9 Kasım 2016 Çarşamba




 DEDİKODUYA DAİR KISA BİR DEDİKODU :)






Dedikodu, nam-ı diğer gıybet... Adı bile ürkütüyor değil mi? Ürkütücülüğü, olumsuz anlam ifade etmesinden, ya da  dedikoduya maruz kalma düşüncesinden kaynaklanır. Korkarız dedikodudan; ama insan korkmakla kendisine gelecek zararı, tehlikeyi önleyemez. Zira eskilerin deyimiyle; "korkunun ecele faydası yoktur." Hal böyle iken, korkudan korkmayı bir kenara bırakır, rahatça dedikodu yaparız. Ha ben yapmıyorum, diyebilirsiniz; ancak söylediğiniz şey, inandırıcılıktan uzak bir söylem olur. Söylediğinize kendiniz bile inanmazsınız; çünkü dedikodu, özel ve yakınlık içeren bir insan davranışıdır. Aslında bir iletişim biçimidir. Hayatımızdaki insanlarla - bazen olmayanlarla da- gündelik gelişmeleri tartışmaya, birilerini çekiştirmeye veya kınamaya yönelik sosyal bir araçtır dedikodu. İnsan sosyal bir varlık olduğuna göre, dedikodu yapmak sosyal bir olgu olarak karşımıza çıkar her halükarda. 

Bu girişten sonra dedikoduyu savunduğum sanılmasın. Aksine, dedikodudan hoşlanmadığım gibi, yapılan ortamlardan da uzaklaşırım. Çünkü  "benimle dedikodu yapan, benim dedikodumu da yapar." sözünün gerçekliğine inanırım.
  
BBC Dergide okudum: Dedikodu bazen kötücül olsa da bilim insanları dedikodunun toplumu birleştiren bir tür tutkal olarak olumlu bir işlev gördüğüne işaret ediyor. Filozof Julian Baggini ise dedikodunun "diğer insanları ahlaki olarak değerlendirme, insanların yaptıklarıyla ilgili doğru, yanlış, iyi, kötü gibi yargıda bulunma" anlamına geldiğini ifade ediyor. Bir başkası hakkında yargıda bulunma hakkını hangi duygu veriyor bize? Kıskançlık mı? Kıyaslama mı? Hırs mı? Kendini ispat mı? İtibarı eksiltme mi? Yoksa bunların tümü mü? Saydıklarım her insanda varolan duygular. Yani insani duygular. Dolayısıyla  bu duygulara sahip her insan -erkek, kadın farketmez- dedikodu yapma potansiyeli taşır içinde. Yeri ve zamanı geldiğinde mevcut potansiyel enerji şu ya da bu şekilde açığa çıkar. Açığa çıkan enerjinin büyüklüğü ve yıkımı, içinde biriktirdiklerinin büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Ne kadar acı çekmişsen, ne kadar üzülmüşsen, ne kadar yıkıma uğramışsan o kadar karşılığını verirsin. Ne kadar? O kadar.

Dedikodu yapmak, bütün dinler tarafından yasaklanmasına rağmen nasıl ve ne zaman ortaya çıktığına dair kesin bilgiler bulunmamakta. Ortaya atılan bazı tezler ise insanlık tarihiyle ilgili ilginç ipuçları veriyor. Dedikodunun gelişmesinde, insanların birbirinin bitini temizlemesi ve ateş yakmayı öğrenmesinin özel bir yeri olduğuna inanılıyor. Ve tabii ki, dedikodunun gelişmesi için dil (konuşma) gerekiyor. Dedikodunun tarihinin insanlığın konuşmaya başlamasından daha eskiye dayandığı söylenebilir. Çünkü dedikodu yapmak için el hareketlerimizi, gözlerimizi, yüz mimiklerimizi ve bedenimizin birçok bölümünü kullandığımız inkar edilemez.


Prof. Dr. Bengi Semerci, dedikodu, söylenti için şöyle diyor Sabah Gazetesi'ndeki yazısında:

" Dedikodular, söylentiler...Yaşamda uzak kalamadığımız, yakındığımız, kızdığımız ama bir şekilde içinde olduğumuz sosyal olgu. Kimi zaman kurban, kimi zaman fail olarak yer aldığımız ilişki biçimi. Bazen doğrusunu anlatmak için ruh sağlığımızı yitirdiğimiz, bazen uğruna yaşamaktan vazgeçtiğimiz, bazen şiddetle yalanladığımız, bazen de yalanlarken kabul edip övündüğümüz."

Şurası bir gerçek ki, eskiden iletişim araçlarının olmadığı ya da az olduğu dönemlerde dedikodu bir iletişim aracı, insanların birbirlerinden haber alma yöntemi olarak kullanılmış. Toplum içinde yaşayan insanların birbirlerini tanımak, meraklarını gidermek için oldukça masum bir yöntem olarak gözüküyor. Kabul. Peki ya günümüzde? Son derece gelişmiş iletişim araçlarının varlığına ve dünyanın bir ucundan diğer ucuna saniyelerle haberleşme sağlanırken insanoğlu hala neden dedikodu yapıyor? İşte sorunun cevabı. Prof. Dr. Semerci'ye göre; " Hızla gelişen teknolojinin sağladığı yöntemler çıktı. Ama insan psikolojisi bu denli hızla değişim gösteremediği için, dedikodu ve söylentiler devam etti, ediyor." Öyle anlaşılıyor ki, insan varoldukça da devam edecek. 


"Bu en eski iletişim yöntemini, büyük organizasyonlar da hala kullanmaktadır. Bazen olumlu bazen olumsuz etkilerinden yararlanılır. Bir yalan öykü, bir söylenti ve bunların yayılan dedikodusuyla yerini kaybeden liderler, politikacılar tarihin yaprakları arasında bulunabilir. Yine aynı yapraklarda kargaşaya sürüklenmiş toplum öyküleri de bulabilirsiniz. Biraz derine inince görürsünüz ki, her şey bir söylentiyle başlamıştır."

(Prof. Dr. B. Semerci)

Dedikodu deyip geçmek mi lazım? Yoksa geçmemek mi? Bu biraz karakterinizin gücüne, biraz dedikodunun niteliğine, biraz da söylentinin toplumda yarattığı etkiye bağlı olabilir. Ama ben diyorum ki, yaşamı süresince dedikodudan çok çekmiş Mevlana Celaleddin-i Rumi' nin sözüne  kulak verelim.

"Aldırma söylenenlere: Varsın, görenler seni bir ot sansın. Sen gül ol da, uğruna ötmeyen bülbül utansın."






2 yorum:

  1. Mevlana'nın sözüne bayıldım :) Yine harika bir yazı olmuş, emeğine, ellerine sağlık ...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Okuyan gözlerinize sağlık sizin de...

      Sil