17 Temmuz 2021 Cumartesi

 


İTİRAZIM VAR!



Müslüm Gürses'in aynı adlı şarkısı değil itiraz ettiğim. :) Elbette, bu zalim kadere, bu sonsuz kedere, feleğin cilvesine, hayatın sillesine, dertlerin cümlesine itirazım var (şarkının sözlerinden birkaçı). Kimin yok ki? :)

Benim itirazım; Ahmet Ümit'in son kitabı "Kayıp Tanrılar Ülkesi" nde, hikayelerini anlattığı aile ve Almanya'da yaşayan Türk göçmenler için sıkça kullandığı "Türkiyeli" kavramına. Yazacaklarımın yanlış anlaşılmaması ve politik bir tartışmaya meydan vermemek için bazı açıklamalar yapmak zorunda hissediyorum kendimi. Ne yazık ki bunu yapma ihtiyacı duymam bile çok üzücü. Doğrusu, yazıp yazmama konusunda  çok düşündüm ama sonuçta bu romanı okudum ve romanla ilgili düşüncemi yazmakta bir beis görmüyorum.

Çok kültürlü bir coğrafyada doğup büyüdüğüm için, kültürlerarası geçişten etkilenmiş ve de farklı kültürlere saygı gösterilmesi gerektiğini öğrenmiş biri olarak yaşamımda farklı kültürler için söylem ve eylemlerim hep tutarlı olmuştur. Yakın çevrem ve beni tanıyanlar iyi bilirler; insanları etnik köken, dini inanç, siyasi görüş farklılıklarıyla değil, iyi ve ahlaklı  bir insan mı sorusuna alacağım yanıtla değerlendiririm. Bunda sorun yok. Ancak "özeleştiri" yapmanın mutlak bir gereklilik olduğuna inanmam ve kendimde bunu en acımasız şekilde uygulamam nedeniyle, iyi ve ahlaklı diye adlandırdığım kişi ya da kişileri, sevdiğim ve iyi bir okuru olduğum yazarları, sanatçıları da eleştirmekten kaçınmam. Bu bağlamda şu kişi, bu kişi fark etmez, öyle kimseye bir hayranlığım ve gözü kapalı bir bağlılığım yoktur. Hiç olmadı da.

Kitaplarını beğeniyle okuduğum Ahmet Ümit'in okuyamadığım tek kitabı "Bab-ı Esrar" olmuştu. Bu roman Mevlana ile Tebrizli Şems'i ve aralarındaki muhabbeti anlatıyordu. Romanın ilk yüz sayfasını okumuş ve kitabı yarım bırakmıştım. Bırakma nedenim ise ilginçtir. Romanın yayımlanmasından sonra, yazarın bu romanla ilgili olarak bir gazeteye verdiği röportajı okumuştum. Okurlardan gelen tepkiye göre, kitabın okunmasının ve anlaşılmasının zor olduğunu söyleyen gazeteciye, Ahmet Ümit mealen  şöyle demişti: " Ben bu kitabı yazarken çok araştırdım, çok emek verdim ve yazarken çok zorlandım. Okurlar da bir zahmet okurken zorlansınlar." Bunu okur okumaz, bu ne kibir diye düşünmüş ve yazarın iyi bir okuru olarak  kitabını yarıda bırakarak tepkimi ortaya koymuştum. Okuru velinimeti olarak görmeyen yazarın egosunu bir anlamda protesto etmiştim. :)

Her neyse, konuyu toparlamam gerekirse, Kayıp Tanrılar Ülkesi romanıyla ilgili yazılan yazıları ve yine yazarın kitabıyla ilgili yaptığı röportajları okudum. Ancak gördüm ki, romanda benim takıldığım "Türkiyeli" kavramına benden başka takılan olmamış. Hiçbir gazeteci "Türkiyeli" kavramını neden ve niçin kullandığını sormamış yazara. Sanki "Türkiyeli" kavramı, bir benim dikkatimi çekmiş ya da bunu bir ben fark etmişim gibi kendimi kötü hissettim. Kötü hissetmemin nedeni, demek ki sorun bende diye düşünmemden kaynaklandı. Başka okurların ilgisini bile çekmeyen bir sözcük, seni niye rahatsız ediyor ki? Tek akıllı sen misin, filolog musun da taktın kafaya diye kızdım kendime. :(

Filolog değilim ama iyi bir okur ve araştırmacıyım. Dolayısıyla, tarih konusunda uzman olan Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın 29 Mart 2015'de bir gazeteye verdiği röportajdan alıntıladığım "Türkiyeli kavramına itiraz" başlıklı haberdeki Türkiyeli  kavramı açıklamasına aynen katılıyorum. İşte İlber Ortaylı'nın röportajından yaptığım alıntı:

"Türkiyeli gibi bir kavram kurnazlık. Sovyetler Birliği'nde bir zorunluluk, bir sopa olduğu halde hiç kimse de "Ben Sovyetim" demedi. Gerçekçi değil Türkiyeli lafı. Bir de Türkiye'nin azınlık gruplarında ikilik vardır. Kimliğini açıkça söylersin, ben buyum dersin. Söyleyebilse söyleyecek."

Bir başka röportajda ise İlber Ortaylı, "Türkiyeli" kavramını, millet tanımını yaparak kendine özgü lisanıyla şöyle açıklamış; " 50 kere söyledim odun kafalılara, kendine has dili olanlara millet denir. Sonu; lı, li ile bitenler belirsizdir. Amerikalı, Kanadalı, Perulu, Pakistanlı, Avustralyalı, Arjantinli, Şilili, Yeni Zelandalı, İsviçreli diyebilirsiniz. Çünkü bunların kendilerine has dilleri yoktur. Alman'a Almanyalı, Fransız'a Fransalı, İtalyan'a İtalyalı, İngiliz'e İngiltereli, Rus'a Rusyalı, Japon'a Japonyalı diyemezsiniz. Aynı Türk'e Türkiyeli diyemediğiniz gibi." 

Filoloji ve coğrafi kavramların tanımlarıyla beraber verdiği örneklere baktığımızda(ki aynen katılıyorum) İlber Ortaylı'nın bu açıklamasına katılmamak mümkün mü? Kanımca değil elbette...Çünkü Türkiyeli  kavramı bana da uyduruk ve zorlama geliyor...

Not: Kayıp Tanrılar Ülkesi romanında üç farklı konu ustaca ve üzerinde epeyce düşünülmüş bir kurguyla çok güzel anlatılmış. Almanya'daki Türk göçmenlerin sorunları ve son yıllarda Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde yükselmeye başlayan "yabancı düşmanlığı-ırkçılık" konusu oldukça çarpıcı gerçeklerle ve yabancı düşmanlığının tarihsel süreci de vurgulanarak anlatılmış. Bu birincisi ve bence en önemlisi. İkincisi, Yunan Mitolojisinin başlangıcı, mitolojik efsanelere göre, insanların, titanların, devlerin ve Olimpos  tanrılarının yaratılması ve yaratım süreci  kronolojik sırayla gayet akıcı ve anlaşılır bir dille anlatılmış. Üstelik mitolojik efsanelerle, günümüzdeki olaylar ve roman kişileriyle yadırganmayacak bir bağ oluşturmayı başarmış yazar. Üçüncüsü ise, ülkemizdeki tarihi eserlerin korunmasızlığına ve ilgisizliğe dikkat çekilerek, güzel ülkemizde bulunan eşi ve benzeri olmayan antik çağda dünyanın sekizinci harikası olarak kabul edilen ve Tanrıların Kralı Zeus'un yeryüzündeki sarayı olan Pergamon Altarı'nın (sunak) kurnazlıkla ve o dönemin yöneticilerinin cahilliğinden yararlanılarak yurtdışına nasıl kaçırıldığı ve kaçıran yol mühendisinin hayat hikayesi  anlatılmış. Bu satırları okurken içim acıdı doğrusu...

Kısacası romanı beğeniyle okudum ve bilgilendim; "Türkiyeli" kavramına taktığımı saymazsak eğer. :)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder