EİNSTEİN' İN TÜRKİYE SEVDASI...
1949 Kasım' ında, Amerika' da Princeton Üniversitesi' nde öğretimini sürdüren Münir Ülger' le yüzyılın büyük dahisi fizik bilgini Einstein arasında, üniversite koridorlarında tesadüfen ama oldukça manidar bir sohbet geçer.Ülgür' ün Türk olduğunu öğrenen Albert Einstein, Ata' yı kastederek "Biliyor musun" der; "Dünyanın en büyük liderine sahipsiniz." Ülgür, dahinin bu sözlerinden gurur duyar. Sohbetin sonundaysa Einstein şok sayılacak bir durumu daha hatırlatır.
"Atatürk, 1930' larda, Türkiye' deki üniversitelerde ders vermem için davet etmişti, ama olmadı!" Ülgür bu kez çok şaşırır, hayret eder, bir fırsatın kaçırılmış olmasından dolayı da buruklaşır. Ve gerçek, aslında öykü içinde öykü, yıllar sonra Başbakanlık arşivlerinde tesadüfen ortaya çıkan bir belgeyle aydınlanır. 1930' larda Yahudi Nüfusu Koruma Birliği Şeref Başkanı sıfatıyla Albert Einstein, Ekselansları hitabıyla Ata' ya bir mektup yazmış ve bu mektupta Almanya' da Nazi çizmesi altında tedirgin olan, kapana kısılan 40 kadar bilim adamının hiçbir ücret talep etmeksizin Türkiye' de ders verebileceğini yazmıştır. Ve hayret ki, yüzyılın başından beri dünyanın kafasını teorileriyle karıştıran, kimilerinin dahi, kimilerinin şeytan diye tanımladığı, fotoğrafları insanda gülme isteği uyandıran Albert Einstein' in bu mektubu, dönemin Başbakanı İsmet İnönü' nün önüne gelmiş, ailece bilime, fiziğe, kimyaya merakı bilinen İsmet Paşa mektubu Eğitim Bakanı' na havale etmiş, ardından mektubun üzerine " Teklif şartlara uygun değildir, kanunlarımız müsait değildir" notu düşülmüştür.
Peki " Yüksek seviyede bir insani faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi ifade etme cüretini buluyorum" diye biten mektubun üzerine "uygun değildir" diye yazılmasına rağmen, nasıl olur da aynı tarihlerde Yahudi bilim adamları Türkiye' ye gelir? Durum sonra anlaşılır; 1933' te üniversite reformu üzerine çalışmalar yapan Gazi' nin devreye girmesiyle, yani mektuptan haberdar olmasıyla söz konusu bilim adamları Ankara ve İstanbul üniversitelerine akın akın gelmeye başlarlar. İşte Einstein' e davet de tam bu dönemde yapılır. Davete kendisi katılmasa da meslektaşlarını gönderen Einstein, böylece sadece 40 Alman bilim adamının değil, Türkiye' nin de kaderini bir mektupla değiştirmiş oluyordu. Bu dahilerin dahisi, Türkiye' ye şöyle bir dokunmuş, çehresini değiştirmişti..
Ya gelseydi, kalsaydı?
Nebil Özgentürk - Türkiye' nin Hatıra Defteri (1923' ten Günümüze)
DenizKültür Yayınları No: 25
Atatürk'e dair güzel bir anıyı paylaşmışsınız. Ata'ya dair dinlediğim, okuduğum her anı, O'na duyduğum sevgi ve saygıyı daha da büyütüyor. Elinize, emeğinize sağlık...
YanıtlaSilAtatürk sevgisi içimizde her daim var olacaktır. Bugün, kadın olarak toplumda erkeklerle eşit haklara sahipsem(kanunlar nezdinde) bunu Atatürk' e borçlu olduğumu biliyorum. Keşke herkes bilebilseydi.
SilTeşekkür ediyorum, sizin de okuyan gözlerinize sağlık...
Teşekkürler kafama yatan bir blogun ve yazılarınız var.Ellerinize sağlık
YanıtlaSilEinstein'in dahi olduğunu düşünmüyorum. Birbiri ile direkt bağlantılı 2 sebepten dolayı.
YanıtlaSil1. son 300 yıldır artan oranda para ve paranın yardımı ile medya gücü yahudilerin elindedir. Bu pra ve medya gücü ile istedikleri insanı ön plana çıkarma, istedikleri insanıda karalama güçleri vardır. Dünya bunların medyasından öğreniyor herşeyi. Çarpıcı Örnek: 2008 krizini sadece yahudi Roubini bilmiş gibi pazarlanıyor ama gerçekte Roubini başka ekonomistlerden öğrendiğini pazarlamıştır. Önceden görmemiş, görenlerin bilgisini sahiplenmiştir. Bunun ispatıda 2008 den sonraki hiç bir gelişmeyi öngörememiş olmasıdır. Roubiniyi ön plana çıkaran yahudi medyasıdır.
İkincisi ise, Einstein patent bürosu bilim servisinde çalışmaktadır. Dahi bilimadamları buluşlarını ilk patent bürosuna sunmaktadır ve dünyada ilk görenlerden biride Einstein dir. Hali ile bu bilgileri arkasındaki yahudi gücü sayesinde sahiplenmiş olması son derece ihtimal dahilindedir. Buluşların teorilerin gerçek sahipleri seslerini duyuramamışlardır. Aynı Roubini olayında olduğu gibi...