22 Ocak 2015 Perşembe




"HAYATIN  ANLAMINI  KAVRAYAMAZSIN'  DÜŞÜN / ME, YAŞA!"



İnsan için, en basit anlamda yaşamını sürdürmek fizyolojik ihtiyaçlarının (nefes alma, yeme, içme ve uyuma) karşılanmasıyla mümkündür. Ama, eğer bir isteğiniz, bir amacınız yoksa buna yaşamak denip denmeyeceği ise tartışılabilir. Hayatın zevkleri, acıları, ızdırapları ve mutluluklarını yaşamak insana özgüdür...Tüm bunları yaşadıktan sonra,  öyle bir gün gelir ki, hayatınızın durduğu hissine kapılırsınız ve hayatı sorgulamaya başlarsınız. Tabii, sorgulama cesaretiniz varsa. Bu cesareti kendinde bulan ve sorgulama sonucunu itiraf eden Tolstoy' un "İtiraflarım" ını okuduğumda onda kendimi buldum; öylesine içten, öylesine yalın bir dille yazmıştı ki, itiraflarını...

Hayatın sıradanlığının bıktırıcı olabileceğini anlatan güzel bir söz vardır; "Bal yiyen baldan usanır," diye. Tolstoy' un kendisiyle yaptığı iç hesaplaşması sonucunda,  baldan  bıktığını bir şark masalıyla anlattığı, " İtiraflarım" daki bölümden birkaç satırı  aynen aktarıyorum:

"Bir seyyahla, onun çölde karşılaştığı yırtıcı hayvanları anlatan o şark masalını kim bilmez ki. Seyyah, yırtıcı bir hayvandan kurtulmak için susuz bir kuyuya atar kendini. Orada, kuyunun dibinde bir ejderha görür, onu yutmak için ağzını açmıştır. Yırtıcı hayvan tarafından parçalanmamak için yukarı çıkmaya cesaret edemeyen , ama ejderha tarafından da yutulmamak için aşağıya atlayamayan bu zavallı, kuyunun duvar taşları arasında yetişen bir dalı yakalar ve ona sımsıkı tutunur. Elleri uyuşur ve az sonra, kendisini her iki tarafta bekleyen felaketin kucağına düşeceğini hisseder, ama hala sımsıkı yapışıp durmaktadır dala. O sırada biri beyaz, biri kara iki farenin, onun tutunduğu dalın çevresinde dolaşıp, dalı kemirmekte olduklarını görür. Birkaç dakikası vardır, çalı kopacak ve o da canavarın ağzının ortasına düşecektir. Seyyah bunu görür ve kurtulma şansı olmadığını bilir. Ama havada debelendiği sürece, çevresine bakınmaktadır. Çalının yapraklarında bal damlaları görür, dilini uzatıp bunları yalamaya koyulur. İşte ben de aynen öyleyim, ölüm ejderhasının kaçınılmaz bir şekilde beni beklediğini, beni parçalamaya hazır olduğunu bildiğim halde, hayatın dallarına tutunuyorum ve bu azaba niye düştüğümü bir türlü aklım almıyor. Ve şimdiye kadar bana teselli vermiş olan balı emmeyi deniyorum. Ama, bal bana tat vermez oldu artık; beyaz ve siyah fareler, gece-gündüz tutunduğum dalı kemirmekteler. Ejderhayı açık seçik görüyorum ve bal bana tatlı gelmiyor artık. Ben sadece, kendilerinden kaçamayacağım o ejderha ile fareleri görüyorum; gözümü onlardan çeviremem. Ve bu bir masal değil, bir gerçektir. Aksi ispatlanamaz ve herkesin algılayabileceği bir hakikattır.

Ejderha korkusunu hayatın zevkleri yoluyla uyuşturacak o eski kandırmacalar, beni artık kandırmıyor. Bana istediği kadar: "Hayatın anlamını kavrayamazsın! Düşünme, yaşa! " desinler, bunu yapamam. Çünkü bunu daha önce çok yaptım. Şimdi elimden gelen, geçip giden ve beni ölüme götüren günü ve geceyi seyretmektir. İşte, bir tek bunu görüyorum; çünkü, bu bir tek şey hakikattır. Geri kalan her şey yalan.

Başka şeylerden birazcık daha uzun süre benim gözlerimi korkunç hakikatten uzaklaştıran o iki damla bal: Aileme ve bir sanat dediğim yazarlık mesleğime duyduğum sevgi. Bunlar artık bana zevk vermiyor." ( Leo Tolstoy - İtiraflarım. Çeviren: Dr. Orhan Yetkin)

Peki, bu iççatışmalar, kararsızlık ve bunalımla geçen günler ve yıllardan sonra, Tolstoy ne yaptı? İşte cevabı:

"Leo Tolstoy 1890 yılında, ölümüyle yarım kalacak olan ve "Karanlıkta Bir Işık" başlığıyla yayınlanıp sahnelenen bir tiyatro yapıtı, kendi yaşamını yansıtacak bir dram yazmaya başladı. Bu yarım kalmış dram (daha ilk sahne bunu açığa vurur), Tolstoy' un evinde yaşadığı kendi dramının büyük bir açıklıkla anlatılmasından başka bir şey değildir ve şairin bunu, tasarladığı bir kaçışı haklı göstermek ve aynı zamanda da karısını bağışlamış olmak için yazdığı açıktır; büyük bir ruhsal çöküntü içindeki bir insanın manevi dengesini en iyi biçimde yansıtan bir yapıttır bu. 
.................
Tolstoy, dramının eksik kalmış son perdesini tamamlamayı hiç düşünmedi, ama bundan çok daha önemlisini yaptı; Onu yaşadı. 1910 yılı Ekim ayının son günlerinde, çeyrek yüzyıl süren bu kararsızlık dönemi sona erdi ve bunalım, Tolstoy' un kurtuluşu oldu: Şair, kendisiyle dramatik bir hesaplaşmadan sonra kaçıp kurtuluyor, hem de yazgısına yakışır o güzel, o eşsiz ölümü bulmak üzere, tam zamanında kaçıp kurtuluyor." (Stefan Zweig - İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar, ON İKİ TARİHSEL MİNYATÜR)

Evden kaçan Tolstoy, 31 Ekim 1910' da, Astapova İstasyonu Şefi İvan İvanoviç Osoling' in, istasyonda bulunan sefil yatağında hayata gözlerini yumar. 

Ölüm korkusunu hayatın zevkleri yoluyla uyuşturacak o eski kandırmacalara kanarak, ya "Hayatın anlamını kavrayamazsın! Düşünme, yaşa!", ya da gerçeği kabullenip "Hayatın anlamını kavrayamazsın! Düşün, yaşa!". Tercih sizin...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder