çok eski tarihlerinden itibaren özellikle Doğu Kültürü ve Asya' daki bazı din ve inanışlarda yer alan "Hayat Ağacı" fikrinden ve bu fikrin görselleştirilmesinden anlaşılmaktadır. "Eski insanların evren tasarımında  üç temel düzey önemliydi; yeraltı, yeryüzü ve gökyüzü. Bu üç kozmik düzey arasındaki iletişimi "axis mundi" adını taşıyan evrensel bir sütun sağlar. Kaidesi yeraltında cehennemde olan bu sütun evrenin merkezinde göbek çukurunda) bulunur ve gökyüzünü de taşır. İşte bu kozmik direk Hayat Ağacı' dır. Birçok dinde Tanrı' nın yeryüzündeki tezahürü ağaç şeklindedir. İnsanlar ağaçlara yakın olmaya çalışır, onlardan dilekler dilerler. Tanrı ile iletişim ağaç yoluyla kurulur. Ağaç, özellikle de 'Hayat Ağacı' sembolizmi aşağı yukarı bütün toplumlarda kendini gösterir. Hayat ağacı; Mezopotamya, Avrupa, Uzak Doğu medeniyetleri ve başka pek çok kadim medeniyet tarafından gençlik ve ölümsüzlük veren bir kavram olarak bilinir. Bugün de yaygın dinler olan İslamiyet, Hristiyanlık ve Yahudiliğin kutsal kitaplarında yer alır.

İnsanoğlu başa çıkamadığı doğa olaylarını,sorunlarını büyülü güçleri olduğuna inandıkları nesneler aracılığı ile çözmeye çalışmışlar. Böylece doğaya hakim olacaklarını düşünmüşlerdir. Bilim ve sanatın yolu da büyü ile burada kesişir.

Anadolu' nun pek çok yöresinde bazı ağaçların kutsal olduğuna inanılır. Bu ağaçlar insanların dileklerini Tanrı^ya iletebilecek ağaçlardır. Bir nevi bir ulaktır. Mesajı her zaman hedefine ulaştıracak kutsal bir postacı.

Ağaçlara çaput bağlama geleneğinin kökenleri, Kuzey ve Orta Asya' daki eski Şamanist inanışlara dayanır. Bu geleneğe ' yalma geleneği' de denir." **

Ağaçlara çaput bağlayan ya da ağaç kucaklayan birini gördüğünüzde, onu küçümsemeden önce biraz düşünmeye ne dersiniz?



Kaynaklar:

* onedio.com
**Dilek Ağaçları-tulaybaybag.com







3 Ekim 2016 Pazartesi




"ACILAR ÜLKESİ"
(Dilenciler ve Krallar)





Ama her birimizin

Kendi acılar ülkesi var.

Ve henüz hepsini gezmiş değiliz,

Yollara düşmüş onları arıyoruz gece gündüz

Yılmadan, karşı koymadan, durup dinlenmeden.

Sersemlemişiz,

Acıyı tatma zamanıysa,

Elden ayrı düşmüş parmaklar gibi başına buyruk.

-- W.S.Merwin, "Dilenciler ve Krallar" adlı şiirinden
( Şiir, Dr. Eugene W. Straus, Alex Straus' un "Tıbbi Mucizeler"  adlı kitabından alınmıştır.)