Tatilde Kaş' a gitmeye karar verdiğimde, on yıl önceki halini düşünüp bu süre içinde nasıl bir değişikliğe uğramış olabileceğini ve neyle karşılaşacağımı bilmiyordum doğrusu. Ama tarihi ve doğal güzelliklerimizi hoyratça tahrip etme, bu güzellikleri daha fazla rant uğruna heba etme alışkanlığımız düşünüldüğünde, fazla bir hayal kırıklığı yaşamadım diyebilirim. Kaş' ta değişim gerçekleşmişti ama bu değişim olumlu yöndeydi; gökdelen misali oteller yapılmamıştı, otellere ait parsellenmiş plajlar yoktu. En önemlisi de sahil, leb-i derya yapılarla kapatılmamıştı şimdilik. Ancak bir dil gibi denize uzanmakta olan Çukurbağ Yarımadası için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim maalesef. Dilin üzerinde yükselen diken gibi beyaz beyaz evleri görmek, dikenler size batmasalar dahi canınızı yakıyor...
Eğer tatilinizi Bodrum, Çeşme gibi gece hayatı renkli, hareketli, eller havaya şeklinde geçirmeyi tercih ediyorsanız, bu yazıyı zahmet edip okumayın. İlginiz dışında kalacaktır çünkü. Ama huzur içinde, sakin, dingin bir tatilse tercihiniz okumaya devam edin.
Likya' nın önemli kentlerinden olan Kaş, Orta Likya' da eski Antiphellos kenti üzerinde kurulmuş. Sırtını batısında bulunan Akdağ' a ve doğusunda bulunan Bey Dağ' ına yaslamış olan Kaş, adeta yükseklerden denize bakmakta ve tam karşısında bulunan Meis adasına gözcülük etmektedir. Hani bir zamanlar St. Jean Şövalyelerinin koruduğu, buradaki kızıl kayalardan ötürü adaya verdikleri Chateau-Roux (Kızıl Şato) adıyla da bilinen Meis adasına. Belki de Kaş arkasını dağlara yaslamanın verdiği güçle bugüne dek kimseye boyun eğmemiş, dimdik ayakta kalmış ve kentin gelişigüzel genişlemesine izin vermemiştir. Dağlara boyun eğdiremedikten sonra genişlemenin mümkün olamayacağını görmek beni mutlu etti ayrıca. Galiba olan Çukurbağ Yarımadası' na olacak. Dilin üzerinde yapılaşma için yer kalmayınca, umarım o güzelim denizi doldurup yer kazanılmaya çalışılmaz. Ne de olsa Yarımada' nın arkası güçlü değil, arkasında yüce dağlar yok!.
Kaş merkezde bulunan adı gibi her yanı pembe-mor begonvillerle çevrili otele yerleştiğimde, tertemiz, beyaz yatağın üzerine serpiştirilmiş begonvilleri görmek kendimi özel hissetmeme neden oldu; küçük ama anlamı büyük ve hissettirdiği duygu yoğun olan bir jestti. Odanın penceresinden ve balkondan lacivert suları izlemek, gece Meis Adası' nın ışıklarına bakıp hayallere dalmak, uzaklara çok uzaklara gitmek bile insanı rahatlatıyor, daha denize bile girmeden. Kaş' ta bulunan otellerin neredeyse tümü oda kahvaltı hizmeti veriyor. Bu nedenledir ki, restoran sayısı oldukça fazla. Bence iyi de olmuş; hem oteller, hem restoran sahipleri hem de diğer esnaf kazanıyor. Tatilciler için de her şey dahil otellerdeki otele bağlı kalmak zorunluluğu olmadığından kendinizi daha bir özgür hissediyorsunuz. Balık yemek isteyenler için "Bahçe Balık" restoranı, ev yemekleri ve lezzetli zeytinyağlıları yemek isteyenler için de "Mama' s Kitchen" i önerebilirim. Ayrıca meydanda yediğim kumpir de harikaydı diyebilirim.
Genelde kayalık olması nedeniyle Kaş' ta plajların az olduğu düşünülür. Oysa, Kaş-Kalkan yolu üzerinde bulunan "Kaputaş Plajı" en güzel plajlarımızdan birisidir. Merkezde bulunan "Büyük Çakıl", "Küçük Çakıl" ve "Akçagerme" plajları da çok güzel. Küçük Çakıl' da kaynak suyu çıkması nedeniyle deniz suyu biraz soğuk. Üşenmezseniz eğer, her gün deniz dolmuşu yapan teknelerle Kaş' a 20 dakika uzaklıkta bulunan, benim çok çok beğendiğim, "Limanağzı Koyu" na da gidebilirsiniz. Koy akvaryum gibi, deniz suyu sıcak ve tertemiz. Bakınca rengarenk balık sürülerini, deniz taraklarını görebiliyorsunuz. Şezlongunuza uzanıp deniz dalgalarının muhteşem senfonisi eşliğinde kitabınızı okuyabilirsiniz, ya da kendinizi senfoniye kaptırıp kafanızı boşaltabilirsiniz. Keyif sizin...
Kaş' ın havasından da söz etmek gerek. Ege' nin serin sularıyla Akdeniz' in sıcak sularının kucaklaştığı yerde bulunan Kaş, hafif rüzgarlı ve Akdeniz' de bulunan diğer kentlere göre daha az nemli havasıyla insanı bunaltmıyor. Akşamlarının serin havasına ise doyum olmuyor. Şöyle de anlatabilirim havasını; güneş alerjisi olan dünyadaki şanslı insanlardan biri olduğumdan tatilimi en az hasarla tamamladım diyebilirim. En azından şimdilik kortizon iğnesi yaptırmam gerekmiyor. :) Yani diyeceğim o, ki Kaş' ta güneş bir başka ısıtıyor, aydınlatıyor, daha az yakıyor... Her güzelin bir kusuru olurmuş ya, tekneyle giderken martıların tekneyi izlemelerini görememem, çığlıklarını duyamamam da eğer kusur sayılırsa Kaş' ın kusuru denilebilir. Çünkü martılar yok. Bu da, Kaş' ın nazarlığı olsun, ne diyeyim?
Kitap okumayı seven biri olarak, kaldığım oteldeki hatırı sayılır sayıda kitapların bulunduğu kütüphanenin olması, gittiğim her beach' te gördüğüm kitaplıklar beni oldukça şaşırttı. Bu durum Kaşlıların okumaya, gelişmeye verdikleri önem ve değerin göstergesi bence. Bundan dolayıdır ki, gerek kent merkezinde gerekse beach' lerde sizi göz ve sözle rahatsız edecek magandalara rastlamadım. Rahatsız edilmeden tatilinizi yapabiliyorsunuz kısacası.
Kaş' a gelip Kekova' ya gitmeden olmaz. Tekne ile gidip bu dünya harikası yeri görüp de batık şehre hayran kalmamak mümkün değil. İyi bir yüzücüyseniz, batıklar arasında yüzmenin yanı sıra tarihi de soluyabilirsiniz. Ayrıca Kaş trekking, dağcılık ve dalış için de ideal bir yer. Yamaç paraşütü yapıldığına da tanık oldum. Paraşüt inişleri için limandaki mendireklerden biri gündüz yayalara kapatılmış valilik kararıyla.
Kaldığım otel aile işletmesiydi ve konuklarla yakından ilgileniyorlardı, Aslan Bey ve eşi Serap Hanım. Otelde kaldığım süre içinde kendimi evimde gibi hissettim. Kahvaltıda yediğim Adem' in yaptığı güzel keki de unutmamalıyım. Annemin kekini aratmıyordu doğrusu; görünüm ve tat olarak... Her şey çok güzeldi ve çok memnun kaldım. Seneye buluşmak üzere, bedenim ve ruhum dinlenmiş olarak, hem de huzur içinde evime döndüm: Evim evim, güzel evime...
Fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder