FERHAT İLE ŞİRİN HİKAYESİNDEN DOĞAN FERHAT'IN ELMASI
Ferhat ile Şirin'in hikayesi farklı kültürlerde (İran, Türkiye, Azerbaycan) benzer şekilde anlatılır. Bu hikayelerde Ferhat ve Şirin'in adı aynı kalır, diğer kişilerin isimleri değişir ama sonuç aynıdır. Çünkü klasik Şark edebiyatı eserlerinin ortak özelliğini taşıyan, çift kahramanlı bir aşk hikayesi üzerine kurulmuş bir metindir.
Güzel ülkemizde anlatılan Ferhat ile Şirin hikayesinde Ferhat bir nakkaştır. Şirin ise kentin sultanı Mehmene Banu'nun kız kardeşidir. Ferhat, Şirin için yaptırılan köşkün süslemelerini yaparken Şirin'i görür ve birbirlerine aşık olurlar. Sultanın bu evliliğe rıza göstermesi için Ferhat'a bir şartı vardır; Amasya'da bulunan Elma Dağ'ını delip şehre su getirecektir. Hikayenin devamını biliyorsunuzdur. Amasya'ya yolu düşenler, Ferhat'ın açtığı su kanalını görüp ziyaret edebilirler.
İran'da anlatılagelen Ferhat ile Şirin hikayesi ise şöyle:
Şirin bir Hristiyan'dı. O kadar güzeldi ki, bahçelerde ve çayırlarda dolaşmaya çıktığı zaman, çiçekler utanç ve kıskançlıklarından başlarını öne eğerlerdi. Bir süre sonra Şirin, İran'ın en kudretli hükümdarı olan Şah Hüsrev Perviz ile evlendi. Şahın karısı olduğu zaman, bir kafir kızının kraliçe olmasını hazmedemeyen halk, ona karşı ayaklandı. Fakat şah karısını o kadar çok seviyordu ki en amansız rakiplerini, Şirin'in çok iyi bir kraliçe olacağı konusunda ikna etmeyi başardı. Çünkü Hüsrev Perviz sadece çok iyi bir şah olmakla kalmayıp, aynı zamanda bilge bir hükümdardı; dünyadaki güzelliklerin gelip geçici olduklarının farkındaydı. Karısının büyüleyici çehresini ve ışık saçan bedenini ebediyen muhafaza etmek istediği için, zamanın en büyük heykeltıraşı olan Ferhat'ı çağırtarak, ona karısının olağanüstü güzelliğini mermere nakşetme görevini verdi. Günler boyunca kraliçenin güzelliği ile baş başa kalan genç heykeltıraş, sonunda ona aşık oldu. Fakat bu aşkın sonunun mutlu olmayacağı, daha en başından belli olmuştu. Nerede bulunursa bulunsun, ne yaparsa yapsın, ister uykuda, ister uyanık her daim kraliçenin güzelliğini karşısında görüyordu. Duygularını gizlemek istediyse de bunu başaramadı. Yarattığı heykel, modeline giderek daha çok benzedikçe, her şey onun aşkını açığa vuruyordu. Çalışma aşkı, bakışları, sesi, göğsünde kopan fırtınanın uğultusu...Şah bile günün birinde bunun farkına vardı. Kıskançlıktan çıldırmış bir vaziyette kılıcını çekerek Ferhat'ın üstüne hamle yaptı ama Şirin o anda ikisinin arasına girerek bedenini genç heykeltıraşa siper etti. Yarattığı heykelin mükemmelliğinden çok etkilenen Hüsrev Perviz, Ferhat'ın canını bağışladı. Fakat onu, hayatının sonuna kadar, Kirmanşah yakınlarındaki ıssız Bisütun Dağlarına sürgüne gönderdi. Ferhat umutsuz aşkının verdiği ıstırapla, acıdan çıldırmış bir halde çekiç ve keskisiyle dağa Şirin'in resmini işlemeye başladı.
Bu dev heykelin haberini alan şah, Bisütun Dağlarına bir haberci göndererek, Şirin'in öldüğü yalan haberini Ferhat'a ulaştırdı. Artık Ferhat için yaşamanın bir anlamı kalmamıştı. Dayanılmaz acı içinde baltasını havaya attı ve baltanın göğsünü yarması için altında durdu. Balta göğsünü boydan boya yararak yere düştü. Ferhat'ın kanına bulanan baltanın sapı, bir süre sonra filizlenerek yeşil yapraklar verdi ve çiçekler açmaya başladı. Bu ağacın meyvesi de nar oldu. Nar da ikiye ayrıldığında Ferhat'ın kalbi gibi kanamaktadır. Bu nedenle narın bir adı da "Ferhat'ın elması" dır.
Kaynak: Vladimir Bartol - Fedailerin Kalesi ALAMUT, Koridor.
Not: Edebiyat tarihçilerine göre, Ahmed-i Hani'nin yazdığı Mem ü Zin, kurgu olarak başka kültürlerden etkilenmemiş bir hikaye olarak Anadolu topraklarına aittir. Bu haliyle hikaye özgün bir nitelik arz etmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder