4 Mayıs 2017 Perşembe




KARYA YOLU: MARMARİS ETAPLARI





Üç günlük tatile bir gün daha ekleyerek dört günlük bir yürüyüş için yollara düşmeden önce, hep yaptığım gibi antik Karya ile ilgili bilgileri araştırdım. Zira bu yürüyüş, tıpkı Likya yollarında olduğu gibi benim için sıradan bir yürüyüş değildi; tarihi duyumsayacağım, geçmişe dair hayaller kuracağım ve harika bir coğrafyanın içinde kaybolacağım bir yürüyüş olacaktı. Öyle de oldu.

Karya Yolu, Akdeniz'den Ege'ye uzanan bir doğa yürüyüşü rotasıdır. Bu rota, Bozburun Yarımadası, Datça, Gökova Körfezi, İç Karia, Muğla ve Çevresi ve Dalyan olmak üzere altı bölümden oluşmaktadır. Yürüdüğüm Marmaris-Gökova rotasıyla ilgili izlenimlerimi yazmadan önce Karya tarihine ve Karyalılara kısaca göz atmaya ne dersiniz?






"Sümer kaynaklarının 'Güneş bahçesinde yaşayan insanlar' olarak adlandırdıkları Batı Anadolu insanları içinde yer alan, Anadolu'nun kadim halkı Karyalılar; günümüzde Muğla ilinin tamamını, Aydın ve Denizli'nin bir bölümünü içine alan coğrafyada yaşamışlar. Dönemlerinde, her zaman haklının yanında olmaları, çalışkanlıkları ve dürüstlükleri ile tanınan Karyalılar, kendi toprakları için savaşmalarının yanı sıra, dünyanın pek çok yerinde paralı askerlik yapan savaşçı kimlikleriyle de öne çıkarlar. 

Anadolu'da haksızlığa ve mevcut düzendeki adaletsizliğe baş kaldırıp direnen, yiğit, mert, cesur ve sözünün eri olarak nitelenen Efelerin; ilginç bir şekilde özellikle Karya uygarlığının kök saldığı Aydın, Denizli ve Muğla çevresinde ortaya çıkmaları da, bir tesadüften öte; bu coğrafyanın geçmişteki haksızlığa tahammülsüz kadim halkının bıraktığı miras olsa gerek.

M.Ö. 2. binden itibaren Batı Anadolu'da varlıkları bilinen, Hitit metinlerinde, Tevrat da, Mısır Hiyerogliflerinde adları geçen Karyalılar, Anadolu'nun yerli halkı Luvilerin devamı olarak kabul edilir. Luvi dilinde Karuwa olan adı, Hitit metinlerinde Karkiya, İran kayıtlarında Karka olarak geçen; halkına Kar, ülkelerine Karya denilen Anadolu'nun bu kadim ulusunun ismi 'Uç ülke' ya da 'Doruklar ülkesi' anlamına gelmekle beraber; dilleri olan Karca, henüz tam olarak okunabilmiş değil.

Antik çağ yazarlarına göre Karyalılar adlarını kurucusu olan kahramanları Kar'dan almışlar. Başkentleri Milas'da bulunan Karya Zeus'una ait tapınak, (Zeus Karios) Karya birliğinin ortak tapınım alanı olarak birliğin birleştirici dini merkezi olmuş. Bu kutsal alana sadece kardeş halk olarak gördükleri Mysialılar ve Lidyalıların kabul edildiğini, başka soydan olanların Karya dili konuşsa bile bu tapınağa alınmadığını vurguluyor Heredot. Bunun nedeni olarak; Mysia'nın kurucusu Myros ve Lidya'nın kurucusu Lydos'un Kar'ın kardeşleri olmasını gösteriyor.

Karyalı bir baba ile Helen bir anneden doğan, tarihin babası Heredot'un anlatımlarına kadar Karyalılarla ilgili çok fazla bilgiye rastlanmazken; savaşçı kimliklerini öne çıkaran buluşlarını, savaş miğferlerine sorguç ekleyenlerin, o zamana kadar omuza asılan kalkana kulp takanların ve kalkanların dış yüzünü resimlerle ilk süsleyenlerin Karyalılar olduğunu öğreniriz Heredot'dan.

M.Ö. 545 yılına kadar bağımsızlıklarını koruyan Karya kentleri, 545 yılında tüm Anadolu'nun Pers egemenliğine girmesiyle bağımsızlıklarını kaybederek, Karka Satraplığı adı altında Pers İmparatorluğunun idari birimlerinden biri haline gelirler."
(arkeorehberim.com)

Tarihini okuduğunuz bu kadim uygarlığın kurulduğu, yaşadığı ve bugüne kadar yaşatılan kültürlerini yerinde görmek için ankarahiking, Kafka ve Alternatif Trekking'in ortaklaşa düzenlediği turla, uzun ama rahat bir yolculuktan sonra Marmaris-İçmeler'e vardık. Otele yerleşip kahvaltımızı yaptıktan sonra İçmeler-Turunç arasını yürümek üzere yola koyulduk. Zorlu bir tırmanışla tepeye ulaştığımızda Marmaris ve İçmeler'in kuş bakışı görünümü harikaydı. 10,5 kilometrelik yürüyüşün sonunda ulaştığımız Turunç da hayal kırıklığı yaşadım. Yıllar önce biri denizden tekneyle, diğeri toprak yolda zorlukla gerçekleştirdiğim Turunç yolculuklarımdan zihnimde kalan görüntülerden eser yoktu; tek-tük yöresel evler yok olmuş ve Turunç adeta beton bir kasabaya dönüşmüştü. O zamanlar, genellikle restoran hizmeti veren otel  (adı aynı kalsa da) yeni dev binasıyla şaşırttı beni. Bir kez daha anladım ki, biz tarihi eserlerimizi ve doğal güzelliklerimizi koruyamıyoruz. Korumak bir yana mahvetmekte üstümüze yok-maalesef. Gel de John Bennet'i anma! "Doğaya  hoyratça davranan toplumlarda insanlar arasındaki ilişkiler de hoyratça oluyor." diyen Bennet'i. Bilmem anlatabildim mi? Belki de birkaç yıl sonra bu gördüklerimi tekrar göremeyebilirim diye, bol bol fotoğraf çektim, videoya kaydettim. İşte onlardan biri:




İkinci gün;  Turunç - Amos - Kumlubük etabını yürüdük. Bu etabın inişi zorluydu. İniş sonunda Amos antik kentinden geriye kalanları görebilmek için bir hayli fazla olan merdiven basamaklarını tırmanarak Amos Tepesi'ne çıktık. Hava sıcaklığı 27 dereceydi. Terden sırılsıklam bir halde seyir terasından izlediğim manzaranın güzelliğini hafızama kazımak için uzun bir süre turkuaz denize ve çevresindeki yeşil dağlara bakakaldım. Yeşil-mavi uyumunu çok severim ve bu uyum  büyüler beni. Amfitiyatroyu gezerken, geçmişi 2 bin 200 yıl öncesine kadar uzanan bu yerde oturup hayali oyunu izledim. Rodos Birliği'nin önemli kentlerinden Amos, Helen dilinde "Ana Tanrıça Tapınağı" anlamına geliyor.
Helenistik döneminde 'Samnaios' adıyla bilinen Apollon, bu kentin baş tanrısı sayılıyor. Tepe üzerinde kurulan kentin etrafı 1,8 metre kalınlığında ve 3,5 metre yüksekliğinde kulelerle desteklenmiş surlarla çevrilmiş. Helenistik devirden Doğu Roma dönemine kadar sürekli yerleşim gören kentin, ayakta kalan en önemli yapısı tiyatrosu.



Amos amfitiyatrosu

Amos amfitiyatrosu



Amos tepesinden bir görünüm

Tepelerden inişte ve Amos Tepesinden olmak üzere farklı yönlerden seyrettiğim Kumlubük, SİT alanı ilan edildiği için şimdilik bakirliğini koruyan bir koy olarak bizlere tüm güzelliğini sergiledi. Görülmesi ve turkuaz denizinde yüzülmesi gereken çok özel bir yer.



Kumlubük

Kumlubük

Üçüncü gün en uzun yürüyüşümüzü yapmak için erkenden kalktık. Kahvaltı sonrası parkur başlangıcı olan Kumlubük'e geldik ve 17,5 kilometre sürecek Kumlubük-Syrna -Bayırköy etabını yürümeye, daha doğrusu tırmanmaya başladık. Hava sıcak mı sıcaktı. Karya'nın derinliklerine gireceğimiz için yanımıza bol miktarda su aldık. Dehidrasyona karşı bol su içmek zorundayım. İnişli çıkışlı, yer yer taş döşeli orman içi patikalarda yürürken bir Altar(sunak) taşına rastladım. Defne, ardıç çamı ve yerel dilde ''delice'' denilen yabani zeytin ağaçlarının arasında ve kekik kokuları eşliğinde yürüdük. Eski bir kilise kalıntılarına vardığımızda, cep telefonlarımız komşu Yunanistan'dan (Simi Adası) sinyal almaya başladı. Yurtdışı tarifesi ödememek için telefonlarımızı kapattık. Güzel bir yerde yemek molası verdiğimizde, peynir-ekmek ve elmadan oluşan yemeğimi yerken,aynı zamanda sivrisinekleri beslediğimin farkına vardım. Onları isteyerek beslememiştim; ama kovmak için geç kalmıştım, doymuşlardı bile. :)

Tepeden tepeye yürürken aşağıda gördüğümüz Çiftlik Koyu ve önündeki minik ada manzarası çok güzeldi. Fotoğraf çekimi için durduk. Biraz dinlendik. Manzaranın keyfini çıkardık.


 Altar(Sunak taşı)

Çiftlik Koyu



Ardıç çamı




Yürüyüşün sonu olan Bayırköy'e (Antik Syrna kentinin üzerine kurulmuş) vardığımızda köy meydanında bulunan 1880 yaşındaki yaşlı çınar karşıladı bizi ve serin gölgesinde yer verdi. Köyde yapılan köpüklü ayranı içip, otlu gözlemeyi yedikten sonra köyü keşfe çıktım. Kızlar Çeşmesi'nden su içip, yüzümü yıkadım. Köyün yerel mimarisini yansıtan evlerin fotoğrafını çektim. Daha da önemlisi, oksijeni bol temiz havasını soludum. Akşam gün batarken aracımıza bindik ve otele döndük; köyün havasına, suyuna doyamadan.


Dördüncü gün, yola çıkmadan önce Gökova'nın en güzel yerleşimlerinden biri olan Akyaka'ya uğradık. Bir yanında sıra sıra okaliptüs ağaçlarının eşlik ettiği, ortasında sazlıkların oluşturduğu adacıklar bulunan, suyu buz gibi soğuk akan Azmak Çayı'nda yarım saat süren tekne turu yaptık. Öğle yemeğini müteakip geriye dönüş yolculuğumuz için otobüslere bindik. Mutluydum, hem de çok! Çünkü tarihi ve doğal güzellikleri bir arada yaşamıştım. Ne muhteşem bir duygu bilir misiniz?

M. Celaleddin-i Rumi biliyormuş. Biliyormuş ki, 13. yüzyılda şöyle demiş. Ve ben bu sözlerle seslenmek istiyorum sizlere:

"Gelin, bağa yeşiller kuşanan doğayı görün
 Her köşede bir çiçek dükkanı açan doğayı görün
 Güller gülerek sesleniyor bülbüllere:
 Susun, susarak doğayı görün."

Duruyor musunuz hala! Haydi doğaya. Doğada yaşamın keyfini sürmeye..


Azmak Çayı





Tüm bu güzellikleri yaşamamıza aracılık eden rehberimiz Nedim Yılmaz'a ve trekkingin bir grup sporu olduğunu unutmadan, birlik ve beraberlik içerisinde hareketlerinden, grup uyumlarından ve bu nedenle de yürüyüşü sorunsuz bir şekilde tamamlamalarından dolayı tüm arkadaşlarıma  teşekkürler. Her şey birlikte güzeldi.



Blog yazılarını keyifle takip ettiğim, yürüyüş öncesi Karyalılarla ilgili bilgileri edindiğim blogger arkadaşıma da teşekkürler.. Karyalılarla ilgili daha fazla bilgi için linki tıklayınız:
http://www.arkeorehberim.com/2017/02/adil-ve-savasci-bir-halktan-efeler-diyarina-karya.html



2 yorum:

  1. Tarihi ve doğayı gerçek anlamda tanıyıp, duyumsayabilmek için insanın fiziksel gücü yetiyorsa, bu tür tematik yolları adımlamalarına taraftarım ben de. Turunç hakkında izlenimlerini okuyunca üzüldüm. En son 12-13 yıl önce tatilimi geçirmek için gidip bakir doğasına ve denizine hayran olduğum yerlerden biriydi. İşte sırf bu yüzden hafızamda güzelliklerle yer eden yerlere yıllar sonra gitmekten korkuyorum. Yapılan tahribatları daha fazla fark edip, kıyaslamak daha çok üzüyor insanı. İzlenimlerin; hissederek ve kıyaslanarak aktarıldığı çok güzel bir yazı olmuş. Nice yürüyüşlere ve paylaşımlara diyorum. Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, Sevgili arkeo rehber. Anadolu Uygarlıklarını tanıtan nice paylaşımlarınıza ve benim de o yazıları okuyup nice yürüyüşlerime diyorum ben de. :)

      Sil