CHARLES BUKOWSKİ KİMDİR?
Bir anket yapılsa, sosyal medyada en çok paylaşılan kimin sözleridir diye, sanırım Bukowski'nin sözleri ilk sırayı alır. Nadiren bile olsa ben de paylaşmıştım önceden. Aslında Bukowski'nin ne bir şiirini okudum, ne de bir romanını. Hakkında bildiklerim, internetten okuduğum yüzeysel bilgilerdi o kadar. 23 Şubat 2016'da (satın aldığım her kitaba, o günün tarihini ve hangi şehirden aldığımı mutlaka yazma gibi bir huyum vardır) bir kitapçıdan aldığım ama okunmak için dört yıldır sırasını bekleyen Bukowski'nin biyografisini nihayet okuyabildim.
Kitabın arka kapak yazısını okuyunca, bu "Bar Kelebeği" ve "Pis Moruk" diye anılan Bukowski kimdir, nasıl bir yaşam sürmüş olabilir ki, böyle anılıyor merakıma yenik düşmüştüm. İyiki de kitabı almışım; Bukowski'nin roman ve şiirlerini okumamama rağmen, biyografisinde gerektiği kadar bahsediliyor şiir ve romanlarından. Anladım ki, Bukowski'nin şiirleri, romanları hiç bana göre değilmiş meğer. Hatta üç yüz sayfalık biyografisini okumak da zaman kaybıydı, benim için.
Kitabı bitirdikten sonra kendi kendime şöyle dedim; şiddet ortamında büyüyen, sürekli babasından dayak yiyen, liseden sonra girdiği üniversiteden atılan, sabahtan akşama kadar içki içen, ayık kalmaya tahammül edemeyen, önüne gelene küfreden ve kavga çıkarmadan duramayan serseri ruhlu ve saldırgan bu adamın normal olması beklenemez. Ama Amerikan toplumu, onu harika ve dahi bir yazar olarak tanıma eğiliminde. En azından okuduğum biyografide böyle yazıyor.
Bu uzun girizgahtan sonra kısaca Bukowski'nin hayatına ve üne nasıl kavuştuğuna bir göz atalım mı?
Asıl adı Heinrich Karl Bukowski olan Charles, 16 Ağustos 1920'de Andernach'ta (Almanya) doğdu. Babası Çavuş Henry Charles Bukowski, Amerikan işgal ordusunda görevli bir subay, annesi Katharina Fett ise kadın terzisiydi. Bukowski 1971 yılında yazdığı bir yazısında, "Bir piç olarak, yani evlilik dışı bir ilişki sonunda doğdum", demiş ve bu iddiasını hem yazılarında hem söyleşilerinde birçok kez tekrarlamıştı.
Charles, iki yaşındayken ailesiyle birlikte bir gemiyle Amerika'ya gitti. Baltimore'a geldikten sonra Bukowski'nin annesi kulağa daha "Amerikanvari" geldiği gerekçesiyle adını Kate olarak değiştirdi, ardından küçük Heinrich de Henry oldu. Babası, doğup büyüdüğü California'ya taşınmalarına yetecek kadar para biriktirdikten sonra, 1924'te Los Angeles'e taşındılar. Amerika'yı gezerek geçirdiği kırklı yılların tamamı ve ellili yılların ilk yarısı haricinde Bukowski yaşamının büyük bir bölümünü, yazılarında ağırlığını hayli hissettiren LA'da geçirdi.
Babasından ilk dayağını yediğinde, Bukowski Virginia Road İlkokulu'na gidiyordu. Henry, karısı Kate'i de dövmüştü. Babasından nefret eden Bukowski sonraki yıllarda yazdığı otobiyografik yazılarında, söyleşilerinde ve dostlarına gönderdiği mektuplarda çocukluğunun çok sıkıcı ve korkunç geçtiğini anlatıyor ve hiç olmazsa yaşamının o dönemine ait gerçekleri hiçbir şey saklamadan, çarpıtmadan aktarıyordu. "Geçirdiğim mutsuz çocukluk dönemi beni mahvetti," diye yazmıştı."Ama ben böyleyim ve böyle kalacağım."
İlkokulda fazla arkadaşı yoktu Bukowski'nin. Bunun nedenlerinden biri annesiyle babasının kendilerini mahalledeki herkesten üstün görmesi ve diğer çocukların arasına karışmasının yasak olmasıydı. Bir diğeri ise, çocuk Bukowski'nin disleksi hastalığıydı. İleride bunu "Eğitim" şiirinde dile getirecekti.
Bukowski'nin karakter gelişimini etkileyen ilk şey babasından yediği acımasız dayaklarsa ikincisi de on üç yaşındayken yüzünde belirmeye başlayan aknelerdi hiç şüphesiz. Bunlar öyle basit sivilceler değil, yüzünde oradan oraya atlayan, "her biri elma büyüklüğünde" çıbanlardı. Daha sonra vücudunun üst kısımlarında her yerde çıkmışlardı. Los Angeles Country Hospital'a götürüldü ve burada acne vulgaris teşhisi kondu. Doktorlar daha önce hiç bu kadar şiddetli bir vaka görmemişlerdi. Çıbanlar elektrikli iğneyle patlatılıp içlerinde biriken kan ve cerahat akıtıldı. Bu durumu Bukowski şöyle açıklıyordu; "İçimde biriken zehir artık dışarı taşıyordu.Sessiz çığlıklarla, bulduğu delikten büyük bir şiddetle dışarı fışkırıyordu."
Akneleri için o kadar yoğun bir tedavi gerekiyordu ki liseye başladığı ilk yıl kaydını dondurmak zorunda kaldı. Evde kaldığı bu dönemde şehir kütüphanesine gidip hayran olduğu Edgar Allan Poe'yu, ilk öykülerini çok sevdiği Hemingway'i okumayı çok seviyordu. Turgenyev'i beğenmiş, Tolstoy'a ise ısınamamıştı. Gündüz şehir kütüphanesinde kitap okuyor, gece de gizlice evden kaçıp barlarda takılıyordu. Bir gece bardan eve döndüğünde babasına yakalandı. Babası onu dövmeye başlayınca, babasına karşılık vererek ona vurdu. Bu nedenle annesiyle de arası açıldı.
Ertesi yıl, çok iyi eğitim veren başka bir liseye kaydedildi. Oradaki arkadaşlarından biri Bukowski hakkında şöyle demişti; "Sivilceleri çok dikkat çekiyordu. Durumu gerçekten kötüydü, genç bir insan için dayanılması zor bir durumdu.Çok sessiz ve içine kapanık olmasının nedeni de buydu. Ortalarda gezinir, selam verir, ama asla gruba katılmazdı. Çok mutlu olduğu söylenemezdi. Girgin biri değildi."
Bukowski 1939 yılının Haziran ayında liseden mezun oldu. Beraber gideceği bir kız olmadığı için okul balosuna katılamadı. Hiç kız arkadaşı olmamıştı.
Gazete muhabiri olabileceğini düşünerek Gazetecilik, İngilizce, İktisat ve Halkla İlişkiler okumak üzere burslu öğrenci olarak Los Angeles City College'a kaydoldu. İlk yıl notlarının düşük olması nedeniyle burs hakkını yitirdi (1940).
Avrupa'da savaş söylentileri ve askere alınmalar başlarken Bukowski, Naziler'i ve Almanları savunan konuşmaları ve gazetelere yazdığı yazılardaki aşırı uçtaki görüşleriyle hem arkadaşlarını şaşırtıyor hem de ailesini korkutuyordu çünkü hala ailesiyle yaşıyordu. Neo-Nazi grupların toplantılarına katılmaya başlamıştı. Daha sonra böyle davranmasının nedenini sıradışı olmaktan hoşlandığını söyleyerek açıklayacaktı. Ancak annesi Kate Bukowski açık açık Hitler hayranıydı ve onun "işçi sınıfının" kurtarıcısı olduğunu söylüyor, Bukowski de annesiyle aynı düşünceyi paylaşıyordu.
Okuldan atılan ve evde huzuru kalmayan Bukowski, ailesinin evinden ayrıldı. Geçici işlerde çalıştıktan sonra 1941 yılının Haziran ayında pansiyonların, fabrika işlerinin ve barların "gerçek dünyası" hakkında yazabilmek için Amerika'yı keşfetmek üzere yollara düştü.
Atlanta'ya gitti. Damı muşamba kaplı küçük bir barakada kalıyor, favori romanı, Knut Hamsun'un yazdığı Açlık'ın hayal kırıklığına uğramış kahramanı gibi o da düzenli bir işe girip çalışmak yerine açlıktan ölmeyi tercih ediyordu. Atlanta, Bukowski'nin yollarda geçirdiği hayatının en sefil dönemini oluşturuyordu. Buna rağmen öyküler yazmaya çalışıyor ama New York gazetelerine gönderdiği öyküler iade edilmeye devam ediyordu.
1942 yılına kadar San Fransisco'da kalmış ve Kızıl Haç'ta kamyon sürücüsü olarak çalışmıştı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında askere yazıldı. Fiziki muayenesini geçti, ama bir dizi psikolojik testin ardından zihinsel nedenlerden ötürü 4-F kategorisine girdiğini ve askerlik yapamayacağını öğrendi. Kendi kendine koyduğu teşhis "sapık"tı. Ancak Bukowski ileride psikiyatrın raporunda, "aşırı duygusal" olduğu için askerliğe uygun olmadığı teşhisini koyduğunu öğrenecekti.
Gelecek on yılı içki içmek ve bir bar kelebeği olmak için yazmaya ara vererek geçirdiğini idia ediyordu ama bu sürede kısa öyküler yazmaya ve dergilere göndermeye devam etmişti. 1946 ilkbaharında ilk yayıncısı olacak olan Caresse Crosby'yle tanıştı. Bu yayıncının yardımıyla ilk iki şiir denemesi Matrix adlı dergide yayınlandı.
Bukowski gittiği bir barda kendisinden 11 yaş büyük olan Jane Cooney Baker'la tanıştı. Bukowski'nin en güçlü eserlerinin esin kaynağıdır Jane. Ayrıca Jane, yirmi yedi yaşındaki Bukowski'nin ilk ciddi kız arkadaşıdır. Jane'nin ölümünden sonra, Bukowski depresyona girmiş, hayatına giren hiçbir kadını Jane gibi sevmemişti.
Tanıştıklarında otuz sekiz yaşında olan Jane de Bukowski gibi alkolikti. Hoşuna gitmeyen erkeklerin üzerine saldırmasıyla tanınıyordu. Jane için yazdığı şiirlerde anlatmak istediği şey, Jane'in ahlak seviyesi düşük, fahişeden farksız bir kadın olduğuydu. Düşüncesi ne olursa olsun, bu ilişki Bukowski'nin kadınlar hakkında çok kötü izlenimler edinmesine neden olmuştu. Ayrıca Jane, Bukowski'yi at yarışı oynamaya yönlendirerek onun, yaşadığı sürece hipodromlardan çıkmamasına da sebep olmuştu.
Bukowski, Jane'den ayrıldıktan sonra, editörlüğünü yapacak olan Barbara Frye ile 29 Ekim 1955'te evlendi. Ancak evlilikleri yürümedi ve iki yıl sonra boşandılar. Boşandıktan sonra karısını şöyle tanımlıyordu Bukowski; " Barbara, soğuk, kindar, kaba, züppe kaltağın tekiydi."
1956 yılında annesi, iki yıl sonra da babası öldü. Babasının öldüğünü duyan Bukowski; "....öldü, öldü, öldü, tanrım sana şükürler olsun!" diye yazmıştı.
İlk şiir kitapçığı Ekim 1960'ta, 40. yaşgününden iki ay sonra yayınlandı. Artık yavaş yavaş tanınmaya başlamıştı. Ancak Bukowski çok içiyor, kavgalara karışıyor ve sabah kalktığında kendisini karakolda sarhoşların kapatıldığı hücrede buluyordu. 35 yaşında geçirdiği ağır mide kanamasından sonra, doktorların "içme, ölürsün" yasağına rağmen gece-gündüz içmeye devam ediyordu.
22 Ocak 1962'de, Jane öldü. 51 yaşındaydı öldüğünde. Jane'in ardından dünyası yıkılan, sürekli ağlayan ve içki içen Bukowski, bir dizi keder şiiri yazmaya başladı. Bu şiirler Bukowski'nin en dokunaklı eserlerini oluşturmaktadır.
LA Postanesi'ndeki gece işinden çıktıktan sonra doğrudan barlara gidiyor ve sarhoş oluncaya dek içiyordu. "Bukowski, Postane adlı romanında bu sistemin işçilere yıllarca nasıl kan kusturduğunu anlatırken kesinlikle abartmıyordu. Çok katı bir sistemdi ve aralarında Bukowski'nin de bulunduğu pek çok çalışan şiddetli sırt ve omuz ağrılarından şikayetçiydi."
Sırt ağrısından kıvrandıran işine on iki yıl boyunca devam etti Bukowski. 1969'da Black Sparrow Yayınevi'nden ömür boyu 100 Dolar maaş teklifini alınca postaneden ayrıldı.
Parasal yönden kendisini toparlamasına yardımcı olan "It Cathes My Heart in its Hands" başlıklı şiir kitabı yayınlandı ve tutuldu. Yayıncısı bu şiir kitabının tanıtım yazısında Bukowski'nin asıl başarısının "sevecenlikten, söz sanatlarından ve biçemden nasibini almayan ama akademik şiir karşısında pek çok üstünlüğü bulunan" dili olduğundan bahsetti.
FrancEYE ile tanışan Bukowski, onunla evlenmedi ama ondan bir kızı oldu; adını Marina koydular. Bukowski'nin Marina'dan başka çocuğu olmadı. Kızıyla çok yakından ilgilenen sevecen bir babaydı. Şiirleri artık dergilerde yayınlanıyordu. Avrupa'da bile hatırı sayılır okuyucu kitlesine sahip olmuştu.
Tanınmaya başlayınca politikayla ilgili radikal yazılara yer veren Open City adlı gazetede haftalık köşe yazısı yazmaya başladı. Köşesinin adı; "Pis Moruğun Notları" idi. Gazetedeki köşe yazarlığına iki yılı aşkın bir süre devam etti ve bu iş, ona daha önceki bütün eserlerinden daha fazla ün kazandırdı.
1976'da Bukowski, Linda Lee Beighle ile tanıştı. İki yıl sonra birlikte Los Angeles'ta bir liman şehri olan San Pedro'ya taşındılar. Linda ve Charles 1985'te evlendiler.
Bukowski, Pulp romanını henüz bitirdikten sonra 9 Mart 1994'te yetmiş üç yaşındayken omurilikten yayılan lösemi sebebiyle San Pedro'da öldü. Bukowski, bir katolik olarak vaftiz edilmesine rağmen, kilisede din adamı yoktu. Linda Lee'nin isteği üzerine ölüm töreni Budist rahipler tarafından yönetildi.
Mezarı, Los Angeles'in güneyindeki Green Hills Memorial Park'ta bulunmaktadır. Ölümünden üç yıl sonra, Bukowski'nin ilk torunu Nikhil Henry Bukowski Sahoo doğdu.
Ve kitabın son sayfasında yazılanlar bu deli dolu, uçuk kaçık yazar hakkındaki bir fikir verebilir size:
"Gazetelerde ölümüyle ilgili çıkan haberler yaşadığı sefil hayat üzerinde yoğunlaşmıştı. Ondan "barların ozanı" olarak söz ediyor, neden bu kadar beğendikleri bir türlü anlaşılamayan kült bir okur kitlesi bulunan sıradan bir yazar olduğunu söylüyorlardı. Romanları hakkında aldığı tek olumlu eleştiri ve Barfly'ın dikkat çekici başarısı dışında medya hep olumsuz yönlerini öne çıkarmıştı.
......................
"Ancak hiçbir sınıflandırmaya dahil edilemeyen Bukowski, modern Amerikan edebiyatında en çok taklit edilen yazarlardan biriydi. Yalın düz yazı ve şiirlerinin kaynağı çok basit konulardı.
"Hep içkiyle ilgili konularda yazmaktan hoşlanması, yazılarında hayatını sansasyonel biçimlerde sunması ve kaba olmak için elinden geleni yapması yüzünden Bukowski eleştirmenlerin sürekli tepkisini çekmişti. Çok fazla kitap yayınlamıştı, özellikle de çok fazla şiir. Ama altı roman, düzinelerce kısa öykü, senaryo ve çeşitli şiir kitaplarından oluşan eserleri dikkatlice okunursa asla uzlaşmacı bir havaya bürünmeyen, hatta meydan okuyan bir tavrı görülür: ağır işlere, dayatılan kurallara, yalancılığa ve özentiye karşı çıkmış, insan hayatının çoğu zaman perişan olduğuna ve insanların birbirine kötü davranmasına rağmen hayatın yine de güzel, seksi ve komik olduğuna inanmıştı."
Biyografisinde, en seçme şiirleri yer alsa da, başta söylediğim gibi bu şiirler bana hitap etmiyor. Ancak tek bir şiiri oldukça gerçekçi geldi ve ben bu şiiri paylaşmak istiyorum:
...Cinayet işlemekte en usta olanlar
Cinayete karşı olduklarını söyleyenlerdir
VE nefret etmekte en usta olanlar
SEVGİ'ye övgüler yağdıranlardır
VE NİHAYET SAVAŞMAKTA EN USTA OLANLARSA
ÖVGÜLER YAĞDIRIP DURANLARDIR
BARIŞA
Kaynak: howard sounes - CHARLES BUKOWSKI, çılgın bir yaşamın kollarında tutsak