18 Şubat 2020 Salı




DAĞLARIN ÖZGÜR RUHLU KIZLARI; ÇİĞDEMLER



İlkbahar, benim için sadece bir mevsim değil, yaşamın ta kendisidir. Aynı zamanda, uykudan uyanışın, hayat sevinciyle doluşun, ruhun tazelenişinin simgesidir. Bu nedenle çok severim ilkbaharı. Öyleki, yaşamımızda var olan her şeyi -yaşadığımız üzüntüyü, sevinci, ölümü, kalımı, duyduğumuz  güzel-çirkin sesleri, güneşli güzel günleri, yağmurlu,sisli kapalı havaları, rüzgar ve kasırgadan sonra gelen hissettiğimiz sessiz ve dingin saatleri biz bir ömre sığdırırken, ilkbahar hepsini yalnızca doksan güne sığdırır. Yani bahar aylarında yaşanan yedi iklim, dört mevsim gibidir yaşadığımız ve yaşayacağımız hayat; acısıyla, tatlısıyla, iyisiyle ve kötüsüyle...

İlkbaharın gönlü geniştir, zengindir, cimri değildir. Güzelliklerini almak isteyen her ölümlüye, cömertçe sunar tüm bunları. Cömertliğinin değerini bilmeyenlere ise kızar, köpürür,  üstünde yaşadığımız toprağı bile kaydırır, soğuklarını üstümüze salar, kazma-kürek yaktırır.

Dokuz ay boyunca hasretini çektiğim bu güzel mevsimin gelişini müjdeleyen ulaklarını da severim. Güzelliklerini seyretmeye doyamadığım bu ulaklardan ikisi; kardelenler ve çiğdemlerdir. Bunlar özel ulaklardır, haberi vermek için size gelmezler, haberi almak için, sizin onların ayağına gitmeniz gerekir, ki ben bunu seve seve yaparım...

Bu yıl baharın müjdecisi çiğdemlere, 16 Şubat Pazar günü,  Sopçalan Yaylası'nda(Beypazarı) rastladım. İlk gördüğüm tomurcuk halindeki çiğdemin fotoğrafını çektim, onunla konuşup "hoş geldin güzellik" dedim. O da bana; "hoş bulduk" dedi, evet dedi. Tam o anda aklıma, Prof. Dr. Hikmet Birand'ın Ankara sırtlarında, altın sarısı Ankara  çiğdemleriyle yaptığı muhabbet geldi ve gülümsedim kendi kendime. Ben çiğdemlerle konuşmaya dalmışken bir baktım,  grup benden hayli uzaklaşmış ve tırmanışa geçmişti. Yükseleceğimize sevindim. Çünkü, biliyordum ki dağların bu özgür kızları yüksekleri sever ve orada çiçek  açmış olma olasılıkları fazlaydı. Altın sarısı çiğdemler beni yanıltmadılar ve her yükseltide beni daha bir güzel karşıladılar.



Anadolu'da yetişen çiğdemlerin çoğu endemik ve nadir türlerdir. Neredeyse her yörenin adıyla anılan bir çiğdem türü vardır. Örneğin; Ankara çiğdemi, Adana çiğdemi, Abant çiğdemi, Artvin çiğdemi, Antalya çiğdemi, İstanbul çiğdemi, Hakkari çiğdemi ve Pamfilya çiğdemi gibi.

Bu yazımda "Ankara çiğdemi"ni tanıtacağım sizlere. Hem de çiğdemlerle sohbet eden ve doğanın düğününü bizlere anlatan Prof. Dr. Hikmet Birand'ın kaleminden. Şimdiye kadar duymadığınız harika bir sohbete tanık olacaksınız.

ANKARA ÇİĞDEMİ

"- Senin adına botanik dilinde Crocus Ancyrensis diyorlar. Latince Ankara'nın adı Ancyra'dır. Soyadın ancyrensis yani "Ankaralı" demek olduğuna göre, senin adın "Ankara çiğdemi"dir. Sana bu adı kim verdi? Ankara'dan başka yerlerde yetişmez misin?

- Benim adım, soyadı kanunundan eskidir. Biz Ankara'nın eski  yerlisiyiz. Daha eski Ankara kurulmadan, hatta buralara ademoğulları bile ayak basmadan biz bu yamaçlara, Etlik'e, Keçiören'e, Hüseyingazi'ye, Teke Dağı'na, Çal Dağı'na, Çankaya sırtlarına yerleştik. Oldum olası buralıyız. Fakat yalnız Ankara'ya yerleşip kalmadık; bütün Anadolu'ya yayıldık. İstanbul'a kadar gidenlerimiz bile var. Yüz yıl kadar önce Herbert adlı bir İngiliz, şimdi üzerinde evler biten şu karşıki Kocatepe sırtlarında bizlerden birkaç baş topladı. İngiltere'ye götürdü ve bizi Spofforth'da yetiştirdi. O, bizi Kırım Yarımadası'nda yetişen ve bize çok benzeyen Crocus angustijfolis sanıyordu. Fakat bizim cinse çok merak sardıran Herbert'in hemşerisi G. Mav, hısım akrabamızı dünyanın dört tarafından toplattı. Ona o zamanlar İngiltere'nin Ankara Konsolosluğuna  vekalet eden Bayan Gaval Gatheral buradan, Sivas'taki Amerikan misyoneri rahip A. W. Hubbard da oradan bizim soğanlarımızdan gönderdi. Bir başkasından Bayan Danford'un 1876'da bizi Maraş'taki Ahır Dağı'nda ve Kayseri'deki Erciyes Dağı'nda gördüğünü işitti. Bayan Baker ona Londra yakınlarındaki Kew Krallık Müzesi'nde Lady Liston'un İstanbul civarından topladığı bitkiler arasında bizim de bulunduğumuzu haber verdi. G. Mav, bunları vuruşturduktan sonra seksen kadar akraba türden mürekkep olan cinsimizin güzel bir monografisini yaptı. Bizim Kırım çiğdemiyle bir olmadığımızı anlayan ilk botanikçi o oldu. Bize crocus ancyrensis adını veren de odur. Hülasa bizi burada tanıyan yoktu, ama ünümüz önce İngiltere'de, daha sonra da Fransa'da yayılmıştı. Çünkü Bay P. E. Botta'da buradan Paris'e bizim soğanlarımızdan götürmüş ve bizi Paris Nebatlar Bahçesi'nde yetiştirmişti. İşte o zamandan beri ben bütün dünyada Ankara çiğdemi diye anılırım. Hem biz kişizade bir ailedeniz. Safran da bizim cinstendir. Bilir misin, bir zamanlar ticareti ne kadar rağbette idi? 15. yüzyılda bizim safrana hile katanların cezası idamdı. Hatta 1449'da Almanya'da safrana başka şeyler katarak satan Friedenkern adlı bir vurguncu safranı ile beraber cayır cayır yakıldı.

-  Peki, adını, sanını, soyunu, sopunu öğrendim. Siz buralara nereden ve ne zaman geldiniz?

- Geçmişi bırakalım. Demin dedim ya, biz buralara göçeli çok oldu. Dünyanın büyük bir kısmını kaplayan buzlar erir erimez biz buralara yerleştik. Hatta o zamanlardan kalma alışkanlıkla sıcaktan pek hoşlanmam. Onun için kışın sonunda, baharın önünde açarım.

- O halde baharın, güzel, sıcak günlerini de görmezsin.

- Öyle. Benim dünya yüzündeki ömrüm pek kısadır. Şu birkaç gün içinde bütün hacetlerimi görmek, elimi kıvrak tutmak zorundayım. Önümde çetin bir yaz var; kurak ve sıcak. Onu ve bütün kışı toprak altında geçiririm. Şimdi bir yandan gelecek yıl sürecek, gelişecek olan cücüğümü yaratmakla, bir yandan da şu hoşlandığınız çiçeklerimin içinde sessiz, tantanasız geçecek olan düğüne hazırlanmakla meşgulüm.

-Düğün mü dedin? Bu ilgimi çekti.

Düğünü de yazarsam yazım uzayacak ve okunmayacak. Bu nedenle profesör ve Ankara çiğdemi arasındaki konuşmaları burada kesiyorum. Doğanın düğününün nasıl olduğunu merak ediyorsanız ya da davetsiz misafir olarak(doğa kimseyi özel olarak davet etmez, kim olura olsun düğünde hır çıkarmayacak herkesi başının üstünde kabul eder) düğüne katılmak istiyorsanız Prof. Dr. Hikmet Birand'ın TÜBİTAK (Popüler Bilim Kitapları) yayını olan "ANADOLU MANZARALARI" kitabına başvurabilirsiniz.  Anlayacağınız düğüne katılmak için davete gerek yok, para harcayıp gelin ve damada bir hediye almanıza da. Ev sahibi orada bulunmanızdan büyük keyif alacaktır. Tabii ki siz de...














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder