27 Ağustos 2014 Çarşamba




TAKSİM  ANITI' NIN  GÖRÜNMEYEN  YÜZÜ
Sabiha Bengütaş


İstanbul' un en bilinen semti neresidir diye bir anket yapılsa, hiç kuşkusuz Taksim, birinciliği hiçbir semte kaptırmaz. Kimi, adını, yıllar yılı suların 'kente' taksim edildiği, yani dağıtıldığı yer olma özelliğinden hatırlar Taksim' i, kimi meydanda bulunan Cumhuriyet Anıtı' ndan, kimi de 'Gezi Parkı' ndan. Hangi nedenle olursa olsun Taksim' in ünü eskilere dayanıyor demek yanlış olmaz sanırım. Her gün, binlerce kişinin önünden, yanından geçtiği, şöyle bir kafasını kaldırıp baktığı "Cumhuriyet Anıtı" nın pek bilinmeyen öyküsünü yazacağım, yani Anıt' ın görünmeyen yüzünü. O yüz ki, Cumhuriyet' in ilk yıllarında, eskilerden gelen alışkanlıkla kadın - erkek ayrımı yapmak isteyenlere karşı, Mustafa Necati' nin kendisine arka çıkmasıyla güç kazanmış ve başarılarıyla adını tarihe yazdırmıştır. Cumhuriyet' in ilk kadın heykeltraşı Sabiha Ziya Hanım' dan söz ediyorum.

Cumhuriyet' in ilanından sonra, kentlere Cumhuriyet' e yakışan meydan ve parkların yapılarak, bu meydan ve parklara heykellerin dikilmesine karar verilir.
İttihat ve Terakki yanlıları, yıllar boyu "Hürriyet Meydanı" adını verdikleri Beyazıt Meydanı' nı kullanmışlardı. Doğal olarak, Cumhuriyet İstanbul' u için çok farklı bir meydana ihtiyaç duyuldu. Bu meydan Taksim oldu.

"Taksim Meydanı' nın ortasına bir Cumhuriyet Anıtı koyma teklifi herkesi heyecanlandırır. Anıtın hangi sanatçı tarafından yapılacağını belirlemek, süresi ve devamlılığını sağlamak için bir komite oluşturulur. Cumhuriyet Anıtı' nı dönemin ünlü heykeltraşlarından Kanonika' nın tasarlamasına karar verilir.

İtalyan heykeltraş, Roma' daki atölyesinde kolları sıvadığında, İstanbul' daki Sanayi-i Nefise Mektebi' nde bir yarışma açılır. Yarışmada birinciliği kazanan öğrenci, tüm masrafları Cumhuriyet devleti tarafından karşılanmak üzere Kanonika' nın yanına gönderilecek ve anıtın yapımında çalışacaktır. Ve birinciliği Sabiha Ziya kazanır. Bu sonuç, kimi çevreleri rahatsız eder. Çünkü Sabiha Ziya, 22 yaşında, bekar bir genç kızdır!.. İkinciliği kazanan Hadi Bey' in gönderilmesini arzu edenler -dolayısıyla ayrımcılık yapmak isteyenler- karşılarında Maarif Vekili Mustafa Necati' yi bulurlar.Ve Cumhuriyet' in ilk kadın heykeltraşı Sabiha Ziya Hanım için Roma yolu açılır.

Cumhuriyet Anıt' ında, bayrak açıp zaferi simgeleyen askerlerimize ve tabii ki Kurtuluş Savaşı sırasında dostluklarından dolayı iki Sovyet generalin simgesel heykellerine bakanlar, anıtta iki de kadın yüzü olduğunu görürler... Bu kadın yüzlerinden biri peçelidir. Öteki (cephede bulunanı) ise yüzü açık, gülümseyen bir kadındır. Peçeli kadın Cumhuriyet öncesini, yüzü açık olan ise Cumhuriyet kadınını simgelemektedir.

Kanonika bu ayrıntıyı anıta, onay da alarak; Sabiha Ziya Hanım' ı kendine asistan etmesinin ardından, Cumhuriyet kadınları 1923 devriminin kendilerine kazandırdığı hakları unutmasınlar diye nakşetmişti..."    
(Nebil Özgentürk - Türkiye' nin Hatıra Defteri, 1923' ten Günümüze.)

Yarışmada birinci olmasına rağmen, Sabiha Ziya Hanım' ın Roma' ya gitmesine karşı çıkanların  bugün, esamisi bile okunmazken, Sabiha Ziya Hanım Cumhuriyet tarihinde ilkleri gerçekleştiren kadınlardan biri olarak adını "unutulmazlar" listesine yazdırmayı başarmıştır... 

Bu değerli heykeltraşımız, daha yakından tanınmayı hak ediyor diye düşündüğümden, dileyenler okuyabilsinler diye aşağıdaki linki veriyorum:

http://www.sabihabengutas.com/sabihabengutas-kimdir.html



20 Ağustos 2014 Çarşamba




BEKLEMEK...


Bekliyorum, Godot' yu bekleyenler gibi; yeri ve zamanı unutmuş bir şekilde. Doğru durakta mıyım bilmiyorum. Ama bekliyorum, ümit ederek, bazen de erteleyerek. Bu üçüzler (beklemek-ümit etmek ve ertelemek) birbirlerinden ayrılırlar mı hiç? Ayrılmazlar, ayrılamazlar. Çünkü öylesine iç içe geçmişlerdir ki, birini  ayırdığında, eksilir diğer ikisi, yarım kalırlar, tamamlanamazlar. Ve yanlış durakta da olsan, beklerken yalnız değilsindir. Bunu bilir, rahatlarsın birazcık. Beklediğin neyse, onu beklemeye devam edersin...

Birini beklersin, bir şeyi beklersin, anlaşılmayı beklersin, saatlerin geçmesini beklersin, yarını beklersin, sevmeyi, sevilmeyi beklersin, güneşin doğuşunu, batışını beklersin, sağlıklı, mutlu, huzurlu olabilmeyi beklersin, sınavın iyi geçmesini beklersin, özgürlüğe kavuşacağın günü beklersin, zengin ve başarılı olmayı beklersin, doğacak bebeğini beklersin, patoloji raporunun temiz çıkmasını beklersin, çok acı çekiyorsan eğer ölümü beklersin. Beklersin de beklersin. Liste uzayıp gider. Sanki, beklemek bizim yaşamımız olmuştur. Bazen, beklemekten o kadar yorulursun ki, neyi  neden beklediğini tam olarak bilmesen de, beklemeye devam edersin, gerçeklikten koptuğunun farkında olmadan...Bir umut dersin.

Bugün içimden böyle saçma sapan yazmak geldi. İdare edin lütfen. İnsanın her günü aynı olmuyor, değişiyor mevsimler gibi. Yine de, Arif Damar' ın dediği gibi: "İlla görmek için mi beklenir güzel günler? Beklemek de güzel..."



11 Ağustos 2014 Pazartesi




ABD' NİN  OSMANLI' YLA  İMZALADIĞI  KENDİ  DİLİNDEN  OLMAYAN  İLK  VE  TEK  ANTLAŞMA



Yazacağım olay, insana nereden nereye dedirtecek tarihi bir gerçek. Ancak, kendimizi gelişmiş ülkelerle boy ölçüşemeyeceğimiz konusunda öylesine koşullandırmışız ki, tarihimizdeki parlak olayları, zaferleri sıklıkla hatırlayarak, bu koşullandırılmışlık halinden kurtulmamız gerekiyor.

Yıl 1783. Avrupa standartlarına göre mütevazi de olsa, yeni bir denizci devlet olan ABD denizlerde tek başına bayrak dalgalandırmaya başladı. Daha 25 Temmuz 1785' te Atlantik' te Cadiz açıklarında bu yeni bayrağı taşıyan ilk gemi, Osmanlı gemileri tarafından ele geçirildi. Bu gemi Boston limanına bağlı kaptan Isaac Stevens' in idaresindeki "Maria" isimli bir gemi idi. Arkasından Philadelphia limanına bağlı kaptan O'Brian' ın "Dauphin" isimli gemisi de aynı akıbete uğradı. 1793 Ekim ve Kasım aylarında, 11 ABD gemisi daha Osmanlıların eline geçti.

Kongre, 27 Mart 1794 yılında Osmanlı denizcilerine karşı koyacak güçte savaş gemilerinin inşa edilmesi veya satın alınması için Başkan George Washington' a , 700.000 altına yakın harcama yetkisi verdi. Osmanlıların oluşturduğu deniz tehdidi sayesinde ABD donanmasının temelleri atılıyordu. 5 Eylül 1795' te ABD, bu tehdide karşı Osmanlı Devleti ile bir anlaşma yapmayı kabul etti. Bu anlaşmaya göre ABD, Cezayir' deki esirlerin iadesi için 2.270.000 Meksika Doları ödemiştir. Ayrıca Atlantik' te ve Akdeniz' de ABD sancağı taşıyan hiçbir gemiye dokunulmaması karşılığında  642.000 altın ve yılda 12.000 Osmanlı altını ödeyecekti. Dili Türkçe olan ve 22 maddeden oluşan anlaşmaya G. Washington ve Cezayir Beylerbeyi Dayı Hasan Paşa imza koydular. Böylece ABD yıllık vergiye bağlanmış oldu. Bu, ABD' nin iki asrı aşkın tarihinde yabancı bir dille imzalanan tek anlaşma olduğu gibi, yabancı bir devlete vergi ödemeyi kabul eden tek Amerikan belgesidir. 

İşte ABD tarihinde kendi dilinde olmayan tek uluslar arası anlaşma Türkçe olup yine ABD tarihinde kendisine vergi vermeyi kabul ettiği tek ülke Osmanlı Devleti' dir.

ABD Başkanı G. Washington, Osmanlı Devleti tarafından muhatap alınmamış ve anlaşma Cezayir Beylerbeyi tarafından imzalanmıştır...
KAYNAK: Cevdet Kılıç (Bilgelik Hikayeleri)

Çeşme Limanında bulunan Cezayirli Dayı Hasan Paşa heykelinin önünden geçenler, bu tarihi gerçeği biliyorlar mı acaba? Yoksa, heykelin yanındaki aslan mı daha çok ilgilerini çekiyor? Bilmek isterdim doğrusu...

- Cezayirli Dayı Hasan Paşa, evcilleştirdiği aslanla gezmesiyle ünlüymüş. 








7 Ağustos 2014 Perşembe




MİDAS' IN  KULAKLARI






Efsaneleri, mitleri severim. Hele Anadolu topraklarında geçiyorlarsa daha çok severim. Kral Midas, Gordion kentinde yaşamış efsanevi Frigya Kralı' dır. Gordion, tarihte Frigya' nın başkentidir. Ve bugün, Gordion Antik Kenti kalıntıları, Ankara' ya 94 km uzaklıkta, Polatlı' nın 29 km kuzeybatısındadır. İşte, yazacağım efsane bu topraklarda geçmektedir, yaşı olmayan Anadolu topraklarında...

Yunan baş tanrısı Apollon ve Anadolu' nun Kır Tanrısı Pan arasında bir müzik yarışması düzenlenir. Frigya Kralı Midas, yargıçlardan biri olarak seçilir. Pan kaval çalar, Apollon ise gümüşten lir' ini. Yargıçlardan ikincisi olan Dağ Tanrısı Tmolos, zafer çelengini Apollon' a verir. Midas ise oyunu kavala, yani Pan' a verince kıyamet kopar. Tanrı Apollon çok kızar ve "Güzel müziği ayırt edemeyen kulak insan kulağı olamaz! Sana eşek kulağı yakışır!" diyerek Midas' ın kulaklarını eşek kulağına dönüştürür. Ondan sonra da Midas, "eşek kulaklı Midas" olarak anılmaya başlanır.

Eşek kulaklı Midas bu sırrını sadece berberiyle paylaşmak zorunda kalır. Berber bu sırrı gizli tutacağına yemin eder. Ancak, sır rüyalarına girip, onu rahatsız etmeye başlayınca bu sırrı daha fazla taşıyamayacağını anlar. Ve gidip bir kuyunun içine seslenir, sırrı açıklar, rahatlar. Rüzgar esmeye başladığında, su kıyısındaki sazlar "Midas' ın kulakları eşek kulakları" diye seslenmeye başlar. Midas' ın sırrı, kuyunun dibindeki sulardan sazlıklara geçmiştir. Bunu duyan Midas, öfkeden çılgına döner ve sazların kesilmesini emreder. Sazlar kesilir, sesler yavaş yavaş diner. Bu sırada, Midas' ın kendisi de artık kulaklarını benimser, onlara alışır. Hatta bu kulaklarla kendini insanüstü, yarı tanrı gibi görmeye başlar.Böyle düşününce, kulaklarını Frigyalılara göstermek için onları toplar. Ne var ki kulaklarını halka gösterdiği sırada Apollon yeniden çıkagelir. "Seni bağışlıyorum artık" deyip Midas' ın kulaklarını eski haline sokar; yani yeniden insan kulağı yapar.Midas' ın alıştığı ve artık halkın kabul ettiği kulakları geri alarak onu bir kez daha cezalandırmış olur Apollon. Çünkü bu ani değişiklikle, Frigyalılar, tekrar Midas' ı alaya alırlar.





Efsane böyle. Buraya kadar olanı hemen herkes biliyordur. Daha az bilindiğini düşündüğüm ise, Anadolu' nun bereketli topraklarında yeşermiş, Avrupa' da olgunlaşmış ünlü bestecimiz Ferit Tüzün' ün bestelediği "Midas' ın Kulakları" operasıdır. Ferit Tüzün, Münih Müzik Akademisi' nde ünlü şef Fritz Lehmann' ın öğrencisi olmanın yanı sıra, iki ünlü besteci Karl Amadeus Hartmann ve Carl Off' tan kompozisyon dersi almış, ilk besteleri Münih Flarmoni Orkestrası tarafından seslendirilmiş ünlü bir bestecimizdir. Türkiye' ye döndüğünde bestelediği "Çeşmebaşı" eseri ilk Türk balesidir.
 


















Fotoğrafların tamamı Frig Yolu yürüyüşümde Eskişehir Yazılıkaya Midas Anıtı ve çevresinde tarafımdan çekilmiştir. İznim olmadan kullanılamaz.