TUVALETİN BİLİNMEYEN TARİHİ
Sabah yataktan kalkar kalkmaz ilk nereye gidilir? Hemen herkesin cevabı aynıdır; tuvalete gidilir, diye. Adı ister WC olsun, ister yüznumara, ister hela, ister klozet, isterse Türk işi tuvalet, yeme-içme kadar biyolojik bir gereksinim olan boşaltım ihtiyacını karşılarken, hiç kimse tuvaletin tarihini düşünmez. Sanırım, bir tarihinin olduğunun da farkında değildir. Ama tuvaletin çok eskilere dayanan bir tarihi vardır. İlk insanın doğayı kullanarak giderdiği def-i hacet sorunu, insanların avcı-toplayıcılıktan, yerleşik düzene geçtikten sonra nasıl bir değişikliğe uğramıştır? Bugün kullandığımız tuvaletler ne zaman son halini almıştır? Tuvalet kağıdını ilk kimler kullanmıştır? Bu soruların cevaplarını merak ediyorsanız eğer, tuvaletin tarihine kısaca bir göz atmaya ne dersiniz?
NEOLİTİK ÇAĞ
Konya'da bulunan Çatalhöyük Neolitik (yeni taş devri) kenti yaklaşık 9.500 yaşındadır. İnsanlığın gelişiminde önemli bir evre olan yerleşik toplumsal hayata geçişle birlikte tarımın başlangıcı gibi sosyal değişim ve gelişmelere tanıklık eden Çatalhöyük Neolitik kentinde arkeologların yaptığı çalışmalara göre, Çatalhöyük'te pisliklerin istiflendiği ve evlerin arka bahçelerinde oluşturulan çöplüklere konulduğu kanıtlanmıştı. O dönemde Çatalhöyük nüfusunun 10.000 olduğu düşünülecek olursa bu üst üste yığılan pislik tepelerinin kent sağlığını tehdit ettiği ve salgın hastalıklara neden olduğu söylenebilir.
Tarım devrimiyle M.Ö. 3100 yıllarında İskoçya'nın Orkney adasında yaşayan 100 kadar adalı dışkılarını uzağa götürmeye üşendikleri için biriken dışkı tepeciklerini organik kozalar haline getirerek yeni yaptıkları evlerin yalıtımında kullandılar. Bu insanlar, sonradan evin içine yaptıkları küçük ama uzak odaları tuvalet olarak kullanmışlardı. Odaların bağlandığı ortak bir kanalizasyon sistemi de kazılarda ortaya çıkmıştı. Tuvaletlerin yanında çeşme ya da su kaynağı gibi bir ize rastlanmaması, burada yaşamış olan insanların yıkamaktan çok silmekle temizlendiklerini gösteriyordu. Birçok arkeolojist teorilerinde temizliğin yosun, deniz yosunu ya da etraftaki yapraklarla yapıldığını düşünüyordu.
Kısaca Neolitik Çağ şehir hayatının pilot programıydı; yeni nesillerin örnek alarak geliştirebileceği ilk modellerdendi. Gerçekten de Bronz Çağı beklentileri karşılamıştı.
BRONZ ÇAĞ
İndus Nehri'nin vadisinde yer alan Harappan medeniyetinin şehirleri M.Ö. 2600 yılında kurulmuştu. Harappan halkı temizlik konusuna titizlik göstermiş ve pisliklerini evlerin birbirine bağlı olduğu bir boru şebekesinden geçirerek evlerinden uzaklaştırmışlardı. Borularla gelen pislikler ise derin kazılan çukurlarda toplanmıştı. Evin uzak bir köşesinde tuvalet için ayrılan küçük bir odada oturakların altına açılan bir delik sayesinde tüm akıntı ve pislik direk borulardan kanala akıyordu. Ayrıca kirli banyo sularının bu kanala dökülmesi sifon görevini yapıyordu. Zengin evlerinde görülen bu sistem, fakirlerin evlerinde yoktu ama onlar da çanak şeklinde bir kaba yaptıkları tuvaletlerini arada sırada bu çukurlara boşaltıyorlardı.
Bronz Çağında Mısır'daki yoksul insanlar evlerindeki pislikleri kapılarının önüne yığarak Sahra sıcağında yanmasını beklerlerdi. Tezek diye bildiğimiz bu yığınlar tuğla yapımında ve farklı maddelerle karıştırılarak ısıtma ve yakacak olarak kullanılmıştı. Bugün ormandan yoksun Orta Anadolu köylerinde hayvan gübresinin biriktirilip, güneşte kurutulduktan sonra (tezek) yakacak olarak kullanılması ve evlerin duvarlarının sıvanması işleminin kökeninin Bronz Çağına dayandığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Aradan binlerce yıl geçmesine rağmen, kültürel miras aktarımı düşünüldüğünde, tek değişikliğin insan pisliği yerine hayvan pisliğinin kullanılmasının şaşırtıcı bir yanı olmasa gerek.
Antik Yunanlar tuvaletlerini yapmak için bahçeye çıkarlardı. Hatta Aristophanes'in yazdığı "Kadınlar İş Üstünde" oyununda bahçede yapılan tuvaletin şakası yapılmaktaydı. Peki acil durumlarda Yunanlar dışkılama ihtiyacını nasıl karşılıyorlardı? Antik Yunanistan'da umumi tuvaletler bulunmadığı için, dışarıda ihtiyaç gidermek hem ayıptı hem de hoş karşılanmazdı. Tuvaletlerini yapmak için eve gidene kadar tutmak zorundaydılar. M.Ö. 7. yüzyılda yaşayan şair Hesiod, dış mekanlarda tuvalet yapmanın kötü bir durum olduğunu ve tanrıları aşağıladığını söylemiş ve yol kenarlarına, güneşe bakarak ya da gece tüm tanrıların uyanık olduğu anlarda tuvalet yapmanın büyük bir ayıp olduğunu da eklemişti. Tuvalet yapmanın en uygun saatleri şafak vakti ya da alacakaranlık zamanıydı.
Romalılar ise umumi tuvaletler konusunda Yunanlara göre daha hoşgörülüydüler. Roma halk tuvaletleri (forica) insanların ihtiyaç gidermek için oturdukları uzun banklardan oluşuyordu. Banklardaki deliklerden aşağıdaki kanala akan pislikler toplu yerleşimden uzağa taşınıyordu. O dönemde Roma'da 144 adet halk tuvaleti bulunuyordu.
Antik Roma'da lavabolar ve çeşmeler tuvalet olarak kullanılan odaların köşelerine yapılıyordu, atık kanalları da zeminin en kenarından giderek hijyenik koşulları oluşturuyordu. Ancak kanaldan yükselen pis kokuyu gidermek için kimsenin yapabileceği bir şey yoktu.
Antik kanalizasyonların arkeolojik keşifleri neticesinde, kanallarda birçok kirli bezle karşılaşılmıştı. Tarihi kaynaklara göre bu bezler bir çubuğun üzerinde duruyordu. Tarihçilerin yaptığı açıklamaya göre muhtemelen bu bezler, odanın kenarlarından akan suda yıkanıyordu ve sirke dolu bir kase içinde bekletilip kokusu en aza indirilmeye çalışılıyordu. Ama sağlıklı olması imkansızdı.
Kanalizasyonlar Roma mühendisliği için muazzam örnek teşkil etse de bu teknoloji tüm halka açık değildi. Kullanım izni ancak ücretini ödeyenlere tanınıyordu. Romalı zenginlerin evinde tuvalet için ayrı bir oda vardı. Yunanlar gibi Romalılarda da ev içi tuvaletler statü göstergesiydi. Bu nedenle tuvaletler som altından yapıldığı gibi elmas taşlarla da süsleniyordu. Gariban Romalılar ise hacetlerini kaselere yapıp pencereden dışarı boşaltıyorlardı.
ORTAÇAĞ
Tuvalet konusunda insanoğlu çok kısa sürede zirveye ulaşmıştı. Roma İmparatorluğu çökünce, kendisiyle beraber tuvalet ve temizlik alışkanlıklarını da alıp götürmüştü. Atık su akan tepecikler, umumi tuvaletler ya da çubuklara bağlı bezler yoktu.
İslam dini hijyeni çok ciddiye alıyordu ve tuvalete gittikten sonra mutlak temizlenerek oradan çıkmak zorunluluğu vardı. Hz. Muhammed'in hadislerinden birinde eğer gerekirse çakıl taşlarıyla bile taharet yapılabileceğini söylüyordu. Yani ilk olarak Araplar küçük taşları tuvalet kağıdı olarak kullanmışlardı. Ortaçağda tuvalette temizlenmek için Mısırlılar papirus, Romalılar parşömen kullanırken Uzakdoğu'da Çinliler ucuz kalitede kağıt kullanıyorlardı.
Japonlar nehir kıyısına yaptıkları evlerinden tuvaletlerini direk suya yapıyorlardı. Antik Japon dilinde kawa-ya(nehir evi), tuvaletlerin su kenarlarına inşa edildiklerini gösteriyordu.
Ortaçağda suya atık bırakan sadece Japonlar değildi. İngiltere'deki Londra köprüsünün üzerine boylu boyunca umumi tuvaletler yapılmıştı. Ve bütün dışkılar ve idrar köprünün altından akan Thames Nehri'ne dökülüyordu. Atıklar nehre düştüğü için köprü her zaman temiz gözüküyordu. Böylece ne kanalizasyona ne de çukura gerek yoktu. Nehir pisliği şehirden alıp uzaklaştırıyordu.
SOYLULAR
VIII. Henry, tuvaletini temizlemek için tuttuğu çalışanına "Kakanın Dadısı" ismini vermişti. Çalışanın tek görevi kralın soylu atığını temizlemekten ziyade, çıkardığı gazı koklayarak ve kakayı inceleyerek herhangi bir hastalık olup olmadığını bulmaktı. Maaşı çok yüksek olan bu dadılık o zamanın İngiltere'sinde son derece prestijliydi. Çünkü krala en yakın olan kişi, "kakanın dadısı"ydı. :)
Kral VIII. Henry'nin kızı I. Elizabeth'in torunu olan Sir John Harrington 1590'lı yıllarda sifonlu tuvaleti icat etmişti. Torununun zekasıyla büyülenen I.Elizabeth, bu soylu icadı hemen Richmond Sarayı'na yaptırmıştı. Sir John Harrington tuvalette zaman geçirirken okumak için tuvaletin yanına bir de gazete ve dergilik eklemişti. Yani bugün klozette otururken dergi ya da gazete okuyorsanız bunu Sir Harrington'a borçlusunuz. :)
Fikirleriyle Protestanlığın ilk adımlarını atan Alman Keşiş Martin Luther, rahatsızlığı nedeniyle tuvalette saatlerce ıkınmak durumunda kaldığı için ofisinin içine kalıcı bir tuvalet yaptırmıştı. Arkadaşlarına yazdığı mektuplarda, tuvalette verdiği savaşı anlatıyor, bok üzerinden şeytana suçlamalar yapıyordu.
Fransa'da durum ise içler acısıydı. Kral XIV. Louis kendisini ziyaret etmek için Versay Sarayı'na gelen soyluları tuvalet odasında ve oturak üstünde karşılardı. Ve devlet işlerini burada konuşurdu. 1684 yılına kadar bu durum devam etti. XIV. Louis nereye gitse yanında seyyar bir tuvaletçisi her zaman vardı. Yani kral herkesin ortasında rahatça tuvaletini yapıyordu.
XIV. Louis'in öldüğü günlerde bir yasayla saray koridorlarında haftada bir atık temizliği yapılacaktı. Saray koridorlarına atık bırakanlar sadece saraya gelen yabancılar değillerdi. Bir defasında kralın annesinin de bir resmi binanın bahçesine tuvaletini yaparken görülmüştü. O nedenle insanların merdiven altı gibi yerlere tuvaletini yapması genel bir olaydı.
Kralla birlikte Fontainebleau sarayına gidenler, tuvaletlerin sadece dış mekanlara yapılabildiğini göreceklerdi. Yani lortlar ve leydiler sokaklara ve bahçelere tuvaletlerini yapıyorlardı. Bir rivayete göre, kanalizasyon çalışması yapılmadan önce, Paris sokakları insan dışkısından oluşan derelerden geçilmiyordu. Bu dışkı ve pislikler pantolon paçalarına bulaşmasın diye ilk topuklu ayakkabıları erkekler giymişti. Daha sonra bacakları güzel ve boyu uzun gösterdiği için kadınlar da topuklu ayakkabı giymeye başlamıştı.
16. ve 17. yüzyıllarda orta sınıf evlerde Jerry adı verilen koyu renkli lazımlıklar bulunuyordu. Jerry'nin portatif olması 18. yüzyıl salonlarında bile işe yarıyordu. Yemek yiyen soylular sıkıştıklarında hizmetçileri lazımlıklarını getiriyor ve odanın bir köşesinde soylular sıkıntılarını atıyordu. Tuvalete gitmiyordunuz, tuvalet size geliyordu. Bir tarafta yemek yiyenler, diğer tarafta def-i hacette bulunanlar aynı odada bulunmaktan hiç rahatsızlık duymuyorlardı.
18. yüzyıldan itibaren ayrı bir tuvalet fikri hızlıca yayılmıştı. Özellikle evlerin arka bahçesine konulan ve dış oda denilen tuvaletlerin altına çukur kazıyorlardı. Atıklar bu çukurda toplanıyordu. Ez kaza çukura düşen (ki sıkça düşen oluyordu) olursa, çıkabilsinler diye tuvalete halat koyuyorlardı.
Sir John Harrington'un 16. yüzyılda icat ettiği sifonlu tuvaleti sadece büyükannesi I. Elizabeth'i şaşırtmak için yapmıştı ve sadece iki adet üretmişti. Dolayısıyla buluşu dünyaya yayılmamıştı. Ama sifonlu tuvaletler yine Britanyalılar tarafından icat edilmişti. 1775 yılında Alexander Cumming, sifonlu tuvaleti icat etmesinin yanı sıra deliğe bağlı boruları S şekline getirip kokuyu da yok etmeyi başarmıştı. İşte bugün kullanılan klozetlerin babası Alexander Cumming idi. Artık ev sahipleri hacetlerini tencerelere ve kaselere yapmak zorunda kalmıyorlardı. Bu yeni WC'ler sessizdi, temiz ve kokusuzdu. Daha sonraları yapılan modern tasarımlı evlere su tesisatları döşendikçe, sifonlu tuvaletler de yeraltına yapılan kanalizasyon borularıyla kokusuz bir şekilde şehir dışına çıkarılmaya başlandı. 20. yüzyılda ise sifonlu tuvaletlere yapılan küçük uyarlamalarla hem su tasarrufu sağlanmış hem de hijyeni artırmıştı.
Tuvalet kağıdının tarihi, tuvaletin tarihinden ayrı düşünülemez. Çinlilerin 9. yüzyılda tuvalet kağıdı kullandığı biliniyor. Fakat tuvalet kağıdı ancak 1857 yılında New York'lu Joseph Gayetty'nin seri üretimi sonrasında yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Tuvalet kağıtlarındaki ferforje kesikler 1870 yılında, çift kat kağıtlar ise 1940'ta üretilmeye başlanmıştı.
Tuvalet kağıdı üretimi için yoğun ağaç kesimi yapılıyordu. Bunu önlemek adına 1980 yılında Japonlar elektronik ve akıllı tuvalet kağıdı üreterek ağaçları kurtardılar. Bu elektronik tuvalet kağıdı önce spreyi ile temizlik yapıyor ardından üflediği havayla nemi yok ediyordu. Bu yüksek teknoloji aleti, tam anlamıyla kıçlardan elleri çekmiş ve kağıt kullanımını azaltmıştı. Ülkemizde bu son teknoloji tuvalet kağıdı kullanımı var mı, varsa nerelerde kullanılıyor herhangi bir bilgim yok. Bilgisi olan varsa yorum yazabilir ve katkı sağlayabilir.
Not: WC (Su klozeti, Water Closet)
Yazıyı hazırlarken yararlandığım kaynak: Greg Jenner - BİR GÜNDE BİR MİLYON YIL, Taş Devrinden Telefon Çağına Gündelik Yaşamın Merak Edilen Tarihi. Çeviren: Kerem Efendioğlu. indigo kitap.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder