25 Ekim 2016 Salı




KAVAK DAĞI / KAZAN DOĞA YÜRÜYÜŞÜ VE DOĞAYA DAİR







Yine bir Pazar günü rutinini bozmuyorum ve doğa yürüyüşü yapmak üzere erkenden kalkıyorum. Bu seferki rotamız, Ankara'nın ormanlık ilçesi Kazan' da bulunan Kavak Dağı ve Kuzuören Yaylası. Sonbaharın renklerini görecek olmanın yanı sıra, ilk kez gideceğim Kavak Dağı' na tırmanış da heyecanlandırıyor beni. 

Öte yandan merak ettiğim bir şey daha vardı: Acaba, Kavak Dağı  ismini kavak ağacından mı almıştı, yoksa başka bir öyküsü mü vardı? Zira, Anadolu'da  coğrafi yerlere verilen isimler öyle laf olsun diye  verilmez. İsimler ya bir efsaneye dayanılarak verilmiştir ya da o yerin bir öyküsü vardır.  Artık gidince görecek, öğrenecektim.

Büyük otobüsle rahat bir yolculuktan sonra tırmanışa başlayacağımız Otacı'da durduk ve hazırlıklarımızı tamamlayıp yürüyüşe geçtik. Hava kapalı ve ha yağdı ha yağacak modundaydı. Çevredeki çam ağaçlarının yeşili, sıcak günlerdeki canlılığını kaybetmişti.. Taa uzaklarda ise, sarı- yeşil; kırmızı- turuncu renklerin yan yana yer aldığı polokrom armoni insanı büyülüyordu. Tırmandıkça renklerin armonisini yakından görecek, bu doğal tabloyu doyasıya seyredecek ve unutmamak için hafızama kaydedecektim. Öyle de oldu. Bir ara, tamamı "titrek kavak"lardan oluşan orman dokusu içinde yürüdük. Orman oldukça sıktı. (Ve anladım ki, dağa adını veren işte bu kavaklardı.)  Yürürken, çıplak kalmış kavak sürgünlerinin incecik dalları ara sıra yüzüme kırbaç gibi inip canımı yakıyordu. Orman o kadar güzel, yaprakların sarısı öylesine baş döndürücüydü ki, bu acıyı unutturuyordu. Keşke kavakların sarısını sözcüklerle anlatabilseydim. Ama şöyle söyleyeyim, yaptığı resimlerde sarı rengi ve tonlarını cömertçe kullanan  Van Gogh'un  tablolarında bile göremeyeceğiniz güzellikte bir sarı... 

Ülkemizin çeşitli yörelerinde bulunan çam, köknar, meşe ve kayın ormanlarında yürümüştüm. Kavak ormanında ise, ilk kez yürüyordum, hem de "titrek kavak" ormanında. Yeri gelmişken yazmalıyım; ülkemizde biri melez olmak üzere 5 kavak ağacı çeşidi vardır. Bunlar; ak kavak, Fırat kavağı, kara kavak, boz kavak ve titrek kavaktır. Titrek (titreyen) kavak, Avrupa, Kuzey Afrika, Ön Asya, Kafkasya, Sibirya, Japonya ve Türkiye' nin orman bölgelerinde yetişen, çalı veya ağaçcık halinde bir tür kavak olup acı kavak, dağ kavağı (Populus tremula) olarak da adlandırılır.

Titrek kavakların hafif esintideki titreyişlerinin sesini dinlediniz mi hiç? Yaprakların salınışı sessiz değildir. Kulak verip dinlediğinizde insana ninni gibi gelen bir melodisi vardır. Dalgın dalgın bu melodiyi dinlerken renk değişimine takıldı gözlerim. Yükseldikçe kavakların arasına karışan  meşe ağaçlarının koyu sarıdan pas rengine dönüşen yapraklarının rengine. Zirveye ulaştığımızda karşı dağlarda görülen manzara muhteşemdi. Karma ormanda yeşil ve sarının tüm tonlarının iç içe geçtiği  görsel bir  şölen izliyordum adeta...

İnişe geçtikten sonra bir dere yatağında verdiğimiz yemek molasında, reçineleri akmış bir çam ağacının altında rehberimizin ikram ettiği kahveyi yudumlama keyfi, keyiflerin en güzeliydi benim için; orman, sessizlik ve kahve. Başka hiçbir yerde bulamayacağım üçü bir arada :)

10 kilometre yürüdükten sonra grup ikiye ayrıldı ve uzun yürüyecek olanlarla birlikte yürüyüşe devam ettik. Dağ yolunun bir tarafı tamamen çam ağaçlarından oluşan orman iken diğer tarafında meşe ve kavak ağaçları vardı. Bu dağ yolunda 5 kilometreyi 40 dakikada yürüyerek bir de rekor kırdık. Acele etmeliydik. Çünkü yol uzun, gün ise kısaydı. Akşam karanlığına kalmadan yürüyüşü bitirmeliydik. Ara sıra ince ince yağan yağmur altında bol oksijen soluyarak yürüyüşü tamamladığımızda  21.4 kilometreyi geride bırakmıştık. Aracımızın yanında hazırlanmış çay ve kahvelerimizi içip yorgunluk attıktan sonra eve dönüş için yola koyulduk; stresimizi dağda bırakmış olmanın verdiği  huzur ve dinginlikle...

Bizler şanslıyız; bu güzel ormanları, dağları, gökyüzünde uçan kuşları görebildiğimiz için. Eve dönerken, Sait Faik' in "Son Kuşlar" kitabındaki  dizeler geçti zihnimden:

"Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi."

Çocuklarımızı kentlerde hapsoldukları dört duvar arasından çıkarıp doğaya götürmek gerek, hiç olmazsa haftada bir. Ve onlara ağaçları, çiçekleri, böcekleri, hayvanları sevmeyi öğretmek de. Daha da önemlisi doğayı gözlemlemeyi öğretelim. Öğretelim ki, hayal güçleri gelişsin. Çünkü doğa hayal kurdurur ve hayaller sonunda mutlaka gerçekleşir. Bir yerde okumuştum; hayallerin gerçekleşmesine doğanın katkısını. Şöyle ki;


"Helikopterin ilk çizim tasarımlarını yapan ressam Leonardo da Vinci' nin, günler boyunca yattığı ağaçların altında havada uçuşan yusufçukları incelediği söylenir. Japonya' nın hızlı trenlerini tasarlayan Eiji Nakatsu'nun balıkçıl kuşlarının gagalarından esinlendiği bilinmektedir ve Eiji Nakatsu mühendis olmakla beraber bir kuş bilimcisidir. Doğa gezisi sırasında kıyafetine takılan dulavrat otunu farkeden Georges de Mestral, bugün birçok alanda kullanılan velcro bantlarının (cırt cırt) öncüsüdür."



Geleceğin bilim insanları, hayal kurmayı bilen çocuklar arasından çıkacaktır. Ama öncelikle çocuklara hayal kurabilecekleri ortamı sağlamak (doğayı korumak) bizlerin yükümlülüğünde ve sorumluluğundadır- unutmayalım lütfen.


Doğada güzel bir gün geçirmemi sağlayan ankarahiking Doğa Sporları Grubunun ( http://www.ankarahiking.com/)   rehber ve yöneticilerine, ayrıca grup uyumu için tüm katılımcılara  teşekkürler.
































2 yorum:

  1. Titrek kavaktan Van Gogh'a, oradan Sait Faik'e uzayan bir doğa ve kültür gezisini daha sayenizde tamamlamış oldum.
    Teşekkürler.

    YanıtlaSil