2 Kasım 2025 Pazar

 



NE GİYİNDİĞİNİZİN FARKINDA MISINIZ?

KUMAŞ ÇEŞİTLERİ NELERDİR?



İlkel insandan bu yana insanoğlu kimi zaman soğuktan ve sıcaktan korunmak için, kimi zamanda ahlaki değerlerden (utanma) ötürü vücudunu ya tümden, ya da bir kısmını örtmek amacıyla giyinir. Yapılan arkeolojik kazılardan elde edilen bulgulara  göre erkekler ve kadınlar son buzul çağından sonra giyinmeye başladılar. Ancak bugün hala avcılık toplayıcılık yapan bazı kabileler çıplak olarak yaşamaya devam ediyor. Bazı antropologlara göre bu durum, giyinmenin hayatta kalma açısından zorunlu olmadığını gösteriyor.

Modern insan ise, teknolojiden yararlanarak yaşadığı yerin iklim koşullarına uygun olarak kumaşlar üretip, giysiler dikmeye başladı. Yani teknoloji sayesinde oralara uyum sağladılar: Kutup bölgelerinde, sıcak ve kuru çöllerde, yağmur ormanlarında yaşayan insanlar gibi.

Teknolojik gelişmelerden öncesi ve sonrasında kumaşların nasıl üretildiğini ve bunların ne tür giysilere dönüştüğünü hiç merak ettiniz mi? Ben merak ettim; çünkü aldığım giysinin mutlaka etiketine bakarım ve hangi maddeden üretildiğine göre satın alırım veya almam. 

Günümüzde birçok kumaş çeşidi bulunmaktadır. Kumaşlar geniş bir skalaya sahiptir. Bu yüzden onlarca çeşidi bulunur ve her biri farklı bir özellik taşır: Yumuşak dokulu kumaşlar, kırışmayan kumaşlar gibi.

KUMAŞ ÇEŞİTLERİ

1- Keten Kumaş: Keten bitkisinin liflerinden üretilmekte olan bu tür doğal bir kumaş türüdür. Keten kumaş genellikle yaz aylarında kullanılır. Bunun nedeni ise; hafif, ince ve nefes alabilen bir yapıya sahip olmasıdır.

2- Pamuklu Kumaş: Pamuk bitkisinin liflerinden üretilen doğal bir kumaş türüdür. Yapısı gereği yumuşak ve nefes alan bir tür olması nedeniyle tercih edilir.

3- Yünlü Kumaş: Koyun, keçi ve diğer hayvanların yünlerinden elde edilen doğal bir yapıya sahiptir. Yünlü kumaşların kalınlığından dolayı kış aylarında tercih edilir.

4- İpek Kumaş: İpek böceklerinin koza adlı özel bir tür salgısı vardır. Bu salgının işlenmesi sayesinde ortaya çıkan kumaşlar doğal kumaşlardır. İpek kumaşlar ince, parlak ve pürüzsüz bir dokuya sahiptir. 

5- Kaşmir Kumaş: Kaşmir keçilerinin alt kısımlarında bulunan ince ve yumuşak tüylerden elde edilen lüks bir kumaş türüdür. Bu kumaş türü sıcaklığı, yumuşaklığı ve hafif yapıda olmasıyla bilinir.

6- Akrilik Kumaş: Sentetik elyaf türlerinden biri olan bu kumaş türü akrilik liflerinden elde edilir. Akrilik kumaş dayanıklılığı ve hafifliğiyle öne çıkmaktadır.

7- Lateks Kumaş: Doğal ve sentetik lateks adı verilen elastik bir malzemeden üretilen esnek bir kumaş türüdür. Lateks kumaşın öne çıkan özellikleri; dayanıklılığı, esnekliği ve sıvı direncinin fazla oluşudur.

8- Naylon Kumaş: Sentetik bir polimer olan naylon liflerinden bu kumaş dayanıklı ve hafiftir. Naylon kumaşların sıvı direnci ve dayanıklılığı yüksektir.

9- Polyester Kumaş: Sentetik polimer liflerinden üretilen polyester kumaş dayanıklı, hafif ve ekonomik bir kumaş türüdür. Polyester içerdiği malzemelerden dolayı esnek bir yapıya sahiptir. Bu sayede hareket özgürlüğünü artırır.

10- Saten Kumaş: Parlak ve pürüzsüz dokuya sahip olan bu kumaş türü genellikle şıklığa ve lüks görünüme önem verenlerin tercih ettiği bir kumaş türüdür. İpek saten, modern saten ve pamuk saten olmak üzere üç türü vardır.

11- Angora Kumaş: Angora (Ankara) tavşanlarının tüylerinden elde edilen bir tür lüks kumaştır. Bu kumaş yumuşaklığı, hafifliği ve sıcak tutma özelliği ile bilinir. Angora kumaşı genellikle soğuk havalarda tercih edilir. (1)

12- Modal Kumaş: Modal kumaş, kayın ağacından elde edilen bir kumaş türüdür. Buna bağlı olarak içerisinde yüksek oranda selüloz bulunmaktadır. Modal kumaş içeriği tamamen doğal olduğu için çok fazla tercih edilmektedir. (2)

13- Viskos/Viskon Kumaş: Viskoz adı verilen maddeden imal edilen kumaşlar, kayın ağacı hammaddesinden üretiliyor. Sıvı formda işlenerek life dönüştürülen ağaç selülozu son üründe pamuksu bir doku halini alıyor. Pamuk, yün veya ipek gibi tamamen doğal kabul edemeyeceğiniz viskon kumaşları, polyester gibi tam sentetik olarak da sınıflandıramazsınız. Yarı sentetik olan bu kumaşların hammaddesi kayın ağaçları olsa da selülozun viskoz içeriğine ve viskon liflere dönüşme sürecinde sentetik ve kimyasal işlemler devreye giriyor. (3)

14- Polyamid Kumaş: Polyamid kumaş, sentetik polimerlerden elde edilen bir tekstil ürünüdür. En bilinen polyamid türü naylondur ve 1930'lu yıllarda Du Pont tarafından geliştirilmiştir. Polyamid kumaş, petrol türevi kimyasalların bir dizi kimyasal işlemden geçirilmesiyle elde edilen uzun zincirli polimerlerden oluşur. Bu kumaşlar, doğasında esnek ve dayanıklı olmalarıyla tekstil endüstrisinde önemli bir yere sahiptir. Polyamid kumaşlar, nemi emme kapasitelerinin düşük olması, çabuk kuruması nedeniyle, özellikle spor giyim, iç çamaşırı, çorap ve dış giyim gibi ürünlerde yaygın olarak kullanılırlar. (4)

15- Muslin Kumaş: Muslin, düz dokuma bir pamuklu kumaş türüdür. Çok şeffaf ince dokumalardan kaba dokumalara kadar birçok farklı kalınlıkta üretilirler. Genellikle düz renktir. Adını ilk üretildiği yer olan Irak'taki  Musul şehrinden alır. Arapçada Musullu/Musul işi anlamına gelen musuli sözcüğünden türemiştir. 

Erken dönem muslinler, özellikle Bangladeş'te olağandışı narinlikte elde eğrilmiş ipliklerle dokunan kumaşlar, 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa'ya sıklıkla ihraç edilmekteydi. 2013 yılında, Bangladeş'teki geleneksel Jamdani muslini dokuma sanatı, UNESCO tarafından İnsanlığın Sözlü ve Somut Olmayan Kültürel Mirasının Başyapıtları listesine dahil edilmiştir.

İnce iş keten muslin, başta sindon adıyla bilinmekteydi. İpekten dokunanına şifon, kalınına ipek muslin ya da mermerşahi denir.

Aşağıda,1789 Fransız İhtilali sonrasında idam edilen Fransa Kraliçesi Marie Antoinette'in 1783 yılında yapılmış "Muslin" adlı tablosu görülmektedir. (5)



 

Kaynaklar:

(1) https://cengizinler.com/blog/kumas-turleri

(2) www.trendyol.com

(3) lcv.com

(4) batmaztekstil.com.tr

(5) tr.wikipedia.org



27 Ekim 2025 Pazartesi

 



HASTA YATAĞINDA İKEN ÜLKESİNİ YÖNETTİĞİNİ ZANNEDEN BİR DİKTATÖRÜN PORTRESİ




Ülkesini yönetmeye başlamadan önce o bir akademisyendi. Coimbra Üniversitesi'nde Siyasal Ekonomi profesörü idi. 1932 yılından 1968 yılına dek 36 yıl iktidarda kalan Portekiz Başbakanı olarak görev yapan Portekizli diktatör Antonio de Oliveire Salazar'dan bahsediyorum. Ditatura Nacional (Ulusal Diktatörlük) döneminde iktidara gelen ve sonrasında rejimi Estado Nova (Yeni Devlet) adıyla korporatist bir yapıya dönüştürerek Portekiz'in diktatörü oldu. Kurduğu rejim 1974'e kadar sürdü ve Avrupa'nın en uzun ömürlü otoriter rejimlerinden biri oldu.

Siyasal Ekonomi Profesörü olan Salazar, 28 Mayıs 1926'daki askeri darbenin ardından Başkan Oscar Carmona'nın desteğiyle Maliye Bakanı olarak siyasete girdi.Geniş yetkilerle göreve gelen Salazar, bir yıl içinde bütçeyi dengeledi. Portekiz para birimini istikrara kavuşturdu ve bütçe fazlası vermeye başladı. (1)

Bir yılda bu ekonomik başarıyı nasıl sağladı? Salazar tüm maliyetleri minimumda tutarak tüm bakanlıkların kemerlerini hızla sıktı. Kendisi de küçük bir dairede yaşadı. Uzun yıllar gri takım elbiseyi giydi. En ucuz dolma kalemle yazdı. Aynısını tüm bakanlar yapmak zorunda kaldı. Bu gösterişsizlik nedeniyle Salazar daha sonra "Katip Diktatör" olarak adlandırıldı. 

Bütçe disiplini, yolsuzluk ve zimmete para geçirmeye karşı uzlaşmaz bir mücadele verdi. Ve mücadelesiyle ekonomiyi iyileştirmenin çok etkili yolları olduğunu kanıtladı. Bir yıl sonra herkesin imkansız gördüğü şeyi başarmış, ekonomiyi düzeltmişti. 1932 yılında Salazar başbakan oldu. 1933 yılında ise hazırladığı yeni bir anayasa taslağı, yapılan bir referandumda ezici bir çoğunlukla kabul edildi. 

Yeni anayasanın kabulünden sonra Portekiz şimdi:

"Vatandaşların kanun önünde eşitliğine, tüm sınıfların uygarlığın yararlarından serbestçe yararlanmasına ve milletin tüm yapıcı unsurlarının idari hayata ve kanunların geliştirilmesine katılmasına dayanan bir şirket cumhuriyeti" idi; yani Estado Novo Şirketi.

Portekiz'de girişimciler ve işçiler bu şirkette birleşti. İşe yaramazlıkları nedeniyle grevler yasaklandı. Lokavtlar -ücret ödemeden üretimi durdurdu. Bütün partiler feshedildi. Çünkü Salazar'a göre onlar, sadece topluma nifak tohumları ektiler. Portekiz hükümetinin yasama işlevleri de vardı. Bu nedenle parlamento ülkenin siyasi hayatında pratikte hiçbir rol oynamadı.

1936 yılında başlayan İspanya İç Savaşı'nda Salazar, Franco liderliğindeki cumhuriyet karşıtlarını destekledi. Ancak 1939'da başlayan II.Dünya Savaşı süresince tarafsız kalmayı seçti. Ve bu sayede ülkesini savaşın yıkımlarından korudu. Silah yapımında kullanılan tungsten cevheri yatakları Portekiz'de çokça bulunduğundan, Almanlara tungsten cevherini satarak, karşılığında Alman Mark'ı değil, altın alarak ekonomiyi güçlendirdi. Buna rağmen, savaş sonrası Portekiz vatandaşları değişim istedi ama Salazar kabul etmedi, görevine devam etti. 

Portekiz'in denizaşırı eyaletlerinde (kolonilerinde) bağımsızlık için mücadele başladı. İlk olarak 1961 yılında Hindistan, Goa'yı ilhak etti (Vijay Opersyonu). Portekiz Hindistan ile savaşmadı. Afrika'daki kolonilerini elde tutmaya çalıştı. Kolonilerdeki bağımsızlık savaşına karşı gönderilen asker ve mühimmat için harcanan paralarla Portekiz'in bütçesi sarsıldı. Sonuçta Angola, Mozambik ve Macao bağımsızlıklarını kazandılar.

Eylül 1968'de Salazar hemorajik felç geçirdikten sonra sakat kaldı. Hiç kimse kendisine artık başkan olmadığını söyleyemedi. Yerine Lizbon Üniversitesi Rektörü Profesör Marcello Caetano geçmişti ama hasta yatağında haberi yoktu. (2)

27 Temmuz 1970'teki ölümüne kadar Salazar, artık devlet başkanı olmadığını bilmeden yaşadı. Ona notlar ve raporlar gönderdiler, çalışma toplantılarını taklit ettiler, tek nüsha olarak yayınlanan Salazar'a özel gazete bile çıkarıp önüne koydular. Her gün ona getirilen gazetenin adı; Diario do Noticias'tı.

Salazar'ın ölümünden sonra "Estado Novo"nun egemenliği 1974'te demokrasiyi yeniden kuran barışçıl "Karanfil Devrimiyle" sona erdi.

Notlar:

1- Tarihçilere göre Salazar, ülkeyi bu denli uzun süre yönetmeyi kısmen 20 bin gizli polis ve tahmini 200 bin muhbirden oluşan ağı sayesinde başardı.

2- Sadık bir Katolik olan Salazar, komünizm ve Sosyalizme karşı olduğu gibi Nazizm ve Faşizm ile de arasına mesafe koymuştu. (3)

3- Salazar'ın 3 F kuralı; Salazar'ın meşruiyetinin halkın spor, eğlence ve din ile uyuşturulmasıyla sağlandığını ifade eder.  3 F; Futbol, Fado (Portekiz Halk Müziği) ve Fatima'dır. Katoliklerin hac noktalarından biri olan Fatima, din ile ilişkilendirilmektedir.

4- İtalyan gazeteci Marco Ferrari, "The Incredible Story Of Antonio Salazar, The Dictator Who Died Twice" (İki Kez Ölen Diktatör Antonio Salazar'ın İnanılmaz Öyküsü) adlı kitabını yayınlamış.

5- 2007'de bir televizyon anketinde Salazar, "Tüm Zamanların En Büyük Portekizlisi" seöilmiş, bu da muhalifleri arasında infiale neden olmuş ve ülke tarihindeki rolüyle mirası hakkındaki akademik tartışmalara yol açmıştı. 

6- Netflix'te yayınlanan 10 Bölümden oluşan "Gloria" dizisi2021 yılı Portekiz yapımı. Dizide Salazar'ın son dönemi ile Soğuk Savaş sırasında ABD-Rusya arasında büyük bir rekabetle süren casusluk hikayesinin Portekiz'deki ayağının yanında Portekiz'in kolonilerinde baş gösteren bağımsızlık isyanları da anlatılmaktadır. Ben, diziyi çok beğendim...


Kaynaklar:

(1) tr.wikipedia.org

(2) tr.topwar.ru

(3) indyturc.com



21 Ekim 2025 Salı

 


GÖKYÜZÜNDE NEHİRLER VAR




Her şey tek bir yağmur damlası ile başlıyor. Bu yağmur damlası, önce, M.Ö 7. yüzyılda Asurluların son kralı Asurbanipal'ın başına düşüyor. Hem de kendisinin kurduğu ve geliştirdiği Dünya'nın ilk kütüphanesi olarak kabul edilen Ninova kütüphanesinin kapısında. Sonra, suyun ezelden ebede değişmeyen döngüsüyle yine  tek bir su damlası bu kez katı formunda bir kar tanesi olarak 19. yüzyılın ortalarında pis kokan, adeta Londra'nın çöplüğü haline dönüşen Thames Nehri'nin kıyısında yoksul bir kadının çamurlar içinde doğan bebeğinin diline düşüp eriyor. Çamur ve pis koku içerisinde doğan bebeğe oracıkta uygun bir isim olarak "Lağımlar ve Gecekondular Kralı Arthur" adı veriliyor. Yıl 1840'tır. Arthur'un parlak bir hafızasının olduğu daha çocukluk yıllarında anlaşılacaktır. 

Yıl 2014. Dicle Nehri kıyısında Hasankeyf yakınlarında dokuz yaşında bir kız çocuğu olan Narin'in Musul Laleş Vadisi'nden getirilen kutsal suyla vaftiz töreni yapılmaktadır. Çünkü Narin bir Ezidi'dir. Vaftiz töreni yarım kalınca Narin'in Laleş Vadisi'ne götürülüp orada törenin yapılması kararlaştırılır. Hasankeyf'ten Laleş Vadisi'ne yapılan yolculuk zor ve tehlikelidir. Bu zorlu yolculuk esnasında yazar herkes tarafından yanlış anlaşılan ve şeytana tapanlar olarak bilinen Ezidiler hakkında geniş bilgiler verir. Fırat ve Dicle nehirlerinin oluşumunun efsanesi ve tarihi öneminin yanı sıra, Dünya iklim krizine ve kullanılabilir temiz içme suyunun gittikçe azaldığına dikkat çeker. Bunu da Züleyha'nın mesleği dolayısıyla çok güzel anlatır...

Yıl 2018. Londra. Thames nehri üzerinde bulunan üç binden fazla yüzen evlerden birini kiralayan Hidrolog (Su bilimcisi) Züleyha, teknesine yerleşir. Züleyha "Suyun hafızası var mı?" hipotezi üzerine çalışmalar yürüten bir akademisyendir. Son zamanlarda konuyla ilgili birçok araştırma yapıldığını da bu sayede öğrenmiş oldum. Kitabı bitirdiğimde suyun hafızasının olduğuna inanmaya çok yaklaştım diyebilirim. :)

Kitabın arka kapak yazısında şöyle yazıyor:

"Su hatırlar. Unutan insandır."

Tek bir su damlasıyla birbirine bağlanan kayıp bir şiirin, iki büyük nehrin ve üç olağanüstü hayatın hikayesi.

Okurken hiç bitmesin dediğim kitaplardan biri oldu. Kitapseverlere tavsiye ederim naçizane...

Not: Ön kitap kapağının yarım yapılmasını beğenmedim. Okurken kitapla bütünlük sağlamıyor, yarım olduğu ve ince karton kullanıldığı için sürekli katlanıyor. Bu haliyle odaklanmayı güçleştiriyor. Kapak tasarımcısının bunu düşünmesi gerekirdi.


9 Ekim 2025 Perşembe

 


ÇOĞU KİŞİNİN BİLMEDİĞİ SİYAH DOMATES (KUMATO) NEDİR?




Çoğu kişi tarafından bilinmeyen ama antioksidan bakımından güçlü bir besin olan siyah domatese aynı zamanda Akdeniz domatesi de denir. Akdeniz iklim kuşağında yetiştiğinden bu adı almıştır.

Kumato adıyla da bilinen siyah domates oldukça etli ve sulu bir sebzedir. Domates olgunlaştıkça siyahlaşır. Önce yeşil olan rengi daha sonra kahverengine, tam olgunlaşınca da siyaha dönüşür. Özel koşullarda az miktarda üretildiği için siyah domatesin fiyatı oldukça pahalıdır. 

Normal domatese göre siyah domateste 3-4 kat daha fazla , yaban mersini ve böğürtlen ile aynı antioksidan değerlerine sahiptir. Aynı zamanda likopen ve lif bakımından da zengin olan kumato, kırmızı domatesten de daha fazla vitamin içermektedir.




SİYAH DOMATESİN FAYDALARI NELERDİR?

* Siyah domates, mide duvarını mide asidinden korumaktadır. Ülser ve reflü gibi sağlık sorunlarının oluşmasının önüne geçer.

* İçerdiği lif bağırsaklardaki flora oranını koruyarak, fonksiyonlu çalışmasını sağlar.

* İçinde bulunduğu likopen maddesi, vücuttaki hücrelerin yapısını koruyarak, yenilenmesini destekler. Böylece mutasyona uğrayıp kanser ve daha pek çok hastalığın oluşmasını önler.

* Siyah domates doğal asidik ve lif bakımında da zengin olduğundan sindirim sorunlarına da iyi gelmektedir.

* Yaşlanmayı geciktiren siyah domates, sivilce, akne ve cilt gözeneklerinden oluşan sorunları da önler.

* Aynı zamanda afrodizyak etkisi de bulunmaktadır.

* Antioksidan özelliği sayesinde diyabet ve obezite ile mücadelede iyi gelmektedir.

* Kumatoya rengini veren antosiyanin maddesi, kanser ve kalp rahatsızlıkları için vücudun yanında savaşır ve yaşlanmayı engeller.



Normal kırmızı domates


Kaynak: https://hthayat.haberturk.com/siyah-domates-tohumu-1077232

Fotoğrafların tümü tarafımdan çekilmiştir. İzinsiz kullanılamaz!



3 Ekim 2025 Cuma

 


İNANMASI ZOR OLSA DA

BİR ZAMANLAR ALTINDAN DAHA PAHALI OLAN RENKLER VARDI


Renksiz bir Dünya nasıl olurdu diye hiç düşündünüz mü? Ya da Dünya'nın  oluşumunda ortaya çıkan ilk renk hangi renkti diye. Renkler olmasaydı Dünya renksiz, tatsız, tuzsuz bir yer olurdu. Çünkü, renkler sadece gözümüzle algıladığımız ışık dalgaları değil, kültürün, sanatın, hatta günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Örneğin; sevdiğiniz biri uyurken "renkli rüyalar" dilersiniz, siyah-beyaz değil. Hayal gücünüz renklerle zenginleşir, sıkıldığınızda, sinirlendiğinizde sizi sakinleştirecek bir renk mutlaka vardır. Şair boşuna dememiş; "İkimiz birden sevinebiliriz, göğe bakalım" diye. Göğe bakmak, maviyi içinde duyumsamak insanı rahatlatır, huzur verir. İşte saydığım saikler ve renklere olan ilgim nedeniyle ben sadece düşünmekle kalmadım, İnternet'te minik bir araştırma da yaptım.  

Araştırma sonucuna göre, Dünya'nın en eski rengi pembeydi. Şaşırdınız değil mi? Günümüzdeki yeşil klorofilin aksine, bakteri fosillerinde bulunan antik klorofil koyu kırmızı ve mor renkteydi ve erken dönem Dünya'ya ve okyanuslarına pembe bir renk veriyordu. 

Sahra Çölü'ndeki siyanobakteri fosillerinde pembe pigment keşfedildi. Bu, 650 milyon yıl önce bu bakterilerin Dünya okyanuslarında baskın bir yaşam formu olduğunu gösteriyor. 

Antik siyanobakterilerin seyreltik pigmentlerinden kaynaklanan bu erken pembe renk, Dünya'nın bilinen en eski rengi olarak kabul ediliyor ve mavi okyanuslar ile bitkilerdeki yeşil klorofil algısıyla tezat oluşturuyor. (1)

Orta Çağ'dan itibaren ressamlar tablolarında çeşitli renkleri kullanmaya başladılar. Ama bazı renklerin temini zor, istenilen renk bulunsa dahi fiyatı altından bile pahalıydı. 

- Lapis Lazuli Mavisi

Bu pigment, Afganistan dağlarından çıkarılan lapis lazuli taşından elde ediliyordu. Lapis lazuli mavisini temin edebilmek için bazı ressamlar, öncelikle müşterilerinden ödeme alıyorlardı. 

Orta Çağ koşullarında ulaşması zahmetli ve pahalı olan bu mavi, birçok sanatçı tarafından yalnızca kutsal figürlerde kullanılsa da zamanla portrelerde de kullanılmaya başladı. (2)

Lapis, Latincede "taş" anlamına gelir. Lazuli ise Arapça ve Farsçada "sema, gökyüzü, koyu mavi" anlamına gelir. Bu güzel taşa, birçok medeniyet kıymet vermiştir -Mısır, Yunan, Roma, Çin ama özellikle Mezopotamya. (3)


İnci Küpeli Kız adlı tablo, Hollandalı ressam Johannes Vermeer'in başyapıtlarından biridir. Tabloda lapis lazuli mavisi kullanılmıştır. (Görsel: tr.wikipedia.org)


Dünyayı Peşinden Koşturan Renk; Koşnil Kırmızısı


Anthony van Dick, Portrait of Agostino Pallavicini (Görsel: Vikipedi)

İspanyollar Amerika'ya ayak bastıklarında altın ve gümüşten daha fazlasını yanlarında götürdüler. Özellikle bir renk vardı ki, eski kıtada benzeri görülmemişti. Kırmızının en canlı tonu olan koşnil, soyluların ve zenginlerin giysilerini süslemiş, Avrupa'daki bütün kırmızı boya piyasasına hakim olmuştu.

İspanyollar Aztek ve Maya ülkesini ele geçirdikten sonra amaçları oradaki altın ve gümüş madenlerini ele geçirmekti. Yerlilerin yaşadıkları bölgeler gittiklerinde daha önce hiç görmedikleri bir renkle karşılaştılar yerlilerin giysilerinde. Bu renk koşnil kırmızısıydı. Bu rengin yapılışını sır gibi saklayarak gemilerle ticaretini yapmaya başladılar. Avrupalılar, İspanyolların koşnili hangi kaynaktan, nasıl elde ettiklerini bir türlü keşfedememişlerdi. Çünkü ham koşnil tanelerini tohuma benzetmişlerdi. Bu İspanyolların işine gelmişti; koşnilin tohum olduğu fikrini sürekli teşvik ederek bu boya üzerindeki hakimiyetlerini 300 yıl boyunca sürdüreceklerdi. (4)

Oysa, koşnil bir tohum değil böcektir. "Koşnil (cochineal- dactylopius coccus) kaktüs bitkilerinde asalak olarak yaşamını sürdüren bir böcektir. Kırmızı renk verdiği için Aztekler bu böceği kurutarak sonra ezerek, iplik boyamada kullanmışlardır. Böcek Meksika, Bolivya, Şili, Peru ve Kanarya Adaları'ndaki kaktüslerde yaşar. Yumurta dönemi böcekler parlak kırmızı renk alır. Kırmızı renk böceğin dişilerinin  vücudu ve yumurtaları ezilerek elde edilir. Koşnil kırmızısı, "Karmen Kırmızısı" diye bilinir. Günümüzde gıda maddeleri yanında kozmetik, tekstil sanayinde de kullanılır. Ambalajların üzerinde gıda maddesinin içeriği tam olarak yazılıyor ise "L 20" işareti var ise o ürün "Koşnil" böceği ile renklendirilmiş demektir." (5)

Altından Daha Değerli Bir Kraliyet Rengi: Tyrian Moru


Görsel: Kraliyet moru. (listelist.com)


Canlı bir renk pigmentine sahip olan Tyrian moru, deniz salyangozlarının mukuslarından çıkarılan bir boya idi. Bu renk sadece antik dünyada yaşayan seçkin insanlara kıyafet yapmak için kullanılırdı. Halkın bu renge ulaşımı kısıtlıydı. Hatta Tyrian moru o kadar büyük bir tutkuydu ki Antik Yunan'da kraliyet ailesinin mor giymesi yasayla zorunlu tutulmuştu. Mor, Bizans İmparatorluğu'nda kraliyet ailesine özeldi ve mor boya üretimi dikkatle kontrol ediliyordu.

Tyrian morunun ortaya çıkışı ile ilgili birkaç efsane var. İlgilenenler araştırabilirler. Tyrian moru, ilk kez Fenikelilerin Sur kentinde (Günümüzde Lübnan sınırları içinde) üretildi. Yunanların Fenikeli kelimesini ilk kez M.Ö 9 ila 7. yüzyıllar arasında bir dönemde kullandığı biliniyor ancak kelimenin Fenike dili de dahil olmak üzere hiçbir antik yakın doğu dilinde karşılığı bulunmuyor. (6)

Ticaret, denizcilik, kaşiflik ve yerleşimcilikte önde gelen Fenikeliler özellikle mor tutkusuna binaen gelişen mor boya ticaretiyle ünlüydüler. Romalı mimar ve mühendis Vitruvius, boya yapım sürecini şu şekilde anlatıyor: Toplanan deniz salyangozu kabukları, demir aletlerle parçalanıyor ve gözyaşı gibi akan mor kan, dışarı atılıp öğütme işlemi için havanlarda toplanıyor." Daha sonra fermente ediliyor ve karışımın pıhtılaşması bekleniyordu. Eğer boya siyahımsı bir mor renge sahipse boyanın en iyi kalitede olduğu düşünülürdü. Kraliyet morunun yapımı hem zahmetli bir süreçti hem de üretim aşamasında çevreye korkunç bir koku yayılıyordu. 

Tarihçilere göre; Moritanya Kralı, Roma İmparatoru Caligula ile yaptığı bir görüşme sırasında mor renk giydiği için imparator aşırı öfkelenmiş ve Moritanya Kralı'nı öldürtmüştü.

Antik Mısır'da ise Kleopatra, servetinin büyük bir kısmını teknelerini mora boyatmak için harcamıştı. Ancak hiçbir halk moru, Romalılar kadar benimsemedi. 

1453 yılında Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethedip Bizans İmparatorluğuna son verince Avrupa'nın İstanbul'daki boya ticaretine ulaşmasını engelledi. Durum böyle olunca1464 yılında Papa II. Paul, Tyrian morunun kırmızı renkle değiştirileceğini ilan etti. Kırmızının üretimi daha kolaydı ve ucuzdu. Böylece kırmızı renk, Katolik Kilisesi ve kraliyet ailelerinin yeni sembolü olmaya başladı. Tyrian morunun yapım aşaması zamanla unutuldu. Antik boya üreticileri sırlarını korudukları için üretim süreci hakkında ayrıntılı notlar bırakmamışlardı. Günümüzde Tyrian moru hakkındaki bilgiler arkeolojik bulgularla sınırlı.

Tunuslu tarih meraklısı Mouhamad Ghassen Nouira, bu rengi yaratma umuduyla deniz salyangozlarıyla 14 yıl deney yaptı. 2022 yılında az miktarda mor toz üretmeyi başardı, ancak bir gram Tyrian moru yapmak için 10.000 salyangoz gerekiyordu.

Bugün böyle bir girişim artık ekonomik olarak uygulanabilir değil. Ancak tüm bunlar nedeniyle antik çağda mor rengin neden altından daha değerli olduğunu anlayabiliyoruz. (7)

18. Ve 19. Yüzyıllarda Kullanılan Türk Kırmızısı

Altından daha değerli olmasa da 18 ve 19. yüzyıllarda Avrupa kumaş sanayinde kullanılan "Türk Kırmızısı" renginden bahsetmesem olmazdı. Bu rengi elde etmek de oldukça meşakkatliydi. Uzun ve zahmetli bir süreçle rubia (kökboya) bitkisinin kökü kullanılarak yapılır. Hindistan ya da Türkiye kökenli olup, 1740'lı yıllarda Avrupa^'ya getirilmiştir. Fransa'da rouge d'Andrinople (Edirne kırmızısı) ve rouge Turk olarak bilinir.


Rubia peregrina (Yabani kökboya. (Görsel: kocaelibitkileri.com)


Sanayi Devrimi'nin Avrupa'da yaygınlaşmaya başlamasıyla kimyagerler ve imalatçılar, büyük ölçekli tekstil imalatında kullanılabilecek yeni kırmızı boyalar  araştırdılar. 18 ve 19. yüzyıllarda Türkiye ve Hindistan'dan Avrupa'ya ihraç edilen popüler renklerden biri "Türk Kırmızısıdır." 1740'lı yıllardan başlayarak bu parlak kırmızı renk, İngiltere, Hollanda ve Fransa'da pamuklu  kumaşların boyanması veya baskısı için kullanıldı. Rengin hammaddesi rubia bitkisinin kökünden elde edilmekteydi. Boyama işlemi, kumaşların zeytinyağı, koyun gübresi ve diğer içeriklerin küllü suda birden fazla kez yıkanmasını gerektiren uzun ve karmaşık bir süreçtir. Fakat pamuğa mükemmel uyan parlak ve kalıcı bir kırmızı elde edilmesini sağlamaktadır. Kumaş, Avrupa'dan Afrika'ya, Ortadoğu ve Amerika'ya yaygın olarak ihraç edildi. 19. yüzyıl Amerika'sında geleneksel yamalı yorgan yapımında yaygın bir şekilde kullanıldı. (8)



Bunun yanında Türk kırmızısı, Türk kültüründe ve tarihinde önemli bir yere sahiptir. Özellikle tekstil sanayinde ve giyimde sıkça kullanılan bu renk, Türklerin estetik anlayışını ve sanatına olan tutkusunu yansıtır. Osmanlı döneminde, Türk kırmızısı, saray giysilerinden halkın giyimine kadar geniş bir yelpazede kullanılmıştır. Ayrıca bu renk, Türk motifleri ve desenlerinde de sıkça görülür. Türk kırmızısıyla boyanmış kumaşlar, halılar ve diğer tekstil ürünleri, Türk el sanatlarının ve zanaatlarının önemli bir parçasıdır. Bu bağlamda Türk kırmızısı, sadece göz alıcı bir renk tonu değil, aynı zamanda tarihi ve kültürel açıdan da büyük öneme sahip bir unsurdur. Sanattaki yeri ise oldukça geniş ve çeşitlidir. Minyatür sanatında ve çinicilikte de kullanılır. (9)




Not: Benim için renklerin dünyasına girince çıkmak kolay olmuyor. Şimdi de yazımı sonlandırmak içimden gelmiyor. Çünkü renklerle ilgili daha çok yazmam gereken şeyler var. Örneğin; 1666'da Newton'un saf beyaz ışığı bir prizmadan geçirdiğinde görünür tüm renklere ayrıldığını, her rengin tek bir dalga boyundan oluştuğunu ve başka renklere ayrılamayacağını keşfetmesi "renkler diyarında" bir mucizeydi. Yine, renklerin psikolojik anlamlarını inceleyen Alman şair ve yazar Goethe'nin "Renk Kuramı" da oldukça önemlidir. Ayrıca, ressamların isimleriyle özdeşleşmiş renklerde vardır: Van Gogh sarısı, Chagall mavisi, Yves Klein mavisi, Paul Cezanne krom yeşili ve Fikret Mualla pembesi gibi...

Renklerle bu kadar ilgili olunca bizden bir şairin de renklere olan tutkusunu yazmadan geçemeyeceğim. Bu değerli şair Cahit Sıtkı Tarancı'dır. Tüm şiirlerine göz gezdirince renkleri ne anlamda kullandığını görebiliriz. Aşağıdaki şiirinde, zamana, eşyaya ve hatıralarına adeta renkleri konfeti gibi serpiştirmiştir.

Maziyi yada daldığım zaman,
Renkler belirir ta uzaklardan:
Mavi, kırmızı, beyaz ve siyah;
- Her renk ayrı bir hatıradır ah!-
Renkler renklere renkleri ekler,
Olurken için renklere mahşer.

 Ayrıca şairin "RENKLER" adlı şiiri de yine renklerden bahsetmekte, adeta hasret ve özlemini renklerle anlatmaktadır. Memleket İsterim adlı şiirinden bahsetmeden olmaz. Şiirin ilk iki dizesinde yine renkler vardır:

Memleket isterim

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

Kuşların, çiçeklerin diyarı olsun.


Kaynaklar:

(1) https://science.howstuffworks.com/life/cellular-microscopic/earths-oldest-color-waspink.htm#:~:text=Bu%2C%20650%20milyon%20y%C4%B1l%20%C3%B6nce,ye%C5%9Fil%20klorofil%20alg%C4%B1s%C4%B1yla%20tezat%20olu%C5%9Fturuyor.

(2) TRT 2 Facebook Sayfasından alındı.

(3) Gökyüzünde Nehirler Var, Elif Şafak. Doğan Kitap, s:112.

(4) https://yedikita.com.tr/dunyayi-pesinden-kosturan-renk-kosnil-kirmizisi/amp/?fbclid=IwY2xjawNLmQhleHRuA2FlbQIxMQABHmeu8-lAXAF_7VG61BBqR_ON81MQyUpijtbMt4fzVfcty0liOZk7C21TER4u_aem_d5qIM4rlw6mlv3cNIHsEyg

(5) Yiyecekler ve İçecekler 'Böcek'le Renklendiriliyor, Güngör Uras. milliyet.com.tr, 19 Mayıs 2012.

(6) https://arkeofili.com/mor-tutkusuyla-gelisen-bir-ticaret-agi-fenikeliler/?fbclid=IwY2xjawNLzP9leHRuA2FlbQIxMQABHpCIXM_mRS4KJF8imK2YTAcJJGCufm8R-H6mEzjtjY7zwWhHkVZEmawnimZW_aem_S87chAiVj-Bjgr455BY6Aw

(7) https://listelist.com/kraliyet-rengi-tyrian-moru/

(8) https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk_k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1s%C4%B1

(9) https://www.colorbox.com.tr/Blog/ilginc/renk-tarihinde-yolculuk--turk-kirmizisi?srsltid=AfmBOoo1zzYXaM5wyeZ_TsFDU2gkfJjf-Jc7NQD4yqu7HE0K59gmssGk



30 Eylül 2025 Salı

 



SONBAHARDA ÇİÇEK AÇAN AĞAÇLAR OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ?


Mevsim sonbahar. Havada hazana özgü bir hüzün var. Yağmurlar yağmaya, rüzgarlar saçlarını savurarak esmeye, ağaçlar sararmış, kızarmış yapraklarını dökmeye başladı. Havalar serinledi; gündüz güneşin cılız ışıklarıyla ısınmış gibi yapsa da, gece soğuk yüzünü göstermekten keyif alıyor sanki...Şairin dediği gibi; "Ekseri sonbahar gecelerinde / Sızarken camlardan ince bir yağmur, / Düşünürüz her şey yerli yerinde."  

Sonbahar mevsimi herkesin üstünde farklı etkiler bırakır. Kimisi için sonbahar  aşkı, huzuru, sessizliği ve dinginliği çağrıştırsa da kimisi için  ayrılıkları ve hüznü hatırlatır. Benim içinse sonbahar, hüznü ve özlemi beraber çağrıştırır. Hazan mevsiminin hüznüne karşın ilkbaharda yaşamın yeniden başladığını müjdelercesine açan rengarenk ve mis kokulu çiçekleri özlerim çünkü..."Sonbaharda çiçeklerden bahsetmek iyi gelir. İnsanın içini ilkbahardaymış gibi ümitle doldurur." diyen yazar Paulo Coelho gibi ben de bugünkü yazımda sonbaharda çiçek açan ağaçları tanıtmak istiyorum sizlere. İçiniz ümitle dolup taşsın diye...

Çeşitli zamanlarda yaptığım gezi ve yürüyüşlerimde ülkemizde bulunan ve sonbaharda çiçek açan iki güzel ağaca denk geldim. Birine de 2024'ün Kasım ayında gitmiş olduğum KKTC'de rastladım. Ancak, bu üç ağaçla yetinmedim, dünyada güz mevsiminde çiçek açan ağaçlar var mı diye İnternet'te ufak bir araştırma yaptım. Ve ne kadar çok ağaç olduğunu öğrenmiş oldum. :) Siz de öğrenmek ister misiniz? 

1- Maymun Çıkmaz Ağacı (Chorisia speciosus)

Anavatanı Brezilya'dan getirilerek ilk olarak Antalya'da yetiştirilen maymun çıkmaz ağacı, gövdesinin kalın ve büyük dikenlerle kaplı olması nedeniyle maymun çıkmaz ağacı olarak anılıyor. Nesli tükenmekte olan bu ağacın en belirgin özelliklerinden biri sonbaharda çiçek açmasıdır. Maymun çıkmaz ağacı, pembe ve beyaz olmak üzere iki renkte kokulu çiçekler açıyor.





2- Oya Ağacı (Lagerstroemia indica) 

Anavatanı Japonya ve Çin olan oya ağacının salkım şeklindeki çiçekleri iğne oyasına benzetildiği için bu adı almıştır. İspanyol Leylağı, Hint Leylağı olarak da adlandırılmaktadır. Pembe, beyaz ve mor renkli çiçeklerini Ağustos ve Ekim ayları arasında açar. Tohumları nohut büyüklüğünde ve kapsüllüdür. Yine Antalya'da Ekim ayında çektiğim pembe çiçekli oya ağacının fotoğrafları.




3- Fitne Ağacı (Pulumeria)

Pulumeria Apocynaceae familyasına bağlı bir cinstir. Anavatanı Meksika'dan Brezilya'ya kadar olan Orta Amerika civarıdır. Amerika'nın keşfinden sonra Pulumeria tüm dünyaya yayılmıştır. Özellikle Budist ve Hindu tapınaklarında çok yoğun biçimde kullanılır. Bu nedenle bitkiye Hint mabet çiçeği de denmektedir. Bunun yanı sıra mübarek zakkum, fitne ağacı gibi isimleri de vardır. Hawai'de çok fazla yetiştirildiği için bu bölgeyle özdeşleştirilmiştir. Hawaililer, misafir karşılarken kullandıkları çiçek kolyelerinde pulmeria da yer alır. Pulmeria çiçeğinin çok güzel görünümlü, hoş kokulu ve dayanıklı olması nedeniyle ticari olarak da oldukça değerlidir. ( tr.wikipedia.org)

Aşağıdaki pulumeria çiçeklerini 2024'ün Kasım ayında Girne/KKTC'de fotoğraflamıştım.






Ülkemizde yetiştirilip yetiştirilmediğini bilmediğim ama dünyanın bir tarafında da olsa sonbaharı açtıkları çiçeklerle güzelleştiren ağaçları tanıtmak istiyorum.

- Dikenli İğde (Elaeagnus pungens)

4-5 metreye kadar boylanan, herdem yeşil, sonbahar ve kış aylarında çiçek açan bitkilerdendir. Kasım ayında yaprak altında ikili ve dörtlü gruplar halinde beyaz renkli hoş kokulu çiçekler açar. Kuraklığa dayanıklıdır. Bu yüzden erozyonla mücadelelerde yer alır. 
(Kaynak:https://www.peyzax.com/sonbahar-ve-kis-aylarinda-cicek-acan-10-bitki/#google_vignette)





- Sasanqua kamelya ( Camellia sasanqua cvs.)

Güney Japonya'ya özgü bir kamelya türüdür. Eylül'den Aralık ayına kadar çiçek açar. Yaygın kamelyadan (Camellia japonica) daha az dayanıklıdır. Ağaç piramit şeklinde bir yapıya sahiptir. Kısmi gölge ve asidik toprağı sevdiği için çam ağaçlarının altı idealdir.



Sasanqua kamelyası. Fotoğraf: “Doreen Wynja”

Sonbaharda çiçek açan diğer ağaçları tanımak isterseniz eğer, güzelim ağaçlara  aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:  
https//www.finegardening.com 

25 Eylül 2025 Perşembe

 



OSMANLI İMPARATORLUĞU'NDA HER İSTEYEN CAMİ YAPTIRABİLİR MİYDİ?




Parası olanlar evet yaptırabilirdi ama caminin minaresi tek olmak zorundaydı. Sadrazam dahi olsa bu kural değişmezdi. İki veya daha çok minareli camiler selatin camilerdi. Yani sadece padişahların hakkıydı. Dünya çapında güç sahibi olmuş sadrazamlar olan Sokollu Mehmet Paşa ve Köprülü Mehmet Paşa bile ancak tek minareli cami yaptırmıştır.

Orhan Bey'le başlayan gelenek gereğince, padişahlar başkentte selatin cami veya külliye yaptırmasıydı. Bu gelenek, Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu II. Selim(Sarı Selim) tarafından bozuldu. II. Selim, eski başkent Edirne'de Mimar Sinan'a Selimiye Camisini yaptırdı. Onun oğlu III. Murat da  şehzadeliğini geçirdiği  şehzade sancağı Manisa'da selatin cami yaptırdı. Hafifletici sebepleri vardı. Bir başka geleneğe göre, selatin cami için harcanacak mali kaynak gaza ganimeti olmalıydı. Oysa hem II. Selim hem de oğlu III. Murat, İstanbul'dan hiç ayrılmamışlardı.

Peki, padişah eşlerinin selatin cami yaptırma yetkileri var mıydı? İstisnalar vardı elbette. Bir selatin cami inşa etmesine izin verilen ilk kadın Yavuz Sultan Selim'in cariyesi, Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Hafsa Sultan'dı; ama İstanbul'da değil, oğlunun sancakbeyi olduğu Manisa'da. Sultan annesinin hanedan ailesine tam anlamıyla dahil edilmesini sağlayan da, "sultan" unvanıyla anılan ilk cariye de Hafsa Sultan'dı. Zaten imparatorluk töreniyle gömülmüştü.

Selatin cami yapılmasına izin verilen ikinci kadın, ki valide sultanlar döneminin başlatıcısı sayılan- Padişah II. Selim'in hasekisi (gözdesi) Nurbanu Sultan'dı. Ama o zamanlar İstanbul dışı sayılan Üsküdar'da. İlk iki minareli camiydi bu cami ve valide sultanların güç kazanmasının da işaretiydi. Nurbanu Sultanı, başkentte külliye yaptıran birçok valide sultan izledi.

Üsküdar'da daha eski tarihli Mihrimah Sultan Camii de iki minarelidir, ama onu yaptıran Mihrimah değil, babası Kanuni Sultan Süleyman'dır. Mihrimah Sultan'ın bizzat kendisinin yaptırdığı Edirnekapı'daki Mihrimah Sultan Camii ise, kurala uygun olarak tek minarelidir.

Ayrıca, hanedan kadınları selatin cami yaptırdıysa da iki minarenin sadece birer şerefesi vardı. Bunun tek istisnası, Turhan Sultan'ın yaptırdığı Yeni Cami'dir; minarelerinde ikişer şerefe vardır.

IV. Murad ve İbrahim'in padişahlık dönemlerinde sadece Kösem Sultan selatin cami inşa ettirdi.




Yararlandığım Kaynak: Mustafa Alp Dağıstanlı, BİLDİĞİN GİBİ DEĞİL OSMANLI. ALFA/ARAŞTIRMA/217.

Görsel: Sinan Paşa Camii / Prizren / Kosova (Fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.)



30 Ağustos 2025 Cumartesi

 



ÇİN'DE SERÇE KATLİAMI, BÜYÜK BİR KITLIĞA SEBEP OLMUŞ! SERÇE DEYİP GEÇMEYİN


Görsel: Doğa Derneği


Serçe kuşu, insanların olduğu her yerde, insana yakın yaşayan minik bir kuş türü. Ülkemizde sekiz farklı serçe türü yaşadığı biliniyor. Bu serçeler genellikle meyve ve tahıllarla besleniyorlar. İşte meyve ve tahıllarla beslenen serçelerin yok edilmesi Çin'de büyük bir kıtlığa neden olmuş. Nasıl mı? Buyurun okuyun lütfen.

1 Ekim 1949'da Mao Zedong, Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulduğunu, başkentinin de Pekin olduğunu ilan etti. İç savaş, Halk Ordusu'nun zaferiyle sonuçlanmıştı. Mao ve yoldaşlarının Çin'de başarmaya niyetlendikleri ilk şey, toprakların eşitçe dağıtılmalarını sağlayacak tarım reformu idi. Tarım reformu gerçekleştirildi, tapular zenginlerden alınıp yoksullara dağıtıldı. Mülk sahiplerinden on binlercesi köylüler tarafından öldürüldü. Üç yılın sonunda toprak sahiplerinin fiilen yok edildiği tahmin edilmektedir. 

Mao'nun "İleriye Doğru Büyük Sıçrayış" sloganı ile çıktığı yolda amacına ulaşmak için aşırılıklar yaptığını söylemek yanlış olmaz. Ülkesini bir sıçrayışta ilerletip gelişmiş ülkeler seviyesine çıkartmak isteyen Mao, bazı aşırılıklardan kaçınmadı. Bu aşırılıklardan biri de "Büyük Sıçrama" sırasında yürütülen kampanyalardan biri; hastalık yayan, üretimi kötü etkileyen "dört zararlıyı", yani fareleri, sinekleri, sivrisinekleri ve serçeleri yok etmeyi amaçlıyordu. Niçin serçeler? Çünkü çok miktarda meyve ve tahıl yiyip mahsulü azaltıyorlardı. Mahsulün azalmasının başlıca suçlusu her yıl dört kilo tarım ürünü yediği söylenen küçücük ağaç serçeleriydi. 

Suçlu bulunmuştu. Sıra, sayıları milyonları bulan serçelerle nasıl savaşılması gerektiği vardı. Serçelerle savaşmak için bulunan en etkili ve ilginç yöntem gürültü çıkarmaktı. Bunun için köylüler tarlalarda saklanıyor serçeler tarlaya konmak  istediklerinde ellerinde bulunan davul, tava, tencere, tenekelere vurarak gürültü çıkarıyorlardı. Gürültüden ürken serçeler uzaklaşıyor, tekrar konmak istediklerinde çıkarılan gürültü nedeniyle tarlaya konmayıp uçuyorlardı. Böylece yorgun düşen serçeler açlıktan ölüp taş gibi yere düşüyorlardı. Bu yöntemle sağlanan başarı sonucunda neredeyse serçelerin ve tüm diğer kuşların kökü kazınmak üzereydi. 

Ancak, serçelerin ve diğer kuşların sadece tahılları ve meyveleri değil, zararlı böcekleri de yediği göz ardı edilmişti. Serçeler ve kuşlar yok olunca böcekler ve çekirgeler  çoğalmaya, göçmen çekirge sürüleri tarlalardaki ürünü oburca tüketerek her şeyi silip süpürmeye başladılar. Verdikleri zarar o kadar yıkıcıydı ki Çin 1958 ile 1962 yılları arasında modern zamanların en büyük kıtlıklarından birine maruz kaldı; bazı tahminlere göre bilanço otuz milyon ölüye yakındı. Hepsi de açlıktan ölmüşlerdi. 

Bu büyük trajedi sonrasında Mao, geri adım atmanın kendisinin yararına olacağını anladı. Sadece parti başkanlığını elinde tutup cumhurbaşkanlığı makamını Liu Shaoqi'ye bıraktı. Ama Mao, mücadelesinden asla vaz geçmedi. Ölünceye kadar tekrar ele geçirdiği cumhurbaşkanlığı makamında kaldı. 

SONUÇ: Çin'de yaşanan bu büyük kıtlık, doğanın hassas dengeleri bozulduğunda ve bu bozulmanın sonuçlarına hakim olunamadığında neler yaşanabileceği konusunda klasik bir örnek oldu.

Kaynak: Amin Maalouf, Labirent/ Batı ve Hasımları deneme kitabından tarafımdan derlendi.


24 Ağustos 2025 Pazar

 



SIRBİSTAN'IN BAŞKENTİ BELGRAD, SIRPÇA ADI; BEYAZ ŞEHİR ANLAMINA GELEN BEOGRAD



Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği noktada kurulan Belgrad (Beograd / Beyaz Şehir), doğal güzelliği ve tarihi eserleriyle göz kamaştırıyor. İki nehrin ortasında yemyeşil ağaçlarla kaplı Büyük Savaş Adası görülmeye değer. Osmanlı Devleti için kuruluş yıllarında  Belgrad, Avrupa'ya açılmak için önemli bir giriş kapısıydı. Belgrad'ın fethiyle Sırbistan ve Macaristan'ın fethi kolaylaşacaktı. Belgrad'ın fethi için ilk girişim 1440 yılında Osmanlı Padişahı II. Murat komutasındaki ordu tarafından gerçekleştirildi.  Macaristan Krallığı'na bağlı olan Belgrad kalesi iç ve dış kale surlarıyla çevrili olup arada su dolu hendekler bulunuyordu. Birkaç ay sonra kuşatma kaldırıldı ve kale, Macar yönetiminde kaldı.

Osmanlılar tarafından ikinci kuşatma ise 1453 yılında İstanbul'u fethedip Doğu Roma İmparatorluğu'nu tarihe gömen ve İstanbul'u devletin başkenti yapan II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) yönetimindeki ordu tarafından gerçekleştirildi. Tarihler Temmuz 1456 yılını gösteriyordu. Bir aydan kısa süren bu kuşatma da başarısızlıkla sonuçlandı, Belgrad kalesi alınamadı.

Papa III. Callixtus'un emriyle bu galibiyeti anmak için başlatılan öğle çanının çalınması, Hristiyan dünyasında Katolikler tarafından halen kullanılmaktadır. 2011'den itibaren, 22 Temmuz milli bayram olarak kabul edilmiştir. Janos Hunyadi komutası altındaki Hristiyan güçleri, Osmanlı'ya karşı 1456'daki galibiyetlerini kutlamaktadır.

Belgrad, en sonunda Kanuni Sultan Süleyman komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından 1521'de fethedildi. Belgrad'da yaşayan halkın bir kısmı Macaristan'a giderken, aslen Sırp olanlar İstanbul'a nakledilerek İstanbul'un en doğu ucundaki köylere yerleştirildiler. Belgrad Ormanı adını bu yerleşimden almaktadır. 

Belgrad'ın kaybedilmesinden sonra zayıflayan Macaristan Krallığı, 1526'da Osmanlı kuvvetleriyle gerçekleşen Mohaç Savaşı sonucunda yenilmesiyle Osmanlı İmparatorluğu'na bağlandı. Belgrad, 1815 Sırp isyanına kadar doğrudan doğruya Osmanlı'ya bağlı özerk Sırbistan'ın şehri oldu. 1878 Berlin Antlaşmasıyla Sırbistan bağımsız devlet olunca Belgrad'da Osmanlı İmparatorluğunun elinden çıktı. 

Bu kısa tarihi bilgiden sonra, Belgrad Kalesi'ne İstanbul kapısından girerek adı Kalemegdan olan kale içinde bulunan tarihi eserleri fotoğraflayıp yerel rehber eşliğinde gördüklerimi aktarmak istiyorum.

Birinci yüzyılda Romalıların kurduğu Belgrad Kalesi, stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca; Keltler, Hunlar, Gotlar, Avarlar, Romalılar, Bulgarlar, Bizanslılar ve Osmanlıların egemenliğinde kalmış. 

Kalenin girişinin sağ tarafta bulunan yatay şekilde beyaz bir mermer göze çarpmakta. Bu beyaz mermer "Anahtar Teslim Anıtı"dır. Osmanlı'nın 6 Nisan 1876 tarihinde, Belgrad, Smederevo, Sabac ve Kladovo kalelerinin anahtarlarını Sırplara teslim etmesini tasvir eden beyaz mermer anıttır. 



Kalemegdan'da ilerledikçe önüme Fransa'ya Şükran Anıtı çıktı. I. Dünya Savaşı'nda müttefik olarak Fransa'ya yardımlarından dolayı minnettarlık ifadesi olarak 1930 yılında dikilmiş bronz bir heykel.



Sırpça adı Pobednik olan Belgrad Zafer Anıtı (Victor Heykeli) daha çok "Çıplak Adam" adıyla ünlenmiş ve günümüzde Belgrad'ın simgesi haline gelmiş. Bu heykeli Balkan savaşları ve I. Dünya savaşında Osmanlı İmparatorluğu'na ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na karşı kazandıkları zaferin anısına dikmişler. Anıt, üzerinde çıplak duran bronz bir erkek figürü bulunan Dor sütunudur. Heykel çıplak olduğu için dönemin kadınları heykeli Terazije Meydanı'na koydurtmamışlar. Bunun üzerine heykel Kalemegdan'da bugünkü yerine konulmuş. Böylece gelen geçen herkesin gördüğü ve bu sayede ünlendiği bir heykel olmuş!



Kalemegdan'da eski savaşlarda kullanılmış silahların sergilendiği askeri müze bulunmaktadır.