KARALAR YERLEŞKESİ VE GALAT KALESİ
DOĞA YÜRÜYÜŞÜ
DOĞA YÜRÜYÜŞÜ
Yine bir Pazar sabahı erkenden yollara düştüm; ilk kez yürüyeceğim bir rotada tarih ve doğayla bütünleşmek için. Heyecanlıydım; çünkü başkent Ankara'nın Kalesi'ni inşa eden bir kavim olan ama çok fazla bilinmeyen, tanınmayan Galatların bölgesine(Karalar yerleşkesi) gidecek ve 2500 yıl öncesine yolculuk edecektim. Doğa ve tarihle iç içe olacaktım, bir günlüğüne de olsa...
Büyük otobüsle yaptığımız rahat bir yolculuktan sonra, parkur başlangıcında araçtan inip hazırlıklarımızı tamamlayıp yürüyüşe başladık. İnişli çıkışlı, kaya tırmanışlı yürüyüşümüz 13 km sürdü. Mevsim sonbaharsa doğa çok cömerttir. Bizlerde doğanın bu cömertliğinden bolca yararlandık. Alıç, dağ eriği, elma ve armut yedik, yemediğimizi de toplayıp çantalarımıza koyduk. Tabii ki bu ağaçlar, dağda bulunan sahipsiz, kimsesiz ağaçlardı, meyveleri toplanmadığı için yere düşmüş ve çürümeye başlamıştı bile. Doğal olarak bu meyveleri sahiplendik. Bu arada, biz doğa yürüyüşçüleri, sahipli olan hiçbir ağaca ve meyvesine izinsiz dokunmayız, biline.
Yürüyüşümüz sona erdiğinde, yorgunluğumuzu gidermek için içtiğimiz çay ve kahve keyfinden sonra, aracımıza binerek Galat Kalesi ve mağarayı görmek için tekrar yola çıktık. On beş dakika sonra bu tarihi yere vardık.
Bir kitapta okumuştum: Balta girmemiş Amazon Ormanları'nda yaşayan ilkel kabilelerde bir ritüel varmış. Güneş battıktan sonra kabile mensupları yakılan bir ateşin çevresinde toplanıyorlar. Köyün şifacısı olan yaşlı bir kadın (şifacı kadın, ölmeden önce yerine geçecek başka bir kadını yetiştiriyor) bu köylülere hayat dersi veren masallar anlatıyormuş. Tahmin edeceğiniz üzere bu masallar hep ormanda yaşayan canlılar üstüne. Yani, şifacı olan kadın, aynı zamanda köyün masal anlatıcısı da. Yürüyüşlerde bazen kendimi bu ilkel yaşlı kadın gibi hissederim. Çünkü tarihi yerlere yapacağım yürüyüşlerde tarihi daha iyi duyumsamak için mutlaka bir ön araştırma yaparım. Galatlarla ilgili de bu araştırmamı yapmış, dahası bir kitap okumuştum. Ama bu bilgileri kime aktaracaktım? Elbette gönüllü olanlara. Ve anlattım da. İşte, o anda ben, masal anlatıcısı yaşlı kadındım, bir farkla; ben masal değil, geçmişte yaşanılanları anlatıyordum. :) Aslında iki farkla-o kadar yaşlı da değilim ben :)
Size de anlatayım bu pek bilinmeyen, tanınmayan Galatlar'ı:
Galatlar
"Eskiçağın Yunanlı ve Romalı yazarlarının eserlerinde Keltler ve Galler adlarıyla da anılan Galatların asıl yurtları Ren Nehri boylarıydı. Batı Avrupa'nın ilk halkları olan ve Keltçe konuşan Galatlar, Eski Yunanlılar ve Romalıların 'Barbar' olarak tanıdıkları göçebe ve savaşçı bir kavimdi. İ.Ö. 7.Yüzyıldan itibaren göç ederek tüm Avrupa'ya yayılmaya başlayan Galatlar (Keltler/Galler) bu günkü Fransa'ya yerleştikten sonra bu ülke onların adıyla (Gallia) anıldı. Portekiz (Porta Galli) adını onlardan alan bir başka ülkeydi. İtalya'nın Alp Dağları bölgeleri (Gallia Cisalpina ve Gallia Transalpina) de adını onlardan alan bölgeler oldular. İ.Ö. 280 yılında kadın, çocuk, yaşlı ve hastalarıyla birlikte sayısı takriben 300 bin olan büyük bir kitle halinde Balkanlara giren, Makedonya ve Yunanistan'ı istila eden Galatların grubu Trakya'ya yöneldi. Yarısı silahlı olan 20 bin kişilik bir grup da İ.Ö. 277 yılında İstanbul ve Çanakkale boğazlarından Anadolu'ya geçti. Onlar, Anadolu'nun Ege Denizi kıyılarıyla, kıyıya çok uzak olmayan bölgelerinde yaklaşık on yıl yersiz yurtsuz dolandılar. Kentlere yağma seferleri düzenlediler, onlardan savaş vergisi aldılar. İ.Ö. 268 yılında Suriye (Seleukoslar) Kralı I. Antiokhos ile yaptıkları savaşta bu krala yenildiler. Tarihe Filler Savaşı olarak mal olmuş bulunan bu savaştan sonra onlar, Merkezi Ankara ve Yozgat'ın Böyük Nefesköy dolayları olmak üzere İç Anadolu'nun Yukarı Kızılırmak havzasına çekilip oraya yerleştiler. Onların yerleştikleri bu bölge adlarıyla, yani Galatia/Galatya olarak anıldı. Galatlar meskün oldukları Galatya'da içinde bulundukları Hellenistik dünyanın değerlerini uzun süre benimsemeden, kendi dinleri ve geleneklerine bağlı kalarak, onlarla savaşarak ya da bazı kralların ordusunda paralı asker olarak savaşarak yaşamlarını idame ettiler. Çok üreyen bir kavim olarak nüfusları zamanla artan Galatlar İ.Ö. I. Yüzyıl ortalarında Roma'ya bağımlı olan birleşik Galatya Krallığı'nı kurdular. Aynı yüzyılın son çeyreğinde Galatia Krallığı, Romalılar tarafından Roma Eyaleti (Galatya Eyaleti) yapılarak Roma İmparatorluğunun sınırlarına dahil edildi." *
Karalar Köyü, Kazan ilçesine bağlı, Ankara'ya 63 km uzaklıkta bir yerleşim birimi. Köyün özelliği Galatların Askeri Garnizonunun burada konuşlanmış olması. İyi bir tırmanışla vardığımız mağara, dik merdivenlerle aşağı iniyordu ve mağaranın içi karanlıktı.
Mağaradan sonra, Galatlardan günümüze kalan kale kalıntılarını gezdik. Kayalar oyularak yapılmış merdivenlerde yürüdük, fotoğraf çektirdik. Bu tarihi yolculukla günün tüm yorgunluğunu kalede bırakarak aracımıza bindim ve kürkçü dükkanına geri döndüm. :) Kentin kaosuna, gürültüsüne kavuşmak ve kendimi rahatsız hissetmek için, Nietzsche'ye gönderme yaparak: "Doğa bize aldırmadığından, doğanın ortasında kendimizi öyle rahat hissederiz."
Bu doğa-tarih buluşmasını gerçekleştirmemizi ve doğada güzel bir gün geçirmemizi sağlayan deneyimli rehberimiz Nedim Yılmaz'a, yardımcı rehberimiz Ekin Güney'e, katılımcı tüm arkadaşlara ve zorlu tırmanışlarda bile yılmadan video çekimi yapan arkadaşımız D. Ali Yıldız'a teşekkürler.
İşte o videolardan biri:
* Mehmet Ali Kaya - ANADOLU'DAKİ GALATLAR, GALATYA TARİHİ (Çizgi Yayınevi) (Bu kitap, sözünü etmiş olduğumuz Galatlar ve Galatya'nın yaklaşık 500 yıllık siyasal, sosyal ve kültürel tarihini anlatmaktadır.)
Büyük otobüsle yaptığımız rahat bir yolculuktan sonra, parkur başlangıcında araçtan inip hazırlıklarımızı tamamlayıp yürüyüşe başladık. İnişli çıkışlı, kaya tırmanışlı yürüyüşümüz 13 km sürdü. Mevsim sonbaharsa doğa çok cömerttir. Bizlerde doğanın bu cömertliğinden bolca yararlandık. Alıç, dağ eriği, elma ve armut yedik, yemediğimizi de toplayıp çantalarımıza koyduk. Tabii ki bu ağaçlar, dağda bulunan sahipsiz, kimsesiz ağaçlardı, meyveleri toplanmadığı için yere düşmüş ve çürümeye başlamıştı bile. Doğal olarak bu meyveleri sahiplendik. Bu arada, biz doğa yürüyüşçüleri, sahipli olan hiçbir ağaca ve meyvesine izinsiz dokunmayız, biline.
Yürüyüşümüz sona erdiğinde, yorgunluğumuzu gidermek için içtiğimiz çay ve kahve keyfinden sonra, aracımıza binerek Galat Kalesi ve mağarayı görmek için tekrar yola çıktık. On beş dakika sonra bu tarihi yere vardık.
Bir kitapta okumuştum: Balta girmemiş Amazon Ormanları'nda yaşayan ilkel kabilelerde bir ritüel varmış. Güneş battıktan sonra kabile mensupları yakılan bir ateşin çevresinde toplanıyorlar. Köyün şifacısı olan yaşlı bir kadın (şifacı kadın, ölmeden önce yerine geçecek başka bir kadını yetiştiriyor) bu köylülere hayat dersi veren masallar anlatıyormuş. Tahmin edeceğiniz üzere bu masallar hep ormanda yaşayan canlılar üstüne. Yani, şifacı olan kadın, aynı zamanda köyün masal anlatıcısı da. Yürüyüşlerde bazen kendimi bu ilkel yaşlı kadın gibi hissederim. Çünkü tarihi yerlere yapacağım yürüyüşlerde tarihi daha iyi duyumsamak için mutlaka bir ön araştırma yaparım. Galatlarla ilgili de bu araştırmamı yapmış, dahası bir kitap okumuştum. Ama bu bilgileri kime aktaracaktım? Elbette gönüllü olanlara. Ve anlattım da. İşte, o anda ben, masal anlatıcısı yaşlı kadındım, bir farkla; ben masal değil, geçmişte yaşanılanları anlatıyordum. :) Aslında iki farkla-o kadar yaşlı da değilim ben :)
Size de anlatayım bu pek bilinmeyen, tanınmayan Galatlar'ı:
Galatlar
"Eskiçağın Yunanlı ve Romalı yazarlarının eserlerinde Keltler ve Galler adlarıyla da anılan Galatların asıl yurtları Ren Nehri boylarıydı. Batı Avrupa'nın ilk halkları olan ve Keltçe konuşan Galatlar, Eski Yunanlılar ve Romalıların 'Barbar' olarak tanıdıkları göçebe ve savaşçı bir kavimdi. İ.Ö. 7.Yüzyıldan itibaren göç ederek tüm Avrupa'ya yayılmaya başlayan Galatlar (Keltler/Galler) bu günkü Fransa'ya yerleştikten sonra bu ülke onların adıyla (Gallia) anıldı. Portekiz (Porta Galli) adını onlardan alan bir başka ülkeydi. İtalya'nın Alp Dağları bölgeleri (Gallia Cisalpina ve Gallia Transalpina) de adını onlardan alan bölgeler oldular. İ.Ö. 280 yılında kadın, çocuk, yaşlı ve hastalarıyla birlikte sayısı takriben 300 bin olan büyük bir kitle halinde Balkanlara giren, Makedonya ve Yunanistan'ı istila eden Galatların grubu Trakya'ya yöneldi. Yarısı silahlı olan 20 bin kişilik bir grup da İ.Ö. 277 yılında İstanbul ve Çanakkale boğazlarından Anadolu'ya geçti. Onlar, Anadolu'nun Ege Denizi kıyılarıyla, kıyıya çok uzak olmayan bölgelerinde yaklaşık on yıl yersiz yurtsuz dolandılar. Kentlere yağma seferleri düzenlediler, onlardan savaş vergisi aldılar. İ.Ö. 268 yılında Suriye (Seleukoslar) Kralı I. Antiokhos ile yaptıkları savaşta bu krala yenildiler. Tarihe Filler Savaşı olarak mal olmuş bulunan bu savaştan sonra onlar, Merkezi Ankara ve Yozgat'ın Böyük Nefesköy dolayları olmak üzere İç Anadolu'nun Yukarı Kızılırmak havzasına çekilip oraya yerleştiler. Onların yerleştikleri bu bölge adlarıyla, yani Galatia/Galatya olarak anıldı. Galatlar meskün oldukları Galatya'da içinde bulundukları Hellenistik dünyanın değerlerini uzun süre benimsemeden, kendi dinleri ve geleneklerine bağlı kalarak, onlarla savaşarak ya da bazı kralların ordusunda paralı asker olarak savaşarak yaşamlarını idame ettiler. Çok üreyen bir kavim olarak nüfusları zamanla artan Galatlar İ.Ö. I. Yüzyıl ortalarında Roma'ya bağımlı olan birleşik Galatya Krallığı'nı kurdular. Aynı yüzyılın son çeyreğinde Galatia Krallığı, Romalılar tarafından Roma Eyaleti (Galatya Eyaleti) yapılarak Roma İmparatorluğunun sınırlarına dahil edildi." *
Karalar Köyü, Kazan ilçesine bağlı, Ankara'ya 63 km uzaklıkta bir yerleşim birimi. Köyün özelliği Galatların Askeri Garnizonunun burada konuşlanmış olması. İyi bir tırmanışla vardığımız mağara, dik merdivenlerle aşağı iniyordu ve mağaranın içi karanlıktı.
Mağaradan sonra, Galatlardan günümüze kalan kale kalıntılarını gezdik. Kayalar oyularak yapılmış merdivenlerde yürüdük, fotoğraf çektirdik. Bu tarihi yolculukla günün tüm yorgunluğunu kalede bırakarak aracımıza bindim ve kürkçü dükkanına geri döndüm. :) Kentin kaosuna, gürültüsüne kavuşmak ve kendimi rahatsız hissetmek için, Nietzsche'ye gönderme yaparak: "Doğa bize aldırmadığından, doğanın ortasında kendimizi öyle rahat hissederiz."
Bu doğa-tarih buluşmasını gerçekleştirmemizi ve doğada güzel bir gün geçirmemizi sağlayan deneyimli rehberimiz Nedim Yılmaz'a, yardımcı rehberimiz Ekin Güney'e, katılımcı tüm arkadaşlara ve zorlu tırmanışlarda bile yılmadan video çekimi yapan arkadaşımız D. Ali Yıldız'a teşekkürler.
İşte o videolardan biri:
Kaynak: