ANKARA TİFTİK KEÇİSİNİN YURT DIŞINA KAÇIRILMA ÖYKÜSÜ
1220 yıllarında, Moğol ordularının Kayı boyunu, Süleyman Şah'ı ve halkını Türkmen topraklarından sürüp çıkarmasının ardından, Anadolu'ya gelerek yerleşen Türkmenler beraberlerinde tiftik keçisini de getirmişlerdi. 70 yıl sonra Osmanlı Devleti'ni kuracak olan Osman Bey, tiftik keçisini Anadolu'ya getiren Süleyman Şah'ın torunuydu. Süleyman Şah 1229'da ölünce, oğulları Kayseri'den Ankara'ya kadar uzanan bölgede tiftik keçisi sürüleriyle yayılıp yerleştiler ve bu bölgeyi yurt edindiler. O günden başlayarak Ankara ve çevresinde halk tiftikten ipek gibi kumaşlar dokudu. Türklerin dokuduğu tiftik kumaşın ünü Ankara'dan tüm dünyaya yayıldı ve tiftik keçisi dünyada Ankara Keçisi(Angora Goat) adıyla anılmaya başladı.
Tıpkı ipek kumaş gibi, Osmanlı ekonomisinin bel kemiği ve en çok gelir getiren dışsatım ürünüydü tiftik kumaşı. 1554'te bir çift Ankara keçisi bir 'hanedan hediyesi' olarak Kutsal Roma İmparatorluğu'na gönderilmişti. Başta İngiltere ve Hollanda olmak üzere Avrupa'ya ve Arap ülkelerine satılan Osmanlı tiftik kumaşına öyle büyük bir talep vardı ki, gün geldi Anadolu tiftik kumaşı üretimi, Avrupa'nın kumaş talebini karşılayamaz oldu. Bunun üzerine Avrupa, 'bize işlenmiş tiftik kumaşı satmak yerine, işlenmemiş ham tiftik yünü verin biz kendimiz dokuyalım ya da bize damızlık Ankara keçileri satın' diyordu. Osmanlı'nın dünyadaki Ankara tiftik keçisi ve tiftik kumaşı tekelini kırmaya yönelik bu çabalar karşısında Sultanlar, işlenmemiş ham tiftik dışsatımına yasak koymuşlardı. Kalitesiyle rekabet edemediği Osmanlı tiftik kumaşı, Avrupa'lı kumaş üreticilerinin en büyük sorunu olmuş, Avrupalılar Osmanlı topraklarından damızlık Ankara keçisi kaçırma girişimlerine başlamışlardı. Öyle ki, Osmanlı'nın kuruluşunun üzerinden neredeyse 300 yıl geçmişken İngiltere 1583'te Türk dokumacılığının sırlarını çalmakla görevlendirdiği ajanlar gönderiyordu. Bu ilginç olay Sadri Ertem'in Çıkrıklar Durunca adlı kitabında detaylı bir şekilde ve belgeyle anlatılmaktadır. Bu belgede: "26 Şubat 1583 tarihinde Sir William Harborne tekrar İstanbul'a geldi. Bu kez kraliçenin korumasında bir ticaret kuruluşunun bir temsilcisi olarak değil, tam yetkili bir İngiliz Elçisi olarak gelmişti. Kraliçe Elisabeth, politik faaliyetlerinin yanısıra Elçi'nin Türkiye'de bazı ticari ve teknik olguları öğrenmesini ve İngiltere'ye getirmesini istiyordu. Bu konular ve işlevler şunlardı...diye başlıyor ve Kraliçe'nin bu İngiliz Elçisi'ni Osmanlı topraklarına bir kumaş, iplik, boyama ve dokuma sanayii casusu olarak gönderdiğini gösteren buyruklarını sıralıyordu."
14 madde halinde sıralanan bu buyruklardan 4'ü şunlardı:
1-Türkiye'de kumaşları maviye boyamada kullanılan çivit otunun tohumu(anile) ve fidanı İngiltere'ye getirilecek.
2- Türkiye'de kumaş boyamakta kullanılan bütün otlar, yaprakları, tohumları veya kabukları, yahut odunu boyacılıkta kullanılan bütün ağaçların tohumu veya fidanı, bu işte kullanılan bütün bitkiler ve çalılar İngiltere'ye getirilecek.
3- Boyacılıkta kullanılan maddelerden başka, boyama sanatı da öğrenilecek.
4- Cezayir ve Tunus için yapılan şapkalarımız için pazar aranacak. Çünkü halkımıza büyük kazanç sağlayabilir.
Hamit Dereli'nin 1951 yılında yayımlanan "Kraliçe Elizabeth Devrinde Türkler ve İngilizler" adlı kitabında ise şöyle yazıyordu :
"Buna benzer diğer birçok belgelerden anlıyoruz ki, o dönemde Türkiye'de dokumacılık ve boyacılık sanatları pek ilerlemişti. Onaltıncı yüzyılda İngilizlerin bütün çabası kumaşlarını ve boyalarını ıslah etmek, satışlarını artırmak, kendi sanayi ürünleri için geniş pazarlar bulmak üzerine yoğunlaştırılmıştı.
................
Yine bu belgelerden birinde İngiliz ticaret temsilcisine Cezayir ve Tunus'da 'Bonettos Colorados Rugios'(kırmızı renkli başlık) adı verilen kenarsız bir tür kırmızı İskoç başlığı için Türkiye'de pazar bulması buyruğu veriliyordu. Bundan şu soru akla geliyor: Acaba fes İngilizler tarafından mı Türk ülkelerine getirilmiştir? Fes kelimesinin sözcük kökeni bakımından Kuzey Afrika'daki Fez şehriyle ilgili olması, bunun böyle olduğu olasılığını güçlendirmektedir."
Kraliçe Elizabeth'in 1583'te elçiye verdiği 'Türklere kenarsız kırmızı bir tür İskoç şapkası = Fes giydirme buyruğunu İngilizler 250 yıl boyunca unutmamışlar ve sonunda 1832'de, II. Mahmut döneminde Türklere bunu giydirmeyi başarmışlardı.
Kraliçe'nin Osmanlı'ya gönderdiği elçiye verdiği görevler arasında, Türk dokumacılık bilgi ve teknolojisinin çalınmasından başka, iki Türk kumaş boyama ustasının ne pahasına olursa olsun İngiltere'ye getirilmesi de vardı.
Yalnız İngiltere değil, bazı Avrupa ülkeleri de Ankara keçisinin peşine düşmüşlerdi. Şöyle ki:
1711'de güneybatı Almanya'da Pfalz bölgesinde bir Ankara keçisi çiftliği kurma girişimi keçilerin iklime uyumsuzluğu nedeniyle başarısız olurken, 1740'ta Ankara keçisinin İsveç'e götürülme girişimi önlenmiş ve 1778'de Venedikliler Ankara keçisi besiciliğinde -yine iklim uyumsuzluğu nedeniyle- düş kırıklığına uğramışlardı. Osmanlı dünyanın en pahalı tiftik kumaşı tekelini kıskançlıkla koruyor, yabancıya işlenmemiş ham madde ve damızlık keçi satmamakta direniyordu. İngilizler, gizlice kaçırmayı planladıkları damızlık Ankara keçilerinin dünyada uyum sağlayabileceği iklimi araştırmış ve bu keçilerin Ankara'dan başka Güney Afrika'da yaşayabileceklerini saptamışlardı.
Ancak, James Watt'ın 1765'te İngiltere'de icat ettiği buhar makinesinin 1785'te Edmond Cartwright ve 1790'da Richard Arkwright tarafından buharlı dokuma tezgahına dönüştürülmesinin ardından, İngiltere'de ip eğirme ve kumaş üretiminde kol gücünün yerini buharlı makinelerin almaya başlaması, İngiliz malı ucuz fabrika işi kumaşların gümrük duvarlarına yığılarak yerli kumaş üretimini tehdit etmesi sorunuyla karşı karşıya bırakmıştı Osmanlı'yı. Osmanlı'da ise dokumacılık eski usul el tezgahlarında yapılmaya devam ediyordu. Acaba, göz nuru, alın teri olan bu Osmanlı tiftik kumaşları, ucuz fabrika kumaşlarıyla rekabet edebilecek miydi?
Osmanlı Dokumacılığının Sonu
1800'lerin başında yerli iplik ve kumaş üretimi, İngilizlerin fabrika ürünleri tarafından tehdit edilirken, bir taraftan da 1789 Fransız Devrimi'nden kaynaklanan etnik ayrılıkçı akımlarla başı derde giriyordu Osmanlı'nın.
1837'de, 18 yaşındaki Victoria, İngiltere Kraliçesi olarak tahta çıkarken, Osmanlı iç ayaklanmalar ve Mehmet Ali Paşa isyanıyla uğraşmaktaydı. Kraliçe Victoria, Fransızlarla işbirliği yapıp İngiliz mallarının Mısır ve Suriye'de satılmasını yasaklayan Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'ya karşı, Osmanlı Padişahı II. Mahmut'la 1838 Balta Limanı Antlaşması imzalayarak, Osmanlı tahtının Mehmet Ali Paşa'nın eline geçmesini önlemek karşılığında, İngiliz mallarına uygulanan gümrüğü kaldırtmış ve böylece bir yandan Osmanlı pazarını ucuz İngiliz fabrika kumaşlarıyla doldurarak Türk yerli dokuma sanayisini yok etmeye yönelirken, bir yandan da ham tiftik ve damızlık tiftik keçisinin yabancılara satışını önleyen yasakları delmişti.
1838 Balta Limanı Antlaşması'ndan sonra, İngiliz Albay Handerson Ankara'dan seçtiği damızlık tiftik keçilerini Güney Afrika'da özel olarak kurulan İngiliz çiftliklerine götürmüş, çoğaltmış ve böylelikle 1856'ya gelindiğinde İngiltere, Osmanlı'nın 1838'e dek kıskançlıkla koruduğu tiftik kumaşı tekeline son vermişti.
İşte Sadri Ertem'in "Çıkrıklar Durunca" romanı, Ankara, Bolu, Adapazarı çevresinde Ankara tiftik keçisi besiciliği ve tiftik dokumacılığıyla geçimlerini sağlayan Türkmenlerin, padişah fermanıyla İngilizlere damızlık tiftik keçisi verilmesine karşı canlarını ortaya koyarak ayaklanmalarını anlatıyordu.
"Gavura damızlık vermek uğursuzluktur" diyen Türkmenler direnirler vermemek için. İngiliz misyoner elindeki padişah fermanına güvenerek, Osmanlı zabitleriyle birlikte damızlıkları zorla almaya kalkar. Bunun üzerine Türkmenler silaha sarılırlar. Haber duyulur ve silahlanan Türkmenlerin sayısı onbinlere varır. Osmanlı İngiliz'e damızlık vermeyen Türkmenlerin üzerine ordu gönderir. Üç yıl süren direniş kanla bastırılır ve İngiliz'e istediği damızlık Ankara keçileri verilir. İngiliz, isyancıların dinmeyen öfkesinden korunmak için tiftik keçilerini siyaha boyayarak kaçırır ve limana ulaşıp Güney Afrika'ya doğru yola çıkar.
Böylece, 1220'lerde Süleyman Şah'ın Türkistan'dan Anadolu'ya getirdiği tiftik keçileriyle, Osmanlı-Türk Tiftik Kumaş tekeli üzerinde yükselen Osmanlı İmparatorluğu, 1838'de bu tekeli İngilizlere kaptırıp elinden kaçırmakla kendi sonunu da belirlemiş oluyor ve Ankara Keçisi'ne İngiliz damgası vuruluyordu(British Angora).
Osmanlı tarihi sadece savaşlar, meydan muharebeleri tarihi değildir. Bu nedenle Atatürk, Cumhuriyet döneminde kendi kurduğu Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nce yazılan ve 1931-1941 arası okullarda okutulan tarih kitabında, Osmanlı'nın Batı'ya askeri olarak üstün olduğu yüzyıllar boyunca, aynı zamanda ekonomik ve bilimsel olarak da üstün olduğu gerçeğini özellikle vurgulamış, çöküşün askeri alandan önce ekonomik, bilimsel ve teknolojik alanlarda başladığı açık ve kesin biçimde ortaya konulmuştur. İşte Ankara tiftik keçisinin öyküsü de ekonomik alanda çöküşün başlamasının hazin bir örneğidir...
Not: 1- İngilizler, sömürgeleri olan Hindistan'da Hintli dokumacıların ellerini, parmaklarını keserek el işi ip eğirme ve kumaş üretimine son vermiş, Hindistan'ın yerli dokumacılığını kanla şiddetle yok etmiş ve İngiliz malı fabrika işi kumaşlarına Asya'da pazar açmışlardı böylece.
2- Birçok ülkede mohair diye adlandırılan tiftik, bütün dünyaya yurdumuzdan yayılan Ankara keçisinin ürünüdür.
Kaynak
Cengiz Özakıncı - Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, Otopsi Yayınları, 21.Basım( s:528-552) tarafımdan derlendi.