26 Temmuz 2022 Salı

 


KAPLANIN SIRTINDA



Osmanlı İmparatorluğu'nun tahtında oturan hiçbir padişahın kişiliği ve sultanlık yaptığı dönem, 33 yıl tahtta kalan II. Abdülhamid'inki kadar yoğun ve birbirine zıt yorumlara konu olmadı. Kimilerine göre O "Kızıl Sultan"dı, kimilerine göre de "Ulu Hakan." Gerçekte Abdülhamid kimdi?

İşte, Zülfü Livaneli'nin derin bir araştırma yaparak ve II. Abdülhamid'in dönemiyle ilgili birçok kitap okuyarak kaleme aldığı "KAPLANIN SIRTINDA" romanı, II. Abdülhamid'in Selanik'te bulunan Alatini Köşkü'ndeki sürgün yıllarını anlatarak bir ilke imza atıyor. Sultanın kendi deyimiyle, doğar doğmaz kaplanın sırtına koymuşlar onu. Şehzadelerin kaderi bu diye düşünüyor; kaplanın sırtında büyümek. Kaplan gibi muhteşem bir yaratığa egemen olma duygusu, üstünlük, ayrıcalık, tanrılık ama bir yandan da korkuyla mücadele etmek. Korkusuyla mücadele edemediği için "vehm-i hümayun" diye anılmak. Kaderinin bu olduğuna inanıyor sabık sultan.

Romanı okudum ve o döneme ilişkin çok ilginç bilgilere ulaştım. Romanın temeli; II. Abdülhamid ve maiyetinin Selanik sürgünü boyunca özel doktorluğunu yapan Tabip Yüzbaşı Atıf Hüseyin Bey'in hatıratına dayandırılmış. Belirtmeliyim ki, Tabip Yüzbaşı Doktor koyu bir ittihatçıdır. 3,5 yıl süren padişahla olan münasebeti ve sohbetlerinden sonra kafası karışmış ve kafasındaki soruları cevaplayamaz duruma gelmiştir; padişahı tahttan indirmekle doğru mu yaptık gibi soruları.

Livaneli, kitabın başlangıç sayfasında şöyle yazmış: "Tarihimizin en önemli dönüm noktalarından birisi olan İkinci Meşrutiyet ve Sultan Abdülhamid konusunu ideolojik ve sığ kamplaşmalardan uzak bir biçimde ele alıp, o devrin ruhunu ve zihniyetini yansıtmaya çalıştım." Kitabı bitirdiğimde, o devrin ruhunu ve zihniyetini oldukça gerçekçi ve tarafsız bir şekilde yansıttığını gördüm. Üstelik tahttan indirilmiş sultanın sürgün yıllarına dair pek fazla doküman ve kitap olmadığını düşünürsek,  bence bu kitabı, tarihini öğrenmek isteyen herkes okumalı...

Kitaptan edindiğim bilgileri yazmadan önce, II. Abdülhamid hakkında hatırlatma için kısa bir bilgi vermek isterim. II. Abdülhamid'in babası II.Abdülmecid Tanzimat padişahları dönemini başlatan padişahtır. Abdülmecid, Osmanlı padişahları arasında dört oğlu da tahta çıkmış tek sultandır aynı zamanda. Oğulları sırasıyla; V. Murad, II. Abdülhamid, V. Mehmed Reşad ve Vahdettin'dir. Babası Abdülmecid'in ölümü üzerine tahta çıkan V. Murad ancak 93 gün tahtta kalabilmiş, delirdiği için tahttan indirilmiştir. 1876 yılında anayasayı kabul ve ilan etmek koşuluyla yerine kardeşi II. Abdülhamid getirilmiş. Abdülhamid tahta oturduğunda 93 Harbi diye anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı başlamış. Harbi gerekçe göstererek kabul ettiği anayasayı rafa kaldırmış, meclisi kapatmış. İşte bundan sonra 33 yıl sürecek "İstibdat Dönemi" de başlamış. Sultan Abdülhamid, Osmanlı mülkünü korkular, endişeler ve jurnallerle yönetmiştir. 

II. Meşrutiyetin ilanından sonra, meşrutiyete karşı olan yobazlar tarafından İstanbul'da 13 Nisan 1909'da büyük bir ayaklanma çıkarıldı. Bu ayaklanmanın II. Abdülhamid tarafından tertip edildiği ve desteklendiği söylenmektedir (Livaneli'nin kitabında sultan bunu kesinlikle reddetmektedir.) Ayaklanma Rumi takvime göre 31 Mart 1325'te başladığı için "31 Mart Vakası" diye anılmaktadır. Bu büyük ayaklanmayı Selanik'te bulunan 3. Ordu'ya mensup subayların oluşturduğu Hareket Ordusu bastırır ve II. Abdülhamid tahttan indirilerek 28 Nisan 1909'da trenle Selanik'e sürgüne gönderilir. Osmanlı tahtına kardeşi Reşad çıkarılır. Padişaha Mehmed adını İttihatçılar koyar; büyük dedesi Fatih Sultan Mehmed'e atfen,  imparatorluk için yeni ve güzel bir başlangıç olsun diye. Ve padişah V. Mehmed Reşad olarak tarihe geçer.

Kitapta Yer Alan İlginç Bilgiler:

- Selanik'te bulunan Alatini Köşkü'nde ailesiyle birlikte sürgünde bulunan  Abdülhamid ve ailesinin (hizmetkarları dahil) köşkün bahçesine çıkması, panjurları açması, balkona çıkması, imparatorluk ve dünya gündeminden en ufak bir haber alması yasaktı. Çok sonraları, kendisinden sorumlu kumandana yalvar yakar balkona çıkış izni alabilmişti. Sürgündeki hayatı katıksız ev hapsi idi. 

- Harpten(savaş) nefret ederdi. Anlaşmazlıkların siyasetle çözülmesinden yanaydı. Kendisiyle övündüğü pek çok yön vardı ama en çok bu özelliğini severdi.

- Yabancı gazetelerde sık sık Abdülhamid için vehm-i hümayun (Emperyal Paranoya) ifadeleri kullanılırdı. Ona göre ise, kralların, imparatorların suikasta uğradığı, öldürüldüğü bir devirde, kendi hayatıyla ilgili endişe duymasından daha doğal ne olabilirdi?

- Suikasta uğramak korkusundan olsa gerek Dolmabahçe Sarayı'ndan ayrılarak, saltanatı boyunca çevresi yüksek duvarlarla çevrili Yıldız Sarayı'nda ikamet etti. Tahtta kaldığı 33 yıl boyunca "Cuma Selamlığı" haricinde hiç dışarı çıkmadı. 

-Yıldız Sarayı'nın çevresine göletler, köşkler, hayvanat bahçesi yaptırdı. Opera dinlemeyi sevdiği için bir de opera salonu yaptırarak İtalyan opera sanatçılarını saray kadrosuna aldırdı. Gecenin bir yarısı da olsa, sanatçıları huzuruna çağırtıp opera dinlerdi. 

- Zehirlenme tehlikesine karşı, kahveyi iki ayrı fincandan, suyu mühürlenmiş şişelerden içerdi. Ağzına kimsenin dokunmaması için ağrıyan dişini kendi çekerdi.

- Selanik'e, İstanbul'dan gönderilen yüksek rütbeli subaylar ve memurlar teker teker suikasta uğradığı için halk arasında "yürek Selanik" deyimi yaygındı.

- Abdülhamid'e "Kızıl Sultan" (Le Sultan Rouge) lakabını Albert Vandal adlı bir Fransız takmış, genç subaylar da nefret ettikleri padişah için söylenen bu lakabı benimsemişlerdi.

- Ünlü şairler ise Abdülhamid'i baykuşa benzetiyorlardı; Ermenilerin Cuma Selamlığında sultana yaptıkları suikastın başarısız olmasına da üzülmüşlerdi. Öyle ki, Tevfik Fikret'in  padişaha yapılan suikastın başarısız olmasına ağıt yaktığı "Bir Anlık Hatırlama" şiiri kulaktan kulağa fısıldanıyordu.

- Mehmet Akif gibi kalbinden imanı eksik etmeyen, kendisini din ü devlet, mülk ü millete adamış bir şair bile Padişah'ı "Kızıl Kafir" diye niteliyor, Yıldız'daki baykuş dediği Abdülhamid için "iblisin ruhu" olduğunu söylüyordu.

- Abdülhamid, büyük burnunu hiç sevmediği için  bu saplantısı nedeniyle "burun" kelimesini uzun yıllar yasakladı. İmparatorluk dahilinde kimse burun diyemez, hiçbir yazar gazeteye böyle bir kelime yazamazdı.

- Abdülhamid'in kardeşleri Murad ve Reşad isimleri de ağza alınamazdı. 33 yıl boyunca bu iki isim unutulmuş, kimse çocuğuna bu isimleri koyamamıştı. Olanlar da değiştirilip var olan Murad isimleri Mirad'a, Reşad isimleri de Neşed'e çevrilmişti.

- Ayrıca, Murad ve Reşad kardeşlerini çağrıştıracağı için "kardeş" kelimesi, Avrupalıların Osmanlı İmparatorluğu için söyledikleri "hasta adam" sözünü hatırlatacağı için de "hasta" sözünü kullanmak da sakıncalıydı. Dinamit, isyan, sosyalizm, nihilizm kelimeleri de herhangi bir metinde geçemezdi.

- Kendisi için birçok sıfat  ve hitap şekilleri kullanılmıştı; "sultan, zat-ı şahane, hünkar, ulu hakan, imparator, halife-i ruy-i zemin (yeryüzü halifesi), emirilmüminin (müminlerin emiri), bave Kurdan (Kürtlerin babası), Pinti Hamid, Kızıl Sultan, Yıldız'daki baykuş, müstebit, zalim ve tahttan indirildikten sonra da hakan-ı mahlu (hal edilmiş hakan) gibi sıfatlar.

- Çok titiz olduğu ve hastalanmaktan korktuğu için  Atkinson marka kolonyasını yanından hiç ayırmazdı. Günde bir şişe kolonya tüketirdi. Kolonyayla sürekli ellerini dezenfekte ederdi. Sultanın huzuruna çıkan kulların,  sultanın eteklerini öpmesi zorunlu bir gelenekti ancak hastalık kaparım korkusuyla, eteklerini değil tahtının kolundan uzattığı ipi öptürürdü.

- Kuduz aşısını bulan Fransız mikrobiyolog ve kimyager Louis Pastör'e, çalışmalarında kullanmak üzere on bin frank ve bir Mecidiye Nişanı vermişti. Pastör'den destek isteyince Mösyö Pastör de sağ kolu olan Mösyö Şantimes'i İstanbul'a göndermişti. Mösyö Şantimes İstanbul'da bir kuduz hastanesi kurmuştu. Sultan, bulaşıcı hastalıklardan korktuğu için bulaşıcı hastalıklarla mücadele konusunda oldukça başarılıydı.

- Sultan Abdülhamid'i tanıyan siyasetçiler O'nun, dünyanın en kurnaz ve sinsi adamı olmasının yanı sıra zeki ve hesaplı olduğunu söylerlerdi. Osmanlı mülkünde çıkan isyanları bastırmak için milletleri birbirine düşürmek, imparatorluğu korumak adına ne gerekiyorsa onu yaptığından dolayı.

- Anadolu'da İslam'ın koruyucusu olarak sağlığına dua edilen halife, bir Avrupa kültürü hayranıydı. Operaya bayılırdı. Piyano çalardı.

- Abdülhamid, tahttan indirilip Selanik'e sürgüne gönderildiğinde yetmiş yaşındaydı. Yaşla birlikte öldürülme korkusu ve endişeleri de artmıştı. Özel doktoruna bile güvenmiyordu. Yıllar geçtikçe ve doktorla sohbet ettikçe güven duymaya başlamıştı.

- Genç bir şehzadeyken "baba" diye hitap ettiği Rum Sarraf Zarifi Baba'nın öneri ve yardımlarıyla, kazandığı her bir kuruşu biriktirip değerlendirmişti. Kişisel serveti çok fazlaydı. II. Meşrutiyetin ilanından sonra kurulan yeni hükümet, sultana ait olan  imparatorluğun çeşitli bölgelerindeki milyonlarca dekar kişisel arazisini elinden almış, parasına ve tahvillerine el koymuştu. Yıldız  Sarayı'nda el konulan akıl almaz sayıdaki değerli mücevherler ise Paris'te bir müzayede de, rekor kırarak satılmıştı.

- Konstantiniyye'nin (İstanbul) fethini kutlamak için kendisine izin almaya gelen bazı Müslüman ileri gelenlerin bu isteğini reddetti. Ve şöyle dedi: "Hayır. Katiyen kabul etmem. Böyle bir fetih şenliği Müslüman tebaamı sevindirir ama Rum tebaamı üzer."

- Babası II. Abdülmecid ve amcası Sultan Abdülaziz zamanında dünyanın en büyük ikinci deniz gücü olan Osmanlı donanmasını, paranoya yüzünden Haliç'te çürütmüş, Osmanlı denizlerini savunmasız bırakmıştı.

-  Avrupa'da bulunan ve  Çarlığı yıkmaya çalışan iki Rus lider Lenin ve Troçki, ayrı ayrı zamanlarda Abdülhamid'i, Rus Çarı Nikola'dan daha akıllı bulduklarını belirten yazılar yazmışlardı.

- Büyük dedelerinin iki kez kuşattıkları halde almayı başaramadıkları Viyana'da dünyaca ünlü besteci Yohan Straus, Sultan Abdülhamid'e ithaf ettiği "Doğu Masalları" adlı bir eser yazmıştı ve bu eser kültür başkenti Viyana'da sergilenmişti. Bunu duyan Sultan Abdülhamid, besteciye bir nişan ve bir miktar altın göndermişti.

- Sultan Abdülhamid, beş vakit namaz kılar, İslam'a son derece hürmet ederdi. Öte yandan da imparatorluktaki bira ve rakı fabrikalarına izin vermiş, hatta ilk genelevi açtırmakta sakınca görmemişti.

- Yabancı dillerden çok sayıda çeviriler, alafranga saat düzenine geçmeler (bunun için saat kuleleri inşa ettirmiş. Ahali bu saati görüp alışsın diye), kadınlara çarşafı yasaklamalar hep onun eseriydi.

- Saltanatı boyunca "İngiliz'den ve fareden korkulur" derdi. Ve bu korkusunu şöyle açıklardı: Fare, insan uykudayken burnunu, kulağını kemirirdi, insanın ruhu bile duymazdı. Çünkü kemirmeden önce yiyeceği organı üfleyerek uyuştururdu. İngiliz de böyleydi işte, bir yeri almayı kafasına koyduysa, şeytanın aklına gelmeyecek metotlarla çalışır, ne pahasına olursa olsun amacına ulaşırdı. Bu arada kurban hiçbir şey hissetmezdi. Ta ki iş işten geçene kadar.

- İstanbul'daki ilk bira fabrikası Abdülhamid'in saltanatı sırasında ve özel izniyle Bomonti kardeşler tarafından, Selanik'te ise Alatini kardeşler tarafından kurulmuştu. O devirde biranın bedeni güçlendirici etkisi olduğuna inanılıyordu. Az ve ölçülü içki içen Sultan, rom ve bira içerdi.

- Osmanlı tahtında oturan padişahlardan ilk kez yurt dışına (Fransa ve İngiltere) giden Sultan Abdülaziz'di. Yurt dışı gezisine, genç şehzadeler; Murad ve Abdülhamid'i de götürmüştü. Şehzade Murat (V.), tam bir Avrupalı gibi yetişmişti. Kraliçe Victoria, şehzade Murad'ı çok beğenmiş ve söylentiye göre İngiliz Hanedanı'ndan biriyle evlendirmek istemiş. Evlilik gerçekleşmemiş ama yurt dışı gezisinden sonra Şehzade Murad "mason" olmuştu. Amcası, Abdülaziz'in intiharından sonra da V. Murad olarak tahta çıkmış ancak 93 gün tahtta kalabilmişti. Sultan Abdülhamit, amcasının intihar ettiğine inanmamış, V. Murad'ın tahta çıkması için işin içinde İngiliz parmağı olduğundan kuşkulanmıştı.

- Sabuk Sultan, Amerika iç savaşında Vaşington'u destekleyen amcasına Başkan Abraham Lincoln'un teşekkür mektupları gönderdiğini ve bu mektupların arşivde bulunduğunu söylemiştir Tabip Yüzbaşı Doktora.

- Sultan Abdülhamid'in en büyük sırrı, genç bir şehzade iken Pera'da  bir mağazada gördüğü ve görür görmez aşık olduğu Belçika vatandaşı olan Flora Cordier ile yaptığı gizli evlilikti. Evlendikten sonra Flora ile beraber gözlerden uzak Tarabya'daki köşkte yaşıyorlardı. Ancak mutlulukları kısa sürdü. Bir gün Mithat Paşa ile arkadaşları gelip biraderi V. Murad'ın aklını oynattığı için tahttan indirilmesine karar verildiğini ve kendisini padişah yapmak istediklerini (anayasa yapmak şartıyla) söyleyince bir karar vermek zorunda kaldı; padişah olursa Flora'dan ayrılacaktı mecburen. Çünkü o özgür bir kadındı hareme girmezdi ve dinini değiştirmezdi. Bunu biliyordu. Padişah olmayı kabul ederse de Flora'dan ayrılacaktı hem de ebediyen. Aşkından vaz geçip, sultan olmayı seçti. Ve kalbi kırık Flora Cordier de Belçika'ya geri döndü.

- Balkan Harbinde Yunan ordusu Selanik'e yaklaşınca ve Selanik'in düşeceği anlaşılınca sabık sultan ve maiyetini İstanbul'a götürmek üzere Alman İmparatoru Wilhelm'den istenen yardım sonucu Loreley yatı gönderildi. Bu yatla sultan ve ailesi  İstanbul'a sağ salim ulaştılar. Ve eski saray Beylerbeyi'ne yerleştirildiler. Yine ev hapsinde ve tutsaktılar. Yıl 1912 idi.

- Abdülhamid kalan ömrünü Beylerbeyi Sarayı'nda geçirdi. 10 Şubat 1918'de öldü. Cenazesi büyük bir kalabalıkla kaldırıldı ve dedesi II. Mahmud'un türbesine gömüldü.

- Abdülhamid sürgüne gönderildiğinde kendisine ve ailesine bakmak üzere görevlendirilen Doktor Atıf Hüseyin, padişah İstanbul'a getirildikten sonra Beylerbeyi Sarayı'nda da vefatına kadar Sultan'a bakmaya devam etti. Sürgün yılları boyunca Abdülhamid hakkında günlük tuttu. Tamamı on iki defter olan bu günlükler dönemle ilgili muazzam bilgi kaynağıdır (yazarın notu).


Bu yazıyı hazırlarken yararlandığım kaynak:

Livaneli, KAPLANIN SIRTINDA "İstibdat ve Hürriyet", İNKILAP 95. yıl.



21 Temmuz 2022 Perşembe

 


SALEP BİTKİSİ



Salep bitkisi; çam çiçeği, salep orkidesi veya sadece orkide gibi isimlerle de anılır. Bu güzel bitki, salkım şeklinde ve genel olarak pembe-mor renginde açan çiçekleriyle, dik gövdesiyle diğer bitkilerden kolayca ayırt edilebilir.

Tüketim için kullanılan kısmıysa toprak altındaki yumrusudur (soğan). Bu yumru, bitki topraktan dikkatlice çıkarıldıktan sonra güzelce yıkanır, su ya da süt ile kaynatılır. Ardından kurutulmak üzere iplere dizilir. Doğrudan güneş ışığına maruz kalmayacak şekilde ipe dizilen yumrular kuruduktan sonra öğütülür. Öğütülüp toz haline getirildikten sonra kış aylarının tadına doyum olmayan içeceği salep yapılmak üzere piyasaya sürülür. Sıcak su ve süt ile hazırlanarak  içecek olarak tüketilir. Bunun yanı sıra en çok dondurma yapımında kıvam verici olarak kullanılmaktadır. Salep yumrularının denetimsiz bir şekilde toplanması nedeniyle bitki türü yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. :(





Fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir. İzinsiz kullanılamaz.


15 Temmuz 2022 Cuma

 


MİTOLOJİDE VE DİNLERDE TAVUS KUŞU SEMBOLÜ



Dış görünüşünün renkliliğinin yanı sıra kültürel anlatılar açısından farklılığı nedeniyle kadim bir kuştur tavus kuşu. Sülüngiller ailesinden olan tavus kuşu, büyüleyici renkleri ve kuyruğuyla tanınmaktadır. Dişi tavus kuşunun bedeni genellikle kahverengi ve boynu parlak yeşil renktedir. Erkek tavus kuşu ise çok renklidir. Dişiyi etkilemek için kuyruğunu açarak tüm renklerini gösterir. Erkek tavus kuşunun renklerinin güzelliğine karşın, sesinin son derece kötü olduğu söylenir. Kuyruğunu açan erkek tavus kuşu çok gördüm de sesini hiç duymadım.

Mitolojide ve bazı dinlerde tavus kuşu öne çıkan unsurlardan biridir. Melek Tavus, Yezidilerin ibadet ettiği melektir.  Yezidiler, başlangıçta yanlış anlaşıldığı için, Melek Tavus'un "kötü" olarak nitelendiğine, sonradan "iyi" olduğuna karar verildiğine inanıyorlar. (*)




İslam dini ve İslami kaynaklarda da tavus kuşuna yer verilmiştir. İslam sanatında tavus kuşları cennet kuşları olarak cenneti sembolize etmektedirler. Bazı minyatürlerde ise tavus kuşu, şeytan ve yılan gibi kötülüklerle bir arada gösterilmiştir. Adem ile Havva cennetteyken, tavus kuşu şeytanın içeri girmesine yardımcı olur. Cennete giren şeytan da Havva'nın yasaklı meyveyi yiyerek cennetten atılmalarına sebep olur. Bunun sonucunda da Allah tarafından tavus kuşu cezalandırılır.



Tavus kuşunun kökeni Hindistan olduğundan Hint mitolojisinde önemli bir yere sahiptir. Yağmur tanrısı Devraj İndra, tavus kuşu kılığına girer. Bundan dolayı da her yağmur yağdığında tavus kuşları neşeyle dans ederler.

Çok iyi bilinen bir Budist halk öyküsünde, Buda'nın insan olarak doğumundan önceki yaşamında altın bir tavus kuşu olduğu anlatılır. Aynı zamanda Budist mitolojisinde tavus kuşu, tutkunun ve sevileni korumanın bir simgesidir. Ayrıca tavus kuşu ve lotus çiçeği Budizm'de sonsuzluk ve cenneti temsil eder.

Yunan mitolojisinde Tanrıça Hera'nın  en sevdiği kutsal hayvanı tavus kuşudur. Hera'nın yüz gözlü dev hizmetkarı Argos, Zeus tarafından öldürülür .Argos'un ölümü üzerine tanrıça Hera, onun anısını yaşatmak için tavus kuşunun kuyruğuna Argos'un gözlerini yerleştirir. Bir rivayete göre, tavus kuşunun öldükten sonra eti çürümediği için ölümsüzlüğün sembolü olduğu söylenir. Bu nedenle tavus kuşu Hristiyan kültürlerinde de hayat ağacı ile tasvir edilir.

Roma mitolojisinde Tanrıça Juno'nun (Yunan mitolojisindeki Tanrıça Hera'nın dengi olarak tanımlanabilir) kutsal hayvanı da tavus kuşudur.  Tavus kuşu, Roma'nın gösterişli bahçelerinin tasvirlerinde, mezar anıtlarında da yer alır ve soyluluk simgesidir.

Bizans kültüründe tavus kuşu, güzellik, ölümsüzlük, yeniden doğuş ve günahlardan arınmayı sembolize eder.

İslamiyet öncesi Türk kültüründe de tavus kuşunun izlerine rastlamak mümkün. Kaşgarlı Mahmut'un yazdığı Divanu Lügati't Türk'te "yun kuş" olarak geçen tavus kuşu aynı zamanda egemenlik sembolüdür. (**)

Tavus kuşunun üç türü bulunmaktadır. Bunlar:

--Mavi tavus kuşu: Hindistan'da ulusal bir kuş olarak kabul edilir. Bu nedenle mavi tavus kuşuna Hint Kuşu da denilmektedir.

--Yeşil tavus kuşu: Burma-Cava arasındaki topraklarda yaşam süren yeşil tavus kuşu, nesli tükenmekte olan bir türdür. Bu nedenle diğer tavus kuşu türlerine göre daha değerlidir. Yeşil tavus kuşunu avlamak yasaktır. Dünya Koruma Birliği, yeşil tavus kuşunu koruma altına almıştır.

--Kongo tavus kuşu: 1936 yılında keşfedilen bir tür olan Kongo tavus kuşu, mavi ve yeşil tavus kuşları kadar tanınmaz. (***)

Farklı kültürlerde değişik anlamlarda tanımlansa da sembolize edilse de tavus kuşu göz alıcı floresan renkleriyle izlemesi keyifli güzel bir kuş. Onu kuyruğunu açıp dans ederken izlerseniz ne dediğimi anlayabilirsiniz ancak. :)








Fotoğrafların tümü tarafımdan çekilmiştir. İzinsiz kullanılamaz.

(*) Osman Balcıgil, ZERDÜŞT'ÜN SIRRI (Destek Yayınları)

(**) gossive.com

(***) bilgikilavuzu.com





11 Temmuz 2022 Pazartesi

 


ZIKKIM OLMUŞ ZAKKUM



Her yerde duyabileceğimiz, dilimizde oldukça fazla kullanılan "zıkkımın kökünü ye" sözündeki zıkkım kelimesinin kökeni Arapçadır. Zararlı ya da zehirli, sıkıntılı şey anlamına gelen zıkkım kelimesinin günümüzdeki(Türkçede) karşılığı zakkumdur.

Canlı ve pembe çiçekleriyle çok güzel görünen zakkum, İslam dininde "Cehennem Ağacı" olarak kabul edilir. Zakkumun zehir seviyesi yüksek olduğundan ölümcül olabilir. Zakkum ağaçları, dört mevsim yeşil kalan yaprakları ve Mayıs'tan Ekim ayına kadar çiçekli kalan pembe-beyaz çiçekleriyle doğanın en güzel görüntülerinden birini sunar bizlere. Ilıman iklime sahip bölgelerde kendiliğinden yetişebilen dayanıklı bir ağaçtır. Zakkum ağacının Latince adı, "nerium oleander" dir.







Fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir. İzinsiz kullanılamaz.



2 Temmuz 2022 Cumartesi

 


APOLLON'A YAR OLMAMAK İÇİN AĞACA DÖNÜŞEN DAPHNE (DEFNE)



Kadim Anadolu topraklarında ne mitolojik öyküler yaşanmış, günümüze dek uzanan. İşte su perisi Daphne'nin öyküsü bunlardan biri. Bu öyle bir öykü ki, ülkemizin güneyinde yer alan Hatay ilinin şirin ilçesi Defne'ye adını vermiş. Defne ağacının özelliklerini yazmadan önce, Daphne'nin hazin öyküsüne kısaca göz atalım ve Daphne'nin gözyaşlarından oluştuğuna inanılan Harbiye Şelaleleri'nden kana kana su içelim. Ne dersiniz?

Defne Ağacının Hikayesi

Bir gün, ışığın tanrısı Apollon ile aşk tanrısı Eros karşılaşırlar. Eros attığı oklarla insanları aşık etmesiyle ünlüdür. Apollon, Eros'un oklarını küçümseyen sözler söyler ve oklarını savaşta kullanmak üzere kendisine vermesini ister. Buna gücenen Eros, Apollon'a; "Benim oklarım seni bile vurabilir" der ve uzaklaşır.

Başka bir gün Apollon ormanda dolaşırken bir nymphe(su perisi) olan Daphne'yi görür ve onu izlemeye başlar. Eros da Apollon'u gizlice izlemektedir. Altın okunu çıkararak Apollon'u kalbinden vurur. Apollon Daphne'ye aşık olur. Eros kurşun okuyla da Daphne'yi vurur. Vurulan Daphne, Apollon'dan nefret eder ve ondan kaçmaya başlar.

Apollon, Daphne'ye deli gibi aşıktır. Her gün onu izlemeye gelir. Bir gün dayanamaz ve Daphne'ye yaklaşmaya çalışır. Eros'un kurşun okunun etkisiyle Daphne, Apollon'dan korkup kaçmaya başlar, Apollon da onun peşinden koşar. Koşmaktan yorulan ve gücü tükenen Daphne, artık kaçamayacağını anlar ve toprak ana Gaia'ya yalvarır: "Ey Toprak Ana, beni ört, beni gizle." Toprak aniden yarılır ve Daphne'nin ayakları toprağa kök salar. Teni kabuk bağlar, kolları dallara, saçları yapraklara dönüşür. Sonunda Daphne, defne ağacına dönüşür.

Ağaca dönüşen Daphne'ye Apollon şöyle seslenir: "Defne, bundan sonra sen, Apollon'un kutsal ağacı olacaksın. O solmayan ve dökülmeyen yaprakların, başımın çelengi olacak. Değerli kahramanlar, savaşlarda zafere ulaşanlar, hep senin yapraklarınla alınlarını süsleyecekler. Şarkılarda, şiirlerde adımız yan yana geçecek." Bu tatlı sözler üzerine Defne, dallarını eğerek Apollon'u saygı ile selamlar.

Bu öykünün geçtiği yer bugünkü Harbiye'dir (Hatay). Apollon teessür ve heyecan içinde o ağacı amblem olarak alır ve parlak yapraklarından başına bir taç yapar. İşte o zamandan beri şiir ve silah zaferi Defne dalı ile ödüllendirilir ve inanışa göre Defne'nin gözyaşları bugün hala Harbiye'de şelaleler meydana getirmektedir. (*)




Defne(Laurus Nobilis) Ağacının Özellikleri

Her zaman yeşil, boylu bir çalı ya da 15 metreye kadar boylanabilen, yuvarlak tepeli bir ağaçtır.

Vatanı Anadolu ve Balkanlar'dır.

Yaprağı yağ, ilaç ve sabun endüstrisinde kullanılır.

Kokusunun güzel olması nedeniyle defne yaprağı yemeklerde baharat olarak da kullanılır.

Defnenin Arabistan defnesi, yaban defnesi, dikenli defne, dağ defnesi ve koyun defnesi gibi zehirli türleri de bulunmaktadır.











(*) kulturportali.gov.tr


Fotoğrafların tümü tarafımdan çekilmiştir, izinsiz kullanılamaz.