13 Nisan 2021 Salı

 


TOLSTOY'UN KARISINA YAZDIĞI VEDA MEKTUBU, EVİNDEN KAÇIŞI, ÖLÜMÜ VE MEZARI



Dev eserlere imza atan dünyaca ünlü Rus yazar 82 yaşındaki Leo Tolstoy, evden kaçışının üçüncüsünde geri dönmemeye kararlı olarak bir daha görmek istemediği karısına bir veda mektubu yazmıştı. Mektubu kısaca şöyleydi:

"Gidişim sana acı verecek, üzgünüm, bana inan ve başka türlü yapamayacağımı anla. Benim evdeki durumum çekilmezdi ve çekilmez oldu. Öteki nedenlerin yan ısıra, şatafatlı koşullar içinde, eskiden olduğu gibi, yaşamayı sürdüremedim ve benim yaşımdaki ihtiyarların göreneğine uyarak, dünyayı terk edip, yaşantımın son günlerini sessizlik ve yalnızlık içinde geçirmek istedim.(...)

"Bunu anlamanı ve nerede olduğumu öğrenecek olursan gelip beni aramamanı yalvararak rica ediyorum. Senin gelişin sadece ikimizin de durumunu kötüleştirir ama benim kararımı değiştiremez. (...)

"Benimle birlikte namusluca geçirdiğin kırk sekiz yıllık yaşam için sana teşekkür ederim ve sana yapılan ve bana yüklenen suçlamalar için beni bağışlamanı dilerim, senin bana karşı yaptığın haksızlıkları da benim bağışladığımı bilmeni isterim. Benim gidişimle, senin için oluşacak değişiklikleri kabullenmeni öğütlerim. Bana bir haber iletecek olursan Saşa'ya söyle, o beni nerede bulacağını bilecek ve gerekeni iletecektir. Ama benim nerede olduğumu açıklayamaz, çünkü bulunduğum yeri hiç kimseye söylememek konusunda bana söz verdi."

Tolstoy, karısına yazdığı bu veda mektubunu istasyonda aceleyle yazmış ve mektubu arabacıyla göndermişti. Tolstoy, 28 Ekim 1910 günü sabahın altısında Yasnaya Polyana'daki evinden gizlice kaçar. İstasyonda adını T. Nikolayev olarak söyler, çünkü kimse tarafından tanınmak istemez. Trenle Şamardino Manastırı'nda rahibe olan kız kardeşinin yanına gider ve onunla da vedalaşır. İki gün sonra yanına kızı gelir. 31 Ekim'de sabahın dördünde, birdenbire kızını uyandırarak daha uzağa, nereye olursa olsun gitmek, kaçmak istediğini söyler. Bulgaristan'a, Kafkasya'ya, yabancı ülkelere, insanların, şan ve şöhretin artık kendisine ulaşamayacağı, sonunda yalnız kalabileceği, kendini ve Tanrı'yı bulacağı yerlere gitmek için ısrar eder.  Kızıyla trene binerler ama trende büyük ustayı tanıyanlar olur ve şehirden şehire telgraflar işlemeye başlar. Trenin geçeceği istasyonlar gazetecilerle dolup taşar ve Tolstoy'un sınırdan geçmesine izin verilmez. Astapova İstasyonuna vardıklarında Tolstoy aniden titremeye başlar, tükenmiş bedeninin her tarafından ter fışkırır. Hastanın daha uzağa gidemeyeceği anlaşılınca istasyon şefinin evindeki küçücük çalışma odasına yatırılır. Dışarıda meraklılar, gazeteciler, gözcüler, polisler, jandarmalar, bir papaz ve çarın gönderdiği subaylar beklemektedirler. Tolstoy'un yanında ise kızı ve doktoru vardır. 4 Kasım gecesi, hasta olan Tolstoy, son bir kez kendine gelir ve içini çekerek; "Peki ama köylüler nasıl ölüyorlar?" diye sorar ve üç gün sonra 7 Kasım'da son nefesini verir. Karısı Sofiya'nın, Tolstoy'u görmesine ise  ancak ölümünden sonra izin verilir. *

Hayat ne gariptir ki, "Leo Tolstoy, 1890 yılında, ölümüyle yarım kalacak olan ve "Karanlıkta Bir Işık" başlığıyla yayınlanıp sahnelenen bir tiyatro eseri, kendi hayatını yansıtacak bir dram yazmaya başlar. Bu yarım kalmış dram, Tolstoy'un evinde yaşadığı kendi dramının büyük bir açıklıkla anlatılmasından başka bir şey değildir ve şairin bunu, tasarladığı bir kaçışı haklı göstermek ve aynı zamanda da karısını bağışlamış olmak için yazdığı açıktır; büyük bir ruhsal çöküntü içindeki bir insanın manevi dengesini en iyi biçimde yansıtan bir eserdir bu." 

Eserde geçen olayların büyük bir bölümü hayal ürünü olsa da Tolstoy'un bu dramı yaşamsal sorunlarından kurtulmak için yazdığına kuşku yoktur. Tolstoy, dramının eksik kalmış son perdesini tamamlamayı hiç düşünmedi, ama bundan çok daha önemlisini yaptı: Onu yaşadı. Kendisiyle yaptığı dramatik bir hesaplaşma sonucunda ve düştüğü bunalımın pençesinde tam zamanında evinden kaçıp kurtuluyor. Ve hayatı küçük bir tren istasyonunda son buluyor. **

Tolstoy'un vasiyeti üzerine, naaşı, yaşadığı Yasnaya Polyana'da kendi diktiği ağaçların altına gömülür. Stefan Zweig, yapmış olduğu Rusya gezisinde Tolstoy'un mezarını ziyaret eder ve Dünün Dünyası kitabında mezarla ilgili şunları yazar:

"Ben Rusya'da Tolstoy'un mezarından daha muhteşem, daha etkileyici bir yer görmedim. Ormanın derinliklerine yerleştirilmiş bu yüce kutsal mekan tek başına ve yapayalnızdı. Hiç kimsenin uğramadığı ve hiç kimsenin korumadığı, sadece birkaç büyük ağacın gölgelediği, dikdörtgen biçimindeki bir toprak yığınından başka bir şey ifade etmeyen bu tepeye, dar bir patika yoldan gidiliyordu. Torununun mezarı başında bize anlattığına göre, boylu boyunca uzayıp giden bu ağaçları Lev Tolstoy kendi eliyle dikmişti. Erkek kardeşi Nikolay ve kendisi, çocukluklarında bir köylü kadından bir efsane dinlemişlerdi, efsaneye göre ağaçların dikildiği yer, dikenlerin mutluluk mekanı oluyordu. İşte bunun için oyun oynar gibi onlar da birkaç fidan dikmişti. Yıllar sonra yaşlı bir adam olan Tolstoy bu olayı, yani ağaç dikilen yerin mutluluk mekanı olacağını anımsamış ve kendi elleriyle diktiği ağaçların altına gömülmeyi istemişti. Arzusu yerine getirilmiş, isteğine uygun olarak oraya defnedilmişti ve burası, insanın duygularını altüst eden bu sadelik sayesinde, dünyanın en etkileyici mezarı oldu. Ormandaki gür ağaçların ortasındaki bu dikdörtgen biçimindeki küçük toprak yığınının üstünde ne bir haç ne mezar taşı ne de bir yazıt vardı. Adı ve ünü yüzünden hiç kimsenin çekmediği kadar acı çeken bu büyük adam, tesadüfen bulunmuş bir sokak serserisi, kimliği bilinmeyen bir asker gibi üzerinde adının yazmadığı bir mezara gömülmüştü. Onun bu son dinlenme yeri herkesin ziyaretine açıktı. Çevresindeki ince parmaklık da kapalı değildir. Ömrü boyunca huzursuz bir yaşam süren bu adamın sonsuz huzura kavuştuğu bu yeri, insanların gösterdiği büyük saygıdan başka hiçbir şey korumuyor. Genelde gösterişli mezarlara yoğun ilgi gösterilirken bu mezarın sadeliği karşısında insan büyüleniyor. Bu isimsiz ve sahipsiz adamın mezarında Tanrı kelamı gibi uğuldayan rüzgardan başka hiçbir ses duyulmuyor. İnsan burada yatan adamın herhangi bir Rus olduğunu düşünerek önünden geçip gidebilir. Ne Napolyon'un Les Invalides'in mermer kemerlerinin altındaki mezarı ne Goethe'nin prensler mezarlığındaki tabutu ne de Westminister'daki o ünlü mezarlar, üzerinde hiçbir sözün ve mesajın yer almadığı, sadece rüzgarın hışırdattığı bir ormanın içindeki bu sade mezar kadar insanın içini burkar." ***

Eserleriyle Rus edebiyatında olduğu kadar, zamanımızın fikir, düşün ve edebiyat dünyasında da derin izler bırakan Leo Tolstoy'un 28 Ağustos 1828'de Moskova'nın yüz elli kilometre güneyinde yer alan Tula eyaletine bağlı Yasnaya Polyana kasabasındaki doğumuyla başlayan hayatı, ne hazindir ki küçük bir tren istasyonunda, istasyon şefinin kirli yatağında son bulur. Varlıklı ve asil bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açan Tolstoy, yersiz yurtsuz bir yoksul gibi, dünyaya veda eder.


Kaynaklar:

* Sofiya Tolstoy'un Güncesi, Çevirmen: Muzaffer Kuşuloğlu, Düşün Yayınları.

** Stefan Zweig - İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar, Can Yayınları.

*** Stefan Zweig - Dünün Dünyası, Can Yayınları.

Görsel alıntıdır.



2 yorum:

  1. Dunya edebiyatinin en ama ennn onemli isimlerinden Tolstoy benim icin de. Hayat hikayesini (onca zenginligi, soyluluk unvanlarini birakip, sade ve yoksul, siradan bir hayat yasama arzusu) 21. yuzyilda dahi anlayamayanlar olabilir elbette;ancak bence diledigi gibi bir sonlanma onun huzur bulmasini saglamistir diye dusunuyorum. ��

    YanıtlaSil