24 Mayıs 2018 Perşembe



ST.  PAUL YOLU(AZİZ PAULUS) YÜRÜYÜŞÜMDEN NOTLAR


                                    
"Aylaklık, acelesi olan insanın hüküm sürdüğü dünyada bir terslik gibi gözükür. Zamanın ve yerin tadını çıkarma olan yürüyüş bir kaçış, modernliğe bir naniktir.Çılgın yaşam ritimlerimiz içinde bir kestirme yoldur, mesafe almaya elverişli bir etkinliktir." (*)

Ben de kentte durup aylaklık edeceğime, modernliğe bir nanik yapmayı yeğleyip, 18-20 Mayıs tarihleri arasında yapılacak olan St. Paul yürüyüşüne katılmaya karar verdim. 


St. Paul adını ilk kez, Stefan Zweig'in yazdığı "Joseph Fouche' "nin  biyografisinde okumuştum. Zweig, dönekler için şöyle bir cümle yazmıştı: "Devrimci Saulus birdenbire hümanist Paulus oluverir. Çarçabuk karşı tarafa geçer." Ne demek istediğini anlamak için  sayfa altındaki  çevirenin dip notunu okumam gerekti. Notta şöyle yazıyordu: "Yahudi'yken ilk Hristiyanlara zulüm yapması ile tanınan Saul, Şam'daki Hristiyanları katletmek için yola çıktığı gün bir hayal görür ve bundan etkilenerek önce Hristiyan, sonra da Hz. İsa'nın havarilerinden biri olur, Pavlus adını alır.Hz. İsa'nın ölümünden sonra onun öğretisini benimseyen ve Hristiyanlığın bir Yahudi mezhebi olmaktan çıkıp bir dünya dinine dönüşmesine önemli katkısı olmuştur." (**)

St. Paul(Aziz Paulus) kimdir?

St. Paul'u tanımadan, yaptıklarını bilmeden onun yürüdüğü antik yollarda yürümek normal doğa yürüyüşü olurdu -ki bu yürüyüş öyle değil- diye düşündüğümden, yola çıkmadan önce, hakkında bir araştırma yaptım. Araştırma sonucundan  kısaca söz etmeliyim. Aziz Paul aslında Anadolu topraklarının çocuğu. Kilikya'dan Tarsuslu bir yahudi. Yani Tarsus'ta doğmuş. Aziz Pierre ile birlikte erken Hristiyan misyonerlerinin en ünlüsü ve hatta en etkilisi olarak kabul edilen Aziz Paul'un doğum yeri olan ve aynı zamanda yaptığı tüm yolculuklarda uğradığı, ilk Hristiyanlık topluluklarını oluşturduğu yerleşimlerin büyük bölümü Türkiye sınırları içerisindedir. Hristiyanlığın Kudüs'ten Anadolu'ya buradan da Avrupa'nın içlerine yayılmasında en büyük pay kuşkusuz Aziz Paul'undur. Günümüzün en modern ulaşım araçlarıyla bile aylar sürecek olan yolları, karşılaştığı birçok zorluğa rağmen takip etmekten vazgeçmemiş, Hz. İsa'nın öğretilerini gece gündüz demeden korkusuzca yaymış, Roma'nın aşırı tepkisine ve sonunda ölüme gidecek kaderini bilmesine rağmen yolunu terk etmemiştir. Suriye, Kıbrıs ve Yunanistan'da da yolculuklar yapmışsa da kuşkusuz en çok vakit geçirdiği ve öğretilerini yaydığı, en güney ucundan en batısına kadar neredeyse tamamını dolaştığı yer Türkiye'dir.

Hz. İsa'nın 12 havarisinden olmamasına rağmen Küçük Asya(Anadolu) havarisi olarak adlandırılmasının nedeni de Hristiyanlık yolunda verdiği bu hizmetlerdir. 

Aziz Paul'un hayatı ve Anadolu'da yaptığı yolculuklara ilişkin bilgilere Yeni Ahit'in Elçilerin İşleri bölümünde yer verilmiştir. Kendisine Hz. İsa'nın göründüğü 9. bölümden sonrası Aziz Paul'un Hz. İsa adını yaymak için giriştiği yolculuklar ve çektiği sıkıntılarla ilişkilidir ve bu yolculukların büyük bölümünde Türkiye'deki kentlerin adı geçmektedir.

Aziz Paulus, farklı yıllarda üç ayrı rota izleyerek Anadolu'da kurduğu kiliseleri denetlemek ve Hristiyanların ne durumda olduklarını gözlemlemek için zorlu yolculuklara çıkar. Üçüncü yolu(M.S. 53-57) Jerusalem'e(Kudüs) gelerek tamamlar.

Jerusalem'de (Kudüs), Roma askerleri tarafından tutuklanır ve yargılanır. Ve Aziz Paul'un dördüncü ve son yolculuğu başlar (M.S. 59-69). Yargılama sonrası deniz yoluyla İtalya'ya, ardından kara yoluyla Taverns üzerinden Rome'ye (Roma) getirilir ve Rome'de hapse atılır. Daha sonra da M.S. 64 veya M.S. 67 yılında idam edilir. Böylece, Aziz Paul'un ilki Antakya'dan başlayan ve yıllar süren yolculukları da sona erer. (***)

İşte böylesine önemli olan antik bir yolda yürüyecek olmanın  heyecanını duyumsayarak 17 Mayıs gece yarısı yola çıktık. Sabah erken saatlerde vardığımız Sütçüler'e bağlı Kasımlar köyünde serpme köy kahvaltısı yaptıktan sonra çadırlar kuruldu, pansiyona yerleşildi. Sonra aracımıza binerek yürüyüşe başlayacağımız Tota-Kasımlar etabının başlangıç noktasına gittik. Hazırlıklarımızı tamamlayıp yürüyüşe başladık.

1. Gün: Tota- Kasımlar Etabı (17,5 km)

Hava güneşliydi. Tota Dağı tüm heybetiyle karşımızda duruyordu. Henüz dağın eteklerinde yürürken rotanın yabanıllığı kendini hissettirmeye başlamıştı. Sanki el değmemiş, kuş uçmaz kervan geçmez bir coğrafyada yürüyordum. Çevrede ne bir yerleşim yeri vardı, ne de insana dair bir iz. Böyle düşünüp yürürken Tota dağının eteklerinden uzaklaştık. Kısa bir nefes molasında, keçilerini otlatan bir çobanla karşılaştım. Çoban kadındı. Ayaküstü sohbet ettik. Adının Nuran olduğunu öğrendiğim bu güzel insan ayrılırken bana; "Seni çok sevdim. Kendine iyi bak. Kaybolursan beni ara." dedi. Ama nasıl arayacağımı söylemedi. :) Ben, o gün Nuran Çobanda Aziz Paul'un ruhunun varlığını hissettim; sanki onun ruhu dağlara, taşlara, ağaçlara, otlara sinmişti ve de çobana. Dağda tek başına keçilerini otlatan bu cesur ve  yardımsever kadına hoşça kal demeden önce bir de fotoğraf çektirdik.


Photo: Serdar 










Gün akşama dönmeden 17,5 kilometrelik yürüyüşümüzü tamamlayıp köye döndük. Üstümde hem yolun, hem de orta zorluktaki parkurun yorgunluğu vardı, uykusuzluk da cabası. Akşam yemeğinden sonra dinlenmek üzere gruptan ayrıldım.

2. Gün: Kesme - Kasımlar Etabı (18 km)

Sabah kahvaltıdan sonra aracımızla 30 km yol yapıp Kesme köyüne ulaştık. Oldukça büyük bir köydü. Köylüler gül tarlalarında gül topluyorlardı. İlk kez gül tarlaları görüyordum. Kozmetik sanayinde ve gül reçeli yapımında kullanılan bu güllerin hepsi açık pembe renkliydi, farklı bir renk göremedim. Bir tane gül kopardım ve kokladım. Gülün kokusunun güzelliğini tarif edemem. Isparta güllerinin neden bu kadar ünlü olduğunu daha iyi anladım; gülün özelliği şeklinde değil, kokusundaydı...

Yürüyeceğimiz parkur zordu, üstelik hava çok sıcaktı ve nem vardı. Bu durum havayı daha da ağırlaştırıyordu. Kesme köyden alışverişimizi yapıp tırmanışa başladık. Daha fazlasını taşıyamayacağım için iki litre su aldım. Nasıl olsa yol üstünde su kaynağı vardır diye düşündüm. Yürüyüş sonunda yanıldığımı anladım. :) 

Sürekli tırmanıyorduk açık arazide. İşaretlerin yer yer silindiğini gördüm. Tek başına, rehber almadan yürüyenler için kaybolma riski olabilir. Bu nedenle işaretlerin yenilenmesi gerek. Tırmandıkça değişik bir coğrafyaya geçiş yaptık sanki. Kayaların oluşumları ilginçti ve bazılarında ağaçlar ve kayalar iç içe geçmişti, öyle ki kaya mı ağaçtan önce vardı, yoksa ağaç mı kayadan önce ikilemi yaşadım gördüklerim karşısında. O anda Ralph Emerson'un sözü geldi aklıma; "Doğa ve kitaplar, onları görebilen gözlere aittir." Doğa, benim gözlerime aitti ve gözlerim bu manzarayı daha önce de görmüştü. Bafa Gölü'nden Latmos Dağı'na tırmanırken "Jurasic Park"a benzettiğim o coğrafyanın bir benzeriydi sanki.

















Yürüyüşün başlarında acele edip hızlı yürümek isteyenlerle, manzaranın keyfini çıkara çıkara yürümek ve fotoğraf çektirmek isteyen arkadaşlar arasında bir kopukluk oluştuysa da rehberimiz sorunu çözdü. :) Ben, tabii ki acelesi olmayan grubun içindeydim. Çünkü şuna inanıyordum: "Yürüyüşçünün acelesi yoktur ve zamana yenik düşmez. Öteki yol alma biçimlerini değil, bunu seçmişse, takvim karşısında egemendir, toplumsal ritimler karşısında bağımsızdır..." (****)

Parkur boyunca su kaynağı ve yerleşim birimi yoktu. Suya ancak, yürüyüşümüzün sonuna doğru kavuştuk. Suyu buz gibi akan çeşmeden kana kana su içtik, 550 yaşındaki çınarın gölgesinde dinlendik ve köye doğru son tırmanışımıza geçtik. Köye vardığımızda hepimiz bitap düşmüştük.

Bugün 19 Mayıs'tı ve sabah araçta marşlar söyleyerek  kutladık, Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramımızı. Ben de bu zorlu yürüyüşümü Atatürk ve silah arkadaşlarına adadım. Onların, güzel ülkemin düşman işgalinden kurtulabilmesi ve bağımsızlığı  için yaptıkları fedakarlıkların, karşılaştıkları engellerin yanında benim yorgunluğumun esamisi bile okunmazdı. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, vatan uğrunda ölen tüm şehitlerimizi sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum bir kez daha...

3. Gün: Sağrak - Adada Antik Kenti Etabı (10,5 km)

Yürüyüşümüzün son gününde Adada antik kentini gezip, Kral Yolu'nda yürüyecektik. Adada, Isparta Sütçüler ilçe kara yolu üzerinde yer alan antik bir kent. Kentin kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte şehrin adı ilk kez M.Ö. 2. yüzyılda Termessosla Adada arasında yapılan bir anlaşma metninde geçmektedir. Roma İmparatorluk döneminde, özellikle İmparator Traianus, Hadrianus ve Antoninus Pius dönemleri Adada'nın en parlak dönemleridir. Kentte tabanı taş döşeli bir antik yol, Traianus Tapınağı, İmparatorlar Tapınağı, İmparatorlar ve Zeus Megistos - Serapis Tapınağı yer alır. Ayrıca bazilika, yönetici binası, forum ve tiyatro da  bulunmaktadır. Antik tiyatronun taşlarında oturup tarihe zihinsel bir yolculuk yapmak harika bir duyguydu benim için. Antik kentten çıkıp patikadan ilerlediğimizde karşımıza Bizans Bazilikası çıktı. 500-600 metre sonra, patika sona erdi ve Aziz Paul'un da yürüdüğü kesme taşlarla döşeli Kral Yolu'na vardık. Bu yolda yürürken kanyon manzarasının güzelliğini izlemekten önüme bakamaz oldum. Oysa yer yer taşlar arasında bulunan boşluklara dikkat edilmezse ayak burkulabilir, kayabilir ve kanyona yuvarlanabilirsiniz, ki ben bu konuda çok başarılıyım. :) Kral Yolu, severek yürüdüğüm,  bitmesini istemediğim yollardan biri oldu...


rotamisparta.com

Yolun sonunda Sağrak Köyü'ne vardık ve bizi bekleyen aracımıza binip Eğirdir'e doğru yola koyulduk. Göle yakın bir yerde yemek yedikten sonra eve dönüş- daha doğrusu kentin stresli ve kaotik ortamına- yolculuğumuz başladı.

St. Paul Yolu, yabanıllığı nedeniyle Likya Yolu'ndan daha ilginç ve çekici geldi bana. Pansiyon sahibinin söylediğine göre bu yolu yürümek için en çok İsrailli turistler geliyormuş. Seneye baharda bu yolun Perge etaplarını yürümek isterim. Duyurulur... Yürümek, benim için sıradan bir eylem değil,  bilinçli bir tercihtir. Aynı zamanda Le Breton'un dediği gibi; "Yürüyüş dünyaya açılmadır. İnsanı mutlu yaşam duyguları içinde yeniden oluşturur. Tam bir duyumsallık isteyen derin düşünmenin etkin bir biçimine sokar insanı. İnsan bazen yürüyüşten değişmiş olarak döner ve çağdaş yaşamlarımızda ağır basan ivediliğe boyun eğmekten çok zamanın keyfini çıkarmaya eğilimli hisseder." Her yürüyüş sonunda, aynı duyguları paylaşıyorum Le Breton'la. Siz de dünyaya açılmak, değişmek, acelesiz ve telaşsız yaşayarak, dünyadan ve zamandan kendinize düşen payı artırmak istiyorsanız durmayın!  Haydi, hep birlikte doğa yürüyüşlerine gidelim... 







  







Kral Yolu



Kaynaklar:

(*) David Le Breton, Yürümeye Övgü, Sel Yayınları, 2008

(**) Stefan Zweig, Joseph Fouche - Bir Politikacının Portresi,(s: 63)

(***) ispartakulturturizm.gov.tr'den tarafımca derlendi.

(****) David Le Breton, Yürümeye Övgü (s:23)


6 yorum:

  1. Elinize kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  2. Harikasiniz,yazınızla Doğa daha anlamlı, güzel..

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel özetlemişsin, aynı duyguları hissetmeme rağmen bu kadar güzel anlatamazdım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Tekrar görüp yürümek istediğim muhteşem bir rota ve yürüyüş yolu.

      Sil