30 Temmuz 2014 Çarşamba




SABIRSIZ  YÜREK


Ne yazacağımı bilmeme rağmen, nereden ve nasıl başlayacağım konusunda tereddütlüyüm doğrusu. En iyisi içimden geldiği gibi yazmak. Bir kitapta okumuştum, yazar romanına şöyle başlamıştı:" Bir kitap okudum ve tüm hayatım değişti." Bu kadar olmasa da okuduğum son kitap beni allak bullak etti. Kitap bitti, etkisi ise sürüyor. Nasıl sürmesin ki? Acımak, merhamet gibi insani duyguların dizginlenemediği takdirde, başka bir insanın yıkımına, hatta ölümüne sebebiyet verebileceğini, acıma duygusunun insanı çatışmadan çatışmaya sürükleyebileceğini okuduktan sonra, " Acıma, acınacak hale düşersin" sözünün doğruluğuna bir kez daha inandım.

Bu girizgahtan sonra umarım, merakınızı uyandırmayı başarmışımdır. Romanın adını ve yazarını yazmadan önce şunu belirtmeliyim; 
Tarihi kişiliklerin biyografilerine olan düşkünlüğüm nedeniyle, biyografi yazarları hakkında geniş bir araştırma yaparken tanıştım Stefan Zweig' le ve odur budur ondan, kitaplarından vaz geçemedim, tanışıklığı tek taraflı da olsa dostluğa çevirdim. Evet, beni etkileyen kitap, Freud' un öğretisine derin bir ilgi duyan Stefan Zweig' in psikolojik romanı "Sabırsız Yürek" tir. Can Yayınlarından çıkan kitabın adı bu olmakla birlikte,ülkemizde daha önce Acımak, Merhamet gibi isimlerle de yayınlanmıştır. Ben, Can Yayınlarının Zweig çevirilerini daha çok beğeniyorum. Ve Sabırsız Yürek Romanı Edebiyat çevrelerince bir başyapıt olarak kabul edilmesinin yanı sıra kült roman olarak da değerlendirilmektedir. İlginizi çekebildiysem eğer kısaca romanın konusuna geçebilirim.

Hikaye 1913 yılında Macaristan sınırında bulunan küçük bir kasabadaki garnizonda başlar. 25 yıl sonra hikayeyi anlatan bizzat Anton Hofmiller' dir. Kendisi, Avusturya- Macaristan Ordusunun bir süvari alayında teğmendir ve kasabadaki garnizonda görevlidir. Birgün kasabanın ileri gelenlerinden, milyoner Kekesfalva' nın yeğeni İlona' yı görür ve etkilenir. Eczacı arkadaşı aracılığıyla Kekesfalvaların evine davet edilir ve orada hem yeğen İlona' yla hem de Kekesfalva' nın kızı Edith ile tanışır. Zengin yemek menüsü Hofmiller' in başını döndürür. İçtiği kaliteli şarapların ve çalan müziğin etkisiyle masa başında bulunan kadınlarla uzun süre dans eder. Gecenin sonuna doğru ev sahibinin kızı Edith' le dans etmediğinin farkına varır ve Edith' i dansa davet eder.( İşte bu an çok önemlidir. Çünkü roman Edith ile Anton Hofmiller' in romanıdır.) Teğmenin görmediği, bilmediği ise Edith' in felçli ve tekerlekli sandalyeye mahkum oluşudur. Dans daveti alan ancak bu davete icabet edemeyecek olan Edith, teğmenin anlam veremediği bir şekilde ağır bir sinir krizi geçirir. Hofmiller, kızın felçli olduğunu öğrenice de, duyduğu utançla, haber vermeksizin evden kaçar gibi ayrılır. Romanda Hofmiller bu kaçışı şöyle değerlendirmektedir: "İşte her şeyi başlatan uğursuz hatam buydu. Aradan geçen uzun yıllardan sonra, talihsiz yazgımı başlatan bu saçma olayı sakin bir kafayla bugün yeniden düşününce, böylesi bir hataya düştüğüm için kendimi suçlamıyor, hatta tamamen suçsuz buluyorum.En akıllı, en deneyimli insanlar bile aynı "gafı" yapabilir, sakat bir kızı bilmeden dansa kaldırabilirler. ancak o zamanlar olayın ilk şoku içinde , kendimi yalnızca iflah olmaz bir beceriksiz olarak değil, kaba patavatsızın biri, bir suçlu olarak da görüyordum. Sanki suçsuz, zavallı bir çocuğu kırbaçlamıştım."  İşte bu suçluluk ve acıma duygusuyla Hofmiller , o gecenin sabahında Edith' e kocaman bir çiçek buketi gönderir, kendisini bağışlayacağını umarak. Tekerlekli sandalyeye mahkum olan Edith, çiçeklere çok sevinir, teğmeni affeder. Hofmiller buna o kadar çok sevinir ki şöyle der: " Öylesine mutluluk doluydum ki, içimden şarkı söylemek, ya da herhangi bir çılgınlık yapmak geliyordu. Kişi ancak başkaları için de bir değeri olduğunu anladığında varlığının anlamını ve önemini kavrayabiliyordu." Artık, Hofmiller sık sık Kekesfalvaların evini ziyaret etmektedir. Bu ziyaretler hem İlona hem de Edith' le aralarındaki ilişkiyi geliştirir ve üçünü birbirlerine yakınlaştırır. Öyleki, Hofmiller' in başlangıçta İlona' ya duyduğu ilgi, tutkulu heyecan, yerini başka bir şekilde olsa da zavallı sakat kıza bırakır; bir hastaya duyulan acıma duygusu ve şefkat duygusu. Daha çok genç olan Edith ise Hofmiller' in yakınlığından etkilenerek, umutsuzca ona aşık olur ve gururunu ayaklar altına alarak aşkını ona itiraf eder. Aslında Edith' in  bu tutkulu aşkını, Hofmiller' den başka evdeki herkes biliyordur. Kızına son derece düşkün olan Kekesfalva, kızının tüm kaprislerine katlanmakta birgün yürüyebileceğini ümit etmektedir. Bu nedenle Dr. Condor' a yüklü ödemeler yapmaktadır. Dr. Condor' dan kızının durumuyla ilgili net cevap alamayan Kekesfalva, doktorun bir yabancıya gerçeği söyleyebileceğini düşünerek, bu konuda Hofmiller' den yardım ister. Hofmiller, doktordan Edith' in iyileşemeyeceğini öğrenir, ama cevabı heyecanla bekleyen babanın perişan ve üzgün halini görünce zayıf yanı olan acıma duygusu baskın çıkar ve Kekesfalva' ya yalan söyleyerek hem babasını hem de kızını kandırır. Edith artık yalnız kendisi için değil, teğmen için de iyileşmek istemektedir. Yeni tedavi gibi gösterilerek, eski bir tedaviyi uygulamak için İsviçre' ye gitmeye ikna edilir Edith, doktoru ve Hofmiller tarafından. İyileşeceğinden güç alan Edith İsviçre' ye gitmeden önce bir oldu bittiyle Hofmiller' in parmağına nişan yüzüğünü geçirir, şahitlerin huzurunda. Hofmiller, malikaneden ayrılıp arkadaşlarının oturduğu bara uğradığında nişan duyulmuştur bile. Gerçeği kendisine sorduklarında nişan yüzüğü parmağında olduğu halde, nişanı inkar eder, arkadaşlarının kendisiyle alay edeceğini bildiği için.  Yaptığının bir süvari subayının şerefiyle bağdaşmadığını düşündüğünden, inkar konusunu albayla görüşür. Skandal çıkmasını istemeyen albay,  Hofmiller' i uzak bir garnizona gönderir. Hofmiller Edith' e hiçbir not yazmadan, telefon etmeden kasabadan ayrılır. Ancak Viyana' da aklı başına gelen Hofmiller, doktora her şeyi açıklayan uzun bir mektup yazar. Çünkü doktor evde değildir ve onun da trene yetişmesi gerekmektedir. Dr. Condor, daha önce Hofmilleri  Edith' in duygularına karşılık vermediği takdirde, onun intihar edebileceğini ve bunun da bir suç ve cinayet sayılacağını söylemiş ve  teğmeni uyarmıştır : "Acımak iki yanı keskin bir bıçak gibidir; kullanmayı bilmeyen, elini ve özellikle de kalbini ondan uzak tutmalıdır. Tıpkı morfin gibi acıma duygusu da hasta için sadece başlangıçta bir nimet, bir ilaç, bir devadır, ama dozunu ayarlamasını ve azaltmasını bilmediğiniz zaman, öldürücü bir zehir olabilir.
Acımak gerçekten sınırlanması gereken bir duygudur, aksi takdirde inanın bana ilgisizlikten çok daha kötü zararlara yol açabilir. Bunu doktorlar, hakimler, avukatlar, tefeciler çok iyi bilirler.Eğer bu kişiler kendilerini acıma duygusuna kaptırsalardı, dünyamızın düzeni alt üst olurdu. Acımak tehlikeli, çok tehlikeli bir duygu.
..........................

Acımak-güzel bir duygu! Ama iki tür acıma duygusu vardır. Birincisi duygusal ve zayıf olanı, başka birinin yaşadığı felaketlerden kaynaklanan acı ve hüzünden olabildiğince çabuk kurtulmak için çırpınan yüreğin sabırsızlığıdır. Bu acıma duygusu, aynı acıyı hissetmekten çok, başkasının acısına karşı kendi ruhumuzun içgüdüsel bir savunmasıdır. Diğer tek gerçek acıma duygusu ise, duygusal olmayan, ama yaratıcı olan, ne istediğini bilen; sabırla gücü yettiğince, hatta gücünün bile ötesinde katlanmaya ve dayanmaya kararlı olunan acıma duygusudur."
(Duygusal ve zayıf olan acıma duygusunu yaşayan Hofmiller' dir. Diğer tek gerçek acıma duygusunu yaşayansa tedavide başarılı olamadığı için, görmeyen hastasıyla evlenen ve onun  yaşamını kolaylaştıran Dr. Condor' dur.)

Hofmiller' in nişanı inkar ettiğini ve kaçarcasına kasabadan ayrıldığını öğrenen Edith, bu aşağılanmaya dayanamayarak intihar eder. Kızının ölümüne dayanamayan babası Kekesfalva' da birkaç gün sonra ölür. Yaptıklarından pişmanlık duyan ve kaybedecek bir şeyi olmadığına inanan Hofmiller, Edith' in intihar ettiği gün olan 29 Temmuz' da başlayan Dünya savaşına katılır. Cephede gösterdiği cesaret ve başarılar için 28 yaşında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu' nun önemli nişanlarından biri olan Maria Teresa Nişanı ile onurlandırılır. Savaş bitince Viyana' ya geri döner; aradan dört uzun yıl geçmiştir, olanlar unutulmuştur ve olayı bilenler de ölmüştür diye düşünerek. Kendisi savaşta çok ölüm görmüştür. Acı içinde kıvranarak ölümü bekleyen askerleri hatırlamış, Edith' in intiharından duyduğu suçluluk duygusu kaybolmuştur. Veya kendisi öyle sanmaktadır. Çünkü Viyana operasında Gluck' un Orpheus operasını dinlerken, karanlıkta yanına oturan Dr.Condor ve eşini gördüğünde birinci perde sonrası, onlar kendisini farketmeden çabucak operadan ayrılır ve şöyle der: " Ancak o kaçış bana bir gerçeği, hiç unutamayacağım bir gerçeği hatırlatmaya yetti: Vicdan anımsadıkça, hiçbir suç unutulmaz! "

Ben romanı çok beğendim, bana çok şey kattı diyebilirim. Psikolojik roman okumayı seviyorsanız size iyi okumalar diliyorum.  :)

- Siyah punto ile yazılan satırlar, romandan alıntıdır.





2 yorum:

  1. Tamam pes ediyorum bu kez okuyacağım:)) Bu hafta Stefan Zweig haftası mıdır, ruhum ağır romanlar okumaya dayanamıyor içinde bulunduğumuz durum ve ülkede yaşananlar artık ağır geliyor dedikçe peş peşe Zweig incelemesi yayınladı okumayı sevdiğim iki blog yazarı...Kitap Kurdu ve Sen:)

    YanıtlaSil
  2. Sanırım yansız olamayacağım Zweig konusunda. Çok severek okuduğum bir yazar.. Ağır roman okumak istemiyorsanız ki, haklısınız Zweig' in biyografi yazdığı kitapları var. Adeta biyografisini yazdığı kişiye ruh verdiği ve derin karakter analizi yaptığı. Biyografi yazma konusunda edebiyat çevrelerince neredeyse tek kabul ediliyor. Ben de arkeoloji konusunda bilgilendiğim blogunuzu ve kitaplarla ilgili olarak da Kitap Kurdu' nun blogunu keyifle takip ediyorum.

    YanıtlaSil