30 Kasım 2013 Cumartesi




GÜZELLİK  BAKAN  GÖZDEDİR


" Padişahın biri, Mecnun' un aşkından deli divane olup çöllere düştüğü Leyla' yı çok merak eder. Leyla' nın bulunup huzuruna getirilmesini emreder. Leyla' yı bulup getirirler. Padişah Leyla' yı görünce hayretler içinde kalıp sorar:
- Mecnun' un aşkından deli divane olup dağlara, çöllere düştüğü Leyla sen misin? Senin öyle fevkalade bir güzelliğin olmadığı gibi, sıradan bir kadından hiçbir farkın yok. Hal böyle iken nasıl olur da Mecnun senin için deli divane olur?

Leyla hiç tereddüt etmeden cevap verir:
- Padişahım sus!.. Çünkü sen Mecnun değilsin. Bendeki güzelliği görebilmen için sende Mecnun' un gözlerinin olması ve bana Mecnun' un gözleriyle bakman gerekir, der.

Padişah bu haklı sözler karşısında söyleyecek bir şey bulamaz, susup kalır."
( Nevzat Tarhan, Mesnevi Terapi)


Güzelliğin göreceli bir kavram olduğunu , güzellikte tek tip olmadığını, çeşitlilik olduğunu anlatan güzel bir hikaye. 

Bu hikayede, Leyla,kendisinin ne olduğunun farkındadır ve Mecnun' un kendisini abarttığının bilincindedir. Ama derler ya" aşkın gözü kördür" diye. Bu körlük, sevdiğine hissedilen yoğun duygular nedeniyle, onun kusurlarının görülememesi halidir ki, aksi olsaydı adı "aşk" olmazdı herhalde değil mi?

Gerçekten de güzellik bakan gözdedir, bakmasını bilene...Çünkü," insan kalbinde ne taşırsa dünyayı da öyle görür" der Goethe.


28 Kasım 2013 Perşembe




BİR  "SELFIE"  İSENİZ , DİKKAT !..


Selfie, Oxford Sözlüğü tarafından 2013 yılının "kelime"si seçildi. Selfie' nin Türkçe karşılığı "amatör otoportre çekimi" demek. Tahmin edeceğiniz üzere bugün güncel bir konuyu yazmak istedim.

Çevremde, yakınımda bulunan ergen gençlerin ellerinden düşürmedikleri oldukça pahalı ve çok amaçlı kullanımı olan android ve akıllı telefonlarla durmaksızın fotoğraf çekmelerini, sonra bu fotoğrafları instagram' da paylaşmalarını, aldıkları "like" larla sevinçten havaya zıplamalarını gördüğümde,  bu durumun yalnızca bize özgü olduğunu düşünüyordum. Bütün ergenler, sanki söz birliği etmişçesine aynı pozları veriyorlardı: Ördek dudak, Einstein gibi dil çıkarmak ve uykulu, mahmur gözlerle baygın baygın bakmak. Bir genç, nasıl bu kadar kendini çirkinleştirerek poz verir ya da otoportre çekip sosyal medyada paylaşabilir ve bunu neden yapar diye düşünüyordum. Zaman zaman yakınım olan gençleri de uyarıyordum. Taa ki, Vogue Türkiye Dergisinde Yaprak Aras' ın konuya ilişkin yazısını okuyana dek. İşte o yazıdan seçtiklerim: " Selfie, otoportre anlamına gelen self portrait' tan türetilmiş bir sözcük. Time dergisinin, 2012' nin en çok kullanılan kelimelerinden biri seçtiği selfie' yi, internetin muzip sözlükleri şöyle açıklıyor: ' Kişinin facebook gibi sosyal ağlara koymayı planlayarak çektiği otoportre. Bu karelerde fotoğrafı çekenin kolunu görebilirsiniz. Bu, kişinin fotoğrafını çekecek arkadaşı olmadığına işarettir. Bu insanlar kendi fotoğraflarını kendileri çekip sosyal medyaya koyarak internet arkadaşı edinmeye çalışırlar.' Amaç arkadaş veya hayran edinme...Veya en basitinden "like" alarak kısa süreli de olsa tatmin yaşama, beğenilme, onaylanma.

Selfi' lerin hem çekimi hem de paylaşımı son zamanlarda iyice arttı. Facebook ve Twiter' le başlayan fenomen, Tumbir ve özellikle de İnstagram' ın yaygınlaşmasıyla çığırından çıktı. İnstagram' da selfie etiketiyle arama yaptığınızda karşınıza 14 milyon sonuç geliyor. Bu rakama etiket kullanmayanların dahil olmadığını düşünecek olursak sosyal medyanın hızla bir selfie çöplüğüne dönüştüğünü söylemek yanlış olmaz."

İnsan neden kendi fotoğrafını çeker? Otoportreciler, fotoğrafları kendilerini ifade etme yöntemi ve bazen de bir nevi oyunculuk olarak görüyorlar. Bu konuyla ilgili olarak aynı yazıda, Prof.Dr. Alper Hasanoğlu," Sosyal Medya, çok net bir şekilde var olan bir şeyin görünür hale gelmesini sağlıyor" diyerek selfie fenomenini narsistik kişilik bozukluğuna bağlıyor: " Bu insanlar başarısız narsistler. Başarılı narsistler, iyi kariyerleri ve iyi hayatlarını daha da görünür yapmak için çaba göstermez. Görünür olmayı zaten başarmıştır. Ama hem narsist hem de başarısızsa, üç-beş like ile anlık tatmin yaşarlar." Hasanoğlu, insanın kendini görmek istediğiyle yaşadığı gerçeklik arasında derin bir uçurum varsa depresif, mutsuz ve kıskançlık duygularıyla bezeli hale gelebileceğini söylüyor. " Görünür olarak da bunu ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Ama bu bir kısır döngü. Çünkü bu sanal onaylanmalar kısa sürüyor ve kişi aynaya dönüp baktığında, gerçekte öyle olmadığını biliyor. Gerçek ' ben 'i görse, belki de like etmeyecek."

Selfie' ler, bu yazıyı okuyunca kızabilirler. Ancak, Prof.Dr. Alper Hasanoğlu' nun görüş ve analizlerine katılmamak mümkün değil...Eğer bir selfie iseniz, aman dikkat edin derim! Çünkü, paylaştıklarınız kişiliğinizi ele veriyor. Ördek dudak, uykulu gözler ve dil çıkarmış bir ağız kişiliğinizin deşifre edilmesine değer mi? Düşünün ve karar verin. Çekeceğiniz otoportrenin ışığı ve açısı ne kadar iyi olursa olsun "bir örnek" pozların orijinal olmadığının farkına varacak, gerçek "ben" i göreceksiniz...Sadece birazcık düşünün ve düşünmekten korkmayın lütfen.




26 Kasım 2013 Salı




MEMNUNİYET


Benden zarar gelmez

Kovanındaki arıya

Yuvasındaki kuşa;

Ben kendi halimde yaşarım

Şapkamın altında.

Sebepsiz gülüşüm caddelerde

Memnuniyetimden;

Ve bu çılgınlık delicesine

İçimden geliyor.

Dilsiz değilim susamam

Öyle ölüler gibi

Bu güzel dünyanın ortasında

Rüştü Onur ( 1920, Devrek-2 Aralık 1962, İstanbul. 20. Yüzyıl Türk Şiiri Antolojisi-İlhami Soysal)


Yüzümdeki sebepsiz gülüşün nedenini merak edenler, şimdi anladınız mı beni...




23 Kasım 2013 Cumartesi




A. SCHOPENHAUER' E  ÖVGÜLER


Arthur Schopenhauer (1788-1860 ) Alman filozof ve düşünür. Hinduizm ve Budizm felsefesinden etkilenerek, dünyevi bir yaşamdan el çekmeyi ve bir keşiş gibi yaşamayı, mutluluğu artırmayı değil, acıları azaltmanın yollarını arayan bir yaşam şeklini öneren felsefesi, aklın(Rasyonalizm) temele oturtulduğu felsefe tarihinde yeni bir bakış açısı anlamına geliyordu. Ve felsefesi, Psikoloji, Psikanaliz, Müzik, Edebiyat gibi entelektüel ve sanatsal alanlarda büyük etki gösterdi. En ünlü eseri " İstenç ve Tasarım Olarak Dünya "dır.

İşte! Edebiyat ve sanat alanında büyük başarılar göstermiş yazar ve sanatçıların A. Schopenhauer hakkında söyledikleri övgü dolu sözler: " Yalnızca Thomas Mann( Buddenbrooks Kitabı) değil, başka pek çok zihinde de A. Schopenhauer' e borçlu olduğunu kabul eder. Tolstoy, Schopenhauer için " insanlar arasında eşi olmayan bir dahi" diyordu. Richard Wagner' e göre o " Cennetten gönderilen bir armağandı." F. Nietzche, Leipzig' deki kullanılmış kitap satan bir dükkandan eski püskü bir Schopenhauer kitabı aldıktan ve onun ifadesiyle  o dinamik, kederli dahinin zihni üzerinde çalışmasına izin verdikten" sonra hayatının bir daha asla aynı olmadığını söylemiştir."

Schopenhauer, Batı dünyasının entelektüel haritasını sonsuza dek değiştirmiştir ve o olmasaydı çok daha zayıf bir Freud, Nietzche, Hardy, Witgenstein, Beckett, İbsen ve Conrad' ımız olurdu." 
Irvin Yalom, Bugünü Yaşama Arzusu, (Schopenhauer Tedavisi)

"Homo homini lupus" der Schopenhauer. Yani" insan insanın kurdudur." Kendi ifadesi ile iki ayaklılar dünyada cehennemi yaratırlar.Haksız da sayılmaz değil mi?Bu söz, Sartre' ın " Çıkış Yok" adlı kitabının da esin kaynağıdır.


Batı dünyasının entelektüel haritasını sonsuza dek değiştiren bu karamsar,yalnız, insansevmez diye bilinen filozof, çektiği aşk acıları açısından değerlendirildiğinde, belki de filozofların en hassasıdır. O kadar hassastır ki, bir dizi kaniş besleyip en yakın dostluklarını onlarla kurar. Ona göre hayvanlarda insanların sahip olmadığı bir zarafet ve yumuşak başlılık vardır:" Hangi hayvana baksam büyük keyif alıyorum; onlara bak
mak beni çok mutlu ediyor" der. Filozof köpeklerine düşkünlüğünü onlara "Efendim" diye hitap ederek gösterir; hayvan haklarıyla da ilgilenmeye başlar. 1840 yılında Schopenhauer yeni bir kaniş alır ve ona, Brahmanlarca dünya ruhu olduğuna inanılan Atma' nın adını verir. Genel olarak Doğu dinlerine, özellikle de Brahmanlığa ilgi duymaktadır. 1850' de köpeği Atma ölür. Schapenhauer bu defa kahverengi bir kaniş alır. Butz adını verdiği bu köpek onun en sevdiği kanişi olur. Mahallenin çocukları köpeği " genç Schopenhauer" diye çağırırlar.
(Alain de Botton- Felsefenin Tesellisi) 
İnsanlardan esirgediği sevgiyi, şefkati köpeklerine verir, o bir hayvanseverdir çünkü.

Yazımı, Schopenhauer' ın üzerinde çok düşündüğüm bir sözüyle sonlandırıyorum. Belki siz de düşünmek istersiniz: " En büyük bilgelik şu andan zevk almayı hayatın en büyük amacı kılmaktır, çünkü tek gerçek budur, başka her şey düşünce oyunudur. Ama bunun en büyük budalalığımız olduğunu da söyleyebiliriz, çünkü yalnızca kısa bir süre için var olan ve bir rüya gibi kaybolan içinde bulunduğumuz bu an asla ciddi bir çabaya değmez." Ne dersiniz, değmez mi?





21 Kasım 2013 Perşembe




AŞIKLIK  GELENEĞİ


Aşıklık geleneği, kökü çok eskilere dayanan bir gelenek olsa da günümüzde gereken özeni ve ilgiyi göstermediğimizden, yalnız Artvin, Erzurum ve Kars illerinin muhtelif yerlerinde bu geleneği sürdüren aşıklara ve aşık atışmalarına rastlanılmaktadır. İşte! tam da bu nedenle, unutulmaya yüz tutmuş bu güzel geleneğimizi hatırlatmak, bilmeyenlere anlatmak üzere bugünkü yazımı "Aşıklık Geleneği" ne ayırmak istedim.

Aşıklık geleneğinin tarihsel süreci şöyle: " Türkler sık sık yurt değiştirerek, dünyada geniş bir alana yayılmışlar, tarihsel süreç içinde pek çok kültür, inanç sistemi ve dinlerin etkisinde kalarak farklı uygarlıklar yaşamışlardır. Bu nedenle Orta Asya' dan günümüze değişen ve gelişen bir edebiyatları olmuştur.

Aynı uygarlığa bağlı kültürler, aynı dünya görüşünde birleşirler. Bir uygarlığın dünya görüşü de o uygarlığa özgü bir edebiyat anlayışı doğurur. Edebi eserler de yaşayan bir kültür topluluğunun değerler sistemine göre şekillenir.

Aşıklık geleneği, kültür varlığının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Aşıklık çağlar süren deneyimlerden geçerek biçimlenmiş, kendine özgü icra töresi, geleneğe dayalı yapısı, aşık olmak ve aşıklığı sürdürmek için uyulması gereken kuralları olan bir gelenektir. Ülkemiz çok köklü bir geçmişe sahiptir. Bu kültürel zenginlik aşıklık tarzı şiir geleneğine de yansır. Bu geleneğin ürünleri toplumun yaşama biçimini, olaylar ve durumlar karşısındaki tavrına, çevresine, dünyayı algılayışına ışık tutar. Tarihsel gelişim sürecinde Türk insanının sanat beğenisinin, kimliğinin belirlenmesinde önemli rol oynar. Aşıklık geleneği toplum yaşamında kaynaşmayı, birlikteliği sağlar. Aşıklık geleneğinin halkın ortak düşüncelerini dile getirmesi yönüyle Türk kültürünün korunmasında, yaşatılmasında önemli işlevi vardır.

15. yüzyıldan sonra Anadolu' da aşık tarzı edebiyat geleneği başlamış, ozanın yerini aşık, kopuzun yerini "karadüzen, bağlama, çöğür, tanbura, cura" vb. almıştır. Efsaneye tarihin kaynaştırıldığı, sözlü gelenekte oluşmuş ozan-baksıların taşıdığı kültür, aşık tarzı şiiri beslemiştir. Aşık tarzı şiir geleneği; İslamiyet, Anadolu ve Osmanlı kültür potasında şekillenerek yeni coğrafyada  yeni bir bakışla, yeni bir hayat anlayışına ve zevkine cevap verecek bir biçim ve öz kazanmıştır." ( Günümüzde Yeniden Yapılanan Aşıklık Geleneğinin Sosyo-Kültürel Boyutu, Prof. Dr.Erman Artan- Çukurova Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi)

Aşıklık geleneği içinde aşığı ortaya çıkaran önemli gelenekler ise "bade içme", " usta-çırak ilişkisi" ve " saz çalma" dır. Bade  içmeden aşık olunamıyor. Yani anlayacağınız her isteyen aşık olamıyor. Bade içme nasıl oluyor? " Aşık rüyasında bir pirin elinden bade içer. Sevgilisinin resmi ya da kendisi ile karşılaşır. Pir tarafından birtakım bilgilerle donatılır ve kendisine mahlas verilir. Aşık adayı uykusundan uyanır, ağzından burnundan kanlı köpükler boşanır ve bir süre baygın yatar. Daha sonra gönül ehli birisinin sazının tellerine dokunmasıyla kendine gelir ve son aşamada başından geçenleri şiirle anlatır, şiirin sonunda ise mahlasını alır."


Usta-çırak ilişkisi:" Usta-çırak eğitimi ustanın adaya teorik bilgilerini aktarmasından çok adayın icra sırasında ustayı dinlemesi ve izlemesi esasına dayalıdır. Bunun gerçekleşebilmesi için çırağın ustasıyla birlikte fasıllarda bulunması ve onun davranışlarını, şiir söylemesini, saz çalmasını izlemesi gerekir. Usta, çırağın belli seviyeye geldiğine inandığı zaman onun saz çalıp şiir söylemesine fırsat verir. Hatta çırağına mahlasını kendisi dahi verebilir. Bu sayede çırak da ustasından bağımsız olarak sanatını icra etme fırsatı bulur."


Saz çalma:"Saz çalmak aşıklık geleneği ve halk içinde kutsal sayılmıştır. Saz çalabilen aşıklar diğerlerine göre daha fazla itibar görmüştür. Aşıklar saz çalmayı genellikle ustalarından öğrenirler. Her aşık adayı başlangıçta ustasının tekniğini benimsemek durumundadır. Aşık sanatında ustalaştıkça kendi saz çalma tekniğini kendisi oluşturabilir..." (Barış Yıldız-Ayvan Dergisi)


Bu gelenek yüzyıllar boyunca devam ederek Halk Edebiyatı içinde yerini almış ve günümüzde de hala varlığını sürdürmektedir.  Gereken ilgi ve özen gösterilmezse bu güzel, eski geleneğimiz kaybolmakla karşı karşıya kalacaktır. Çünkü, günümüzde artık eskisi kadar ilgi görmüyor maalesef.


Aşıklar halkın sesini, duygu ve düşüncelerini duyurma işlevini üstlenirler. Düşünmeden edemiyorum: Günümüzde" Aşıklık geleneği" eskisi gibi itibar görmediği için, aşıklar köy köy, kasaba kasaba dolaşıp şiirlerini terennüm edemediklerinden mi, halkın sesi, duygu ve düşünceleri gereken yerlere ulaşamıyor ve sessizlik hüküm sürüyor?








18 Kasım 2013 Pazartesi




İLK  MODERN FİLOZOFLAR


On yedinci yüzyılda ortaya çıkan ilk modern filozoflar, Karanlık çağların sona erdiğini gözler önüne sermişti. Francis Bacon, Thomas Hobbes, Rene Descartes ve Galileo gibi isimler tarafından teşvik edilen felsefi devrimin ardından, dünyanın artık eskisi gibi olması mümkün değildi. " Bilgi güçtür," diye ilan eden Bacon, inanç ve kılıç arasında üçüncü bir hayati yol açmıştı: Bilim. Bilim sözcüğü o zamana dek henüz türetilmemişti, ancak Bacon' un deneysel bilgiye odaklanması ile dünyayı deneyimlemek ve üzerinde deneyler yapmak için yeni bir yöntem bulunmuştu.

Bacon' a göre, eğer güç bilgiden geliyorsa, bilgi de deneylemeden geliyordu. Bacon, hem deneyimin hem de nedenin dünyayı tanımak adına gerekli olduğunu savunuyordu. Dünya, bilimsel yöntemi bizlere kazandırdığı için Bacon' a büyük minnet borçludur.

 Büyük minnet duyduğum,Bacon' un sevdiğim bir sözünü bir doğasever olarak sizlere aktarmak istiyorum: " İnsan bilgisi ve insan gücü bir aradadır, çünkü nedenin bilinmediği yerde etki sağlanamaz. Doğanın buyruklarına uyulmalıdır... Doğanın inceliği, çoğu zaman duyguların ve kavrayışın inceliğinden büyüktür."


Not: Bacon, mali durumu iyi olan kültürlü bir aileden geliyordu ve bilgeliğini Latince olarak kayda dökmek için birkaç sekreter tutmuştu. Genç Thomas Hobbes' da Bacon' un sekreterlerinden biriydi. Hobbes, zamanla mesleğini iyi öğrenmiş, akıl hocasını geçmişti. İlk modern düşünürlerin önde gelenlerinden biri olan Hobbes, ilk siyaset bilimci ve ilk deneysel psikologdu.

Kaynak: Lou Marinoff - Prozac' ı Bırak, Platon' a Bak (Felsefe Terapisi)



14 Kasım 2013 Perşembe




ÇARİÇE DE OLSA O BİR  KADINDI:

BÜYÜK KATERİNA






" Yıkmaktan korktuğumun altını oyarım."
                                              II. Katerina

Rus Çariçesi II. Katerina' yı tanımayan, bilmeyen yoktur sanırım. İhtiraslı ve bir o kadar da zeki bir kadın olan Katerina, St. Petersburg' da kendisine  bağlı bir kadro oluşturarak, 1762' de tahta çıkan eşi Çar III. Peter' in , tebaasını hor görme eğiliminden, istikrarsızlığından  yararlanarak, İmparatorluk muhafızlarının da yardımıyla yıkmaktan korktuğu eşinin altını yavaş yavaş oyarak, Peter' i devirmiş ve Rus tahtının yeni sahibi olmuştur. Yani " kadının fendi, erkeği yendi" sözü gerçek olmuştur...

Çariçe de olsa, o bir kadındır; güzel, alımlı, ihtiraslı ve zeki. 16 yaşındayken,Rus tahtının varisi Holstein Dükü Peter' in karısı olmuştu. Dönemin siyasi içerikli birçok evliliğinde olduğu gibi bu evliliğin de her tarafından mutsuzluk akıyordu. O bir Alman prensesiydi, anavatanından Rusya'ya göçen. Hedefleri büyüktü ve zirveye daha hızlı ulaşmak için Rus Ortodoks Kilise' sine bile girmişti. Kocasının tahtının altını oyma çabalarının sonucunu Rusya' nın tek hakimi olarak aldı.
Çariçe olan Katerina, Fransız aydınlanma edebiyatı ile yakından ilgiliydi ve politik zihniyeti üzerinde bu akımın büyük bir etkisi vardı. Voltaire, ve Diderot gibi isimlerle sıkça yazışıyor, çalışmalarına mali destek veriyordu.

Katerina' nın tahta çıkmasıyla Rusya bambaşka bir ülke olacaktı. Ayakta zor duran ülkeyi, dünyanın sayılı güçlerinden biri yapacaktı. Ne de olsa, kurnazlıkla ele geçirdiği tahtın bulunduğu ülkeye (Rusya) bir kadın eli değmişti. Bu kadın eli Rusya' yı dönüştürecekti.

Kendisi sağken adının önüne "büyük" sıfatının konulmasına itiraz etmiş, " Yaptıklarımı bağımsız bir şekilde yargılama işini, gelecek kuşaklara bırakmak isterim" diyecek kadar da tevazu göstermiş.

Öldükten sonra, Katerina' sına çok şey borçlu olan halkı, bu sıfatı ona çok görmeyecek ve adı  tarihe "Büyük Katerina" olarak geçecektir.

Edebiyat, sanat ve mimaride ülkesini şaha kaldıran bu sanatçı ruhlu kadını Büyük Katerina' yı, " yıkmaktan korktuğunun altını oyduğu" için yargılayabilir miyiz? Benim cevabım, belki klasik olacak ama o bir kadındı ve kadın, her çağda, her yerde ve her zaman kadındır...


Not: Yazı, Ali Çimen' in "Tarihi Değiştiren Kadınlar" kitabından esinlenilerek yazılmıştır.
Görsel, tr.wikipedia.org web sitesinden alınmıştır.


İlgilenenler için: 
Katerina dört yaşındayken Alman Hükümdarı I. Frederik' in huzuruna çıkarılmış, " Eteklerine boyum yetişmiyor ki! " diyerek eteğini öpmeyi reddettiği imparatoru kızdırmıştı.

Avrupa' dan satın aldığı 250 tabloyu sergilemek üzere St. Petersburg' da inşa ettirdiği Hermitage Müzesi, kendisinden sonra gelen hükümdarların da katkılarıyla dünyanın en eski ve en büyük müzelerinden biri haline geldi.




12 Kasım 2013 Salı




GENÇLİK  BİR  KİTAPTI


Gençlik bir kitaptı, okuduk bitti;

Canım bahar geçti çoktan, kış şimdi.

Hani sevincin, o cıvıl cıvıl kuş?

Nasıl, ne zaman geldi, nasıl gitti?

Ömer Hayyam


Bir kitabı sevdiyseniz eğer, bitmesin diye ağır ağır okumaz mısınız? Nihayet, kitap bittiğinde başa dönüp bakmaz mısınız? Ve baktığınızda yeniden okuma isteği duymaz mısınız? Bu isteği duyduğumda, düşünürüm; gençlik bir kitapsa ve o kitap içselleştirilerek okunmuşsa, yaşlılık bir ansiklopedi olmalı diye. Ansiklopedi, bir kitaptan daha farklı ve çeşitli konuları içerir, hacimlidir, az okunur  ama, çok sık başvurulan bir kaynaktır...Öyleyse, "kış geldi" diye neden üzüleyim ki? Hoş geldin kış, nasıl olsa sonun yine bahardır! Biraz "yaşlılığa övgü" gibi oldu ama neyse... Siz istediğinizi düşünebilirsiniz; " insan ne düşünüyorsa, odur " misali.


Not: Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf, " Semerkant "adlı romanında; Ömer Hayyam' ı ve Rubaiyat' ın el yazmasının tek örneğinin, Atlantik' in dibinde yatmasının öyküsünü anlatır. 14 Nisan 1912' yi 15 Nisan 1912' ye bağlayan gece, Hayyam' ın el yazması kitabı da Titanic gemisiyle birlikte Atlantik' in karanlık sularına gömülür. Bir daha gün yüzü görmemek üzere. Kitabı, iki kez okudum, Hayyam' ı tanımak isteyenler kitabı okumak isterlerse diye not düştüm.




9 Kasım 2013 Cumartesi




Pickwickian Sendromu


19. yüzyıl yazarlarından Charles Dickens' ın bu derece ünlü olmasında çağdaşı Londralı zengin Samuel Pickwick' in büyük katkısı oldu. Onun açtığı Pickwick adlı kulüp, müdavimlerinin kişilikleri nedeniyle dönemin Londra' sında son derece ilgi çekiyordu.

Nitekim gazetelerden biri bu kulüpte olan bitenleri izleme görevini çiçeği burnunda gazeteci Charles Dickens' e verdi. Dickens ilk ününü, " Pickwick Paper" adıyla yayımladığı yazılara ve onları topladığı " Pickwick Kulübünün Ardında Kalanlar" isimli kitaba borçludur. Dickens' in büyük bir beceriyle betimlediği karakterlerden aptal görünümlü, devamlı uyuklayan, kırmızı tombul yanaklı şişman kulüp hizmetkarı Joe, tıp dünyasının unutulmazları arasında şaşırtıcı bir yere sahiptir. 19. yüzyılın önemli tıp adamlarından Dr.Osler, şişman kişilerde horlama ve uyku bozukluğunun sıklığından söz ederken, Joe' yu bu tanımın en iyi örneği olarak göstermiştir. Gerçekten Joe' yu andıran hastalar için günümüzde bile Pickwickian Sendromu adı hala kullanılıyor.

Bilim adamları Dickens' ın Joe' sundan 200 yıl sonra uyku bozuklukları konusunda kafa yormaya devam ediyor. Uyku kuşkusuz ki vazgeçilmezlerimizden biridir. Ancak görünen o ki, Dickens' ın Joe' su gibi uyku sorunu olan insan sayısı sanılandan çok fazla.

Çağımızda uyku bozukluğuna neden olan etmenler; stres, uyarıcı tedavi veya madde kullanımı( kafein, sigara), anksiyete, depresyon, düzenli uyku hapı kullanma eğilimi, alkol, fiziksel aktivite eksikliği ve kötü uyku alışkanlığı olarak sıralanıyor. Yeteri kadar uyumayanların veya bir çeşit uyku bozukluğu olanların iş performanslarının düştüğünü, fiziksel ve zihinsel faaliyetlerinin olumsuz etkilendiğini tahmin etmek zor değil. Ayrıca uykusuzluk, kişinin bağışıklık sistemi ve bellek fonksiyonlarını da bozar.

Peki, iyi bir uyku için neler yapabiliriz? Gevşeme egzersizleri, ılık bir duş, uyku öncesi okuma ve yazma, hafif bir şeyler atıştırma veya yumuşak bir müzik işe yarayabilir. Uykusuzluk çekiyorsanız, denemenizde yarar var  derim...


Kaynak: Doç. Dr. Mustafa Çetiner - Sağlığınıza. Sağlıkla ilgili  az duyulmuş bilgilerin yanı sıra, anlaşılır, akıcı bir dille yazılan bu kitabı keyifle okuduğumu belirtmeliyim.


Görsel: Uyuklayan Joe - sinirbilim.org

7 Kasım 2013 Perşembe





BİR  TIP  MUCİZESİ: SÖĞÜT  AĞACI



Teknoloji ve bilim alanında yaşanan tüm gelişmelere rağmen, dünyanın en çok kullanılan ilacı, M.Ö. 5. yüzyıldan beri neredeyse hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiş olan Aspirindir. Dünyada milyonlarca insanın kullandığı Aspirin, baş ağrısından gut hastalığına kadar her türlü ağrıyı dindirmekte ve ateşli hastalıklarda ateşi düşürmekte antiflamatuar etkiye sahiptir. Bununla birlikte son araştırmaların sunduğu bilgilere dayanarak, kalp krizi ve inme riskini azalttığı da bilinmektedir.

Aspirinin neden yapıldığını merak ettiniz mi hiç? Ben ettim, araştırdım ve yapımında "söğüt ağacı" nın kabuklarının kullanıldığını öğrendim. Günlük yaşamımızda gölgesinde bedava oturulan, su kıyılarının bu nazlı gelini aslında bir tıp mucizesiymiş. Nasıl mı? " Hipokrat, Aspirinin ya da aselitik asidin kuzeni olan bugünkü adıyla salisin olarak bilinen maddenin ilk farkına varan hekimdi. Bundan yaklaşık 2500 yıl önce, söğütgiller ailesinden ve salisin bakımından zengin bir ağaç olan söğüt ağacının kabukları ve yapraklarından elde ettiği tozu kullanarak ağrıyı dindiriyor ve ateşi düşürüyordu. Bugün ise Amerikalılar yılda yirmi milyonun üzerinde Aspirin tableti alıyorlar; fakat Amerikalılar bu kıtaya demir atmadan çok önce, Amerika' nın yerlileri söğüt ağacını oldukça çeşitli tedaviler için kullanıyorlardı. Hatta ilkel insanın bile, ateş düşürmek için bu ağacın kabukları ve yapraklarını çiğnediği öne sürülmektedir. Ayrıca Orta Çağ' da söğütün kabukları ve yaprakları her türlü ağrıyı dindirmekte yaygın bir şekilde kullanılmıştır.

Mide duvarını tahriş edebilen Aspirin, uygun dozlarda alındığında oldukça güvenilir bir ilaçtır. İlk kez 1898' de Friedrich Bayer ve kimyacı Felix Hoffman tarafından ticari amaçlarla yenilenmiştir. Hoffman, öncelikle babasının çektiği artrit ağrılarını dindirme amacıyla kullandığı bu salisilat bileşimine tesadüfen rastlamıştı; bu bileşim o tarihten kırkbeş yıl önce Charles Frederick von Gerhardt tarafından sentezlenen bir asetilsalisilik  asit bileşimiydi. Bayer ilaç şirketi, 1898' de " Aspirin " adını verdiği bu ilacın patentini alarak hemen satışına başladı."

Doğadaki tüm canlılar gibi, söğüt ağacı da saygıyı hak ediyor; insanların acılarını dindirdiği ve sağlıklarına kavuşmalarına yardımcı olduğu için. Söğüt ağacının gölgesinde otururken bunu hatırlayın lütfen. Ve unutmayın ki, Aristo şöyle demiştir: " Doktor iyileştirir, doğa iyi eder."


Kaynak: Dr. Eugene W. Straus, Alex Straus- Tıbbi Mucizeler ( Tıp Tarihinden Yaşamı Değiştiren 100 Gelişme )





4 Kasım 2013 Pazartesi




DEMİŞSİNİZ  ÖĞRENMEK  İSTEMEM HİÇBİR  ŞEY


Duyduğuma göre,
hiçbir şey öğrenmek istemem, demişsiniz.
Siz bir milyonersiniz öyleyse.

Korkunuz yok geleceğinizden,
pırıl pırıl önünüz, aydınlık.
Ne güzel kader hazırlamış ananız babanız size,
takılmayacak ayaklarınız hiçbir taşa.
Kalın isterseniz olduğunuz gibi,
ne olacak sanki öğreneceksiniz de.

Bazı zorluklar çıksa da karşınıza,
boş yere üzmeyin kendinizi;
Gösterirler size önderleriniz
yapmanız gereken şeyi.
Öğrenmişlerdir onlar nasıl olsa
bütün engelleri aşmanın yolunu,
bilirler nedir her devirde geçer akça.

İşte her şey önünüzde hazır, ne isterseniz,
gerek yok parmağınızı bile oynatmanıza.
Kurulmuş olsaydı düzen başka türlü,
o zaman gerekirdi bir şeyler öğrenmeniz.

Bertolt Brecht
Türkçesi: A. Kadir


Not: Epik tiyatronun öncülerinden olan Bertolt Brecht' in geçen sezon sahnelenen " Cesaret Ana ve Çocukları " oyununu izlemiş ve yazmıştım. İlgilenenler, oyunla aynı başlığı taşıyan yazımı okuyabilirler.