20 Haziran 2017 Salı




DÖRTDİVAN (BOLU) YAYLALARINDA 
TARİHE KISA BİR BAKIŞ 

VE 

DOĞA YÜRÜYÜŞÜMDEN NOTLAR



Taşı, toprağı, havası, suyu kısacası dört bir yanının güzelliği ve acısı, tatlısı, sevinci, hüznüyle birlikte efsanelerde, destanlarda, şiirlerde dizelere dökülmüş  Anadolumun, hangi güzelliğini anlatsam kelimeler kifayetsiz kalır, anlatamam; ama "Anadolu" şiiriyle anlatan Ahmed Arif'in yardımıyla anlatırım ben de.

Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadolu'yum ben,
Tanıyor musun?
......
Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım, 
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun?
......

Dörtdivan yaylalarında doğa yürüyüşü yapılacağının ilanını okuyunca heyecanlandım. Heyecanım hem yeni bir rotada yürüyeceğimden; hem de "Ne şah ne sultan ne de Bolu Beyi" ni takan Ruşen Ali'nin (Köroğlu) doğduğu ve at koşturduğu topraklarda  bulunacağımdandı. Köroğlu'nun çıkıp dağlarına yaslandığı bu yöreyle ilgili bir araştırma yaptım. Tarihi yerlerde yürüyeceksem ben bunu hep yaparım. Bilerek yürümek isterim çünkü..

Pazar sabahı erkenden yola koyulduk, "Yol Arkadaşım" grubuyla birlikte. Kahvaltı molasından sonra, iki saat yol gittik ve Dörtdivan' a vardık. İlçe girişinde bizi karşılayan Köroğlu Heykeli oldu. Sazıyla, sözüyle zalim Bolu Bey'ine baş kaldıran, zenginden alıp fakire dağıtan ve bu yönüyle Bolu ve çevresinin Robin Hood'u diye adlandırdığım  Köroğlu.
Köroğlu kavganın, özgürlüğün sembolüdür halk arasında. Halk onu sever; çünkü zalim Bolu Beyi'ne baş kaldırmıştır. Baş kaldırı sebebi, babasının intikamını almak için önce kişisel olsa da, sonrasında zenginden alıp fakire dağıttığı için toplumsal ve siyasal bir boyuta dönüşmüştür. Ruşen Ali'yi 'Köroğlu' olarak ünlendiren de sanırım bu dönüşüm olmuştur. 




DÖRTDİVAN

Tarih:

Bu şirin, küçük ilçenin tarihi çok eski; kendisi küçük ama tarihi büyük! Merak ettim ilçenin adı neden Dörtdivan diye ve araştırdım. İlginç bir hikayesi var.

Malazgirt Savaşı ile Anadolu'ya gelen Oğuz Türklerinin Kayı boyundan bir bölümü 1074-1076 yıllarında Dörtdivan ve çevresine yerleşmişlerdir. Yerleştikleri yerlere Oğuz boylarına özgü isimler vermişlerdir. Bu durumu ilçedeki köylerin isimlerinde sıkça görmek mümkündür. (Adakınık, Dülger, Bünüş, Çalköy, Cemaller, Çardak, Göbüler, Gücükler...) Dörtdivan'ın bir yerleşim birimi olarak kurulmasının 1197'de I. Alaaddin Keykubat zamanında olduğu tahmin edilmektedir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde, Sultan I. Alaaddin Keykubat'ın Bolu Bey'i iken fethettiği dağlarda Divan kösü çaldırdığı, bu nedenle de bu yerlere "DİVAN" denildiğini yazmaktadır. Bu yerlerin önce 7 adet olduğu, fakat bunlardan, 3'ünün küçük olduğu için kapatılıp 4'ünün kaldığı ve bu yüzden de adının "DÖRTDİVAN" olduğu belirtilmektedir. Ayrıca Ankara Savaşı'nda yenilen Osmanlı ordusunun geri çekilmesi sırasında Timur'un Ordusu tarafından takip edilmiş, Gerede ve Dörtdivan halkı Osmanlı askerlerini savunarak Osmanlıların yeniden toparlanmasında önemli rol oynamıştır. Halk şairi Köroğlu Dörtdivan ilçesinin Aşağısayık Köyü Hesinler mahallesinde doğmuştur. 
(dortdivan.gov.tr)

Aracımızla ilçeyi boydan boya geçerek yürüyüşümüzün başlayacağı köye doğru yola koyulduk. Aracın camından gördüğüm yeşilin her tonundaki diz boyu otlar ve ağaçlarla mor, sarı, krmızı, mavi ve beyaz renkli çiçeklerle kaplı tarlalara bakmaya doyamadım. Özellikle gelincikler, hiç görmediğim kadar kocamandılar. (Yürüyüşe geç başlamamak için aracımız durmadı ve ben bu kocaman gelinciklerin fotoğrafını çekemedim.) Çalköy' de kısa bir mola verdik. Diğer çevre köylere nispetle büyükçe ve çok güzel bir köydü. Köyden hareketle yaklaşık 5 kilometre sonra yaylalara doğru yürüyeceğimiz Aydıncık Köyü'ne vardık, hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra yürüyüşe başladık. Hava kapalı ve ince ince yağmur serpiştiriyordu. Öğleden sonra hava bulutluydu ama yağmur dinmişti. Tırmanışımız meşe ağaçlarının yoğun olduğu orman yolunda başladı. Yol boyunca "binbir çeşit çiçek" derler ya adeta bu tanıma uygun olan çiçek tarlasında yürüdük. Ve bu çiçekler arasında biri vardı ki, doğada ilk kez görüyordum ve sevinçten havalara uçtum. Hangi çiçek mi? Kokusu ve güzelliği dillere destan mavi süsen çiçeği. Üzerine basmamak için çevresinden geçtiğim, elimle başını okşadığım, okşarken kokusunu içime çektiğim bu çiçeği doğada ilk kez görsem de süs bitkisi olarak kendisini ve mitolojik öyküsünü iyi biliyordum. Latince adı "cennetin gözü" anlamında olan İris, renkleri ve çizgileri göz simgesine benzediğinden ismini İris Tanrıçasından (Mitolojide, Zeus, insanlara mutlu haberleri ileteceğinde hep İris'i kullanırmış) almaktadır. Eski Yunanda da her insanın cennetten bir parça taşıdığına inanılmasının sebebi tüm insanların "gözbebeğine" sahip olmasıdır.
Arkadaşlarımdan bu güzel çiçeğe zambak diyenleri uyarmayı ihmal etmedim. :)


Süsen Çiçeği (İris)

Diz boyu otlar, mis kokulu çiçekler ve yabani kekikler arasında  tadına doyamadığım bir yürüyüş gerçekleştirdim. Yer yer küçük dereleri aştım, dere kıyısında uzanıp gözlerim kapalı akan suyun sesini dinledim. Bu özel anlarda ben Alice'tim ve "Harikalar Diyarı"ndaydım. Aldığım keyfi başka türlü anlatamam çünkü.

Yürüyüşün sonlarına doğru, bulunduğum yerin karşısında diğer ağaçlardan farklı gibi duran, ağır havasıyla kendini hissettiren ve kendisine bakmaya adeta zorlayan bir orman dikkatimi çekti. Sanki, özellikle ayrılmış bir alandı. Yürüyüşü Aydıncık Köyü'nde sonlandırdık. Ben, bir köy evinin bahçe duvarında oturup dinlenirken yanıma "Hoş geldiniz" demek için gelen köylü kadınlarla yaptığım sohbette bu garip ormanın  adının "Erenler Çamlığı" olduğunu öğrendim. Bu ormandan tek bir dal ağaç bile almazmış köylüler. Bir dal alanın ve bunu evine koyanın ya da yakacak olarak kullananın evinden bir cenaze çıkarmış. Bu ormandan elde edilen odunlar yalnızca camide ve köyün ortak işlerinde kullanılırmış. Köylülerin bu inanışlarının doğru olabileceğine inandım, bana hissettirdiklerini düşününce.

Dörtdivan İlçe ekonomisinin tarım, hayvancılık, orman işçiliği ve buna dayalı sanayiye dayandığını bildiğimden köylü kadınlara; "Neden bu cennet gibi yaylalarınız bomboş?" diye sordum. Aslında cevabı biliyordum ama onlardan duymak istedim. Tahmin ettiğim gibi cevap şöyleydi; "Gençlerimiz okumak ya da çalışmak için büyük şehirlere gittiler. Köyde yaşlılar kaldı ve çoğu hasta. Artık yaylacılık yapamıyorlar. Bizde köyde beslediğimiz birkaç ineğin sütünü fabrikaya gönderiyoruz. Fabrikada peynir, tereyağı yapılıyor, satın alıyoruz." Ben de ''Desenize dedim; biz şehirde yaşayanlardan bir farkınız yok, farkınız sadece yaşadığınız çevrede.'' 
Bu güler yüzlü, konuksever köylülerle sohbete öylesine dalmışım ki, rehberin "Gidiyoruz" çağrısına benim yerime kadınlar hep bir ağızdan cevap verdiler: "Siz gidin, bu akşam bizim misafirimiz olsun. Yarın biz göndeririz." Gönlü zengin bu güzel insanlara teşekkür ederek "kürkçü dükkanı"ma dönmek üzere araca bindim. Bir gün daha sona ermişti. Elimde olsaydı günün bitmesini hiç istemezdim.

Bu güzel yürüyüşü düzenleyen "Yol Arkadaşım Grubu"nun rehberleri Aytekin Gültekin, Zekeriya Korana ve Mesut Uğurlu'ya teşekkürler.

Fotoğrafların sonundaki notları okumayı unutmayın lütfen.















 Taş Yastıkta Dinlenme. Photo: Aytekin Gültekin









Notlar: 
1- Köroğlu Destanı, kahramanı Ruşen Ali'nin ve babası Koca (seyis) Yusuf'un Bolu Beyi ile mücadelelerini ele alır.Kahramanı 16. yüzyılda yaşamış Halk Ozanı Köroğlu'dur (Ruşen Ali). Bu destan Yaşar Kemal'in "Üç Anadolu Efsanesi" kitabında anlatılmaktadır. Köroğlu'nun atı "Kırat" da ünlüdür.

2- İris çiçeği kokusu dillere destandır. Güzel kokusundan dolayı ünlü parfümlerde kullanılır. Lancome - Tresor parfümünde gül, kehribar ve sandal ağacının yanı sıra iris de yerini alır. Bazı bölgelerde bahar bayramı olan nevruz çiçeği olarak da bilinir. Eskiden, kitap veya defter sayfaları arasında kurutularak uğur getirdiği inancıyla evlerde saklanan bir çiçekti. Benim de süsen çiçeği kurutmuşluğum vardır.

3- Kösler tokmaklarla vurularak çalınan, üzerine çoğunlukla deve derisi gerilmiş, bakır gibi bir madenden yapılmış, büyük ve derin bir kase ve kazandan ibarettir. Kösün genellikle kaidesi ve deri gerilmiş yüzü daire şeklindedir.

Kösler hükümdarlık alametlerinden biri kabul edilir ve savaş alanında askerleri coşturur, düşmanları top gürültüsünü andıran sesiyle yıldırır ve ürkütürdü. Barış zamanında ise elçilerin kabul merasimleri, şehzadelerin doğumu, sünnet ve düğün törenleriyle bayram günü ve geceleri gibi çeşitli vesilelerle vurulurdu.
(diyanetislamansiklopedisi.com)











2 yorum:

  1. Doğa ve tespitleriniz çok güzel, verdiğiniz bilgiler gerçek ve görüntüler harika.
    Tekrar oralara gitmiş oldum sayenizde, teşekkürler.

    YanıtlaSil