18 Ocak 2015 Pazar




DEĞİŞİM  RÜZGARI


"Hayatta kalmasını bilenler ne çok güçlü ne de çok zeki olanlar değil, değişime ayak uydurmasını becerebilenlerdir," der Evrim Teorisini ortaya koyan C.Darwin. Yani hayatta kalabilmek için çok zeki ve çok güçlü olmak gerekmiyor. Yaşadığımız zaman dilimi içindeki değişikliklere uyum sağlamak yetiyor, ayakta kalabilmeye, yaşamı sürdürmeye. Bu nedenledir ki, herkesin dilinden düşürmediği "değişim" ve hayat arasında sıkı bir bağ vardır. Bu bağ ne kadar güçlüyse, hayatta kalma olasılığımız da o kadar güçlü demektir.


Değişim ile ilgili söylenen sözlerden en çok beğendiğim, bir Çin Atasözüdür: "Değişim rüzgarları estiğinde, kimileri duvar inşa eder, kimileri ise yeldeğirmeni." Yeldeğirmeni inşa ederek değişim rüzgarının gücünden yararlananlar elbette akıllı olanlardır. Stefan Zweig' in yazdığı  "Değişim Rüzgarı" romanını işte bu duygularla okudum. Zweig, "Değişim Rüzgarı" nı 1930' lu yıllarda sürgündeyken tamamlar, ancak hayattayken yayımlamak istemez. Zweig' in anadili Almancada, ölümünden tam kırk yıl sonra, 1982' de yayımlanan "Değişim Rüzgarı" Zweig' in "Sabırsız Yürek" ten sonra ikinci romanıdır. Üslubuyla da yazarın diğer eserlerinden ayrılır. 

Romanda; Birinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa' sının ekonomik ve sosyal yapısı anlatılır, bütün çıplaklığıyla. Savaşta ölenlerin ailelerinin çektiği yoksulluk, yoksulluktan kurtulamayacaklarına ve asla insan gibi bir hayat yaşayamayacaklarına inanan insanların hayat ve ölüm arasında kalan mücadelelerini insanın içini yakan, acıtan bir gerçeklikle yazar Zweig. Romanın baş kahramanları, savaş sırasında esir düşerek gençliğinin en güzel yıllarını Sibirya da sürgünde geçiren ve savaş sonrasında Viyana' ya dönen 30 yaşındaki savaş gazisi Ferdinand ile Viyana' ya yakın küçük bir köyün Postahanesinde çok az bir maaşla devlet memuru olarak çalışan Christine' dir. Bu iki kahramanın yoksulluğu, çaresizliği ve umutsuzluğu, özgür olmak adına intihar etmek istemeleri felsefik bir dille anlatılır kitapta: Öleceğiz ve özgür olacağız.
Beraber intihar etme kararı aldıktan sonra, son bir kez birlikte olmak için yürürlerken Ferdinand bir sigara yakar ve Christine' e "Düşünelim, evet, bugün her şeye bir son vermeye karar vermiştik, gazete dili Almancasıyla çok güzel söylendiği gibi "yaşamdan kaçmak" istiyorduk. Bu doğru değil. Biz yaşamdan kaçmak istemedik, sen de istemedin, ben de istemedim. Biz yalnızca mahvolan yaşamımıza veda etmek istiyorduk ve başka bir çıkış yolu da yoktu zaten. Yaşamdan değil, sefaletten, bu aptal, iğrenç, dayanılmaz ve bir türlü peşimizi bırakmayan sefaletten kurtulmak istiyorduk. Yalnızca bunu istiyorduk ve tabancanın da bunun için son çare, tek çıkış yolu olduğuna inanıyorduk. 
Fakat bu yanlış bir değerlendirmeydi. Şimdi ikimiz de biliyoruz ki başka bir çıkış yolu daha var; bu sondan bir önceki çıkış yolu. Sorun bu yolu yürüme cesaretimiz var mı, eğer varsa nasıl?  Ferdinand' ın önerisi ve bu öneriyi Christine' in kabul etmesiyle ortak plan ortaya çıkar: Christine' in çalıştığı postahaneyi soymak ve ülke dışına kaçmak. Sefaletten ve yoksulluktan öylesine usanmışlardır ki gerçekleştirmek istedikleri soygunu, devlete yapmayı kendilerince "hak" görürler. Sonuç mu? Sizin hayalgücünüze bırakılmış...

 Vee, romandan seçtiğim alıntıları paylaşmak istiyorum sizlerle:

-"Kendilerini güçlü hissedenler, çevrelerinde olup bitenlerin pek farkına varamaz: Bütün mutlu insanlar aslında kötü psikologlardır. Sadece tedirginlik duyanlar, akıllarından geçirdiklerini en acımasız biçimde gerçekleştirir; korku dürtüsü, onların akıl sınırlarını aşmalarına yardımcı olur."

-"Her madde kendi içinde belli bir karşı koyma gücüne sahiptir, bunun aşılmasına izin vermez, suyun bir kaynama, madenlerin bir erime noktası vardır, aynı şekilde insan ruhunun öğeleri de bu değişmez doğa yasasından kurtulamaz. Bazen insanın duyduğu sevinç öyle bir noktaya ulaşır ki buna eklenen hiçbir şey hissedilmez ve bu durum acı çekmek, çaresizlik, umudunu yitirmek, bir şeyden tiksinmek ve korku duymak için de geçerlidir. İnsanın içi son sınırına kadar doldu mu, yaşanılan olaylarla ilgili tek bir damla daha koymak olası değildir."

-"Hiçbir şey insanı,ulaşamadığı bir şey karşısında düştüğü çaresizlik kadar öfkelendirmez, bunun nedeninin insanlar olduğunu bilir, ancak boğazına sarılacağı birini bulamaz."

-"İnsanı hayvandan ayıran tek üstünlüğün, insanın, günü dolduğunda zorunlu olarak ölmesi değil de istediği anda ölebileceğidir. Bu belki de insanın yaşamı boyunca sahip olduğu tek özgürlüğü, hayatına dilediği zaman son verebilme özgürlüğüdür."

-"Bir şeyi düşünmek olayın kendisinden her zaman daha korkunçtur; gerçekleşmemiş bir olay gerçekleşen bir olaydan daha çok heyecanlandırır insanı."

-"Güvenmek, birine güven duymak her zaman tehlikelidir, çünkü bir yabancıya açtığın sır, seni ona yaklaştırır. Kendinden bir şeyler vermiş olursun ona."

Ferdinand ve Christine, yaşamlarını değiştirmek, üst ve zengin sınıfa mensup insanların yaşadığı gibi insanca yaşamak için  kuvvetlice esen değişim rüzgarının kendilerini savurmasına izin vermişler ama sosyal statülerinin ve mevcut ekonomik koşulların bu değişim isteklerinin önünde  duvar örmesini engelleyememişlerdir, ne yazık ki. Hayat böyle işte. Değişmek istersiniz ama değişemezsiniz, değişime ayak uydurmak istersiniz ama koşullar buna izin vermez...





2 yorum:

  1. Üslubunuz harika! Ne de güzel bir değerlendirme yazısı bu böyle. Kitabın tüm duygularını yalın bir şekilde dile getirmişsiniz. Kitabı tekrar tekrar yaşadım.

    Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Romanı okuduğunuz anlaşılıyor. Belli ki Zweig okuyucusunuz. Ben severek okurum, Zweig'i. "Sabırsız Yürek" le ilgili yazım için de yorumunuzu merak ettim doğrusu. Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim.

      Sil