20 Ağustos 2014 Çarşamba




BEKLEMEK...


Bekliyorum, Godot' yu bekleyenler gibi; yeri ve zamanı unutmuş bir şekilde. Doğru durakta mıyım bilmiyorum. Ama bekliyorum, ümit ederek, bazen de erteleyerek. Bu üçüzler (beklemek-ümit etmek ve ertelemek) birbirlerinden ayrılırlar mı hiç? Ayrılmazlar, ayrılamazlar. Çünkü öylesine iç içe geçmişlerdir ki, birini  ayırdığında, eksilir diğer ikisi, yarım kalırlar, tamamlanamazlar. Ve yanlış durakta da olsan, beklerken yalnız değilsindir. Bunu bilir, rahatlarsın birazcık. Beklediğin neyse, onu beklemeye devam edersin...

Birini beklersin, bir şeyi beklersin, anlaşılmayı beklersin, saatlerin geçmesini beklersin, yarını beklersin, sevmeyi, sevilmeyi beklersin, güneşin doğuşunu, batışını beklersin, sağlıklı, mutlu, huzurlu olabilmeyi beklersin, sınavın iyi geçmesini beklersin, özgürlüğe kavuşacağın günü beklersin, zengin ve başarılı olmayı beklersin, doğacak bebeğini beklersin, patoloji raporunun temiz çıkmasını beklersin, çok acı çekiyorsan eğer ölümü beklersin. Beklersin de beklersin. Liste uzayıp gider. Sanki, beklemek bizim yaşamımız olmuştur. Bazen, beklemekten o kadar yorulursun ki, neyi  neden beklediğini tam olarak bilmesen de, beklemeye devam edersin, gerçeklikten koptuğunun farkında olmadan...Bir umut dersin.

Bugün içimden böyle saçma sapan yazmak geldi. İdare edin lütfen. İnsanın her günü aynı olmuyor, değişiyor mevsimler gibi. Yine de, Arif Damar' ın dediği gibi: "İlla görmek için mi beklenir güzel günler? Beklemek de güzel..."



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder