KAPADOKYA VADİLERİNDE TARİHE YOLCULUK
Turistik amaçlı defalarca gittiğim Kapadokya'ya bu kez vadilerinde yürümek, tarihini duyumsamak ve orada yaşamış tüm kavimlerin nerede nasıl yaşadıklarını görmek için gidecektim. 19 Ocak Cuma gecesi yola çıktık ve sabah erken saatlerde vardık otelimize. Birkaç saatlik dinlenme sonrası, kahvaltımızı ettik. Aracımızla yürüyüş yapacağımız Kızıl Vadi'ye geçmeden önce, şapkalı, zarif duruşlarıyla ilgi odağı olan "Üçgüzeller" peribacalarına uğradık. Çevreyi seyrettik. Hava günlük güneşlikti ama ayaz vardı ve çok soğuktu. İki gün önce yağan kar etrafı masalsı bir diyara dönüştürmüştü. Kar altındaki üçgüzeller daha bir güzeldi sanki.
Üçgüzeller
Üçgüzellerin halk arasında anlatılan çeşitli hikayeleri var. İki büyük, bir küçük şapkalı peribacasından oluşan bu güzeller Kapadokya'nın simgesi olmuş ve dünyada en çok tanınan peribacalarıymış. Yolunuz Ürgüp'e düşerse, seyir tepesinde durup fotoğraf çektirmeden geçmeyin. Burada arkadaşlarla poz verirken, farkına bile varmadığımız iki genç bizden habersiz fotoğrafımızı çekmiş ve on dakika içinde hatıra tabağına dönüştürmüştü bile. Aracımızın yanında ellerindeki tabaklarla bekliyorlardı bizi. Tanesi on liraydı ve aldık tabii. Güzel bir sürpriz olmuştu benim için.
Kapadokya adı tek bir yeri değil, başta Nevşehir olmak üzere, Kırşehir, Niğde(Ihlara Vadisi), Kayseri(Soğanlı Vadisi) illerini içine alan bir bölgeyi tanımlar. Şimdi bu özel ve güzel bölgenin çok uzun olan tarihine kısa bir göz atalım. :)
Kapadokya Tarihi
Kapadokya bölgesi 60 milyon yıl önce, Erciyes ve Hasan Dağı'nın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur, sel suları ve rüzgarın aşındırmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu aşındırma devam etmektedir ve peribacalarının oluşumu izlenebilmektedir. Hititlerin yaşadığı bu topraklar, daha sonraki dönemlerde Hristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Kayalara oyulan evler ve kiliseler bölgeyi Roma İmparatorluğunun baskısından kaçan Hristiyanlar için büyük bir sığınak haline getirmiştir. Kapadokya'nın yazılı tarihi Hititlerle başlar. M.Ö. 12. yüzyılda Hitit İmparatorluğu'nun çöküşüyle, Asur ve Frigya etkileri taşıyan geç Hitit Kralları bölgeye egemen olur. Bu krallıklar M.Ö. 6.yüzyıldaki Pers işgaline kadar sürer. Kapadokya adı Farsça Katpatuka (Güzel Atlar Ülkesi) kelimesinden gelmekte ise de bazı tarihçiler bu görüşe katılmamaktadır. M.Ö. 332 yılında, Büyük İskender Persleri yenilgiye uğratır ama Kapadokya'da büyük bir dirençle karşılaşır. Bu dönemde Kapadokya Krallığı kurulur. M.Ö. 1. yüzyıl ortalarında artık bölgeye hakim olan Romalılar, generalleri sayesinde Kapadokya Kralı'nın atanmasına ve tahttan indirilmesine karar verirler. Son Kapadokya Kralı öldüğünde, bölge Roma'nın bir eyaleti olur.
M.S. 3. yüzyılda bölgeye, Romalıların baskısından kaçan Hristiyanlar gelir. Kapadokya'nın coğrafi yapısı, Romalı askerlere karşı Hristiyanlara güvenli bir sığınak sağlar. Lav ve tüflerden oluşan ve kolay işlenebilen kayaları oyarak kendilerine ev, şapel,kilise ve manastırlar yaparlar. Böylece bu bölge, Hristiyanlığın düşünce ve inanç merkezi haline gelir.
11 ve 12. yüzyıllarda Kapadokya Selçuklu Türkleri'nin eline geçer. Daha sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun. Ve buradaki Hristiyanlar ibadetlerini rahatça sürdürürler. Bölgedeki son Hristiyanlar 1924-26 yılları arasında Lozan Antlaşması gereğince yapılan mübadeleyle Kapadokya'dan göç ederler.
Üzümlü Kilise/Kızıl Vadi. Photo: Jeffrey Doonan
Üzümlü Kilise/Kızıl Vadi. Photo: Jeffrey Doonan
Üzümlü Kilise'ye Doğru. Photo: Jeffrey Doonan
Kapadokya'nın Keşfi
Peribacalarını dünyaya tanıtan kişi Paul Lucas'tır. Fransız asıllı tüccar, doğabilimci, doktor, arkeolojik eser avcısı ve kral XIV. Louis'in arkeolojik eser keşfiyle görevlendirilmiş özel delegesidir. Kapadokya Bölgesi'nin bilimsel yönden ortaya çıkışı, XVIII. yüzyılda bir Fransız gezgin olan Paul Lucas'ın anılarını yayınlaması ile olmuştur. Fransa Kraliyet ailesi adına Kraliyet Sarayı tarafından Akdeniz ülkelerini gezmekle görevlendirilen ve 1705 yılında Kapadokya yöresine gelen Lucas, bölgeden çok etkilenmiştir. İlk kez gördüğü peribacalarını "Kukuletalı rahiplere" benzetmiştir.
Peribacalarının, daha önceki antik yazarlar, Arap ve Türk araştırmacıları tarafından o güne kadar ele alınmamış olmasından dolayı Lucas'ın bu açıklamaları Batıda büyük yankılar uyandırmış ve yalan olduğu düşünülmüştür. Doğrulama amacıyla önce Fransa elçisi ardından İngiltere Büyükelçisi Cherac'da kendi adına başka bir inceleme yapmış, daha önce verilen rapor doğrulandığı gibi, peribacalarının söylenenden çok daha fazla olduğuna işaret etmiştir.
Ürgüp ve çevresinin daha gerçekçi tanıtımı ise bölgeye Lucas'tan 130 yıl sonra gelen Fransız seyyah Charles Texier'e aittir. Fransa Hükümeti tarafından Anadolu'da araştırmalar yapmakla görevlendirilen bu ünlü mimar, 1833 ve 1837 yıllarındaki seyahatleri sırasında Kapadokya bölgesini de ayrıntılı bir şekilde ele almış ve çok güzel gravürler bırakmıştır ardında. Lucas'tan sonra bölgeye, Avrupalı seyyahlar 19. yüzyılda daha çok bilimsel amaçlarla araştırmalar yapmaya gelmişler ve bu değişik jeolojik yapı karşısında şaşkınlıklarını gizleyememişlerdir. *
Ne acıdır ki, tarihsel ve kültürel zenginliklerimiz, yabancılar tarafından yüzyıllar sonra ortaya çıkarılmış ve biz, hüküm sürdüğümüz toprakların tarihini ve coğrafyasını bilmeden, o topraklarda yaşayan insanları yönettiğimizi sanmışız!
Günümüzde, Kapadokya Bölgesi UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer aldığından kısmen korunmuş diyebilirim ama hala yapılması gerekenler var. Ürgüp'te bize katılan ve emekli öğretmen olan yerel rehberimizin anlattığına göre Ürgüp ve çevresi üç hisardan oluşuyormuş: Başhisar(Ürgüp), Ortahisar ve Uçhisar. Ortahisar'da bulunan doğal yeraltı depoları nedeniyle Akdeniz Bölgesinde üretilen narenciye (limon, portakal, greyfurt v.b) henüz yeşilken ağaçlardan toplanıp buradaki depolara getiriliyormuş, ayıklandıktan sonra ince kağıtlara sarılıp sandıklara konuluyor ve sandıklar yeraltı depolarına yerleştiriliyormuş. Ortahisar'da bulunan 500 dolayındaki yeraltı doğal soğuk hava deposunda bekletilen yıllık 4 milyon sandık limon, burada yatak limon haline geliyormuş. Bu depolardaki sıcaklık 8 dereceymiş ve yaz-kış bu sıcaklık değişmediğinden narenciye için ideal olarak kabul ediliyormuş. Depolarda bekletilen limon hem tatlanıyormuş hem de kabuğu incelip daha kolay kullanılır hale geliyormuş. Limon, narenciye dönemi bittikten sonra da depolara patates konuluyormuş. Bu depoların ülke ekonomisine katkısı yadsınamaz. Kağıda sarılı limon veya portakal aldığınızda bunların Ortahisar depolarından geldiğini unutmayın sakın. :)
Ortahisar'dan Kızıl Vadi'ye indik ve vadi boyunca karda yürüyüşümüze devam ettik. Peribacalarının arasında bulunan daracık geçitlerden geçtik, buz tutmuş metal merdivenlerden indik ve volkanik bir tüf platosu üzerinde yer alan tepe ve vadilerde on kilometre yürüdük. Kızıl Vadi, Kapadokya'nın tüm karakteristik özelliklerine sahip ve kızıl tüf kayalarının gün batımında daha da kızıl görünmesinden dolayı bu ismi almış.
Kızıl Vadi
Kızıl Vadi
Öğle yemeğimizi Avanos'ta yeraltına inşa edilmiş, değişik mimarisiyle dikkat çeken Uranos & Sarıkaya Restaurant'ta yedik. Kanun nağmeleri eşliğinde yediğim çömlek kebabı nefisti. Yolunuz düşerse tadına bakmanızı öneririm. Yemek sonrası Chez Ali'de çanak-çömlek yapılışını izledik, tarihini dinledik ve alışveriş yaptık. Ali'den öğrendiğim ilginç bir bilgi de; Avanos'un içinden geçen Kızılırmak'ın bir yanında beyaz kil, diğer yanında ise kırmızı kil bulunmasıydı. Beyaz kilden yapılan çömlekler ısıya dayanıksızken, kırmızı kilden yapılanların ısıya dayanıklı olduğuydu.
Otelimize dönüp akşam yemeği yedik. Rehberimizin ayarladığı Türk Gecesi'ne katılmak isteyen arkadaşlar yemek sonrası eğlenmeye, kurtlarını dökmeye gittiler. Ben hasta olduğum için otelde dinlenmeye çekildim. Bu nedenle gece hakkında bilgi veremeyeceğim. Ertesi sabah kahvaltıda arkadaşlarımın çok eğlendiklerini öğrendim. :)
Kahvaltı sonrası Güvercinlik Vadisi'nde yürüyüşe başlayacağımız noktaya aracımızla gittik ve 4100 metre uzunluğundaki vadiyi yürüyerek, Uçhisar'a vardık. Kapadokya'nın en yüksek noktası kabul edilen Uçhisar'a çıktık ve tepeden çevreyi izledik. Havanın güneşli olması nedeniyle karşımda beyaz bir heykel gibi duran Erciyes'i (3916 metre) arkamda ise Hasan Dağı'nı (3268 metre) görmek hoş bir duyguydu çünkü peribacalarının oluşumunu sağlayan bu ateş püskürten iki dağdı.
Erciyes Dağı
Uçhisar
Güvercinlik Vadisi adını, burada bulunan mağaralardaki güvercinliklerden almış. Yılda bir kez güvercinlerin gübreleri toplanıp, üzüm bağlarında toprağı verimli hale getirmek için kullanılıyormuş.Biliyorsunuz Kapadokya şaraplarıyla da ünlü.
Uçhisar'dan sonra, Paşabağ Vadisi'ne (Rahipler ya da Keşişler Vadisi olarak da adlandırılıyor) gittik. Rehberimizin söylediğine göre peribacalarının oluşumunu izleyebileceğimiz en iyi vadiymiş. Bu vadide iki ve üç şapkalı peribacalarıyla karşılaşmak ilginçti. Peribacalarının ana gövdesi volkan külünden (tüflerden), şapkaları ise yanardağın lavlarından yani bazalt kayalardan (monolit) oluşmaktadır. Bir peribacasının ömrü şapkasının dayanıklılığına bağlı olarak değişmektedir.
Uçhisar'dan sonra, Paşabağ Vadisi'ne (Rahipler ya da Keşişler Vadisi olarak da adlandırılıyor) gittik. Rehberimizin söylediğine göre peribacalarının oluşumunu izleyebileceğimiz en iyi vadiymiş. Bu vadide iki ve üç şapkalı peribacalarıyla karşılaşmak ilginçti. Peribacalarının ana gövdesi volkan külünden (tüflerden), şapkaları ise yanardağın lavlarından yani bazalt kayalardan (monolit) oluşmaktadır. Bir peribacasının ömrü şapkasının dayanıklılığına bağlı olarak değişmektedir.
Üçbaşlı peribacası / Paşabağ(Rahipler) Vadisi
Paşabağ Vadisi'ne Rahipler Vadisi denmesinin nedeni, Aziz Simon'un burada bulunan üçbaşlı bir peribacasında 15 yıl boyunca inzivaya çekilmesiymiş. Bu sürede hiç kimseyle görüşmeyen rahip, peribacasının en üst katında bulunan odasından yalnızca aşağıya bırakılan yiyecekleri almak için aşağı inermiş.
Aziz Simon'un inzivaya çekildiği peribacası / Rahipler Vadisi
Güvercinlik Vadisi ile Paşabağ(Rahipler) Vadisi'nde 10 kilometrelik yürüyüşümüzü tamamladıktan sonra, Avanos'a geçtik ve öğle yemeğimizi Kadınlar Kooperatifi'ne ait olan restaurantda yedik. Yemek sonrası, Avanos'u ikiye ayıran Kızılırmak kıyısında yürüdüm ve nehir üstündeki asma köprüden geçtim. Nerede bir asma köprü görsem çocukluğuma dönerim. Yine öyle oldu ve ben köprünün ortasında hoplayıp zıplayınca köprü de sağa sola sallanmaya başladı. Harikaydı...
Avanos'u gezdikten sonra aracımıza binip, eve dönüş yolculuğuna başladık. Güzel anıları biriktirmiş olarak...
Çok keyif aldığım, bu hem kültürel, hem tarihi ve hem de doğa yürüyüşünü kapsayan çok yönlü gezi için ankarahiking yöneticisi ve rehberimiz Nedim Yılmaz'a, yardımcı rehberlerimize ve gruptaki tüm arkadaşlarıma teşekkürler.
EK BİLGİ:Hitit Güneş Şarap Testisi
Hititler, çok tanrılı dinlere inanan bir uygarlık. Hitit dini, Hititlerin hüküm sürdüğü coğrafyadan ve çevresindeki diğer uygarlıklardan etkilenerek şekillenmiştir. İlk dönemlerinde Hatti-Avrupa tanrılarını benimseyen Hititler, daha sonra bu tanrılara Mezopotamya tanrılarını da eklemiştir. Su Tanrısı, Güneş Tanrısı, Ay Tanrısı gibi tanrılar Hitit inancında yer almıştır.
Hititler, Güneş Tanrısı'na saygı olarak ve güneşi temsilen, ortası delik şarap testisi yapmışlar. İçine şarap doldurdukları testiyi, gün doğmadan önce, bulundukları yerin en yüksek noktasına çıkarak, güneşin ilk ışıklarını alacak şekilde testiyi yere koyarlarmış. Doğan güneşin ışığı, bu testinin ortasındaki boşluktan geçtiğinde, şarabın kutsandığına inanıyorlarmış. Kutsanmış şarap, dini törenlerde veya savaşlarda kullanılıyormuş: Dini törenlerde halkın kutsanması için savaş zamanında ise savaşa gitmeden önce erkekler kendilerini savaş alanında güçlü, kuvvetli, onurlu hissetsinler diye. Kadınlar tarafından ortasındaki boşluktan kollarına takılarak ve erkeklerin önlerinde eğilerek servis yapılıyormuş. Testinin orijinali Ankara Medeniyetler Müzesi'nde sergilenmekteymiş.
Hitit Güneş Şarap Testisi
* Doç. Dr. Faruk Güçlü (hakgazetesi.net)