27 Ekim 2025 Pazartesi

 



HASTA YATAĞINDA İKEN ÜLKESİNİ YÖNETTİĞİNİ ZANNEDEN BİR DİKTATÖRÜN PORTRESİ




Ülkesini yönetmeye başlamadan önce o bir akademisyendi. Coimbra Üniversitesi'nde Siyasal Ekonomi profesörü idi. 1932 yılından 1968 yılına dek 36 yıl iktidarda kalan Portekiz Başbakanı olarak görev yapan Portekizli diktatör Antonio de Oliveire Salazar'dan bahsediyorum. Ditatura Nacional (Ulusal Diktatörlük) döneminde iktidara gelen ve sonrasında rejimi Estado Nova (Yeni Devlet) adıyla korporatist bir yapıya dönüştürerek Portekiz'in diktatörü oldu. Kurduğu rejim 1974'e kadar sürdü ve Avrupa'nın en uzun ömürlü otoriter rejimlerinden biri oldu.

Siyasal Ekonomi Profesörü olan Salazar, 28 Mayıs 1926'daki askeri darbenin ardından Başkan Oscar Carmona'nın desteğiyle Maliye Bakanı olarak siyasete girdi.Geniş yetkilerle göreve gelen Salazar, bir yıl içinde bütçeyi dengeledi. Portekiz para birimini istikrara kavuşturdu ve bütçe fazlası vermeye başladı. (1)

Bir yılda bu ekonomik başarıyı nasıl sağladı? Salazar tüm maliyetleri minimumda tutarak tüm bakanlıkların kemerlerini hızla sıktı. Kendisi de küçük bir dairede yaşadı. Uzun yıllar gri takım elbiseyi giydi. En ucuz dolma kalemle yazdı. Aynısını tüm bakanlar yapmak zorunda kaldı. Bu gösterişsizlik nedeniyle Salazar daha sonra "Katip Diktatör" olarak adlandırıldı. 

Bütçe disiplini, yolsuzluk ve zimmete para geçirmeye karşı uzlaşmaz bir mücadele verdi. Ve mücadelesiyle ekonomiyi iyileştirmenin çok etkili yolları olduğunu kanıtladı. Bir yıl sonra herkesin imkansız gördüğü şeyi başarmış, ekonomiyi düzeltmişti. 1932 yılında Salazar başbakan oldu. 1933 yılında ise hazırladığı yeni bir anayasa taslağı, yapılan bir referandumda ezici bir çoğunlukla kabul edildi. 

Yeni anayasanın kabulünden sonra Portekiz şimdi:

"Vatandaşların kanun önünde eşitliğine, tüm sınıfların uygarlığın yararlarından serbestçe yararlanmasına ve milletin tüm yapıcı unsurlarının idari hayata ve kanunların geliştirilmesine katılmasına dayanan bir şirket cumhuriyeti" idi; yani Estado Novo Şirketi.

Portekiz'de girişimciler ve işçiler bu şirkette birleşti. İşe yaramazlıkları nedeniyle grevler yasaklandı. Lokavtlar -ücret ödemeden üretimi durdurdu. Bütün partiler feshedildi. Çünkü Salazar'a göre onlar, sadece topluma nifak tohumları ektiler. Portekiz hükümetinin yasama işlevleri de vardı. Bu nedenle parlamento ülkenin siyasi hayatında pratikte hiçbir rol oynamadı.

1936 yılında başlayan İspanya İç Savaşı'nda Salazar, Franco liderliğindeki cumhuriyet karşıtlarını destekledi. Ancak 1939'da başlayan II.Dünya Savaşı süresince tarafsız kalmayı seçti. Ve bu sayede ülkesini savaşın yıkımlarından korudu. Silah yapımında kullanılan tungsten cevheri yatakları Portekiz'de çokça bulunduğundan, Almanlara tungsten cevherini satarak, karşılığında Alman Mark'ı değil, altın alarak ekonomiyi güçlendirdi. Buna rağmen, savaş sonrası Portekiz vatandaşları değişim istedi ama Salazar kabul etmedi, görevine devam etti. 

Portekiz'in denizaşırı eyaletlerinde (kolonilerinde) bağımsızlık için mücadele başladı. İlk olarak 1961 yılında Hindistan, Goa'yı ilhak etti (Vijay Opersyonu). Portekiz Hindistan ile savaşmadı. Afrika'daki kolonilerini elde tutmaya çalıştı. Kolonilerdeki bağımsızlık savaşına karşı gönderilen asker ve mühimmat için harcanan paralarla Portekiz'in bütçesi sarsıldı. Sonuçta Angola, Mozambik ve Macao bağımsızlıklarını kazandılar.

Eylül 1968'de Salazar hemorajik felç geçirdikten sonra sakat kaldı. Hiç kimse kendisine artık başkan olmadığını söyleyemedi. Yerine Lizbon Üniversitesi Rektörü Profesör Marcello Caetano geçmişti ama hasta yatağında haberi yoktu. (2)

27 Temmuz 1970'teki ölümüne kadar Salazar, artık devlet başkanı olmadığını bilmeden yaşadı. Ona notlar ve raporlar gönderdiler, çalışma toplantılarını taklit ettiler, tek nüsha olarak yayınlanan Salazar'a özel gazete bile çıkarıp önüne koydular. Her gün ona getirilen gazetenin adı; Diario do Noticias'tı.

Salazar'ın ölümünden sonra "Estado Novo"nun egemenliği 1974'te demokrasiyi yeniden kuran barışçıl "Karanfil Devrimiyle" sona erdi.

Notlar:

1- Tarihçilere göre Salazar, ülkeyi bu denli uzun süre yönetmeyi kısmen 20 bin gizli polis ve tahmini 200 bin muhbirden oluşan ağı sayesinde başardı.

2- Sadık bir Katolik olan Salazar, komünizm ve Sosyalizme karşı olduğu gibi Nazizm ve Faşizm ile de arasına mesafe koymuştu. (3)

3- Salazar'ın 3 F kuralı; Salazar'ın meşruiyetinin halkın spor, eğlence ve din ile uyuşturulmasıyla sağlandığını ifade eder.  3 F; Futbol, Fado (Portekiz Halk Müziği) ve Fatima'dır. Katoliklerin hac noktalarından biri olan Fatima, din ile ilişkilendirilmektedir.

4- İtalyan gazeteci Marco Ferrari, "The Incredible Story Of Antonio Salazar, The Dictator Who Died Twice" (İki Kez Ölen Diktatör Antonio Salazar'ın İnanılmaz Öyküsü) adlı kitabını yayınlamış.

5- 2007'de bir televizyon anketinde Salazar, "Tüm Zamanların En Büyük Portekizlisi" seöilmiş, bu da muhalifleri arasında infiale neden olmuş ve ülke tarihindeki rolüyle mirası hakkındaki akademik tartışmalara yol açmıştı. 

6- Netflix'te yayınlanan 10 Bölümden oluşan "Gloria" dizisi2021 yılı Portekiz yapımı. Dizide Salazar'ın son dönemi ile Soğuk Savaş sırasında ABD-Rusya arasında büyük bir rekabetle süren casusluk hikayesinin Portekiz'deki ayağının yanında Portekiz'in kolonilerinde baş gösteren bağımsızlık isyanları da anlatılmaktadır. Ben, diziyi çok beğendim...


Kaynaklar:

(1) tr.wikipedia.org

(2) tr.topwar.ru

(3) indyturc.com



21 Ekim 2025 Salı

 


GÖKYÜZÜNDE NEHİRLER VAR




Her şey tek bir yağmur damlası ile başlıyor. Bu yağmur damlası, önce, M.Ö 7. yüzyılda Asurluların son kralı Asurbanipal'ın başına düşüyor. Hem de kendisinin kurduğu ve geliştirdiği Dünya'nın ilk kütüphanesi olarak kabul edilen Ninova kütüphanesinin kapısında. Sonra, suyun ezelden ebede değişmeyen döngüsüyle yine  tek bir su damlası bu kez katı formunda bir kar tanesi olarak 19. yüzyılın ortalarında pis kokan, adeta Londra'nın çöplüğü haline dönüşen Thames Nehri'nin kıyısında yoksul bir kadının çamurlar içinde doğan bebeğinin diline düşüp eriyor. Çamur ve pis koku içerisinde doğan bebeğe oracıkta uygun bir isim olarak "Lağımlar ve Gecekondular Kralı Arthur" adı veriliyor. Yıl 1840'tır. Arthur'un parlak bir hafızasının olduğu daha çocukluk yıllarında anlaşılacaktır. 

Yıl 2014. Dicle Nehri kıyısında Hasankeyf yakınlarında dokuz yaşında bir kız çocuğu olan Narin'in Musul Laleş Vadisi'nden getirilen kutsal suyla vaftiz töreni yapılmaktadır. Çünkü Narin bir Ezidi'dir. Vaftiz töreni yarım kalınca Narin'in Laleş Vadisi'ne götürülüp orada törenin yapılması kararlaştırılır. Hasankeyf'ten Laleş Vadisi'ne yapılan yolculuk zor ve tehlikelidir. Bu zorlu yolculuk esnasında yazar herkes tarafından yanlış anlaşılan ve şeytana tapanlar olarak bilinen Ezidiler hakkında geniş bilgiler verir. Fırat ve Dicle nehirlerinin oluşumunun efsanesi ve tarihi öneminin yanı sıra, Dünya iklim krizine ve kullanılabilir temiz içme suyunun gittikçe azaldığına dikkat çeker. Bunu da Züleyha'nın mesleği dolayısıyla çok güzel anlatır...

Yıl 2018. Londra. Thames nehri üzerinde bulunan üç binden fazla yüzen evlerden birini kiralayan Hidrolog (Su bilimcisi) Züleyha, teknesine yerleşir. Züleyha "Suyun hafızası var mı?" hipotezi üzerine çalışmalar yürüten bir akademisyendir. Son zamanlarda konuyla ilgili birçok araştırma yapıldığını da bu sayede öğrenmiş oldum. Kitabı bitirdiğimde suyun hafızasının olduğuna inanmaya çok yaklaştım diyebilirim. :)

Kitabın arka kapak yazısında şöyle yazıyor:

"Su hatırlar. Unutan insandır."

Tek bir su damlasıyla birbirine bağlanan kayıp bir şiirin, iki büyük nehrin ve üç olağanüstü hayatın hikayesi.

Okurken hiç bitmesin dediğim kitaplardan biri oldu. Kitapseverlere tavsiye ederim naçizane...

Not: Ön kitap kapağının yarım yapılmasını beğenmedim. Okurken kitapla bütünlük sağlamıyor, yarım olduğu ve ince karton kullanıldığı için sürekli katlanıyor. Bu haliyle odaklanmayı güçleştiriyor. Kapak tasarımcısının bunu düşünmesi gerekirdi.


9 Ekim 2025 Perşembe

 


ÇOĞU KİŞİNİN BİLMEDİĞİ SİYAH DOMATES (KUMATO) NEDİR?




Çoğu kişi tarafından bilinmeyen ama antioksidan bakımından güçlü bir besin olan siyah domatese aynı zamanda Akdeniz domatesi de denir. Akdeniz iklim kuşağında yetiştiğinden bu adı almıştır.

Kumato adıyla da bilinen siyah domates oldukça etli ve sulu bir sebzedir. Domates olgunlaştıkça siyahlaşır. Önce yeşil olan rengi daha sonra kahverengine, tam olgunlaşınca da siyaha dönüşür. Özel koşullarda az miktarda üretildiği için siyah domatesin fiyatı oldukça pahalıdır. 

Normal domatese göre siyah domateste 3-4 kat daha fazla , yaban mersini ve böğürtlen ile aynı antioksidan değerlerine sahiptir. Aynı zamanda likopen ve lif bakımından da zengin olan kumato, kırmızı domatesten de daha fazla vitamin içermektedir.




SİYAH DOMATESİN FAYDALARI NELERDİR?

* Siyah domates, mide duvarını mide asidinden korumaktadır. Ülser ve reflü gibi sağlık sorunlarının oluşmasının önüne geçer.

* İçerdiği lif bağırsaklardaki flora oranını koruyarak, fonksiyonlu çalışmasını sağlar.

* İçinde bulunduğu likopen maddesi, vücuttaki hücrelerin yapısını koruyarak, yenilenmesini destekler. Böylece mutasyona uğrayıp kanser ve daha pek çok hastalığın oluşmasını önler.

* Siyah domates doğal asidik ve lif bakımında da zengin olduğundan sindirim sorunlarına da iyi gelmektedir.

* Yaşlanmayı geciktiren siyah domates, sivilce, akne ve cilt gözeneklerinden oluşan sorunları da önler.

* Aynı zamanda afrodizyak etkisi de bulunmaktadır.

* Antioksidan özelliği sayesinde diyabet ve obezite ile mücadelede iyi gelmektedir.

* Kumatoya rengini veren antosiyanin maddesi, kanser ve kalp rahatsızlıkları için vücudun yanında savaşır ve yaşlanmayı engeller.



Normal kırmızı domates


Kaynak: https://hthayat.haberturk.com/siyah-domates-tohumu-1077232

Fotoğrafların tümü tarafımdan çekilmiştir. İzinsiz kullanılamaz!



3 Ekim 2025 Cuma

 


İNANMASI ZOR OLSA DA

BİR ZAMANLAR ALTINDAN DAHA PAHALI OLAN RENKLER VARDI


Renksiz bir Dünya nasıl olurdu diye hiç düşündünüz mü? Ya da Dünya'nın  oluşumunda ortaya çıkan ilk renk hangi renkti diye. Renkler olmasaydı Dünya renksiz, tatsız, tuzsuz bir yer olurdu. Çünkü, renkler sadece gözümüzle algıladığımız ışık dalgaları değil, kültürün, sanatın, hatta günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Örneğin; sevdiğiniz biri uyurken "renkli rüyalar" dilersiniz, siyah-beyaz değil. Hayal gücünüz renklerle zenginleşir, sıkıldığınızda, sinirlendiğinizde sizi sakinleştirecek bir renk mutlaka vardır. Şair boşuna dememiş; "İkimiz birden sevinebiliriz, göğe bakalım" diye. Göğe bakmak, maviyi içinde duyumsamak insanı rahatlatır, huzur verir. İşte saydığım saikler ve renklere olan ilgim nedeniyle ben sadece düşünmekle kalmadım, İnternet'te minik bir araştırma da yaptım.  

Araştırma sonucuna göre, Dünya'nın en eski rengi pembeydi. Şaşırdınız değil mi? Günümüzdeki yeşil klorofilin aksine, bakteri fosillerinde bulunan antik klorofil koyu kırmızı ve mor renkteydi ve erken dönem Dünya'ya ve okyanuslarına pembe bir renk veriyordu. 

Sahra Çölü'ndeki siyanobakteri fosillerinde pembe pigment keşfedildi. Bu, 650 milyon yıl önce bu bakterilerin Dünya okyanuslarında baskın bir yaşam formu olduğunu gösteriyor. 

Antik siyanobakterilerin seyreltik pigmentlerinden kaynaklanan bu erken pembe renk, Dünya'nın bilinen en eski rengi olarak kabul ediliyor ve mavi okyanuslar ile bitkilerdeki yeşil klorofil algısıyla tezat oluşturuyor. (1)

Orta Çağ'dan itibaren ressamlar tablolarında çeşitli renkleri kullanmaya başladılar. Ama bazı renklerin temini zor, istenilen renk bulunsa dahi fiyatı altından bile pahalıydı. 

- Lapis Lazuli Mavisi

Bu pigment, Afganistan dağlarından çıkarılan lapis lazuli taşından elde ediliyordu. Lapis lazuli mavisini temin edebilmek için bazı ressamlar, öncelikle müşterilerinden ödeme alıyorlardı. 

Orta Çağ koşullarında ulaşması zahmetli ve pahalı olan bu mavi, birçok sanatçı tarafından yalnızca kutsal figürlerde kullanılsa da zamanla portrelerde de kullanılmaya başladı. (2)

Lapis, Latincede "taş" anlamına gelir. Lazuli ise Arapça ve Farsçada "sema, gökyüzü, koyu mavi" anlamına gelir. Bu güzel taşa, birçok medeniyet kıymet vermiştir -Mısır, Yunan, Roma, Çin ama özellikle Mezopotamya. (3)


İnci Küpeli Kız adlı tablo, Hollandalı ressam Johannes Vermeer'in başyapıtlarından biridir. Tabloda lapis lazuli mavisi kullanılmıştır. (Görsel: tr.wikipedia.org)


Dünyayı Peşinden Koşturan Renk; Koşnil Kırmızısı


Anthony van Dick, Portrait of Agostino Pallavicini (Görsel: Vikipedi)

İspanyollar Amerika'ya ayak bastıklarında altın ve gümüşten daha fazlasını yanlarında götürdüler. Özellikle bir renk vardı ki, eski kıtada benzeri görülmemişti. Kırmızının en canlı tonu olan koşnil, soyluların ve zenginlerin giysilerini süslemiş, Avrupa'daki bütün kırmızı boya piyasasına hakim olmuştu.

İspanyollar Aztek ve Maya ülkesini ele geçirdikten sonra amaçları oradaki altın ve gümüş madenlerini ele geçirmekti. Yerlilerin yaşadıkları bölgeler gittiklerinde daha önce hiç görmedikleri bir renkle karşılaştılar yerlilerin giysilerinde. Bu renk koşnil kırmızısıydı. Bu rengin yapılışını sır gibi saklayarak gemilerle ticaretini yapmaya başladılar. Avrupalılar, İspanyolların koşnili hangi kaynaktan, nasıl elde ettiklerini bir türlü keşfedememişlerdi. Çünkü ham koşnil tanelerini tohuma benzetmişlerdi. Bu İspanyolların işine gelmişti; koşnilin tohum olduğu fikrini sürekli teşvik ederek bu boya üzerindeki hakimiyetlerini 300 yıl boyunca sürdüreceklerdi. (4)

Oysa, koşnil bir tohum değil böcektir. "Koşnil (cochineal- dactylopius coccus) kaktüs bitkilerinde asalak olarak yaşamını sürdüren bir böcektir. Kırmızı renk verdiği için Aztekler bu böceği kurutarak sonra ezerek, iplik boyamada kullanmışlardır. Böcek Meksika, Bolivya, Şili, Peru ve Kanarya Adaları'ndaki kaktüslerde yaşar. Yumurta dönemi böcekler parlak kırmızı renk alır. Kırmızı renk böceğin dişilerinin  vücudu ve yumurtaları ezilerek elde edilir. Koşnil kırmızısı, "Karmen Kırmızısı" diye bilinir. Günümüzde gıda maddeleri yanında kozmetik, tekstil sanayinde de kullanılır. Ambalajların üzerinde gıda maddesinin içeriği tam olarak yazılıyor ise "L 20" işareti var ise o ürün "Koşnil" böceği ile renklendirilmiş demektir." (5)

Altından Daha Değerli Bir Kraliyet Rengi: Tyrian Moru


Görsel: Kraliyet moru. (listelist.com)


Canlı bir renk pigmentine sahip olan Tyrian moru, deniz salyangozlarının mukuslarından çıkarılan bir boya idi. Bu renk sadece antik dünyada yaşayan seçkin insanlara kıyafet yapmak için kullanılırdı. Halkın bu renge ulaşımı kısıtlıydı. Hatta Tyrian moru o kadar büyük bir tutkuydu ki Antik Yunan'da kraliyet ailesinin mor giymesi yasayla zorunlu tutulmuştu. Mor, Bizans İmparatorluğu'nda kraliyet ailesine özeldi ve mor boya üretimi dikkatle kontrol ediliyordu.

Tyrian morunun ortaya çıkışı ile ilgili birkaç efsane var. İlgilenenler araştırabilirler. Tyrian moru, ilk kez Fenikelilerin Sur kentinde (Günümüzde Lübnan sınırları içinde) üretildi. Yunanların Fenikeli kelimesini ilk kez M.Ö 9 ila 7. yüzyıllar arasında bir dönemde kullandığı biliniyor ancak kelimenin Fenike dili de dahil olmak üzere hiçbir antik yakın doğu dilinde karşılığı bulunmuyor. (6)

Ticaret, denizcilik, kaşiflik ve yerleşimcilikte önde gelen Fenikeliler özellikle mor tutkusuna binaen gelişen mor boya ticaretiyle ünlüydüler. Romalı mimar ve mühendis Vitruvius, boya yapım sürecini şu şekilde anlatıyor: Toplanan deniz salyangozu kabukları, demir aletlerle parçalanıyor ve gözyaşı gibi akan mor kan, dışarı atılıp öğütme işlemi için havanlarda toplanıyor." Daha sonra fermente ediliyor ve karışımın pıhtılaşması bekleniyordu. Eğer boya siyahımsı bir mor renge sahipse boyanın en iyi kalitede olduğu düşünülürdü. Kraliyet morunun yapımı hem zahmetli bir süreçti hem de üretim aşamasında çevreye korkunç bir koku yayılıyordu. 

Tarihçilere göre; Moritanya Kralı, Roma İmparatoru Caligula ile yaptığı bir görüşme sırasında mor renk giydiği için imparator aşırı öfkelenmiş ve Moritanya Kralı'nı öldürtmüştü.

Antik Mısır'da ise Kleopatra, servetinin büyük bir kısmını teknelerini mora boyatmak için harcamıştı. Ancak hiçbir halk moru, Romalılar kadar benimsemedi. 

1453 yılında Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethedip Bizans İmparatorluğuna son verince Avrupa'nın İstanbul'daki boya ticaretine ulaşmasını engelledi. Durum böyle olunca1464 yılında Papa II. Paul, Tyrian morunun kırmızı renkle değiştirileceğini ilan etti. Kırmızının üretimi daha kolaydı ve ucuzdu. Böylece kırmızı renk, Katolik Kilisesi ve kraliyet ailelerinin yeni sembolü olmaya başladı. Tyrian morunun yapım aşaması zamanla unutuldu. Antik boya üreticileri sırlarını korudukları için üretim süreci hakkında ayrıntılı notlar bırakmamışlardı. Günümüzde Tyrian moru hakkındaki bilgiler arkeolojik bulgularla sınırlı.

Tunuslu tarih meraklısı Mouhamad Ghassen Nouira, bu rengi yaratma umuduyla deniz salyangozlarıyla 14 yıl deney yaptı. 2022 yılında az miktarda mor toz üretmeyi başardı, ancak bir gram Tyrian moru yapmak için 10.000 salyangoz gerekiyordu.

Bugün böyle bir girişim artık ekonomik olarak uygulanabilir değil. Ancak tüm bunlar nedeniyle antik çağda mor rengin neden altından daha değerli olduğunu anlayabiliyoruz. (7)

18. Ve 19. Yüzyıllarda Kullanılan Türk Kırmızısı

Altından daha değerli olmasa da 18 ve 19. yüzyıllarda Avrupa kumaş sanayinde kullanılan "Türk Kırmızısı" renginden bahsetmesem olmazdı. Bu rengi elde etmek de oldukça meşakkatliydi. Uzun ve zahmetli bir süreçle rubia (kökboya) bitkisinin kökü kullanılarak yapılır. Hindistan ya da Türkiye kökenli olup, 1740'lı yıllarda Avrupa^'ya getirilmiştir. Fransa'da rouge d'Andrinople (Edirne kırmızısı) ve rouge Turk olarak bilinir.


Rubia peregrina (Yabani kökboya. (Görsel: kocaelibitkileri.com)


Sanayi Devrimi'nin Avrupa'da yaygınlaşmaya başlamasıyla kimyagerler ve imalatçılar, büyük ölçekli tekstil imalatında kullanılabilecek yeni kırmızı boyalar  araştırdılar. 18 ve 19. yüzyıllarda Türkiye ve Hindistan'dan Avrupa'ya ihraç edilen popüler renklerden biri "Türk Kırmızısıdır." 1740'lı yıllardan başlayarak bu parlak kırmızı renk, İngiltere, Hollanda ve Fransa'da pamuklu  kumaşların boyanması veya baskısı için kullanıldı. Rengin hammaddesi rubia bitkisinin kökünden elde edilmekteydi. Boyama işlemi, kumaşların zeytinyağı, koyun gübresi ve diğer içeriklerin küllü suda birden fazla kez yıkanmasını gerektiren uzun ve karmaşık bir süreçtir. Fakat pamuğa mükemmel uyan parlak ve kalıcı bir kırmızı elde edilmesini sağlamaktadır. Kumaş, Avrupa'dan Afrika'ya, Ortadoğu ve Amerika'ya yaygın olarak ihraç edildi. 19. yüzyıl Amerika'sında geleneksel yamalı yorgan yapımında yaygın bir şekilde kullanıldı. (8)



Bunun yanında Türk kırmızısı, Türk kültüründe ve tarihinde önemli bir yere sahiptir. Özellikle tekstil sanayinde ve giyimde sıkça kullanılan bu renk, Türklerin estetik anlayışını ve sanatına olan tutkusunu yansıtır. Osmanlı döneminde, Türk kırmızısı, saray giysilerinden halkın giyimine kadar geniş bir yelpazede kullanılmıştır. Ayrıca bu renk, Türk motifleri ve desenlerinde de sıkça görülür. Türk kırmızısıyla boyanmış kumaşlar, halılar ve diğer tekstil ürünleri, Türk el sanatlarının ve zanaatlarının önemli bir parçasıdır. Bu bağlamda Türk kırmızısı, sadece göz alıcı bir renk tonu değil, aynı zamanda tarihi ve kültürel açıdan da büyük öneme sahip bir unsurdur. Sanattaki yeri ise oldukça geniş ve çeşitlidir. Minyatür sanatında ve çinicilikte de kullanılır. (9)




Not: Benim için renklerin dünyasına girince çıkmak kolay olmuyor. Şimdi de yazımı sonlandırmak içimden gelmiyor. Çünkü renklerle ilgili daha çok yazmam gereken şeyler var. Örneğin; 1666'da Newton'un saf beyaz ışığı bir prizmadan geçirdiğinde görünür tüm renklere ayrıldığını, her rengin tek bir dalga boyundan oluştuğunu ve başka renklere ayrılamayacağını keşfetmesi "renkler diyarında" bir mucizeydi. Yine, renklerin psikolojik anlamlarını inceleyen Alman şair ve yazar Goethe'nin "Renk Kuramı" da oldukça önemlidir. Ayrıca, ressamların isimleriyle özdeşleşmiş renklerde vardır: Van Gogh sarısı, Chagall mavisi, Yves Klein mavisi, Paul Cezanne krom yeşili ve Fikret Mualla pembesi gibi...

Renklerle bu kadar ilgili olunca bizden bir şairin de renklere olan tutkusunu yazmadan geçemeyeceğim. Bu değerli şair Cahit Sıtkı Tarancı'dır. Tüm şiirlerine göz gezdirince renkleri ne anlamda kullandığını görebiliriz. Aşağıdaki şiirinde, zamana, eşyaya ve hatıralarına adeta renkleri konfeti gibi serpiştirmiştir.

Maziyi yada daldığım zaman,
Renkler belirir ta uzaklardan:
Mavi, kırmızı, beyaz ve siyah;
- Her renk ayrı bir hatıradır ah!-
Renkler renklere renkleri ekler,
Olurken için renklere mahşer.

 Ayrıca şairin "RENKLER" adlı şiiri de yine renklerden bahsetmekte, adeta hasret ve özlemini renklerle anlatmaktadır. Memleket İsterim adlı şiirinden bahsetmeden olmaz. Şiirin ilk iki dizesinde yine renkler vardır:

Memleket isterim

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

Kuşların, çiçeklerin diyarı olsun.


Kaynaklar:

(1) https://science.howstuffworks.com/life/cellular-microscopic/earths-oldest-color-waspink.htm#:~:text=Bu%2C%20650%20milyon%20y%C4%B1l%20%C3%B6nce,ye%C5%9Fil%20klorofil%20alg%C4%B1s%C4%B1yla%20tezat%20olu%C5%9Fturuyor.

(2) TRT 2 Facebook Sayfasından alındı.

(3) Gökyüzünde Nehirler Var, Elif Şafak. Doğan Kitap, s:112.

(4) https://yedikita.com.tr/dunyayi-pesinden-kosturan-renk-kosnil-kirmizisi/amp/?fbclid=IwY2xjawNLmQhleHRuA2FlbQIxMQABHmeu8-lAXAF_7VG61BBqR_ON81MQyUpijtbMt4fzVfcty0liOZk7C21TER4u_aem_d5qIM4rlw6mlv3cNIHsEyg

(5) Yiyecekler ve İçecekler 'Böcek'le Renklendiriliyor, Güngör Uras. milliyet.com.tr, 19 Mayıs 2012.

(6) https://arkeofili.com/mor-tutkusuyla-gelisen-bir-ticaret-agi-fenikeliler/?fbclid=IwY2xjawNLzP9leHRuA2FlbQIxMQABHpCIXM_mRS4KJF8imK2YTAcJJGCufm8R-H6mEzjtjY7zwWhHkVZEmawnimZW_aem_S87chAiVj-Bjgr455BY6Aw

(7) https://listelist.com/kraliyet-rengi-tyrian-moru/

(8) https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk_k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1s%C4%B1

(9) https://www.colorbox.com.tr/Blog/ilginc/renk-tarihinde-yolculuk--turk-kirmizisi?srsltid=AfmBOoo1zzYXaM5wyeZ_TsFDU2gkfJjf-Jc7NQD4yqu7HE0K59gmssGk