8 Haziran 2017 Perşembe




YEMEN'DE KADIN OLMAK




Bir gezgin olarak dünyayı gezdim; kah ulaşım araçlarıyla gerçekte, kah okuduğum kitaplardaki coğrafyaları, kültürleri hayallerimde canlandırarak. Çok zenginim çok! Zenginliğim hayallerimin genişliğinden kaynaklanıyor, cüzdanımın kalınlığından değil. Yanlış anlaşılmasın. Yeni bitirdiğim bir kitap sayesinde kuş uçmaz, kervan geçmez Yemen çöllerinde gezindim, durdum: Çöllerinde üç yüz bin şehit bıraktığımız, "giden gelmiyor, acep nedendir?" diye türkü yaktığımız, türküyü dinlerken hüzünlendiğimiz ve düğünlerde "Kahve Yemen'den gelir" le halay çektiğimiz o uzak, egzotik ülke Yemen'de.

Yemen Ortadoğu' da Arap Yarımadası'nda yer alan bir ülke. Kuzeyinde Suudi Arabistan, doğusunda Umman olmak üzere iki komşusu bulunmakta. Güneyinde Aden Körfezi, Arap Denizi ve batısında Kızıldeniz ile çevrilidir. Petrol, balık, kaya tuzu, mermer, kömür, altın, kurşun, nikel, bakır ve batıdaki verimli araziler başlıca doğal kaynaklardır. Yemen'in başlıca gelir kaynağı tarımdır. Ülke topraklarında petrol bulunmasına rağmen çıkarılmadığı için gelir içindeki payı düşüktür. Ülkede çöl iklimi etkilidir ve yıl içinde toz ve kum fırtınaları görülür. Yemen 1517'de Memlüklüler'den Osmanlı yönetimine geçmiştir. 1918'de İmam Yahya'nın yönetimine giren ülkede 1962' de Cumhuriyet ilan edilmiştir.

Yemen'le ilgili bu kısa bilgiden sonra, kitabı anlatmaya geçebilirim. Şunu özellikle belirtmeliyim: Çünkü yazımı okuyanlar, kitabın taraflı yazıldığını düşünebilirler. Yemen'de çağdaş köleliğe zorlanan iki kız kardeş Zana ve Nadia babaları Yemenli olan bir ailenin kızlarıdır ve çift pasaportludurlar. Zana ve kardeşi Nadia, Birmingham'da doğmuşlar ve 14-15 yaşlarına kadar  İngiltere'de yaşamışlardır. Ta ki, babaları onları bir oyunla Yemen'e gönderene dek. İkisi de öğrencidir, üstelik.




"Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti."* demeyeceğim ama "Bir gün bir kitap okudum ve dehşete düştüm." diyeceğim. Beni dehşete düşüren kitabın adı: Bir kadının yürek parçalayan, çağdaş köleliğinin gerçek öyküsü; Zana Muhsen'in yazdığı "ANNEMİ BİR KEZ DAHA GÖREBİLSEM" 

Kitabın neredeyse kısa bir özeti olan "Giriş" bölümünden alıntı yapıp, ardından Zana'nın yaşadıklarından aldığım ve önemli gördüğüm notlarımı paylaşacağım sizinle. Böylece bir kadın olarak neden dehşete düştüğümü anlatabilirim sanırım.

Bu öykü, çağdaş dünyamızda hala hüküm süren en ilkel bazı unsurlarla dünyadaki en nitelikli bazı insanlar arasındaki çatışmayı anlatır. Öykünün odak noktası, trajik kaderleri hükümetlerin istifasına, ailelerin parçalanmasına ve iki kültürün birbirine düşmesine neden olan Birminghamlı iki genç kızdır.

Zana Muhsen, evden alınıp ilk önce köylülerin elleriyle kayalık toprakları kazdıkları bir yaşama sürüklenmiş; sonra da bireyin medya holdinglerini denetlediği ve dünyanın çevresinde hızlıca gezmek için uçaklarla gezdiği, Batı Avrupa'daki saraylara ve güçlü kişilere ulaşabildiği bir dünyaya geçmiştir. Bu öykü, Binbir Gece Masalları'ndan biri olabilirdi ama farkı, şu anda yaşanıyor olmasıdır. Ve bu düş, gerçek bir kabusa dönüşmüştür.

Yemen, dünyanın en yoksul ülkelerinden biridir. Halkın büyük bir çoğunluğu, bin yıl önce nasılsa, yaşamını hala aynı biçimde sürdürmektedir. Güçlü, kuvvetli, sağlam birçok erkek evine ekmek parası göndermek amacıyla ülke dışında çalışmaya giderken, peçelerinin arkasına saklanmış eşleri de köylerinde kalıp en ilkel koşullarda ailelerine bakar, durup dinlenmeden çalışırlar.

Bu dünya korkunç, tehlikeli, ilkel bir dünyadır. Erkeklerin baskın olduğu bu yerde, kadınlar yaşamın içinde kaybolduklarını kabul etmişlerdir. Dokuz yaşında tanımadıkları bir erkekle evlendirilebilir veya evlerine su getirmek için her gün kuyuya gitmek amacıyla kilometrelerce yürüyebilirler. Her yıl kıraç topraklara yalnızca küçük bir çapa yardımıyla tohum ekip ürün toplarlar.

İki Birminghamlı kız, Nadia'yla Zana Muhsen, Yemen'e babaları tarafından tatile gönderildiklerinde, onlara bir serüven yaşayacakları anlatılmıştı. Harika sahilleri görmeyi, eyersiz ata binmeyi ve deve yarışlarını izlemeyi umut etmişlerdi. Yerine, kendilerini on dört ve on beş yaşlarında, Mokbana bölgesindeki kabile köylerinden birinden iki delikanlıyla evlendirilmiş buldular.Bu Orta Çağ kurallarının hüküm sürdüğü dünyada, kadınların neredeyse hiç hakları yoktur; kesinlikle kendi yaşamları üzerinde kontrolleri bulunmamaktadır. Aileleri içinde, tümüyle erkeklerin baskısı altında yaşarlar. Erkekler, onların üzerinde yasadır. Dağlarda soru sorarak gezen yabancılarsa bir şekilde kaybolurlar.

İngiltere ve Amerika gibi ülkelerden kandırılarak getirilen, evliliğe ve Yemen'deki kölece yaşam koşullarına zorlanan kızlar yalnızca Nadia'yla Zana değildi. Ama Zana, annesinin ve İngiliz medyasının yardımıyla ilk kaçan kişiydi.

Annelerinin dağlarda saklanan kızlarını bulması altı yılını, Zana'nın oradan çıkması için bir yol bulmasıysa iki yılını aldı. Nadia ise, hala Mokbana'da tutsak yaşamını sürdürüyor.
(...)

Zana, hiç sevmediği, nefret ettiği kocasından boşanmak ve İngiltere'ye dönmek için oğlu Marcus'u terk etmek zorundadır. Yemen yasalarına göre oğul babada kalacaktır çünkü. Ne kadar acımasız bir seçim anne için değil mi? Zana, oğlunu babasına bırakıp İngiltere'ye özgürlüğüne döner. Kız kardeşi Nadia ise ya çocuklarımla giderim ya da burada kalırım diyerek ama bir gün mutlaka buradan kurtulacağım(anne ve ablasının yardımlarıyla) düşüncesiyle Yemen'de kalır. Kitap yazıldıktan sonra kurtarıldı mı diye merak ettim ve araştırma yaptım. Çünkü ablası bu kitabı uluslararası kamuoyu oluşturup kardeşini kurtarmak için yazmıştı. Ve araştırma sonucunda 2016'da basımı yapılan Zana Muhsen'in yazdığı "Nadia'ya Sözüm Var" kitabının tanıtım bülteninden okuduğum kadarıyla Nadia henüz kurtarılamamıştı. Kız kardeşlerin Yemen'e 1980 yılının Haziran ayında gönderildiklerini düşününce, Nadia'nın tam bir Yemenli kadına dönüştüğüne inanıyorum; İngiltere'ye dönebilse bile, uyum sorunu yaşayacağını da. "Kafeste doğan kuşlar, uçmayı hastalık olarak görürler." misali.

Bir anneyi, ya özgürlüğün, ya çocuğun diye seçime zorlamak çok insafsızca ve insanlık dışı. Bunu bilerek, kitabı bitirdiğimde kendime şu soruyu sordum: Zana mı doğru yaptı, yoksa Nadia mı? Bu sorunun cevabını bulamadım; bir anne ne özgürlüğünden ne de çocuğundan vaz geçebilir çünkü.

Zana'nın kitabında bahsettiği Yemenli kadınların yaşamından ve Yemen'e ait geleneklerden seçtiklerim:

--Yemen'de erişkin erkeklerin %85'i bir tür uyuşturucu olan qat çiğnerler. Qat: Tütün gibi çiğnenebilen; çayı yapılan bir çeşit çalı olan Catha edulis bitkisinin yapraklarıdır. Hafif sarhoşluk veren bir çeşit uyarıcıdır. Kadınların qat çiğnemesi yasaktır.

--Bütün kadınlar, küçük kızlar bile geleneksel Arap giysileri giyerler ve yüzlerini peçeyle kapatırlar. Başları, saçlarını örtmek amacıyla eşarplarla çevrilidir. Çünkü Yemen'de kızlar, yürümeye başladıklarından itibaren namuslarını göstermek zorundadırlar. Batılı giyim tarzı giyinen kadınlara namussuz diye bakarlar.

--Erkekler yurt dışından köylerine döndüğünde, biriktirdikleri paraya bağlı olarak, genellikle altı ay ya da bir yıl kalıyorlardı. Yemen'deyken hiçbiri çalışmıyordu; onlar için yapacak hiçbir iş yoktu. Sadece oturuyor, çevrede sohbet ediyor ve qat çiğniyorlardı.

--Erkeklerin birçoğu sigara içiyor ama kadınların sigara içmesine izin verilmiyordu. Kadınların, içinde "tutan" adlı tütün kaynatılan nargile içmelerine izin vardı. Tutanı da ramazanda daha çok içerler.

--Mısır, kepek ve buğday gibi ürünlerin bakımı, tohumun ekilmesinden chapatisin (bir çeşit mısır ekmeği) pişirilmesine kadar kadınların sorumluluğundadır. Bu, bitmek tükenmek bilmeyen bir iştir.

--Bir kız Yemenli bir aileye gelin gittiğinde, evin işlerinin yükünü diğer kadınlarla paylaşması, ağır işleri yaşlıların elinden alması beklenir. Erkeklerin oğulları için sağlıklı ve güçlü kadınlar satın almalarının nedenlerinden biri de budur.

--Kuran akraba evliliğini desteklediğinden, köydeki birçok kadın kuzeniyle evliydi. Köyde hiçbir kadın, Nadia'yla benim dışında, gerçek anlamda zor kullanılarak evlendirilmemişti. Eğer onlar için seçilen erkek çocukla evlenmek istemiyorlarsa bunu yapmak zorunda değildiler.

--Yemen'deki evliliklerde, her zaman işin içinde para olur. Oğlanın ailesi, kızın ailesine kızı "satın almak" için para öder. Ne kadar ödeyecekleri ailenin zenginliğine, oğlanın kızı ne kadar çok sevdiğine ve ne kadar ödemek istediğine göre değişir. Kız babaları da kızları için bir değer biçerler ve anlaşana kadar pazarlık yaparlar. Bazı kızlar çok ucuza, bazılarıysa çok pahalıya satılır. Damadın da ayrıca kız için pahalı takılarla giysiler alması beklenir.

--Oğlan çocuğu evlense bile, babasının sözünden çıkamaz ve babası tarafından dövülen, şiddet uygulanan karısını  dahi koruyamaz. Babası ne derse o olur, aile içinde.

--Erkek bebekler yedi günlükken sünnet edilir. Sünnet çok pahalı bir iş olduğundan, bebeğin yaşayıp yaşamayacağını görmek için bir hafta beklerler. Sünneti yapan adamın tıp eğitimi yoktur ve bu iş babadan oğula geçer. Kız bebekler ise dört günlükken sünnet edilir.

--Boşanan kadın, çocuklarını kocaya verir ve kendisine bakması için ailesinin yanına geri döner. Koca, büyük olasılıkla bakmaları için çocukları kadın akrabalarına verecektir (anne veya kız kardeşler). Birçok kadının kocasına uzun süre katlanmasının en büyük nedeni, çocuklarını kaybetme korkusudur.

--Kadınların, çocukları öldüğünde bile cenaze töreninde mezarının başında durmasına izin verilmez. Bu erkeklerin işidir.

--Yemenli erkekler, idari yönetimde yetki sahibi olanlar bile verdikleri sözü tutmayıp, yalan söylüyorlar. Verdikleri kararı, duruma, kişiye göre anında değiştirebiliyorlar. Yani güvenilir değildiler.

Daha fazlası için kitabı okumanız gerek. 332 sayfalık bu öykü bir solukta okunuyor.


Not: 1- Yemen'in en önemli şehri olan ve denizden üç bin metre yükseklikte bulunan Sana'a, bir zamanlar "Arabistan'ın çatısı" olarak adlandırılmış. Bab el- Yemen, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınmış. Kahve artık Yemen'den gelmiyor. Çünkü qat bağımlısı olan Yemenliler, kahve ve meyve ağaçlarını söküp, yerlerine qat bitkisini dikmişler: Eskinin kahve üreticisi, şimdinin qat üreticisi olmuş.

2- Amerikalı Betty Mahmudi'nin "Kızım Olmadan Asla" kitabını okuduğumda, bu kadar etkilenmemiştim. Belki Pers lerin uygarlığa katkılarını düşünüp bugünkü İran'ı umursamadığımdandı. Bu kitapla, zaten varolan Araplar hakkındaki olumsuz düşüncelerim  pekişti. 



* Bu cümle, Orhan Pamuk'un "Yeni Hayat" romanının ilk cümlesidir.




2 yorum:

  1. Bu dünyada kadın olmaktan daha zor birşey varsa siyah kadın olmaktır diyor Renklerden Moru'n yaratıcısı Alice Walker...Kadına dair sıkıntılar dünyanın her yerinde...ve her şartta kadınlar güçlü...düşünüyorum da tarihler boyu sıkıntı ve güç çoğunluklu yaşayan kadın neden hala aynı şekilde yaşamak zorunda?,,,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne yazık ki kadına hak ettiği değer verilmiyor .Oysa erkeği dünyaya getiren bir kadın .Ülkemizde ne yazık ki kadınlar sosyal,psikolojik ve fiziksel şiddet görüyor .Ben Diyarbakır'da yaşıyorum fiziksel şiddet görmedim ama sosyal baskı çok var üzülerek bunu söylüyorum ama neyse ki kızların okumalarına izin veriliyor artık .Annem okuyamamış mesela teyzelerim ve onlar gibi bir çok kadının eğitim hakkı engellenmiş. Neyse ki biz okuyabiliyoruz ne kadar acı değil mi ?

      Sil