8 Ocak 2018 Pazartesi




YENİ YILDA YENİ BİR ROTADA YÜRÜRKEN
Türkiye'de İlk Ve Tek Fosil Ormanı

Son anda karar verdim; Yol Arkadaşıma katılmaya. Gidilecek rotanın Ankara Trekking-Hiking gruplarında ilk kez yürünecek olması heyecanlandırdı beni. Uzun süredir yürüyünce insan değişiklik istiyor, farklı yerler görmenin heyecanını duyumsamak istiyor. Hani derler ya; "Tebdil-i mekanda ferahlık vardır" o misal. 
Gideceğimiz yeri rehberimiz biliyor ama bizler bilmiyorduk. Sırlara yolculuk gibi olacaktı seyahatimiz: Rotamız, Giz Ormanlarıydı -rehberimiz öyle isimlendirmişti.  :)

7 Ocak sabahı horozlar ötmeden, günün ışımasına saatler varken ve dışarıda buz gibi bir ayaz hüküm sürerken kalktım. Bir yanım "sıcacık yatağından çıkma,uyu" derken, diğer yanım "dağlar seni bekliyor; temiz hava, bol oksijen ve huzur. Haydi oyalanma kalk!" diye komut verince uyku mahmurluğundan sıyrıldım, hazırlandım ve alaca karanlıkta yola çıktım. Kentin insanları rem uykusundalardı sanki, sokak ve caddelerde çıt çıkmıyordu; araçlar trafiğe çıkmamışlardı henüz. Kentin bu dinginliğine tanık olmak çok güzel bir duyguydu.

Saat 07.30'da aracımız hareket etti ve yolumuz üzerindeki bir kafede kahvaltı molası verdik. Molada rehberimize" Biz nereye gidiyoruz?" diye sordum. Cevabı " Nallıhan-Seben sınırında bir yere" olunca uzunca bir yolculuk yapacağımızı anladım (Nallıhan, Ankara'nın merkeze en uzak ilçesidir). Gerçekten de dört saate yakın yolculuk yaptık. Yürüyüşe başlayacağımız noktaya vardığımızda sisten göz gözü görmüyordu. Yoğun sis altında bile coğrafyanın farklılığı dikkat çekiciydi. Bulunduğumuz yer Seben-Nallıhan sınırında İç Anadolu ve Karadeniz Bölgesi'nin geçiş noktalarından biriydi. Böylesi geçiş noktalarının hem iklimi hem de coğrafi yapıları diğer yerlere göre farklıdır. Dolayısıyla izlenimlerim de bir başka olacaktı. Hazırlıklarımızı tamamlayıp yürüyüşe başladığımızda "iyi ki gelmişim" dedim kendi kendime. Üç buçuk kilometre tırmanış yapıp aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz dağa çıkacak olmamıza rağmen. :) Orada neler göreceğimi henüz bilmiyordum. 



Tırmandıkça sis dağılmaya başladı ve çevreyi görmemiz kolaylaştı. Aşağılara baktığımda, daha önce görmediğim coğrafi oluşumlar şaşırttı beni. Özellikle kayalar sanki bu dünyaya ait değildi ve ben başka bir gezegendeydim. Tepeye ulaştığımda ilk sürprizle karşılaştım: Yeşile boyalı demir parmaklıklarla korunmaya alınmış 18-19 milyon yıllık fosil ağaç gövdeleri. Fosil ağaçların söğüt, kavak, palmiye ve sığla oluşuna şaşırdım. Çünkü an itibarıyla bulunduğum yer kayalıktı ve rakımı yüksekti. Bildiğim kadarıyla söğüt ve kavak ağaçları suyu severler ve su kıyılarında yetişirler. Sığla ağacı ( diğer adıyla günlük) ise günümüzde en geniş yayılışını Muğla'da gösteren endemik bir ağaç türüdür. Öyleyse bu ağaç burada nasıl bulunmuştu? Araştırmak gerek dedim ve araştırdım. :) İşte yaptığım araştırma sonucu: Yerkürenin milyonlarca yıl önceki iklimi, bitki örtüsü ve coğrafi şekilleri hakkında fikir veren fosil ormanları bilim dünyasında çok önemseniyor. ABD, Brezilya ve Çin'de az sayıda bulunan fosil ormanlarından biri 2013'te Bolu'nun Seben ilçesinin Hocaş köyünde tescillenmişti. Ülkemizin dikili ağaçlardan oluşan ilk ve tek fosil ormanında uzun süredir araştırmalar yapan İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Orman Botaniği Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ünal Akkemik Milliyet gazetesine verdiği demeçte şunları söylemiş: "Fosil Ormanı 18-20 milyon yaşında. Dünyanın farklı bölgelerinde bulunan fosil ormanlar 250 milyon yıl öncesine kadar iniyor. Seben, erken miyosen döneminde oluşan karasal alanın en önemli temsilcilerinden. O dönemde göl kenarında bulunan orman; palmiye, kavak, söğüt ve sığla gibi ağaçlardan oluşuyordu. Yukarısında meşe ve ardıç, üst taraflarda ise çam, sedir ve ladin gibi ağaçlar vardı. Bolu Aladağlar'daki volkanın patlamasıyla piroklastik akıntı denilen kaya parçalarıyla dolu sıcak akıntı her şeyi sürükledi. Önüne gelen göl ya da denizde aniden soğuyan akıntı nedeniyle ağaçların gövde parçaları aşağı kadar taşındı, kıyıya yakın ağaçların ise dikili gövde parçaları yerinde kaldı. Volkanik patlamanın ardından magmatik kayaçlar ve suyun altındaki ağaçlar taşlaştı. Milyon yıllar içinde bölge yükselirken deniz çekildi. Taşlaşan ağaçlar yüzeye çıktı. Bölgeye şu anda ardıç, karaçalı ve alıçların bulunduğu bir orman yapısı hakim. Bölgenin koruma altına alınması, jeoloji ve coğrafya tutkunları için bir turizm merkezi haline getirilmesi mümkün."
Ben de bu özel fosil ormanını gördükten sonra diyorum ki; "20 milyon yıllık jeolojik mirası korumak hem birey hem de toplum olarak vatani görevimiz. Fosil ağaçların yanına dikilmiş tabelada yazan "bu alanda fosil ağaç aramak, orman dışına çıkarmak yasaktır." ibaresiyle koruyamayız fosil ormanını. Daha ciddi önlemler almak gerek.


Kavak ağacı fosili

Fosil ağaç gövdelerinin yanı başında öğle yemeğimizi yedikten ve sıcak çayımızı içtikten sonra, yer yer fosillerin bulunduğu dağ patikasından yürüyüşümüze devam ettik. Bu arada tepeye vardığımızda sis tamamen dağılmış, pırıl pırıl bir güneş parlamaktaydı gökyüzünde. Şanslıydık çünkü  çevreyi çok net görebildik. Patika kıvrımları bazen kanyonun kıyısından geçtiği için aşağıdaki uçurumlar içimi ürpertse de manzaranın güzelliği karşısında bu ürperti hafif kalıyordu. 
Yol boyunca, yalancı bahara aldanıp açan sarı-beyaz çiğdemlerin güzelliğini kıskandım. Çünkü hava soğuyunca öleceklerini bilmeden şimdiyi yaşıyorlardı, güneşin tadını çıkarırken. 



Patikanın sonuna geldiğimizde ikinci sürprizle karşılaştım. Devasa kayalara meydan okuyan minik bir şelale hiç durmadan kendi şarkısını mırıldanıyordu. Bir süre şelalenin şarkısını dinledikten sonra ona eşlik etmek için ben de kendi şarkımı mırıldandım:

Bizim eller ne güzel eller
Söylesin şirin diller
Oynasın koç yiğitler
Oh! Bizim eller ne güzel eller

Bu dağda maral gezer
Zülfünü tarar gezer
Dağ bizim, maral bizim
Avcı burda ne gezer?

"Avcı burda ne gezer?" dizesi şarkıda kaldı ve birden neşem söndü, uzaklardan gelen silah sesleriyle birlikte. Bu silah sesleri avcılara aitti ve onlar, kim bilir hangi canlıyı katlediyorlardı yine kendi keyifleri için. :( Bence avcılık yasaklanmalı. Avcılık, keyif için öldürmekten başka bir şey değil çünkü. 

Kanyona giriş


Ve üçüncü sürpriz; yukarıda iken ürpererek baktığım kanyonda yürüyecektik. Bazalt kayaları görmenin başka yolu yoktu. Hava günlük güneşlik olsa da, mevsim kıştı. Deredeki taşlar yosunlu ve kaygandı, kıyılar buz tutmuştu. Kanyon girişi o kadar güzeldi ki, yürümeden önce büyükçe bir taşın üstüne oturup (grup ilerlemişti ve ben yalnızdım) suyun sesini, sessizliğin sesini dinledim. İçim huzurla doldu. Kalktım ve çok dikkatli bir şekilde taşlara basarak kanyonun içine daldım. Yaklaşık bir kilometre sonra bazalt kayaları gördüm karşı kıyıda. Bazalt kayaları daha önce görmüştüm; Boyabat/Sinop Bazalt Kayalıkları Tabiat Anıtında. Ancak Boyabat'taki bazalt kayalıkları dikeydi. Burada gördüklerim ise yataydı. (Boyabat/Sinop Bazalt Kayalıkları Tabiat Anıtı'na bir etkinlik düzenlenmesi önerimdir, yazımı okuyan rehberlere. 12-15 kilometrelik bir yürüyüş parkuru vardır. Bildiğim kadarıyla Ankara'dan hiçbir grup gitmedi. Siz ilk olun derim. :))


Bazalt kayalardan bir kesit.

"Bazalt, volkanik hareketler sonucu oluşan bir kaya türüdür. Özellikle dördüncü jeolojik devirde meydana gelmiş olan volkanik hareketlerin oluştuğu bölgelerde yoğun olarak bulunur. Doğada bazalt taşları, kütle, damar ve akıntılar halinde bulunmaktadır. Genellikle volkanik akıntının ardından, soğuyup tekrar büzülerek prizma biçimini alırlar. Türkiye'de yapı işlerinde en çok kullanılan taşın bazalt olduğu söylenebilir. Birçok bölgede mıcır yapımında da kullanılmaktadır." (mercanmadencilik.com)

Kanyondan çıkıp orman içine girdik ve on buçuk kilometrelik yürüyüşümüzü tamamladık. Mangalda köfte ve sıcak çay ikramından sonra eve dönüş başladı. Her ayrılış hüzünlüdür ve ben doğadan her ayrılışımda bu hüznü duyarım. Ama bu kez, yeni yıla, yeni bir rotayla başlamanın verdiği hazzın gizli sevinci ve  birazda kendimle gurur duyma hissi eşlik etti bu hüznüme...

Bu bol sürprizli rotayı hazırlamakta emeği geçen Yol Arkadaşım Grubunun lider ve rehberi; Aytekin Gültekin'e ve yürüyüşe katılan tüm yol arkadaşlarıma teşekkürler. 2018 yılı güzel sürprizlerle geçsin, hepimiz için...


Not: Sığla ağacı fosilini gördüklerinde "bu ne ki?" diyen arkadaşları duyduğumdan sığla ağacı ile ilgili kısa bir bilgi paylaşmak istedim. :)

Sığla ağacı Anadolu, Amerika ve Çin'de yetişen, 15-20 metre yüksekliğinde, çınar görünümlü bir ağaçtır. Kabuklarından çıkarılan sığla yağı çeşitli yerlerde kullanılmaktadır. Sığla ağacı, günlük ağacı ve Buhur olarak da bilinir.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder