16 Ekim 2017 Pazartesi




ZORBA





Ankara Devlet Opera ve Balesi, Mikis Theodorakis'in müziği, Lorca Massine'in koreografisi ve  dansçıların mükemmel performansıyla bale sahnesinde bir şaheser sergiliyor. Şaheserin adı: ZORBA. 

Türkiye Prömiyeri 11Aralık 2010, Ankara'da yapılan Zorba'yı izlemeyi çok istiyordum. Çünkü balenin müzikleri Mikis Theodorakis'e aitti. Ege'nin iki yakasının dostluğu için Zülfü Livaneli'yle birlikte verdikleri konserleri hatırladım. Komşu Yunanistan'la güzel ülkemizin müzik düzeyinde de olsa dostluk tohumlarını attığı ve bu tohumların yeşermesinin zamana bırakıldığı günleri. Bu nedenle çok heyecanlıydım salona girerken. Salon tıklım tıklımdı. Ankara seyircisinin opera ve baleye olan ilgisi ve sevgisi takdire şayandır; nerede alkışlayacağını bilir, gereksiz alkışlardan kaçınır ve gösteri süresince salonda çıt çıkmaz. "Olması gereken budur zaten" dediğinizi duyar gibiyim. Doğru ama farklı yer ve zamanlarda izlediğim gösterilere binaen yazıyorum bunları. Gösteri sırasında "lütfen konuşmayın, susun lütfen" demekten bir türlü odaklanamadığım oyunları, gösterileri düşündükçe Ankara seyircisinin farkını anlamamak, onlara haksızlık olur.





Balenin Konusu

Küçük bir Yunan kasabasına John isimli bir Amerikalı gelir. Etkilendiği ve parçası olmak istediği geleneklerin cazibesine kapılarak güzel bir dul olan Marina'ya aşık olur. Marina'dan da karşılık bulur. Üstelik Marina, köyün yakışıklı delikanlısının aşkını da yok saymıştır. Yabancı birine aşık olduğu için Marina'ya köylüler karşı çıkar. Ancak John ile Marina'ya, John'un dostu Zorba sahip çıkar. Çift kimsesi olmayan, ancak güçlü ve özgür bir adam olan Zorba'nın sayesinde aşklarını yaşama fırsatı bulurlar...Köylüler birlik ve geleneklerini korumak gayretindedir.Zorba, zavallı John'u köylülerin elinden zor da olsa kurtarırken sevgilisi Marina, intikam peşinde koşan kalabalığın kurbanı olur. Sevgilisi Madam Hortance de ölünce yaşama küsen Zorba, sirtaki oynayarak teselli bulurken, John ve diğerleri de bu dansa katılır. Herkes yeni bir yaşam için teselli, af ve dayanma gücü arayışı içindedir...

Perde açılıp gösteri başladığında sahnedeki tüm dansçıların erkek(balet) olması balenin ne yönde gelişeceğinin ve olayların geçtiği toplumun "erkek egemen" bir toplum olduğunun habercisi gibiydi. Zorba'nın yazarı Nikos Kazancakis'in (Doğumu:1883, Girit) bizimle aynı topraklarda doğmuş olduğunu, bale müziklerini yapan Mikis Theodorakis'in ise annesinin İzmir-Urlalı olduğunu  düşünürsek, bu folklorik benzerliği(erkek egemen toplum) normal karşılayabiliriz. 

Baletlerin dansıyla başlayan gösteri için estetik kaygısı taşıdıysam da gösteri ilerledikçe yanıldığımı anladım.  Öyleki, sahnede dans eden balerinlerin rengarenk kostümlerinin etekleri uçuştukça duygularımda bir kelebek gibi uçuyordu onlarla birlikte...




Balenin sonunda geleneklerini korumak adına köylülerin Marina'yı linç etmesi son derece üzücüydü. Bu coğrafyaya ait olduğunu sandığım linç kültürü, ahlak ve fazilet kavramlarını kullanarak komşuda da yapacağını yapıyor ve masum bir cana kıyıyordu. Theodorakis, sanki bu çaresizliği, koyvermişliği umuda ve coşkuya çevirmek için  baleyi güzel bir sirtaki ile sonlandırıyor; Zorba ve John'un dansıyla başlayan sirtakiye tüm kadro katılıyor. İşte müziğin gücü; "Akdenizli, hüznü sevince dönüştürür." dedirtiyor seyirciye...

Gösteri sona erdiğinde, tüm salon ayakta alkışladı ve dansçılar beş kez bis yaptılar. Böylesine bir beğeniye daha önce tanık olmamıştım. Baleyi sahneye koymak için emek verenler, dansçılar ne kadar gururlansalar azdır diyorum.

Salondan ayrılırken kafamda, Halide Edip Adıvar'ın "Vurun Kahpeye" romanının Aliye öğretmeni vardı.  Bir yobazın ona "kahpe" demesiyle köylülerin paramparça ettiği Aliye öğretmen...Marina ve Aliye öğretmen aynı kaderi paylaşmışlardı, komşu ülkelerde. Ne acı bir son...





2 yorum: