28 Aralık 2014 Pazar




DOĞUM  KONTROLÜ  ÜZERİNE  BİR  KARŞILAŞTIRMA
(TAHRAN' DA BALAYI)


Güncel bir konumuz var artık: "Her kadın, en az üç çocuk doğurmalı." Ha, üçten fazla doğurursa daha da iyi. Bu görüş, avcı-toplayıcı topluluklarda ve tarım imparatorluklarında geçerliydi. Çünkü, avcı-toplayıcı topluluklarda avlanmak için, topraklarını genişletmek isteyen imparatorluklarda da savaşmak için insan sayısının fazla olması gerekiyordu; kalabalık bir ordu, güçlü bir ordu demekti. O dönemin koşulları düşünüldüğünde bu mantıklı gelebilir. Çünkü, savaşlar ve salgın hastalıklarla milyonlarca kişi ölüyordu. Hayatı sürdürebilmek için toprakta çalışacak, sanayi devriminden sonra da fabrikalarda çalıştırılacak iş gücüne ihtiyaç vardı. Dolayısıyla, çok çocukluluk o dönemler için kabul edilebilir bir durumdu. Ancak, değişen ve gelişen dünyamızda, hoyratça kullanılan kaynakların kıt olması ve mevcut nüfusa dahi yetmemesi, hala açlıktan insanların ölüyor olması, devletleri bazı önlemler almaya yöneltmiştir. Bu önlemlerin başında da , nüfus artışını kontrol altında tutabilecek nüfus planlamasının yapılabilmesi için "doğum kontrolü" gelmektedir. Bir ülkede nüfusun fazla olması, o ülkenin güçlü olduğu anlamına gelmez. Eğer, tersini düşünüyorsanız, tabii ki, doğurganlığı teşvik edip, çok çocukluluğu övgü nedeni sayabilirsiniz. Ama bu tesbit, ne kadar gerçekçi olur? 

Aslında konuyla ilgili yazma nedenim, konunun güncelliğinden çok okuduğum kitap oldu. Kitabın adı; "Tahran' da Balayı". Yazarı, uzun yıllar Time Dergisinin Ortadoğu muhabirliğini yapan, İran asıllı Amerikalı  gazeteci- yazar olan Azadeh Moaveni. Kitabın adı sizi yanıltmasın; bu bir aşk romanı değil. Kendi ülkesinde bir kadın gazeteci olarak, zor koşullar altında görev yapan ve yaşadıklarını kaleme alarak kitaplaştıran Moavani, kadim Pers geleneklerini, İslami kuralların, mollalar lehine nasıl işletildiğini ve bugünkü İran' ın sosyo-kültürel ve siyasi  yapısını olabildiğince objektif yansıtmış satırlarında. Ve Azadeh Moaveni' nin, aşık olup evlenmek istediği İranlı genç Araş' la evlilik öncesi yapmak zorunda olduğu resmi işlemleri yazdığı sayfaları okurken oldukça şaşırdım. Orası gerçekten Şeriat kurallarına göre yönetilen İran İslam Cumhuriyeti miydi? Okuyunca şaşırıp şaşırmayacağınızı bilemiyorum ama Moavini' nin satırlarını aynen aktarıyorum:

"Ertesi sabah evlilik sağlığı bürosuna gittik; Akdeniz hemofilisi (bazı İranlıları etkileyen bir kan bozukluğu) taşımadığımızı veya uyuşturucu kullanıcısı olmadığımızı kanıtlayacak testleri yaptırmaya hazırdık. Duvarları donatan uyuşturucu aleyhtarı afişler, ülkedeki eroin problemini  (BM Dünya Uyuşturucu Raporuna göre dünya ülkeleri arasındaki en büyüğünü) çözmek için hükümetin giderek artan çabasının bir parçasıydı.
.............................

Testlerimizi tamamladıktan sonra, zorunlu evlilik öncesi dersi için beklememiz söylendi. Bu tabir, çiftlerin danışmanlık hizmeti alacağı - iletişim becerileri ya da aşk kaybolduğu zaman neler yapılması gerektiği üzerine eğitim göreceği- bir süreci akla getiriyordu. Ama bunun neden çiftlerin cinsiyetlerine göre ayrılmasını gerektirdiğini bir türlü anlayamıyordum. Gidip yerime yerleştiğim kadınlar sınıfında eğitmenimiz kadın üreme sisteminin anatomisini açıklamaya başladı: Beşinci sınıftayken kıkırdayıp durduğum haftalık cinsel eğitim dersinden pek farklı değildi. Kadın havada mavi bir prezervatif sallayarak müstakbel gelinlerin başvurabileceği çeşitli doğum kontrol yöntemlerinden bahsetti. Bir çekmeceden bir yığın doğum kontrol hapı çıkardı. Sonra da " acil doğum hapları" diye nitelediği bir şerit minik hapı havaya kaldırarak "Bunlara özellikle dikkat edin," dedi. Korunmasız cinsel ilişki sonrası hamileliği önlemek için kullanılan ve kimi zaman "ertesi günü hapı" da denen acil doğum kontrol haplarından söz ettiğini anlamıştım. Çarşaf giymiş kadınla deniz temalı bir başörtüsü takmış olan ince bir kadın da not alıyordu. "İran İslam Cumhuriyeti' nin hayli tartışmalı olan en yeni doğum kontrol yöntemlerinin kullanımını teşvik etmesi ne kadar etkileyici," diye düşündüm. 

Tüm muhafazakarlığına rağmen devlet olağanüstü bir aile planlama programı yürütüyordu. Devrimin ilk günlerinde Ayetullah Humeyni Irak' a karşı savaşacak asker sayısını artırmak amacıyla İranlıları çocuk sahibi olmaya teşvik etmiş olsa da, 1990' ların başlarında rejim, savaş sonrasındaki yeniden yapılanma sürecinin bir parçası olarak bu politikayı tersine çevirmişti. Doğum kontrol haplarını reçetesiz olarak, çubuk şeker fiyatına satın alabiliyordunuz ve birden fazla İranlı-Amerikalı arkadaşım yıllık ihtiyaçlarını bana New York veya Kaliforniya' ya yollatıyordu.

Eğitmenimiz doğum kontrol dersini tamamlarken bir uyarıda bulundu: "Çabuk hamile kalmamanız çok önemli. En az iki ya da üç yıl bekleyip,evliliğinizin nasıl gittiğini görmelisiniz. Çocuğunuz olmadığı sürece, birkaç yıl sonra kolaylıkla boşanabilir ve gelecek beklentileriniz etkilenmemiş bir şekilde topluma yeniden girebilirsiniz. Boşanmış, bekar bir anne olarak durum böyle olmayacaktır."

Söyledikleri sert, ama doğruydu. Çoğu bekar anne İran' da çok büyük zorluklarla karşı karşıya kalıyordu. Makul fiyatlı kreşlerin yokluğundan tek ve yetersiz bir maaşla yaşamanın imkansızlığına kadar uzanan bu zorluklar, çoğu kadının hukuken serbest kalmayı istemek yerine kötü evlilikleri devam ettirmesine neden olacak kadar sarptı. Ne var ki bir çocuğun mesuliyetini taşımayan boşanmış bir kadın için durum çok daha iyiydi. Boşanmış olmanın ahlaki lekesi geri planda kalmaya başlar başlamaz -standartlarını bir miktar düşürdüğü takdirde- kolaylıkla evlenebilirdi.
..........................."

Bir İslam Cumhuriyetin' de bırakın, kadının doğuracağı çocuk sayısını belirlemeyi, devlet eliyle "doğum kontrol" uygulamaları yapılıyorken, Laik, Demokratik güzel ülkemde , gündem değiştirmek için kadın üzerinden yapılan her türlü polemiğe, özellikle doğurganlık üzerine yapılanlara dayanamıyorum...




3 yorum:

  1. İran'ı iki ay önce görme ve gezme imkanım oldu.Muhafazakarlık sözde var gibi,kadınların rahat ve özgüvenleri yüksek olması dikkatimi çekti.İranı görmenizi isterim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değişik kültürleri tanımayı seviyorum. Kimi zaman okuyarak ki çok okurum, kimi zamanda gezerek. Kadim Pers Kültürünü, Safevi tarihini bilen biri olarak, İran' ı görmek isterim elbette. Ülke ile ilgili yazılan kitapları okuyorum. Ama nedense Bety Mahmudi' nin "Kızım Olmadan Asla" kitabı üzerimde öyle olumsuz etki bıraktı ki İran hakkında.(Biliyorsunuzdur muhakkak, kitapta yazılanlar gerçek yaşam öyküsüdür.) Doğrusu gitmeye korkuyorum. :) Ama trekking grubuyla gidebilirim, kısmet olursa. Çünkü İran' da dağcılık ve trekkinge devletin çok önem verdiğini ve insanları teşvik ettiğini biliyorum.

      Sil
  2. Bence hiç bir korkunuz olmasın. Tek başıma azerbeycan üzerinden tebriz,tahran,isfahan,şiraz plansız bir şekilde 15 gün gezdim.Havanın sıcaklıgı dışında olumsuz hiç birşey yoktu.

    YanıtlaSil